ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMUisamveri.org/pdfdrg/G00226/2017/2017_DONERN.pdf ·...
Transcript of ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMUisamveri.org/pdfdrg/G00226/2017/2017_DONERN.pdf ·...
-
ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMU
- INTERNATIONAL AMASYA SCHOLARS’
SYMPOSIUM -
21-23 NİSAN 2017 ● AMASYA
BİLDİRİLER KİTABI - I
Bu sempozyum T. C. Amasya Üniversitesi Rektörlüğü Bilimsel AraĢtırma Projeleri Koordinatörlüğü tarafından desteklenmiĢtir.
AMASYA ● 2017
-
ALİ B. HÜSEYİN EL-AMÂSÎ VE TEFSİR ANLAYIŞI
Naim DÖNER
Özet
Tarihte Ali b. Hüseyin el-Amâsî adıyla iki müellif bulunmaktadır. Bunlardan birisi daha çok
eğitimciliğiyle tanınan Tariku‟l-Edeb kitabının yazarı Ali b. Hüseyin el-Amâsî Alaüdddin Çelebi, XV.
Yüzyılda yaşamıştır ve 875/1470-71 yılında vefat etmiştir. Aruz Risalesi sahibi olan diğer Ali el-Amâsî
ise XVII. yüzyılda yaşamıştır. Ali el-Amâsî‟nin yaşamına dair bilgiler yok denecek kadar azdır. Bursalı
Mehmed Tahir, Türkçe Arûz risalesi sahibi olduğunu ifade etmektedir. Haşiye ala envari't-tenzil ve
esrari't-te‟vil müellifi olan Ali el-Amâsî kendisini Ali el-Amâsî şeklinde tanıtır. Adı geçen Haşiye
müellifinin XVII. Yüz yılda yaşayan Ali el-Amâsî olma ihtimali daha güçlüdür.
Ali Amâsî‟nin, Beydavî tefsirinin Fatiha suresine yaptığı haşiye 72 varaktır. Amâsî‟, Beydavî tefsirini şerh
üslubuyla açıklamaktadır. Bu nedenle onun tefsir yöntemi sistematik değildir. Tefsir yaparken tasavvuf,
kelam, felsefe, İslam hukuku ve İslam hukuk usulü gibi farklı alanlara girmektedir. Ayetleri, ayetler,
hadisler az da olsa İbn Abbas gibi sahabe sözleriyle tefsir etmektedir. Kıraat meselelerine çokça yer
vermektedir. Bu da onun çok yönlü bir âlim olduğunu göstermektedir. Ona göre tefsir ilmi, dini
ilimlerin başıdır. Zira tefsir ilmiyle beşer takati sınırları dâhilinde Allah kelamının manaları bilinmektedir.
Dini ilimlerde akranlarını geçenler ancak tefsir yapabilir. Kur‟an‟ı yorumlayan kimsenin bütün Arap dili
ve edebiyatı ilimlerini bilmesi gerekir. Sadece bir kısım bilimleri bilmek tefsir için yeterli değildir.
Anahtar Kelimeler: Ali b. Hüseyin, Mecmaü‟l-Havâşî ve‟l-Etrâf, Fatiha Suresi, Tefsir.
Ali b. Husayın al-Amâsî and His Tafsir Understanding
Abstract
In history, there are two authors called as Ali b. Hüseyin al-Amâsî. One of them is the author of the
book Tarîq al-Adab and who is known mostly for his being educationist, Ali b. Hüseyin al-Amâsî
Alaüdddin Çelebi lived in 15th century and died in 875/1470-71. The other one is Ali al-Amashi, who is
the owner of the Aruz Risala, lived in 17th century. There is little information about the life of Ali al-
Amashi. Mehmed Tahir from Bursa expresses that he is the owner of Turkish Arûz risale. Ali al-
Amashi, who is the author of the al-Anwar al-Tanzil and Asrâr al-Ta‟wîl, introduces himself as Ali al-
Amashi. The so-called author of Apostle is more likely to be Ali al-Amashi who lives in the 17th
century.
Ali al-Amâsî‟s interpretation to Fatiha surah in Baydawi‟s Tafsir is 72 foils. He explains Baydawî
Construction by commentary style. For this reason his interpretation method is not systematic. In his
interpretation, mysticism, kalam, philosophy, Islamic law, and Islamic law proceedings are all involved.
He interprets the verses as verses, hadiths and the words of the companions such as Ibn Abbas. He
has a lot of information on the Qiraat affairs. This shows that he is a versatile scholar. According to
him, interpretation scholarship is the head of religious scholarship. Because the meaning of the word
of God is known within the boundaries of the five tacit knowledge with the exegesis of interpretation.
In religious sciences, only the ones who can pass their companions can comment. Anyone who
interprets the Qur'an should know all the Arabic language and literature. Knowing only a few sciences
is not enough for interpretation.
Keywords: Ali b. Husayin, Majma„ al-Hawâshî, Sura al-Fatiha, Tafsir.
Yrd. Doç. Dr., Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, [email protected].
-
250 | ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMU
Giriş
Kur‟ân-ı Kerim yüce Allah‟ın vahiy yoluyla insanlara gönderdiği son ilâhî mesajdır. Bu mesajın
anlaşılması amacıyla nüzulünden itibaren yoğun çaba harcanmış, bunun bir ürünü olarak çok sayıda
tefsir kaleme alınmıştır.1 Belki de insanlık tarihinde Kur‟ân kadar üzerine çalışma yapılmış başka bir
kitap yoktur.2
Kur‟ân‟ın anlaşılması amacıyla tefsir yazanlardan birisi de Kadı Beydavî olarak bilinen Nâsırüddîn
Ebû Saîd (Ebû Muhammed) Abdullah b. Ömer b. Muhammed‟dir. Onun Envarü't- tenzil ve esrarü't-
te'vil tefsiri, üzerinde 255 civarında şerh ve haşiye yapılacak kadar takdir gören ve ün kazanan bir
eserdir.3 Tarihsel süreç içinde Amasyalı âlimler de bu tefsire ilgi göstermiş, Sünbül Sinân Amâsî (ö.
936/1530) gibi Amâsî nisbesini taşıyan âlimler, Beydavî tefsiri üzerinde çalışmışlardır. Bu durum,
Amasya‟nın ulaştığı bilim ve kültür düzeyini gösterdiği gibi bu kentin âlimlerinin tefsir ilmine ve Beydavî
tefsirine gösterdikleri ilgiyi ifade etmektedir. Ayrıca Osmanlı medrese eğitiminde Beydavî tefsirinin
temel bir ders kitabı olarak okutulduğunu belirtmek gerekir.
Amasyalı âlimlerden olan Ali el-Amâsî de Mecma‟u‟l-hevâşî ve‟l-etrâf adında Beydavî‟nin
Envaru‟t-Tenzil‟in Fatiha suresi tefsirine bir haşiye yazmıştır. Ali Amâsî‟nin Kadı Beydavî‟nin ağır bir
üsluba sahip olan tefsirinin Fatiha suresine haşiye yazması aynı zamanda onun iyi derecede Kur‟ân,
hadis ve Arap dili ve edebiyatı bilgisine sahip olduğunu göstermektedir. Müslümanların günlük
hayatında büyük bir öneme haiz olan Fatiha suresi, namazlarda büyük bir vecdle okunur. Bu nedenle
Fatiha, en çok ezbere bilinen ve en fazla okunan Kur‟ân suresidir. Fatiha‟nın Kur‟an‟ın baş tarafında yer
alması, Kur‟ân anlamlarının bir özeti ve İslam‟ın insanlığa sunduğu evrensel mesajın özlü bir ifadesi
olması dolayısıyladır. Tarih boyunca sure, müfessirlerin ilgisini çekmiş ve bu sureye çok sayıda tefsir
yazılmıştır.4
Bu tebliğde Ali el-Amâsî‟nin Envaru‟t-Tenzil‟e yaptığı Haşiye hakkında bilgi vererek onun izah
ettiği bazı konulara yer verilecektir. Ancak daha önce Ali Amâsî‟nin hayatı hakkında bilgi vermemiz
yerinde olacaktır.
1- Ali b. Hüseyin el-Amâsî
Kaynaklarda Ali b. Hüseyin adıyla iki ayrı müellif zikredilmektedir. Bunlardan birisi Tariku‟l-Edeb
müellifi Ali el-Amâsî‟nin XV. yüzyılda; Aruz Risalesi sahibi Ali el-Amâsî‟nin ise XVII. yüzyılda yaşadığı
belirtilmektedir.5 Her iki müellifle ilgili bilgiler çok azdır. XV. yüzyılda yaşayan Ali b. Hüseyin el-Amâsî
Alaüddin Çelebi‟nin Mihaloğlu soyundan gelen Yürkeç-paşazade (Yörgüç Paşa-zade) Hızır Bey‟in
muallimi olduğu ifade edilmektedir.6 Kaynaklara göre Mihaloğlu Yörgüç Paşa, II Murad (ö. 1451)
döneminde Amasya valiliği yapmıştır.7 Buna göre paşanın oğluna öğretmenlik yapan müellif Amâsî‟nin
bu sıralarda Amasya‟da olduğu anlaşılmaktadır. Amâsî‟nin eğitim ile ilgili Tariku‟l-Edeb adlı eserini
857/1453 yıllarında İstanbul fethi sırasında yazdığı8 ve bu sıralarda hayli yaşlı olduğuna işaret eden
ifadelerinin bulunması onun II. Murad ve Fatih Sultan Mehmed dönemlerini idrak ettiği anlaşılmaktadır.
Doğum tarihi belli olmayan müellifin vefat tarihi 875/1470-71 olarak kaydedilmektedir.9 Ancak Tariku‟l-
Edeb‟in naşiri Halil Çeçen, 857/1453 yılında hayli yaşlı olduğu anlaşılan müellifin yukarıda kaydedilen
ölüm tarihini ihtiyatla karşılamaktadır.10
1 Kâtib Çelebi Hacı Halife b. Mustafa, Keşfu‟z-zunûn an esami‟l-kutubi ve‟l-funûn, Daru ihyai‟t-turasi‟l-Arabî, Beyrut, (Mearif
Matbaası, 1941) c. 1, s. 427 vd. 2 er-Rafiî, Mustafa Sadık, İ‟câzu‟l-Kur'an ve‟l-belağetu‟n-nebeviyye, Daru‟l-kitabi‟l-Arabî, Beyrut 1393/1983, s. 124 vd. 3 Yusuf Şevki Yavuz, “Beyzâvî”, DİA, TDV. Yay, İstanbul, 1992, c. 6, s. 102. 4 Fatiha suresine yapılan tefsirlere dair bkz. Erhan Yetik, “Tafavvufî Açıdan Fatiha Suresi Tefsiri (İsmail-i Ankaravî‟nin Futûhat-ı
Ayniyesi Üzerine Bir Çalışma)”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 8, Samsun, 1996, s. 48 vd. 5 Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, Matbaa-i Amira, İstanbul, 1333, s. 254; Menderes Coşkun, “Edebî Terimler ve
Aruzla İlgili Bir Eser Hüsâmeddin Amasî‟nin Risaletün mine‟l-Arûz ve İstilahi‟ş-Şi‟r”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, İstanbul, 2003, (8), 97-130, 99-100; Çeçen, 2010, s. 7-9.
6 Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, c. 1, s. 354. 7 Fahamettin Başar, “Mihaloğulları” DİA, TDV. Yay. İstanbul, 2005, c. 30, s. 24-25. 8 Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB. Yayınları, İstanbul, 1976, s. 497; Orhan Şen, Ali Amasî Tariku‟l-Edeb
Üzerine Bir İnceleme, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2001, s. 2. 9 Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, s. 496. 10 Halil Çeçen, Ali b. Hüseyin el-Amasî Tariku‟l-Edeb, Metin-Sözlük, Bizim Büro Yayınları, Anakara, 2010, s. 8.
-
ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMU | 251
Bursalı Mehmed Tahir, dil, edebiyat, kelam tefsir, eğitim, ahlak, astronomi gibi alanlarda yazan
çok yönlü bu âlime Türkçe Sure-i Yasin Tefsiri vardır, diyerek bir tefsiri nispet etmektedir. Konya
Mevlana Müzesi Türkçe Yazmaları Koleksiyonunda 4032/1 numara ile kayıtlı olan ve Osmanlı
Türkçesiyle yazılan Yasin Suresi tefsiri Bursalı Mehmed Tahiri‟in tasvirine uymaktadır. El yazma eserin
künye bilgilerinde eser, Kara Mamî Ali b. Hüseyin Amâsî‟ye nispet edilmektedir. Bu nüshanın başında
Arapça olarak “Hazâ Kitabu Tefsiri Yâsîn min Te‟lifati Mevlana Kara Memî” yazmakta fakat Ali b.
Hüseyin Amâsî ifadesi yer almamaktadır. Bu tefsirin Ali el-Amâsî‟ye hangi bilgiye dayanılarak nispet
edildiği ise meçhuldür. Bu eserin, Mehmed Tahir‟in ona nispet ettiği tefsir olup olmadığa henüz tam
olarak bilinmemektedir. Aksi ispatlanmadıkça Mehmed Tahir‟in verdiği bilgiyle tefsiri el-Amâsî‟ye
nispetini ihtiyatla karşılamak gerekse de bu bilgiye dayanarak eseri ona nispet etmenin bir mahsuru
olmasa gerektir. Ali b. Hüseyin Alaeddin Çelebi el-Âmasî‟nin günümüze ulaşan diğer eserleri ise
Nasâyihu‟l-Müslimîn,11Aruz Risalesi12 ve Tariku‟l-Edeb (Tacu‟l-Edeb)tir.13 Bu son eseri çocuk eğitimine
ilişkindir. Eserde anne baba hakkı, çocuk terbiyesi, öğretmenin özellikleri, Kur‟an-ı Kerim okuma adabı,
hocaya saygı, ahlak gibi pek çok konu ele alınmaktadır.14
XVII. yüzyılda yaşadığı anlaşılan Ali b. Hüseyin el-Amâsî‟nin yaşamına dair bilgiler yok denecek
kadar azdır. Bu müellifinin Osmanlı Türkçesiyle Aruz Risalesi bulunmaktadır.15 Bu eser, onun edebiyata
olan ilgisini ortaya koymaktadır. Osmanlı Müellifleri müellifi Bursalı Mehmed Tahir, (ö. 1925) XVII.
yüzyılda yaşayan Ali Amâsî‟yi telif tarihi h. 1069 yılı olarak verdiği Resm-i hatt-ı Osmaniyye Risalesi
müellifi ve İstanbul Sultan Mehmed Camii imamı olarak tanıtmakta ve Türkçe Arûz Risalesi sahibi
olduğunu ifade etmektedir.16
Bazı akademik çalışmalarda da yukarıdaki risale, Kitab-ı resm-i Osmanî adıyla müellif Ali
Amâsî‟ye nispet edilmektedir.17 H. 1066, m. 1655‟te İstanbul‟da Osman b. Rasûl tarafından istinsah
edilen ve Bosna Hersek Gazi Husrev Kütüphanesi Türkçe Yazmaları koleksiyonuna 2591/11 arşiv
numarası ile Afyon Gedik Ahmet Pasa İl Halk Kütüphanesi koleksiyonuna Risale fi‟r-resmi'l-Osmaniye
ismi ve 03 Gedik 18099/3 arşiv numarası ile kayıtlı olan bu yazma eserin18 Ali Amâsî‟ye ait olmadığı
anlaşılmaktadır. Zira adı geçen risalenin müellifi, mukaddimeden sonra risaleye besmele, hamd, salat
ve selam ile başladıktan sonra أهّسا بعذ بْ عبذ فقير الوذتاج إلٔ ردوت ربَّس القذيراإلهام بجاهع أبْ الفتخ ضلطاى
هذوذ خاى فٔ هذرم الذرام لطٌت اثٌي ّ ضتيي ّ ألف الطيذ دطيي بي الطيذ علٔ اآلهاضٔ خيل زهاى در
“Bu fakir, Kadir olan Rabbinin rahmetine muhtaç Fatih Sultan Mehmet Cami imamı es-Seyyid Hüseyin
b. es-Seyyid Ali el-Amâsî, muharrem ayı başında 1062 yılında hayli zamandır….” sözleri, ayrıca
Osmanlıca kaleme aldığı mukaddimede h. 1068 Cemaziye‟l-Ahir ayında Allah‟ın yardımıyla risalenin
bittiğini, o ana kadar seleften ve imamlardan muteber nakillerle Resm-i Osmaniye uygun on sekiz
Mushaf yazdığını ifade ettikten sonra أًا العبذ الفقير .... الطيذ دطيي بي علٔ اآلهاضي ifadeleri19 hem
eserin Ali Amâsî‟ye değil oğlu Hüseyin‟e ait olduğunu hem de mukaddimenin risaleden sonra yazıldığını
açıkça ortaya koymaktadır.20 Bu ifadelerden adı geçen risalenin, Ali Amâsî‟ye değil, oğlu Hüseyin‟e ait
olduğu ve Ali‟nin değil, oğlu Hüseyin‟in Fatih Camii imam hatibi olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Sözü
edilen bu Amâsî‟ye dair neredeyse bunun dışında bilgiler bulunmamaktadır. Ayrıca Aruz Risalesi‟ndeki
Risale, 965 Rebiu‟l-Evvel ayı ortalarında / توّست فٔ أّاضظ شِر ربيع األّل ضٌت خوص ّ ضتّسيي ّ تطعوائت
11 Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, c. 1, s. 354; Mehmet Şeker, Ali b. Hüseyin el-Amasî ve Tariku‟l-Edeb‟i, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yay. Ankara, 2002, s. 17. 12 Şen, Ali Amasî Tariku‟l-Edeb Üzerine Bir İnceleme, s. 1. 13 Kâtip Çelebi, Keşfu‟z-Zunün, c. 1, s. 268. 14 Şeker, Ali b. Hüseyin el-Amasî, s. 27. vd.; Çeçen, Ali b. Hüseyin el-Amasî Tariku‟l-Edeb, s. 94. 15 Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, c. 1, s. 354. 16 Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, c. 1, s. 354. 17 Ahmet Akpınar, Ali b. Huseyin Amâsî (Alaaddin Çelebi) Kitab-ı Tâcul-Edeb (Giris-Metin-İnceleme-Gramatikal Dizin),
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Osmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tokat, 2010, s. 8. 18 Risale, şu anda Ankara Milli Kütüphaneye ilgili numara ile kayıtlı bulunmaktadır. 19 Bkz. Hüseyin b. Ali el-Amâsî, Risaletu Resm-i Osmaniyye, Milli Kütüphane, Afyon Gedik Ahmet Pasa Koleksiyonu, 03 Gedik
18099/3, vr. 2a. 20 Hüseyin b. Ali el-Amâsî, Risaletu Resm-i Osmaniyye, vr. 2b.
-
252 | ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMU
tamamlandı”21 ifadesi haşiye müellifinin XVII. yüz yılda yaşayan Hüseyin‟in babası Ali el-Amâsî olduğu
ihtimalini daha da güçlenmektedir.
Ayrıca gerek yazılış tarihi gerekse de istinsah tarihi dikkate alındığında Kitab-ı resm-i Osmanî‟nin
Ali b. Hüseyin Amâsî Alaüddin Çelebî‟ye ait olması mümkün görünmemektedir. Çünkü risalenin yazım
başlangıç tarihi olan h. 1062 ile Ali Amâsî Alaüddin Çelebî için tahmin edilen h. 875 vefat tarihi
arasında 187 yıl gibi bir zaman farkı bulunmaktadır.
2- Haşiye (Mecma’u’l-Havâşî ve’l-Etrâf) Hakkında Gelen Bilgiler
2.1. Haşiyenin Künye Bilgisi: Eser, Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi‟nde yer almaktadır.
Şanlıurfa İl Halk Kütüphanesi koleksiyonuna 63 Hk 71 arşiv numarası ile kayıtlıdır. Eser Fatiha suresinin
tefsirine dair olup kaynaklarda ismi geçmemektedir. H. 1204 m. 1788‟de istinsah edilmiştir.22 Dili
Arapça‟dır. Yazı türü nesihtir. 72 varak, 17 satırdır.23 Eserin kim tarafından istinsah edildiği malum
değildir.
2.2. Haşiyenin Müellife Nispeti: Müellif Ali el-Amâsî, haşiyesinde besmele, hamdele ve salveleden
sonra 24 ile haşiyenin sonunda yer ّبعذ فيقْل العبذ الفقيرعلي اآلهاضٔ عفٔ هللا عٌَ الخطايا ّالوعاصٔ
alan ٔتنّس شرح الفاتذت علٔ البيضآّ لعلي اآلهاض ifadeleri, haşiyenin ona ait olduğunu ortaya
koymaktadır. Ayrıca haşiyeden önce ٔعل/alâ cerr hafinin geldiği 12 anlam üzerine yazdığı 2 varaklık
kısa risale ile lam-ı ta‟rife dair telif ettiği kısa risalenin sonunda ٌَتنّس لوذرّسرٍ علي اآلهاضٔ عفٔ هللا ع
klişe ifadeleri haşiyenin ona aidiyetini ortaya koymaktadır.25 Fakat sözü edilen Ali الخطايا ّالوعاصٔ
Amâsî hangisidir? XV. yüzyılda yaşayan Ali b. Hüseyin Alâeddin Çelebî mi, yoksa XVII. yüzyılda yaşadığı
anlaşılan Ali el-Hüseyin el-Amâsî midir? Bazı akademik çalışmalarda haşiye, hakkında daha çok bilgi
bulunan Alâeddin Çelebi‟ye nispet edilse de bunu kesin olarak ifade etmek mümkün değildir.26 Ayrıca
Mehmet Şeker, Haşiyenin Tarîku‟l-edeb müellifi Alaeddin Çelebî‟ye nisbetini doğru bulmamaktadır.27
Haşiye müellifinin birkaç yerde kendisini Ali el-Amâsî şeklinde tanıtması ve Kitab-ı resm-i Osmanî
müellifinin kendisini Hüseyin b. Ali el-Amâsî olarak takdim etmesi ve haşiyenin istinsah tarih olan h.
1204 tarihinin Ali el-Amâsî‟nin yaşadığı tarihe daha yakın olması, haşiye müellifinin XVII. yüzyılda
yaşayan Hüseyin‟in babası Ali el-Amâsî olduğu ihtimalini güçlendirmektedir.
2.3. Haşiyenin Adı: Amâsî, haşiyenin yazılış amacını anlatırken ّهطوّسيا بوجوع الذْاشٔ ّ االطراف
şeklindeki ifadesinden onun bu haşiyeyi Mecma‟u‟l-havâşî ve‟l-etrâf olarak adlandırdığı
anlaşılmaktadır.28
2.4. Haşiyenin Yazılış Amacı: Müfessir Amâsî, Allame Beydavî (ö.685/1286)29 tefsirinin
hakikatlerinin anlaşılması amacıyla kendi ifadesiyle âlim, muhakkik Şeyhzade30 ve Allame el-Hafâcî (ö.
1069/1659)31 gibi âlimler tarafından şerhler yazıldığını ancak bu şerhlerin müptedileri yoracak
uzunlukta olduklarını iddia eder. Bu nedenle o, eserini kolay, anlaşılır ve özlü bir şekilde şerh üslubuyla
( yazmaya gayret ettiğini ifade ederek32 haşiyesinin yazılış amacını ortaya (علٔ أضلْب الشرّح
koymaktadır.
21 Ali b. Hüseyin el-Amâsî, Aruz, vr. 1b. 22 Bkz. Ali el-Amâsî, Haşiye alâ Envari't-Tenzil ve Esrari't-Te‟vil, vr. 72b. 23 Akpınar, Kitab-ı Tacul-Edeb, s. 8. 24 Ali el-Amâsî, Haşiye, vr. 5a. 25 Ali el-Amâsî, Haşiye, vr. 2b, 3a. 26 Ahmet Ateş, İbrahim Kafesoğlu, İstanbul Kütüphanelerinde Fatih‟in Husûsî Kütüphanesine ve Fatih Çağı Müelliflerine Ait
Eserler, İstanbul, 1989, s. 59. 27 Şeker, Tarîku‟-Edeb, s. 18. 28 Ali el-Amâsî, Haşiye, vr. 5b. 29 el-Beyzâvî‟nin yaşamı ve tefsirine dair bilgi için bkz. Yavuz, “Beyzâvî”, c. 6, s. 100-103. 30 Aslen Kocaelili olan ve Şeyhzade olarak meşhur olan Muhyiddin Muhammed b. el-Muslihuddin Mustafa‟nın hayatı ve
Beydazî‟nin tefsirine yazdığı haşiyeye dair bkz. Katip Çelebi, Hacı Halife Mustafa b. Abdillah, Keşfu‟z-Zunun an esami‟l-kutubi ve‟l-funun, Mektebetu‟l-musanna Bağdat, 1941, c. 1, s. 188; eş-Şevkanî, Muhammed b. Ali b. Muhammed, el-Bedru‟t-Tali bi mehasine min ba‟di‟l-karni‟t-tasi, Daru‟l-Marife, Beyrut, ty., c. 2, s. 269-270; Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, c. 1, s. 334; Erdoğan Baş, “Şeyhzâde”, DİA, TDV. Yay, İstanbul, 2010, c. 39, s. 97-98.
31 Şihâbuddîn Ahmed b. Muhammed b. Ömer el-Hafâcî. Hayatı için bkz. Ali Şakir Ergin, “Hafâcî”, DİA, TDV. Yay., İstanbul, 1997, c. 15, s. 72-73. Haşiyesini adı İnâyetu‟l-Kâdî ve Kifayetu‟r-Radî ala Tefsiri‟l-Beydavî‟dir. Bkz. Tefsiru‟l-Beydavî, thk. Muhammed Muhyiddin el-Asfar, Daru‟l-Marife, Beyrut, 1434/2013, Mukaddime, s. 13.
32 Ali el-Amâsî, Haşiye, vr. 5a, 5b.
-
ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMU | 253
2.5. Amâsî‟ye Göre Beydavî‟nin Tefsir Kaynakları: Amâsî, Beydavî‟nin efazil ve muhakkikîn33
ifadeleriyle kimleri kastettiğini şerh ederken efazilden maksadının Ebu‟l-Leys Semerkandî (ö. 373/983)
ve ondan sonra gelen müfessirler olduğunu, muhakkikînden maksadının ise ez-Zemahşerî, (ö.
538/1141) Fahreddin er-Razî (ö. 606/1210) ve er-Rağıb el-İsfahanî (ö.606/1209) olduklarını kaydeder.
Zira ona göre Beydavî, irab, beyan ve meanînin incelikleriyle ilgili bilgileri, Keşşaf‟tan; kelam, hikmet ve
felsefeye ilişkin bilgileri, et-Tefsiru‟l-kebir‟den; iştikak ve ibarelerin inceliklerini de dirayet ve rivayet
tefsiri olan Rağıb el-İsfahanî‟nin tefsirinden almıştır.34 Bunlar, aynı zamanda Amâsî‟nin kaynakları
olarak da değerlendirilebilir. Zira kelimelerin lügat ve terim anlamlarının birçoğunu el-İsfahânî‟nin
Müfredat‟ından aldığı yapılacak basit bir kıyaslama ile anlaşılacaktır. Yine pek çok yerde Keşşâf‟a atıfta
bulunmaktadır.35
3- Genel Olarak Kur’ân Tefsirine Bakışı
3.1. Kur’an’ın Tanımı ve İniş Gayesi: Amasî‟ye göre الفرقاى Furkan ve تٌسيل tenzil
kavramları, Kur‟an‟ın insanların maslahatına uygun bir şekilde tedrici olarak Hz. Muhammed (s.a.v)‟e
indirildiğini ifade eder. Kur‟an, ilahi kitapların ve bütün ilimlerin özünü topladığı için Kur‟an adı
verilmiştir.36 Ona göre Kur‟an‟ın tenzilinden maksat, vahyi, insanlara ulaştırmaktır (îsâl). Allah,
Kur‟an‟da insanların dünyevî ve uhrevî maslahatlarını açıklamıştır (beyan).37 Zira bizzat hitaba mazhar
olanlar, insanlardır. Allah‟ın, kulların maslahatına riayeti, Mu‟tezile‟nin düşündüğü gibi vucûb yoluyla
değil /ال بطريق الْجْب Allah‟tan bir lütuftur (تفضّسل). Amâsî beyan bağlamında Kur‟ân ayetleri konusunda
derin düşünme (tedebbür) üzerinde durur. Düşündükten sonra ancak akıl sahipleri Kur‟ân ayetlerinde
bulunan öğütlerin ve maslahatların özüne ulaşır. Bunlar da müçtehit âlimleridir. َسلْسبَسابِس ا يَس َّذ َّذرُس اِسالَّذ اُسّلُسْا االْس َّسهَس
“Ancak aklı sahipleri düşünüp öğüt alır.”38 ifadesinde selefin aksine müteşabih ayetleri düşünmenin
caiz ve mümkün olduğuna bir işaret ve “Kur‟ân, sadece anlamalarının düşünülmesi, hükümleriyle amel
edilmesi ve müteşabihlerine iman edilmesi için nazil olmuştur.” diyenlerin görüşlerini redd etme söz
konusudur.39
3.2. Tefsir, Te’vil ve Müfessirin Bilmesi Gereken İlimler: İlahi vahiy, te‟vil ya da tefsir
edilir. Te‟vil; ayetin anlamının kitap ve sünnete uygun bir şekilde zahiri anlamından muhtemel olan bir
manaya çevirmeye denir. Tefsir ise ayete zahir anlamını vermektir. Sözgelimi ّٔس هي الويّست يخرج الذ
“Allah ölüden diriyi çıkarır.”40 ayeti, tefsir ve tevile örnektir. Zira ona göre ayet, her iki manaya da
muhtemeldir.41 Tefsir ilmi, dini ilimlerin başıdır. Zira tefsir ilmiyle beşer takati sınırları dâhilinde Allah
kelamının manaları bilinmektedir. Tefsir, bütün ilimlerin mercii, şeri hükmün kaynağı ve şeriata özgü
kaidelerin dayanağıdır. Dini ilimlerden maksat şeri ilimlerdir. Fıkıh usûlü ve hadis ilimleri de bunlara
dâhildir. Müfessirin Arap dili ve edebiyatı ilimlerini türlerini bilmesi gerekir.42 Bunlar, Lügat, Sarf, Nahiv,
İştikak, Meani, Beyan, Aruz, Kafiye, Hat, Şiir, İnşa ve Muhadarat ilimleridir. Amâsî‟ye göre sadece Arap
dilini ya da bir kısım ilimleri bilmek tefsir için yeterli değildir. Müfessirin tefsir için gerekli olan tüm araç
ilimlerini bilmesi gerekir. Nitekim Hz. Aişe‟den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.): أعربْا
Kur‟an‟ı irab ediniz (lafızlarının anlamlarını öğreniniz), gariplerini araştırınız.”43“ القراى ّالتوطْا غرائبَ
33 Beydavî, Envar, s. 20. 34 Amasî, Haşiye, vr. 13a. 35 Bkz. Amâsî, Haşiye, vr. 42b, 48b, 53a. 36 Amâsî, Haşiye, vr. 5, Kur‟an‟ın anlamları için bkz. er-Rağıb el-İsfahanî, Mufredatu elfazi‟l-Kur‟an, Daru‟l-Kalem, Dımaşk,
1432/2011, s. 669. 37 Amâsî, Haşiye, vr., 6b, 7a. 38 Bakara, 2/269, Al-i İmran, 3/7; Beydavi, Envar, s. 20. 39 Amâsî, Haşiye, vr. 7a, 7b. 40 En‟am, 6/95 41 Amâsî, Haşiye, vr. 7b, 8a. 42 Bkz. Gazzâlî, Ebu Hamid Muhammed, İhyau umumi‟d-din, Daru‟l-Feyha- Daru‟l-menhel, Dımaşk, 1431/2010, c. 2, s. 109 vd. 43 Ahmed b. Ali b. el-Müsenna et-Temimî, Müsnedu Ebî Ya‟lâ el-Mevsilî, thk. Hüseyin Selim Esed, Daru‟l-Me‟mûn, Dımaşk-
Beyrut, 1407/1687, c. 11, s. 463 (hadis no: 6560); Gazzali, İhya, c. 2, s. 106.
-
254 | ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMU
buyurmuştur.44 Kur‟an‟ın irabını öğrenmekten maksat, ondaki Arapça‟nın edebi sanatlarını, inceliklerini
ve sırlarını araştırmak, farzlarını, hududunu, kıssalarını ve mesellerini iyice bilmektir.45
4- Amasî’nin Fatiha Suresi’ndeki Tefsir Yöntemi
Bu bölümde Amasî‟nin yaptığı tefsir yöntemine kısaca yer vereceğiz. Zira onun 72 varak olan
haşiyesinde takip ettiği tefsir yöntemini uzunca anlatmak bu bildirinin sınırlarını aşacak kadar geniştir.
Amâsî, Beydavî‟nin zikrettiği Fatiha suresinin adlarını ve surenin bu isimlerle adlandırılma
gerekçelerini ayrıntılı açıklamaktadır. Bun göre sure, Ümmu‟l-Kur‟ân ve el-Esas;46 el-Kenz, el-Vafiye ve
el-Kâfiye isimlerinin yanı sıra Hamd, Şükür, Dua, Seb'u‟l-mesânî‟,47 Şafiye ve şifa olarak da
adlandırılır.48 Amâsî Fatiha suresine eş-Şifa adının verilmesinin nedeni olarak Hz. Peygamber (s.a.v.)‟in
“O Fatiha, her derde şifadır.49 hadisini zikreder ve hadisi açıklar. Ona göre bu hadis, nebevî tıbbı da
beyan eder.50 Amasî surenin faziletine değinir, onun faziletine dair hadisleri zikreder ve bunların bir
kısmının uydurma olduğunu söylese de sahih olan hadislerin de olduğuna da dikkati çeker ve
Beydâvî‟nin, sure tefsirinin sonunda surenin faziletiyle ilgili zikrettiği hadisleri değerlendirir. Amâsî‟ye
göre surenin faziletine dair bu hadislerin zikredilmesinin amacı terğib ve teşviktir. Esasen surenin
başında zikredilmeleri gereken bu hadisler sure sonunda zikretmiştir. Çünkü bunlar surenin
nitelikleridir. Bu nedenle sonradan zikredilmeleri daha uygundur.51 Amâsî Fatiha suresini şerh ederken
gramer tahlillerine, kelimelerin iştikakına, kelime ve kavramların anlamlarına, kıraat ihtilaflarına genişçe
yer verir. Ayrıca ayetleri ayet, hadis ve İbn Abbas gibi bazı sahabenin görüşleriyle açıklar. Besmelenin
ayet olup olmadığını ayet ise Fatiha‟nın bir ayeti olup olmadığını ayrıca Fatiha suresinin namazda
okumanın Hanefî ve Şafiîlere göre hükmünü genişçe izah eder. Bu da onun tefsir yönteminde hem
dirayet hem de rivayet metotlarına yer verdiğini göstermektedir. Biz burada sadece dil, fıkıh ve
tasavvuf, kelam, felsefe ve kıraat açısından yaptığı tefsirlere bazı örnekleri vermekle yetineceğiz.
4.1. Dilsel Tahlillere Yer Vermesi
Amasî tefsir yönteminde dilsel tahlillere genişçe yer verir. Fakat biz onun bu tefsir yöntemini
sadece bir örnekle açıklamak istiyoruz.
وٰم ِب الَّر ٖح نِب .4.1.1 ِب الَّر ْسنِب الّٰلٰم Ba Cerr Harfinin Müteallakı/ ب Bismillâh’taki ِب ْس
Amasî َِس ّس نِس الل ب ba cerr harfinin müteallıkını genişçe tartışır ve şöyle der: Bismillahtaki/ ب taki بِسطْس
/ba harfi mahfuz olan bir şeye mütealliktir. Zira Arapça‟da her cerr harfinin bağlanacağı bir müteallak
gerekir. Müteallak zikredilmediği zaman cerr harfi mutlaka bir mahzufa müteallik olur. Burada da cerr
harfinin bağlandığı şey أقرأ fiilidir. Yani “Allah adıyla Kur‟ân‟ı okurum.” Zira besmeleden sonra gelen
şey, Kur‟ân‟dır. O da ذُس وْس el-hamdu ile başlayıp sure sonuna kadar devam eder. Aynı şekilde Kur‟ân اَسلْسذَس
okuyan kimse أقرأ “okurum” filini takdir ettiği gibi her hayırlı işi yapan kimse de besmeleyi yaptığı işin
kaynağı kılar, besmele ile işe başlar. Söz gelimi yemek yiyen kimse bismillah dediği zaman “Allah adıyla
içerim” fiilini takdir eder. Bazı dil bilginleri besmelenin“ أشرب yerim”, içen kimse, “Allah adıyla“ آ ل
başında ٔإبتذائ /ibtidaî kelimesini takdir etmişlerdir. Zira bu kelime daha fazla umum ifade eder.
Umum ifade eden bir sözcüğün takdir edilmesi husus ifade eden bir sözcüğün takdir edilmesinden
daha uygundur.52 Bu nedenle bu bilginler her yerde umum ifade eden fiil takdir ederler.
Besmeledeki ب harfi istiane anlamını ifade eder. Bu da باهلل şeklinde Allah‟ın zatını değil, بطن
şeklinde O‟nun ismini zikretmekle olur. Zira zata telebbüs imkânı yoktur. Allah‟ın ismiyle teberrükte هللا
bulunmak gayet açıktır. Öte yandan ismin zikredilmeden باهلل şeklindeki bir ifade, yemin ile
44 İ‟rabu‟l-Kur‟an‟a dair değerlendirme için bkz. İsevî, Yusuf b. Halef, İlmu İrabi‟l-Kur‟an, Daru‟s-Samî, Rıyad, 2007, s. 14 vd;
Emrullah Ülgen, Kur‟ân‟ın Yorumlanmasında İ‟râbın Rolü, Gece Kitaplığı, Ankara, 2015, 45 Amâsî, Haşiye, vr. 11a, 11b, 12a, 12b. 46 Amâsî, Haşiye, vr. 15b, 16a, 16b. 47 Amâsî, Haşiye, vr. 18a. 48 Amâsî, Haşiye, vr. 17a, 17b. 49 Darimî, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman, Sünen, thk. Mustafa Dîb el-Buğa, Dımaşk, 2011, Fadailu‟l-Kur‟an, 12. 50 Amasî, Haşiye, vr. 17b, 18a. 51 Amâsî, Haşiye, vr. 72a, 72b. 52 Amâsî, Haşiye, vr. 21a, 21b.
-
ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMU | 255
teyemmünün (teberrük) birbirine karışmasına neden olabilir. Zira yemin Allah‟ın zatına, teyemmün
(teberrük) ise O‟nun ismiyle yapılır.53
Besmeledeki ب harfinin musahebe için olduğu da söylenir. Bu durumda ayetin anlamı هتبرّس ا
Allah‟ın adıyla teberrük ederek okuyorum.” olur. Buna göre teberrük, tazmin sanatı“ بطن هللا أقرأ
kabilinden olur. Müşrikler Allah'ın adıyla değil, putlarının adıyla teberrükte bulunarak “Lat ve Uzza
adıyla…” diyorlardı. Bu durumda tevhit ehline düşen görev, onlara muhalefet etmek ve onları
reddetmektir. Bu da ancak ب harfinin musahabe anlamında alınmasıyla olur. Böylece besmeleden
surenin sonuna kadar Allah'ın adıyla nasıl teberrük edileceği, nimetlerine karşılık nasıl hamd edileceği
ve lütfundan nasıl isteneceği kullara talim amacı taşımaktadır.54
4.2. Fıkhî Konulara Yer Vermesi
Amasî haşiyesinde fıkhî konulara da yer verir. Bunları birkaç örnekle şöyle açıklamak
mümkündür.
4.2.1. Besmelenin Fatiha’dan Bir Ayet Olup Olmaması
Amâsî, konuya dair yaygın olan üç görüş ifade eder:
1. Besmele Fatiha‟dan bir ayettir. Besmeleyi terk eden kimsenin namazı geçersiz olur. İster
namaz farz, ister nafile olsun fark etmez. Kıraatin açıktan okunduğu namazlarda besmeleyi açıktan
okumak vacip, gizli okunan namazlarda besmeleyi gizliden okumak ise müstehaptır. Mekke ve Kûfeli
kari ve fakihler, İbnu‟l-Mübarek ve eş-Şafî (r.a) bu görüştedir.
2. Medine, Basra, Şam kari ve fakihleri, İmam Malik ve el-Evzaî‟ye göre besmele, ne Fatiha‟dan
ne de diğer surelerden bir ayettir. Namazda besmele okumak vacip değildir. Sure aralarındaki
besmele, onları birbirinden ayırmak (fasl) ve teberrük içindir. Neml suresindeki besmelenin ayetin bir
bölümü olduğu konusunda bir ihtilaf yoktur.
3. Besmelenin Fatiha‟dan bir ayet olduğunu söyleyen Küfe ehlinden olmakla birlikte Ebu Hanife
(ö. 150/767) besmele konusunda olumlu ya da olumsuz açıkça bir görüş belirtmemiştir. Bu da onun
besmelenin Fatiha‟dan bir ayet olmadığı görüşünde olduğu zannına neden olmuştur. Bu, Keşşaf
sahibinden ödünç alınmıştır.55 Muhammed b. Hasan‟a (eş-Şeybanî) besmele sorulmuş o da “Mushafın
iki kapağı arasında yer alanlar Allah kelamıdır.” demiş fakat bu konuda olumlu ya da olumsuz bir cevap
vermemiştir.
Şafiî olan Beydavî‟nin “Bizim görüşü destekleyen çok sayıda hadis vardır.”56 sözünü
değerlendiren Amâsî, onun da besmelenin Fatiha‟dan bir ayet olduğunu söyleyenlere tabi olduğunu
ifade eder ve bu delili destekleyen hadislere yer verir.57
4.2.2. Namazda Fatiha Okumanın Hükmü
Müfessir Amâsî Beydavî‟nin “Fatiha suresi namaz/salat suresi olarak da adlandırılmıştır.”
ifadelerini şerh ederken namazda Fatiha suresini okunanın Hanefî ve Şafiîlere göre hükmü üzerinde
durur ve konuyla ilgili ihtilafları ele alır. Buna göre Hanefilere göre namazın ilk iki rekâtında Fatiha
okumak vacip, son iki rekâtta okumak ise müstehaptır. Fakat Şafiî mezhebine göre Hz. Peygamber‟in ال
Namaz ancak Fatiha Suresi okumakla (sahih) olur.”58 hadisi gereğince namazın bütün“صالة االّس بالفاتذت
rekâtlarında Fatiha suresini okumak vaciptir. Burada her iki mezhebe göre vücûptan maksat, farz;
istihbabtan maksat ise vacip dışında başka bir hükümdür.59
4.3. Tasavvuf Açısından Tefsiri
Amâsî‟nin değindiği tasavvufî birkaç örneğe yer vermek istiyoruz.
53 Amasî, Haşiye, vr. 28b. 54 Amâsî, Haşiye, vr. 23a, 23b. 55 Bkz. ez-Zemahşerî, Ebu‟l-Kasım Mahmud b. Ömer, el-Keşşaf, Daru İbn Hazm, Beyrut, 1433/2012, s. 9. 56 Beydavî, Envar, s. 22. 57 Bkz. Amasî, Haşiye, vr. 20b, 21a. 58 İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Muhammed b. İbrahim, el-Kitabu‟l-Musannef fi‟l-Ehâdisi ve‟l-Asar, thk. Kemal Yusuf el-Hût,
Mektebetu‟r-ruşd, 1409, c. 1, s. 116; İbn Raheveyh, Ebu Ya‟kub, İshak b. İbrahim b. Mahled b. İbrahim, Musnedu İshak Raheveyh, thk. Abdulğafur b. Abdilhakk el-Beluşî, Mektebetu‟l-îman, Medine, 1412/1991, c. 1, s. 179; el-Buharî, Muhammed b. İsmail, Sahih, Daru‟s-selam, Rıyad, 1429/2008, Ezan, 95.
59 Amasî, Haşiye, vr. 17a, 17b.
-
256 | ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMU
4.3.1. Marifetullah:
Müellif Amasî يِس و ينِس اَسلرَّذدْس er-Rahman er-Rahim sıfatlarını açıklarken marifetullah konusuna الرَّذدٖح
değinir. Bu, onun tasavvufa ilgi gösterdiği anlamına gelir. er-Rahman er-Rahim, Allah'ın fiili
sıfatlarından olup varlıklara, özellikle müminlere çokça merhamet eden anlamına gelir. َردِسو (geçişli)
fiil kalıbından türemişlerdir. Nitekim hadiste Allah kadrini bilen ve“ ردِسن هللا اهرء عرف قذرٍ ّلن يتعذّس طْرٍ
haddini aşmayan adama rahmet etsin.”60 buyrulmaktadır. Hadiste ردِسن fiili geçişli olarak kullanılmıştır.61
Özellikle besmelede Allah, Rahman ve Rahim isimleri, Allah'ı hakkıyla tanıyan (arif-i billah) ve ondan
yardım isteyen kişinin, yardım istenen ve buna müstahak olan hakiki mabudun Allah olduğunu bilmesi
için zikredilmiştir. Arif dünyevi ve uhrevi, büyük küçük her türlü nimeti verenin Allah olduğunu bilir.
Böylece o, bütün benliğiyle ve düşüncesiyle Cenab-ı Allah‟a yönelir ve Allah‟ın kitabına sarılır. Allah'ın
kitabına sarılmaktan maksat, onunla amel etmek yahut Allah Teâlâ‟nın insanoğlundan aldığı söze bağlı
kalmaktır. Arif, düşüncesini Allah‟ın zikriyle meşgul eder, O‟nu unutmaz ve Allah'ın zikrinden gafil
olmaz. Zira zikrin esas amacı, gafleti zihinden uzaklaştırmaktır. Gafleti uzaklaştırmanın en güçlü yolu,
zikir ve Allah'tan yardım istemektir. Arif, sürekli Allah'tan yardım istemekle (istimdat) meşgul olur.
Masivadan yüz çevirir ve onlardan yardım istemez. Düşüncesini Allah ile meşgul edip O‟nun
dışındakilerden arındırır. Çünkü medet (manevi yardım) Allah'tan kula istimdat kadarıyla gelir.
İstimdad, sürdüğü sürece Allah‟ın yardımı da aynı şekilde sürer. Kul, gafil olduğu sürece ondan yardım
da kesilir. Arif bu imdadı manevi zevkle bilir ve bu sadece ona özgüdür. Zira hakikatte arifin hali
budur.62
4.3.2. Seyr-i Sülûk:
ييُس تَسعٖح َّساِسيَّذااَس ًَسطْس بُسذُس Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” ayetini tefsir“ اِسيَّذااَس ًَسعْس
ederken iltifat sanatına değinen Amasî, arifin seyr-i sülûkuna ele alır.63 Fatiha‟nın başından bu ayete
kadar Allah Teâlâ, gaib kipiyle “Rabbilalemin”, ”er-Rahman”, “er-Rahim”, “Maliki yevmiddin” gibi
azamet ifade eden sıfatlarla zatını nitelemiştir. Bu ayetle birlikte hitap sığasına geçilmiştir. Böyle bir
hitap şekli, ibadet ve yardım dilemeyi (istiane) Allah‟a tahsis etmeye, ibadet edilmeye ve yardım
dilemeye müstahak olduğuna dair istidlalde bulunulan burhandan delilsiz rüyet olan ayan mertebesine
yükselmeye fazlasıyla delalet eder. Mefullerin takdim edilmesi, ibadet ve istianenin Allah özgü oluşunu
daha fazla pekiştirmektedir. Gaib sığasından hitap sığasına intikal, sanki burhan ile malum olan, ayan
haline; makul olan, görünür hale; gayb olan ise gözle görülür hale gelir. Allah Teâlâ, besmeleden
“Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” ayetine kadar arif-i billahın sülûkün
başlarında zikir, Allah‟ın isim ve sıfatlarını düşünme, nimetlerine nazar etme, şanına delalet eden eşsiz
sanatlarıyla istidlalde bulunma gibi başlangıç ilkelerini zikretmiş, daha sonrada arif-i billahın işinin
müntehasını zikretmiştir. O da Arifin vuslat denizinin derinlerine dalması, Allah‟ta gark ve fani olması
ve Allah dışında hiçbir varlığın onun aklına gelmemesidir. Böylece arif, müşahede ve keşf ehlinden olur.
Herhangi bir delile ihtiyaç duymadan O‟nu, yakînle ayan gibi görür. Zira delile ihtiyaç duymak, matluba
ulaşılmadığına delalet eder. Arif vuslata erdiği zaman delile ihtiyaç duymaz. ييُس تَسعٖح َّساِسيَّذااَس ًَسطْس بُسذُس اِسيَّذااَس ًَسعْس
ayetinden anlaşıldığı gibi arif, doğrudan Ona münacatta bulunur.64 Böylece Amâsî, yukarıdaki sözleriyle
tasavvufta salikin ulaşabileceği nihaî bir nokta olan Allah‟ta fani olma düşüncesini kabul ettiği
anlaşılmaktadır.
4.3.3. İbadette İhlâs:
Ali Amâsî اِسيَّذااَس, zamirinin takdimini ele alırken ibadette ihlâsa da değinir. Her iki fiilin mefulü olan
.amillerine takdim edilmiştir. Bunun nedeni, mefulü (Allah Teâlâ) tazim ve ona önem vermektir ,اِسيَّذااَس
60 Şiî kaynaklarda Hz. Ali‟nin sözü olarak geçmektedir. Bkz. İbn Ebi‟l-Hadid el-Mu‟tezilî, Şehu Nehci‟l-belağe, thk. Muhammed
Ebu‟l-Fadl İbrahim, Daru ihyai‟l-kutubi‟l-Arabiyye, Beyrut, 1387/1967, c. 16, s. 118. Sünnî kaynaklarda hadise rastlamadım. Yalnız buna yakın bir ifade Ömer b. Abdulaziz‟in sözü olarak ر ِبن هللا هلء علف قدره و ا الم şeklide geçmektedir. el-Esfehânî, Ebu Nuaym, Ahmed b. Abdillah b. Ahmed b. İshak, Hilyetu‟l-evliya ve tabakâtu‟l-asfiya, Daru‟l-kutubi‟l-ilmiyye, Beyrut, 1409, c. 5, s. 305-306.
61 Amâsî, Haşiye, vr. 34b. 62 Amasî, Haşiye, vr. 38a, 38b. 63 Amâsî, Haşiye, vr. 52a, 52b. 64 Amâsî, Haşiye, vr. 51a, 51b.
-
ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMU | 257
Takdim hasra delalet eder. Zira hakkı tehir olan bir öğenin takdim edilmesi hasra delalet eder. Bu
nedenle İbn Abbas (r.a.) بُسذُس Senden başkasına ibadet“ ال ًعبذ غيرا ”Sadece sana ibadet ederiz“ اِسيَّذااَس ًَسعْس
etmeyiz.” anlamına geldiğini ifade eder. Abid, ibadet anında bütün dikkatini mabuda yöneltmeli, Allah
dışında bir müşahede ve mülahazası olmamalıdır. İbadet ederek nihayet ibadeti ihsan makamına
ulaşır. İbadetini Allah‟a nispet eder. Sonra kendisinden sadır olması cihetiyle değil, Allah Teâlâ‟nın
rızası için nazarını O‟na verir. Yoksa ucb, gurur, hatta şirk bile meydana gelebilir. Zira ibadet, kul ile
Allah arasında çok değerli bir bağdır. Kul, ona giden vesileyi aramakla emredilmiştir. Buna göre abidin
Allah ile bağı ibadetlerle olur. Arif-i billah ise Cenabı Allah‟ın mülahazasında gark olur ve fena bulur.
Tamamıyla maadadan kaybolduğu zaman diğer varlıklarla bağı kesilir hatta nefsini ve onun hiçbir halini
mülahaza etmez. Sadece nefsini Allah Teâlâ‟yı mülahaza eden bir araç olarak görür.65
4.4. Kıraat İhtilaflarına Yer Vermesi
Amâsî kıraat ihtilaflarına çokça yer verir. Biz burada sadece bunlardan bir tanesine yer vermek
istiyoruz.
ي .4.4.1 مِب ادّٰلٖح (Hesap ve Ceza Gününün (Ahiret Gününün) Mâliki) َهااِبكِب يَوْس
Asım (ö. 118/745 ), el-Kisâî (ö. 189/805), on kıraat imamından dokuzuncusu olan Ya‟kûb b.
İshak (ö.205/820), هالك şeklinde okumuşlardır. َِس ّس يِس ٍس لِسل هَس ْْس رُس يَس َسهْس َّساالْس ييا ٌَسفْسصٍس شَس لِسكُس ًَسفْسصٌس لِس مَس الَس تَسوْس ْْس O gün“ يَس
kimse kimseye hiçbir fayda sağlayamayacaktır. O gün buyruk, yalnız Allah'ındır.”66 âyeti bu kıraati
desteklemektedir. Zira kıyamet gününde hükümranlığın her nefisten nefyedilmesi ve bütün buyruğun
sadece Allah‟a ait olduğunun tespit edilmesi, o günde bütün işlerin malikinin Allah olduğuna delalet
etmektedir. Diğer kıraat imamları ise هَسلِسك şeklinde elifsiz okumuşlardır. Aşağıda zikredilen deliller
dolayısıyla muhtar olan bu kıraattir. Bu, Haremeyn ehli yani Mekke ve Medine‟nin kıraatidir. Zira
onların kıraati, sened bakımından daha âli, lügat bakımından daha fasihtir.67
a. َذِس الْسقَس َْسادِس َِس الْسّس مَس لِسل ْْس لْسكُس الْسيَس Bugün mülk (hükümranlık) kimindir? Tek olan, her şeyi kudret“ لِسوَسيِس الْسوُس
ve hâkimiyeti altında tutan Allah'ındır.”68 Zira mülkün/hükümranlığın o günde sadece Allah‟a ait
olduğunun ispat edilmesi لْسكُس ييِس kökünden türeyen الْسوُس الذّسٖح هِس ْْس لِسكِس يَس .kıraatine daha münasip düşmektedir هَس69
b. Mülkün mutlak kullanımında örf ve lügat bakımından ta‟zim söz konusudur. Lügat
bakımından mülk, akıl sahiplerine mahsustur. Malik ise mal, meta, köle gibi aynî mülklerde dilediği gibi
mutlak tasarrufta bulunan/mutasarrıf kimse anlamına gelir. Zira malik, tasarrufta bulunma هالك
anlamına gele kökünden türemiştir. Mülk de emir ve nehiyle aklı başında olan mükellefler الوِسلك
hakkında tasarrufta bulunmak anlamına gelir. Şu halde teklif yoluyla tasarrufu ifade eden mülk,
milkten daha geneldir. Zira mülk teklif ifade eder, teklif de akıllılar için söz konusudur. Nitekim Allah
Teâlâ, ٌَّذاشِس لِسكِس ال ”.İnsanların Melik'ine, sığınırım“ هَس70 buyurmaktadır. Dolayısıyla mülk ile milk arasında
içlem kaplam söz konusudur.
Amâsî, هَسلْسك) Melk) şeklindeki bir kıraatin şazz olduğunu ifade ettikten sonra لَسكَس يْمَس الذيي هَس
şeklinde هلك kelimesinin mazi fiil, يْمَس sözcüğünün ise meful olmak üzere mansup okunduğunu ve bu
kıraatin Ebu Hanife‟ye nispet edildiğini ifade eder. Devamla Amâsî, قِسيل ifadesiyle bu kıraatin uydurma
olduğunun ifade edildiğini hatta bunu, (Muhammed b. Ca‟fer) el-Huzâi (ö.408/1017)‟nin uydurduğunu
söyler.71 Böylece Amâsî sadece kıraatleri nakille yetinmez, onların sahih olup olmadıklarını da
değerlendirmiş olur. Bu da onun kıraat ilmine olan vukufiyetini gösterir.
4.5. Kelamî-Felsefî Konulara Değinmesi
Müfessir Amâsî, zaman zaman kelamî-felsefî konulara da girmektedir. Biz burada Beydavî‟nin
bahsettiği ve onun da detaylandırdığı hidayet ve türleri konusuna örnek olarak yer vermek istiyoruz.
65 Amâsî, Haşiye, vr. 56b, 57a. 66 İnfitar, 82/19. 67 Amâsî, Haşiye, vr. 45a, 45b. 68 Mü‟min, 40/16. 69 Amasî, Haşiye, vr. 45a, 45b. 70 Nas, 114/2. 71 Amâsî, Haşiye, vr. 45b, 46a; buna dair bkz. İsmail Karaçam, Kıraat İlminin Kur‟an Tefsirindeki Yeri ve Mütevâtir Kırâatların
Yorum Farklılığına Etkisi, İstanbul, 1996, s. 89.
-
258 | ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMU
Hidayet ve Türleri: Amâsî, ينَس تَسقٖح رَساطَس الْسوُسطْس ًَسا اللّسِس ذِس ُْس Bizi doğru yola, kendilerine nimet“ اِس
verdiklerinin yoluna ilet.” ayeti bağlamında Beydavî‟inin değindiği hidayet ve türlerini açıklar. Lügat
olarak hidayet, lütuf, rıfk ve ihsanla yol gösterme, istenen gayeye ulaştırma anlamına gelir.72 Hidayet
lütufa delalet ettiği için ya da lütuf, hidayet manasında ele alındığı için sadece hayır için kullanılır. Buna
göre ينِس ذٖح رَساطِس الْسجَس ٔ صِس نْس اِسل ُُس ّ ذُس ُْس ”.Onları cehennemin yoluna koyun“ فَسا73 ayeti inkârcıların dünyadaki
iddialarına uygun olarak istihza ve alay yoluyla varit olmuştur. Bu, “Onları elem verici bir azapla
müjdele”74 ayeti kabilindendir. Zira onlar, dünyada doğru yolda olduklarını iddia ediyorlardı. Hâlbuki
hakikatte durum böyle değildi. Yukarıdaki ayetin, hakiki manaya gelmiş olması mümkündür. Çünkü
onlar için cehennemden başka bir yer olmadığı kesinleşince o yolu kolayca yürümek ve cehenneme
ulaşmak için onlar için hayırlı olan husus cehennem yolunu göstermektir.
Vahşi hayvanların önünde gidip yol gösteren hayvanlara da hevadi‟l-vahşi (hadiyenin çoğulu)
ifadesi kullanılır. Bu, hidayet kavramında takaddüm (öncülük etme) anlamı olduğunu ifade eder.
Hidayet dirayet gibi mastardır. Fiili ُٓذٓ يِذ ikinci mefule lam veya ila harfleriyle geçişli olur. Fakat
َُس هَس ْْس ٔ قَس تَسارَس هُسْض َّساخْس ayetinde olduğu gibi ينَس تَسقٖح رَساطَس الْسوُسطْس ًَسا اللّسِس ذِس ُْس ayetinde hazf olayı olmuştur. Ayetin اِس
takdiri ينَس تَسقٖح رَساطَس الْسوُسطْس ًَسا إلٔ اللّسِس ذِس ُْس ينَس veya اِس تَسقٖح رَساطَس الْسوُسطْس ًَسا لللّسِس ذِس ُْس şeklindedir. Buraya kadar anlatılanlar اِس
hidayetin mutlak manalarıydı. Allah‟ın hidayet etmesinin sayılmayacak kadar pek çok türü vardır. Fakat
bunlar dört mertebe olarak sınıflandırılabilir:
1. Allah Teâlâ‟nın kutsal feyzi, idrak edici ve harekete geçirici kuvveleri nefislere akıtmasıdır.
Kişi, mutlak olarak bu kuvve vasıtasıyla hidayeti, dünyevî ve uhrevî yararlarını elde eder. Ortak duyu,
hayal, vehim gibi batın aklî kuvve ve dış duyular gibi.
2. Allah Teâlâ‟nın hak ile batılı, salah ile fesadı birbirinden ayıran bu kuvveyi verdiği kimseye
çeşitli deliller ortaya koyması şeklinde ortaya çıkan hidayet türüdür. Bu, bazı maslahatların ve
mefsedetlerin açıklanmasıyla gerçekleşir. Bunlar, duyu ve sırf akılla idrak edilmez. Bu nedenle itikatta
hak ile batılı, amelde de fesad ile salahı birbirinden ayıracak delillere ihtiyaç vardır. Nitekim Allah Teâlâ,
يْسيِس ذَس ٌَّذجْس ٍُس ال ٌَسا يْس ذَس َُس َّس “Biz ona iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?”75 buyurmaktadır. Yani,
“kitaplar ve peygamberler göndererek hak ile batılı birbirinden ayıracak delilleri ortaya koyduk. Fakat
pek çoğu, körlük hükmünde olan cehaleti, hidayet ve imana tercih ettiler.
3. Peygamberler göndermek ve kitaplar indirmek suretiyle insanları hidayet etmektir. Bazı
hususların hakikati, sıhhat ya da butlanı duyular ve akıl yoluyla bilinemez. Bu nedenle insanlara
bilmediklerini öğretmek üzere peygamberlerin gönderilmesine ve kitapların indirilmesine ihtiyaç vardır.
َسا رًِس ّىَس بِساَسهْس ذُس ِْس ًت يَس نْس اَسئِسوَّذ ُُس ٌَسا لْس عَس َّسجَس “Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık.”76 Bu ayet,
peygamberlerin gönderiliş amacının insanları Allah‟ın tevfik ve inayetiyle ilahi kitaptaki hüküm ve
hikmetlere çağrıda bulunmayı ifade eder. َْسمُس َٔس اَسقْس ُِس ٔ ٓ لِسلَّذتٖح ذٖح ِْس ىَس يَس ا رْس ا الْسقُس ُ َس Gerçekten bu Kur'an en“ اِسىَّذ
doğru olan yola götürür.”77 ayeti de ilahi kitapların gönderiliş amacını ifade etmektedir. İlk ayette
hidayetin peygamberlere, ikinci ayette ise kitaplara isnat edilmesinde mecaz ifade bulunmaktadır. Fiilin
alete ve sebebe isnat edilmesi kabilindendir.78Amâsî‟nin bu değerlendirmesi onun beyan, bedi ve
meanî ilimlerine olan ilgisini ve vukufiyetini gösterir.
4. Allah‟ın keşf ve sır ehline vahiy, ilham ve sadık rüyalar yoluyla bazı hususları olduğu gibi
açması ve göstermesi şeklinde ortaya çıkan hidayet türüdür. Keşif de hidayetin bir kısmıdır. Bu kısım,
peygamberlere ve velilere özgüdür. Bu da ancak mücahede, riyazet, ruhu kötülüklerden arındırmak,
onu amel ve ahlak ile süslemekle olur. Bunlar da ancak nebi ve velilerde gerçekleşir. ٓذَس َُس ييَس يِسكَس الَّذ ٖح اُسّل
ٍْس تَسذِس نُس اقْس ُِس ذ ُِس َُس فَسبِسّس İşte, o peygamberler, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerdir. (Ey Muhammed!) Sen“ الل
72 Amâsî, Haşiye, vr. 58b; Huda ve hidayet kelimelerinin geldiği anlamlar için bkz. İbn Kuteybe, Te‟vilu müşkili‟l-Kur‟an,
Müessesetu‟r-risale, Beyrut, 1432/2011, s. 358-359, İbnu‟l-Cevzî, Cemalüddin Ebu Abdirrahman, Nüzhetü‟l-e‟yuni‟n-nevâzır, Müessesetu‟r-Risale, Beyrut, 1407/1987, s. 625 vd. el-İsfhanî, Mufredat, s. 835.
73 Saffat, 37/23. 74 Al-i İmran, 33/21; Tevbe 9/34; İnşikak, 84/24. 75 Beled, 90/10. 76 Enbiya, 21/73. 77 İsra, 17/ 9. 78 Kur‟an‟da hakikat ve mecaz ifadeler için bkz. es-Suyûtî, Celaleddin Abdurrahman b. Ebi Bekr, Mu‟tereku‟l-akran fi i‟câzi‟l-
Kur‟ân, thk. Ali el-Bicavî, Daru‟I-fikr, yy., ty., c. 1, s. 246 vd.
-
ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMU | 259
de onların tuttuğu yola uy.”79 Yüce Allah‟ın Peygamber‟e onların hidayetine uymayı emretmesi bunun,
dördüncü bir hidayet türü olduğunu gösterir. ٌَسا بُسلَس نْس ضُس ُِس ٌَّذ يَس ذِس ِْس ٌَس ٌَسا لَس ي ّا فٖح ذُس َُس ا ييَس جَس َّسالَّذ ٖح “Bizim uğrumuzda cihad
edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz”80Allah yolunda mücahedenin neticesi, Allah‟a
doğru seyirdir. Bu da Allah‟ın onların kalplerine sırları açması ve nefsü‟l-emrde olduğu gibi eşyayı
onlara göstermesidir. Bunlar, hidayeti isteyen kimse için gerçekleşir. Özellikle kim Allah‟a hamd eder,
O‟nu Fatiha suresinde geçen sıfatlarla nitelerse sadece ona ibadet edip ondan yardım isterse elbette
doğru yolu bulur. ذِسًَسا ُْس Bizi hidayet erdir” ifadesinden maksat, ya “hidayetimize hidayet kat” ya da“ اِس
“üzerinde bulunduğumuz hidayet yolunda bizi sabit kıl.” demektir. Sıratı müstakimden maksat hakk
yoludur. İslam yolu olduğu da söylenmiştir.81
Sonuç
Osmanlı tarihinde Ali b. Hüseyin el-Amâsî adıyla iki müelliften söz edilmektedir. Bunlardan birisi
daha çok eğitimciliğiyle tanınmış, Tariku‟l-edeb müellifi Ali b. Hüseyin el-Amâsî Alaüdddin Çelebi XV.
yüzyılda yaşamış ve II. Murad ve Fatih Sultan Mehmed dönemlerini idrak etmiş, vefat tarihi daha çok
875/1470-71 olarak kaydedilmiştir. XVII. yüzyılda yaşadığı anlaşılan Ali el-Amâsî‟nin yaşamına dair
bilgiler yok denecek kadar azdır. Bursalı Mehmed Tahir, XVII. Yüz yılda yaşayan Ali Amâsî‟yi telif tarihi
h. 1069 yılı olarak verdiği Resm-i hatt-ı Osmaniyye risalesi müellifi ve İstanbul Sultan Mehmed Camii
imamı olarak tanıtmaktadır ve Türkçe Arûz Risalesi sahibi olduğunu ifade etmektedir. Böyle bir eseri
yazmış olması onun edebiyata olan ilgisini ortaya koymaktadır. Resm-i hatt-ı Osmaniyye‟nin Ali
Amâsî‟ye değil, oğlu Hüseyin‟e ait olduğu ve Hüseyin b. Ali‟nin Fatih Cami imamı olduğu risalenin
mukaddimesinden açıkça anlaşılmaktadır. Bu da Mehmed Tahir‟in konuya ilişkin sehve düşmüş
olabileceğini göstermektedir.
Haşiye ala envari't-tenzil ve esrari't-te‟vil (Mecma‟u‟l-havâşî ve‟l-etrâf) müellifi olan Ali el-Amâsî
risalenin birkaç yerinde kendisini Ali el-Amâsî şeklinde tanıtır. Kitab-ı resm-i Osmanî müellifi de
risalenin farklı yerlerinde kendisini Hüseyin b. Ali el-Amâsî olarak takdim eder. Ayrıca haşiyenin istinsah
tarih olan h. 1204 tarihi, Ali el-Amâsî‟nin yaşadığı tarihe daha yakındır. Bütün bunlar bir arada
değerlendirildiği zaman haşiye müellifinin XVII. yüzyılda yaşayan Hüseyin‟in babası Ali el-Amâsî olduğu
ihtimalini güçlendirmektedir.
Amâsî‟nin Beydavî tefsirinin Fatiha suresine yaptığı haşiye 72 varaktan ibaret olup el-yazmasıdır.
Haşiyenin baş tarafında 4 varaklık üç risale bulunmaktadır. Bunlardan birisi Cerr harfi, ikincisi lam-ı
tarif, üçüncüsü ise kelime ve kavramlar arası ilişkiler (niseb) ile alakalıdır. Beşinci varak itibariyle de
Fatiha suresinin haşiyesi başlar. Amâsî, Beydavî tefsirini şerh üslubuyla açıklamaktadır. Doğal olarak
onun tefsir yöntemi Beydavi‟nin kullandığı kelime ve kavramları, terkip ve cümleleri açıklama şeklinde
olmaktadır. Bu nedenle onun tefsir yönteminin sistematik olduğu söylenemez. Onun yorum yönteminin
daha çok dirayet ağırlıklı olduğu dikkat çekmektedir. Zira tefsir yaparken sarf, iştikak, nahiv, şiir,
beyan, belagat, tasavvuf, kelam, felsefe, fıkıh ve usulü gibi farklı alanlara girmektedir. Bu, biraz da
şerh ve haşiye yönteminin doğasından kaynaklanmaktadır. Ayetleri, ayetler, hadisler az da olsa İbn
Abbas gibi sahabe sözleriyle tefsir etmektedir. Kıraat meselelerine çokça yer vermekte, bu da onun
kıraat ilmine hâkimiyetini göstermektedir. Yer yer Keşşaf tefsirine atıfta bulunur. Kelime ve kavramların
anlamalarının izahında İsfahânî‟nin Müfredat‟ından istifade ettiği anlaşılmaktadır.
Amasî, Beydavî‟nin Fatiha suresi mukaddimesini açıklarken tefsir ve te‟vil kavramları, Kur‟ân‟ın
tanımı, iniş gayesine değinir. Amasî‟ye göre furkan ve tenzil kavramları, Kur‟an‟ın insanların
maslahatına uygun bir şekilde tedrici olarak Hz. Muhammed (s.a.v)‟e indirildiğini ifade eder. İlahi
kitapların ve bütün ilimlerin özünü topladığı için Kur‟an‟a bu ad verilmiştir. Allah, Kur‟an‟da insanların
dünyevi ve uhrevi maslahatlarını açıklamıştır (beyan). Beyanda insanların maslahatına ve onların
hukukuna riayet söz konusudur. Allah‟ın, kulların maslahatına riayeti, Mu‟tezile‟nin düşündüğü gibi
vucûb yoluyla değil/ Kur‟an ayetleri üzerinde derin bir تفضّسل .Allah‟tan bir lütuftur ال بطريق الْجْب
79 Enam, 6/90. 80 Ankebut, 29/69. 81 Amâsî, Haşiye, vr. 59a, 59b, 60a, 60b, 62a, 62b.
-
260 | ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMU
şekilde düşünmek (tedebbür) gerekir. Tedebbürden maksat, aklî ölçülere ve bunlara bağlı ilimlerin
tahsil edilmesiyle istinbat ve istihraç edilen Kur‟an‟daki dünyevî ve uhrevî maslahatlardır. Akıl sahipleri
ancak Kur‟ân ayetlerinde bulunan öğütlerin ve maslahatların özüne ulaşır. Bunlar da müçtehit
âlimleridir. “Ancak aklı sahipleri düşünüp öğüt alır.”82 ifadesi, müteşabih ayetleri düşünmenin caiz ve
mümkün olduğuna işaret etmektedir. Müteşabih ayetlerden tam olarak neyin kastedildiğini anlamak
için iyice araştırıp düşünmek gerekir. Bunlar Hakk‟ın bir takım rumuzlu hitapları ve kelamının
işaretleridir. Bu görüşleri onun Kur‟ân tefsirine yaklaşım biçimini de ortaya koyar.
Amâsî, Fatiha suresini açıklarken onun isimleri, nüzul zamanı, hamd, şükür, medih kavramları
üzerinde durur. Allah lafzı ve ismin semantik tahlilini genişçe yaparak isim-müsemma ilişkisini açıklar,
Rabb, Rahman ve Rahim sıfatları ve rahmet kavramları üzerinde durur. Hidayet ve türleri, nimet ve
çeşitlerini açıklarken felsefî ve tasavvufî izahlar yapar. Kelimelerin kökleri üzerinde durur, kıraat
farklılıkları ve bunlardan doğan nahvî-gramatik tahlillerde bulunur. Beydavî‟nin, surenin faziletine dair
zikrettiği hadisleri değerlendirir. Surelerin faziletine dair bazı uydurma hadislerin olduğuna işaret eder.
Ona göre surenin baş tarafında zikredilmesi gereken hadislerin sure sonuna bırakılmasının nedeni,
bunların surenin nitelikleri hükmünde olmalarıdır. Nitekim Arapça‟da önce mevsuf daha sonra sıfatlar
zikredilir. Bu nedenle bu hadislerin sure sonuna bırakılmaları daha uygundur. İyi bir tefsir yapabilmek
için ayetin anlamına açıkça delalet eden lafızlarla onun anlamlarını, kıssasını ve nüzul sebebi gibi
hususları bilmek gerekir. Tefsir ilmi, dini ilimlerin başıdır. Zira tefsir ilmiyle beşer takati sınırları
dâhilinde Allah kelamının manaları bilinmektedir. Tefsir, bütün ilimlerin mercii, şeri hükmün kaynağı ve
şeriata özgü kaidelerin dayanağıdır. Usûl ve furua dair bütün dini ilimlerde mütehassıs olanlar ancak
tefsir yapabilir. Dini ilimlerden maksat şeri ilimlerdir. Şeri ilimler, şere dayanan, ya da peygamberlerin
verdiği bilgilerden elde edilen ilimlerdir. Amâsî‟ye göre sadece Arap dilini ya da bir kısım ilimleri bilmek
tefsir için yeterli değildir. Müfessirin tefsir için gerekli olan tüm araç ilimlerini bilmesi gerekir. Nitekim
Hz. Aişe‟den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber, “Kur‟an‟ı irab ediniz (lafızlarının anlamlarını
öğreniniz), gariplerini araştırınız.” buyurmuştur. Kur‟an‟ın irabını öğrenmekten maksat, ondaki
Arapça‟nın edebi sanatlarını, inceliklerini ve sırlarını araştırmak, farzlarını, hududunu, kıssalarını ve
mesellerini iyice bilmektir. İlimler farklı derecelerde bulunur. Şeriatın hakikatlerine taalluk eden ilimler,
hükümlerin zahirine taalluk eden ilimlerden; şeri ilimler, dil bilimlerinden; usûl ilimleri de füru
ilimlerinden üstündür. Amâsî‟nin tefsir yapmak için klasik on iki ilmi bilmeyi gerekli görmesi, fıkıh usulü,
füru, kelam, felsefe, sarf, nahiv şiir gibi farklı ilim dallarıyla ilgili değerlendirmelerde bulunması ve
Beydavî gibi ağır bir üsluba sahip olan tefsirine anlaşılır bir üslupla haşiye yazması onun çok yönlü bir
müfessir ve müellif oluğunu göstermektedir. Bir bütün olarak onun tefsir yönteminin, tahlili tefsir
örneğini oluşturduğu söylenebilir.
Kaynakça
Ahmed b. Ali b. el-Müsenna et-Temimî, Müsnedu Ebî Ya‟lâ el-Mevsilî, thk. Hüseyin Selim Esed, Daru‟l-
Me‟mûn, Dımaşk-Beyrut, 1407/1987.
Akpınar, Ahmet, Ali b. Huseyin Amâsî (Alaaddin Çelebi) Kitab-ı Tâcul-Edeb (Giris-Metin-İnceleme-
Gramatikal Dizin), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Osmanpaşa Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Tokat, 2010.
Amâsî, Ali b. Hüseyin, Haşiye alâ Envari't-Tenzil ve Esrari't-Te‟vil, Konya Bölge Yazma Eserler
Kütüphanesi, Şanlıurfa İl Halk Kütüphanesi koleksiyonu No: 63 Hk 71.
Amâsî, Hüseyin b. Ali, Risaletu Resm-i Osmaniyye, Milli Kütüphane, Afyon Gedik Ahmet Pasa
Koleksiyonu, 03 Gedik 18099/3
Ateş, Ahmet-Kafesoğlu, İbrahim, İstanbul Kütüphanelerinde Fatih‟in Husûsî Kütüphanesine ve Fatih
Çağı Müelliflerine Ait Eserler, İstanbul, 1989.
Banarlı, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB. Yayınları, İstanbul, 1976.
Baş, Erdoğan, “Şeyhzâde”, DİA, TDV. Yay, İstanbul, 2010, 39, 97-98.
82 Bakara, 2/226, Al-i İmran, 3/7; Beydavi, Envar, s. 20.
-
ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMU | 261
Başar, Fahamettin, “Mihaloğulları”, DİA, TDV. Yay., İstanbul, 5005, XXX, 24-25.
Beydavî, Tefsiru‟l-Beydavî, thk. Muhammed Muhyiddin el-Asfar, Daru‟l-Marife, Beyrut, 1434/2013.
Buhârî, Muhammed b. İsmail, Sahih, Daru‟s-Selam, Rıyad, 1429/2008.
Bursalı, Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul, Matbaa-i Amira 1333.
Coşkun, Menderes, Edebî Terimler ve Aruzla ilgili bir Eser Hüsâmeddin Amasî‟nin Risaletün mine‟l-Arûz
ve İstilahi‟ş-Şi‟r, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, 2003, (8), 97-130
Çeçen, Halil, Ali b. Hüseyin el-Amasî Tariku‟l-Edeb, Metin-sözlük, Bizim Büro Yayınları, Anakara, 2010.
Darimî, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman, Sünen, thk. Mustafa Dîb el-Buğa, Dımaşk, 2011.
Ergin, Ali Şakir, “Hafâcî”, DİA, TDV. Yay., İstanbul, 1997, XV, 72-73.
Erhan Yetik, “Tasavvufî Açıdan Fatiha Suresi Tefsiri (İsmail-i Ankaravî‟nin Futûhat-ı Ayniyesi Üzerine Bir
Çalışma)”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 8, Samsun, 1996.
Esfehânî, Ebu Nuaym, Ahmed b. Abdillah b. Ahmed b. İshak, Hilyetu‟l-evliya ve tabakâtu‟l-asfiya,
Daru‟l-kutubi‟l-ilmiyye, Beyrut, 1409.
Gazzâlî, Ebu Hamid Muhammed, İhyau umumi‟d-din, Dau‟l-Feyha- Daru‟l-menhel, Dımaşk, 1431/2010.
İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Muhammed b. İbrahim, el-Kitabu‟l-Musannef fi‟l-Ehâdisi ve‟l-Asar, thk.
Kemal Yusuf el-Hût, Mektebetu‟r-ruşd, 1409.
İbn Ebi‟l-Hadid el-Mu‟tezilî, Şehu Nehci‟l-belağe, thk. N. Muhammed Ebu‟l-Fadl İbrahim, Daru ihyai‟l-
kutubi‟l-Arabiyye, Beyrut, 1387/1967.
İbn Kuteybe, Te‟viu müşkili‟l-Kuran, Müessesetu‟r-risale, Beyrut, 1432/2011.
İbn Raheveyh, Ebu Ya‟kub, İshak b. İbrahim b. Mahled b. İbrahim, Musnedu İshak Raheveyh, thk.
Abdulğafur b. Abdilhakk el-Beluşî, Mektebetu‟l-îman, Medine, 1412/1991.
İbnu‟l-Cevzî, Cemalüddin Ebu Abdirrahman, Nüzhetü‟l-e‟yuni‟n-nevâzır, Müessesetu‟r-Risale, Beyrut,
1407/1987.
İsevî, Yusuf b. Halef, İlmu İrabi‟l-Kur‟an, Daru‟s-Samî, Rıyad, 2007.
Karaçam, İsmail, Kıraat İlminin Kur‟an Tefsirindeki Yeri ve Mütevâtir Kırâatların Yorum Farklılığına
Etkisi, İstanbul, 1996.
Kâtib Çelebi Hacı Halife, Keşfu‟z-zunûn an esami‟l-kutubi ve‟l-funûn, Daru ihyai‟t-turasi‟l-Arabî, Beyrut,
(Mearif Matbaası, 1941).
Kâtip Çelebi, Hacı Halife Mustafa b. Abdillah, Keşfu‟z-zunun an esami‟l-kutubi ve‟l-funun, Mektebetu‟l-
musanna Bağdat, 1941.
Rafiî, Mustafa Sadık, İ‟câzu‟l-Kur'an ve‟l-belağetu‟n-nebeviyye, Daru‟l-kitabi‟l-Arabî, Beyrut, 1393/1983.
Rağıb el-İsfahanî, Mufredatu Elfazi‟l-Kur‟an, Daru‟l-Kalem, Dımaşk, 1432/2011.
Sa‟lebî, Ebu İshak Ahmed, el-Keşf ve‟l-Beyan, Daru ihyai‟t-turasi‟l-Arabî, Beyrut, 1422/2002.
Suyûtî, Celaleddin Abdurrahman b. Ebi Bekr, Mu‟tereku‟l-Akran fi i‟câzi‟l-Kur‟ân, thk. Ali el-Bicavî,
Daru‟I-fikr, yy., ty.
Şeker, Mehmet, Ali b. Hüseyin el-Amasî ve Tariku‟l-Edeb‟i, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. Ankara, 2002.
Şen, Orhan, Ali Amasî Tariku‟l-Edeb Üzerine bir İnceleme, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2001.
Şevkanî, Muhammed b. Ali b. Muhammed, el-Bedru‟t-Tali bi mehasine min ba‟di‟l-karni‟t-tasi, Daru‟l-
Marife, Beyrut, ty.
Taftazanî, Sa‟duddin Mes‟ud b. Ömer, Şerhu Muhtasari‟t-Tasrifi‟l-İzzî, thk. el-„Al Salim Mekrem, el-
Mektebetu‟l-Ezheriyye, Mısır, 1417/1997.
Ülgen, Emrullah, Kur‟ân‟ın Yorumlanmasında İ‟râbın Rolü, Gece Kitaplığı, Ankara, 2015.
Yavuz, Yusuf Şevki, “Beyzâvî”, DİA, TDV. Yay, İstanbul, 1992.
Zemahşerî, Ebu‟l-Kasım Mahmud b. Ömer, el-Keşşaf, Daru İbn Hazm, Beyrut, 1433/2012.
-
262 | ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMU
Ali b. Hüseyin el-Amâsî‟nin Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesinde bulunan 63 Hk 71 arşiv
numarası ile kayıtlı “Haşiye alâ Envari't-Tenzil ve Esrari't-Te‟vil, (Mecme‟u‟l-Hevâşi ve‟l-Etrâf)” adlı
eserinin ilk sayfası.
-
ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMU | 263
Ali b. Hüseyin el-Amâsî‟ninKonya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesinde bulunan 63 Hk 71 arşiv
numarası ile kayıtlı “Haşiye alâEnvari't-Tenzil ve Esrari't-Te‟vil, (Mecme‟u‟l-Hevâşive‟l-Etrâf)” adlı
eserinin ilk sayfası.
-
264 | ULUSLARARASI AMASYA ÂLİMLERİ SEMPOZYUMU
Ali b. Hüseyin el-Amâsî‟nin Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesinde bulunan 63 Hk 71 arşiv numarası ile kayıtlı “Haşiye alâ Envari't-Tenzil ve Esrari't-Te‟vil, (Mecme‟u‟l-Hevâşi ve‟l-Etrâf” adlı eserinin son sayfası.