XVI ÜZYIL - DergiPark
Transcript of XVI ÜZYIL - DergiPark
OMÜİFD| 103
Ondokuz Mayıs Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi D
ergisi,
2014, sayı: 36, ss. 103‐138.
XVI. YÜZYIL
OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
AHMET İNANIR
TheAkhiCommunityinFatwasofXVI.Century
Abstract: In the Ottoman Empire, Shaykh al‐Islām authority was the ultimateauthoritywhereallsocialsegmentsfromadministratorstotradesmensoughtsolutions to religious‐legal problems they encountered. In general, fatwaswere about problematic areas and exceptional cases. That is to say, notcooperationand solidarity, but conflictsof the ahis subjected to the fatwas.Theakhiesengagedinproductionandtradesubjectedtofatwas,thoughtoalimited degree.It can be concluded from fatwa in this period, akhies wereplayingacentral role inreligious, socialandeconomic life.Akhicommunityplayed amajor role not only in how Anatolia accepted Islam but also how
Bu çalışma 19‐20 Eylül 2012 tarihleri arasında Kırşehir’de düzenlenen II. Uluslararası
Ahilik Sempozyumu’nda “Şeyhülislam İbn Kemal’in Fetvalarında Ahilikle İlgili Hukuki
Sorunlar ve Çözümleri” adlı bildirinin tashih edilmiş ve daha da geliştirilmiş halidir. Yrd. Doç. Dr., Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku ABD
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
104
OMÜİFD
Islamic principles and rules affected commercial and social life. VariousAkhieslodgeswouldcompetewitheachother inordertowalkatforefrontof the parade to gain social statusduring the official ceremonies. Ebussuudtried to limit Akhies in the Ahl all Sun‐nah line and the government in thereligious‐legal legitimacy frame, while they are struggling with Akhies, byusinghisfatwas.
Keywords:Ebussuud,Fatwa,AkhiCommunity,Flag,Ceremony.
Öz: Osmanlı’da şeyhülislamlık, yöneticisinden esnafına bütün toplumsalkesimlerinkarşılaştıklarıdini‐hukukisorunlaraçözümarandığısonmercidir.Fetvalargenelliklesorunlualanlarve istisnaidurumlarla ilgilidir.Bunagöreahîlerin birbirleriyle yardım ve dayanışması değil, kavgaları fetvaya konuolmaktadır. Üretim ve ticaretle uğraşan ahîler sınırlı da olsa fetvalara konuolmuştur.Fetvalarayansıdığı kadarıylaahîlerinbudönemdedini, içtimaiveiktisadi hayatın merkezinde olduğu anlaşılmaktadır. Ahilerin Anadolu’nunİslamlaşmasınınyanı sıra İslam’ıngerek ticaretgerekse ictimâîhayatla ilgiliemir ve tavsiyelerinin en üst seviyede yaşanmasına öncülük ettiğisöylenebilir.Ahilerin resmi törenlerde törengeçişi esnasındaprotokoldeenönde yürümek amacıyla kendi aralarında öldürmeye kadar varanmücadelelere rastlanmaktadır. Ebussuûd, fetvalarıyla ahîlerin Ehl‐i sünnetçizgisinde, devletin de onlarla münasebetlerinde dini‐hukuki meşruiyetçerçevesindekalmasınakatkısağladığıanlaşılmaktadır.
AnahtarKelimeler:Ebussuûd,Fetva,Ahîlik,Alem,Tören.
Giriş
Osmanlı Devleti insan unsuru, kültür ve coğrafya bakımından
kendisinden önceki Türk‐İslâm devletlerinin bir devamı olduğundan
diğer Türk devletlerinde olduğu gibi hukuk bakımından Hanefi
mezhebine bağlı kalmıştır. Müteahhirin dönemi Hanefi fakihleri klasik
hukuk çalışmaları yanında, bir de günlük hayatın sorunlarına çözüm
üreten fetvaları içeren fetâvâ türünde eserler telif etmişlerdir. Osmanlı
müftüleri bu eserlerden de istifade ederek güncel sorunlara fetvalar
vermişlerdir. Bu fetvalar Osmanlı fakihleri tarafından önemsenmiş ve
mecmûalar şeklinde derlenmiştir. Bu sayede klasik fıkıh kitaplarının yanı
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
105
OMÜİFD
sıra fetva mecmûaları literatürel bir tür olarak ortaya çıkmıştır. Bu fetva
mecmûaları medreselerde öğretim amacıyla okutulan klasik fıkıh
kitapları yanında yargılama faaliyetleri esnasında tatbik edilecek
müdevven bir kanun olmadığı dönemlerde hâkimlerin yararlandığı bilgi
ve yürürlük kaynağı olmuşlardır1. Bu durum Osmanlı hukuk pratiğinin
oluşmasında fetvanın etkisini göstermesi bakımından önemlidir.
Günümüzde Osmanlı dönemi fetva mecmûaları genel anlamda
antropoloji, sosyal tarih ve özelde hukuk tarihi araştırmaları açısından
oldukça zengin bir malzeme sunmaktadır. Nitekim fetva mecmûaları
incelendiğinde, fetvaların ibadetler dâhil hayatın bütün alanlarını
kapsadığı görülmektedir.2 Özellikle yöneticiler kanunnameler
düzenlerken, savaş, barış ve iç isyanlar3 gibi devlet ve millet hayatında
yapacakları önemli iş ve icraatlarda halkın kabulünü kolaylaştırmak ve
etkinliğini artırmak gayesiyle dini‐hukuki meşruiyete önem vermişler,
daima dönemin etkin ve yetkin hukukçularının fetvalarına müracaat
etmişlerdir4. Örneğin Yavuz Sultan Selim ve Kanuni’nin kendi
dönemlerinde İran’la yapılacak savaşla ilgili başta İbn Kemal ve Ebusuûd
olmak üzere birçok yetkin hukukçudan fetva aldıkları görülmektedir5.
1 İbn Kemal, Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Nuruosmaniye, 1967, vr. 58a; Ebussuûd, Mecmûatü’l‐
Fetâvâ, (Müstensih Velî b. Yusuf), İstanbul Müftülüğü Kütüphanesi, 187, vr.142a‐b;
Fahrettin Atar, “İftâ Teşkilatının Ortaya Çıkışı”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, 3 (1985), s. 46; Ahmet İnanır, “İbn Kemal’in Fetvaları Işığında Osmanlı’da İslâm
Hukuku”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
2008, s. 64. 2 Fetvaların çeşitli açıdan önemi ve faydaları konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Osman
Şahin, “İslam Hukukunda Fetva Usulü”, Basılmamış Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, Samsun
2002. 3 İbn Kemal, Fetâvâ‐yı Kemalpaşazâde der Hakk‐ı Kızılbaş, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad
Ef., 3548, vr. 45a‐47b. 4 M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’nin Fetvaları Işığında 16. Asır Türk
Hayatı, İstanbul, Şûle Yay., 1998; Ahmet İnanır, Kanûnî Devrinde Osmanlı’da Hukukî
Hayat, İstanbul, OSAV Yay., 2011. 5 İbn Kemal, Fetâvâ‐yı Kemalpaşazâde der Hakk‐ı Kızılbaş, vr. 45a‐b; Düzdağ, s. 173 vd.;
Şehabettin Tekindağ, “Yeni Kaynak ve Vesîkaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim’in
İran Seferi”, İÜEFTED., XVII/22, 1968, s. 53‐55; Pehlül Düzenli, “Osmanlı Hukukçusu
Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi ve Fetvaları”, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
106
OMÜİFD
Ekonomi sistemleri tabiî olarak içinde geliştikleri toplumların inanç
ve kültürel değerlerinin izlerini taşırlar. Bu itibarla üretimden tüketime
müslümanların taraf olduğu her türlü ekonomik faaliyet, helal ve haram
gibi dini değerlerden bağımsız değildir. Dolayısıyla ticarî faaliyetlerle
ilgili birtakım soru ve sorunlar fetvaların önemli bir bölümünü
oluşturmaktadır. Bunları icra eden esnafların gerek kendi aralarında
gerekse işyerleriyle ilgili çeşitli sorunlar yaşaması ve herkes gibi fetva
makamından konuyla ilgili dini ve hukuki çözüm araması söz
konusudur. Bu sebeple bir esnaf örgütü ahilik de çeşitli yönlerden
fetvalara konu olmuştur.
Ahi teşkilatı devletin yarı‐resmî bir kurumu olmakla birlikte özerk
bir yapıya sahiptir. Esnaf içerisinde ortaya çıkabilecek ihtilaflar, davalar
teşkilat içerisinde halledilir, mahkemeye nadiren başvurulurdu6. Bu
nedenle doğrudan esnafın iç işleyişiyle ilgili fetvalara pek
rastlanmamaktadır. Ahiler, ocak disiplinini dini hükümlerin üstünde bir
hukuk olarak kabul etmemekle beraber, onların bu yolu pek kullanmak
ve kullandırmak istemediği, buna teşebbüs edenleri engellemeye çalıştığı
anlaşılmaktadır. Ancak bu durum bazı araştırmacıların iddia ettiği gibi
Ahi birliklerinin devletin resmî yargı organlarından tamamen bağımsız
(şer’i mahkeme)7 Türk töresinden kaynağını alan “teâmül hukuku”na
bağlı ayrı bir hukuk sistemine sahip olduğu anlamına gelmez. Çünkü
Ahiler hâkimin (kadı) idaresi altındaydı. Zaten bu olgu devlet
denetiminin varlığını göstermektedir. Üretilen ve piyasaya arz edilen
ürünler hâkimin bilgisi dâhilindeydi8. Yukarıdaki fetvadan da
Bilimler Enstitüsü, 2007, s. 145 vd.; Saim Savaş, XVI. Asırda Anadolu’da Alevilik, İstanbul,
Vadi Yay., 2002, s. 138; Mustafa Ekinci, Anadolu Alevîliği’nin Tarihsel Arka Planı, İstanbul,
Beyan Yay., 2002, s. 167‐170; İnanır, “Osmanlı’da İslâm Hukuku”, s. 38. 6 İmdi ma’lum ola ki: bir gayet müşkil bir mesele zuhûr eyledik de ol müşkil mesele
ocakta olan ahi baba ve kethüdâ ve yiğitbaşı ya fekke yahut tekyenîşin olan azizler hal
itmeğe kadir olmaz ise kadı efendiye varup müşkillerinin hal iyleye…Olur olmaz
şeyden ötürü mahkemeye, beğlere ve ağalar kapusuna varacak olur ise …katli vacip
olur... (Yıldırım, a.g.e., s. 64) 7 Güllülü, a.g.e., s. 116 vd. 8 Ahmet Tabakoğlu, Ahilik ve İş Ahlakı, İGİAD İş Ahlakı Sempozyumu, 2008, s. 45.
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
107
OMÜİFD
anlaşılacağı üzere şeyhülislâmdan konuyla ilgili fetva alınmış o da
meseleyi şer’i mahkeme hâkimine intikal ettirmiş ve sorunun nasıl
çözüleceğini etraflıca belirtmiştir. Muharebede birçok kimse ölmesine
rağmen kısas cezasından bahsedilmemiş olması, olayın daha sona
ermemiş olması gibi cezayla ilgili bazı şartların tam olarak
oluşmamasından kaynaklandığı söylenebilir.
Son dönemlerde düzenlenen sempozyum ve paneller sayesinde
ahilik teşkilatıyla ilgili oldukça önemli ve zengin bir literatür oluşmuştur.
Ne var ki konuyla ilgili çalışmaların daha çok tarih, fütüvvetname ve
seyahatname kaynaklı bilgilerden beslendiği anlaşılmaktadır.
Araştırmalarımız esnasında maalesef fetvalarda ahilik başlığı altında
yapılmış bir çalışmaya henüz rastlayamadık. Biz de çalışmamızda bu
eksikliği fark ederek çeşitli sebeplerle gözden kaçtığını düşündüğümüz
fetvalarda ahiliği araştırmaya çalıştık. Her ne kadar ahilik teşkilatı çoğu
meseleleri daha çok kendi iç bünyesinde halleden dini ve sosyal bir
kurum olsa da kendi aralarında halledemedikleri bazı sorunlar da
bulunmaktadır. Bu sorunların fetvaya konu olması gerektiği
varsayımından hareket ettik. Çalışmaya ilk olarak ahî literatüründen
ahîlik kavram ve terimlerini tespit etmekle başladık. Daha sonra ilgili
fetva mecmûalarında bu kavramları taradık. Buralarda tespit ettiğimiz
fetvalardan hareketle bu dönem ahi teşkilatı ve buna bağlı birliklerin
fetvaya konu olan hukuki sorunlarını ve çözümlerini tespit ettik. Ancak
fetvalar çok geniş bir literatür olduğundan araştırmamızı XVI. Yüzyıl
Osmanlı şeyhülislamlarından bu yüzyılı temsil ettiğini düşündüğümüz
özellikle de Ebussuûd Efendi fetva mecmûalarıyla sınırlandırdık. Ayrıca
başta İbn Kemal olmak üzere diğer şeyhülislamların fetvalarından da
istifade ettik. Böylece XVI. yüzyılda Osmanlı fetva literatürüne yansıdığı
kadarıyla ahilerin karşılaştığı hukuki sorunlar ve çözümleri zengin tarihi
bilgiler ışığında inceleyerek ahilik literatürüne bir nebze de olsa katkıda
bulunmayı amaçladık.
Bu girişten sonra çalışmamız üç bölümden oluşmaktadır. Bu
bölümlerde ilk olarak XVI. yüzyıl Osmanlı Devleti’nde fetvanın yeri ve
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
108
OMÜİFD
günümüz sosyal tarih araştırmaları bakımından kaynak değerini,
ardından ise fetvalarda ahilikle ilgili sorunlar ve çözümlerini ele aldık.
1. XVI. Yüzyıl Osmanlı Devleti’nde Fetvanın Yeri ve Günümüz Sosyal
Tarih Araştırmaları Bakımından Kaynak Değeri
“Yiğit, delikanlı” anlamındaki fetâ kelimesinden gelen “fetva” (fütyâ,
çoğulu fetâvâ, fetâvî) sözlükte “herhangi bir olayın hükmünü açıklayan
veya hükmünü koyan, güçlükleri çözen kuvvetli cevap” anlamındadır.9
Fıkıh terimi olarak fetva ise fakih bir kişinin sorulan fıkhî bir
meseleye yazılı veya sözlü olarak verdiği cevap, ortaya koyduğu hüküm
demektir. Örfte ise, sorulan dini sorulara müftüler tarafından verilen
cevaptır. Fıkhî bir meselenin hükmünü fetvaya yetkili kişilerden sormaya
“istiftâ” (suâl), fetvayı isteyene “müsteftî” (sâil), böyle bir meselenin
hükmünü sözlü veya yazılı olarak açıklamaya “iftâ”, verdiği fetva ile
hükmü açıklayana da “müftî” denir10.
Müftüye sorulan sorular sözlü veya yazılı olabilir11. Yazılı sorulan
sorulara müftü usûlen yazılı cevap verir. Yazılı fetvalarda genellikle başta
besmele ve hamdele ile başlanır ve cevabın sonunda, “Allah‐ü a’lem ve
billahi’t‐tevfik” gibi ibareler eklenir. İstanbul yazma eserler
kütüphanelerinde bu şekilde verilmiş Osmanlı şeyhülislâmlarına ait
yüzlerce otantik fetva bulunmaktadır12. Ebussuûd’un fetvalarında soru
kısımları genellikle daha tafsilatlı olup her şey anlatıldıktan sonra olur
mu? diye sorulur. Cevapların uzunluğu ve kısalığı şeyhülislamdan
şeyhülislama değişebilir. Mesela İbn Kemal kısa cevaplı fetvalarıyla
9 İbn Manzûr, Lisânü’l‐Arab, Beyrut, Dâr‐u Sadr, t.y., XV, s. 145‐148; Ömer Nasuhi Bilmen,
Hukuku İslâmîyye ve Istılahat‐ı Fıkhiyye Kâmûsu, İstanbul, Bilmen Kitabevi, 1967, I, 246. 10 Atar, “Fetva”, DİA, 1995, XII, s. 486‐487; “İftâ Teşkilatının Ortaya Çıkışı”, s. 19 vd.;
İnanır, “İbn Kemal’in Fetvaları Işığında Osmanlı’da İslâm Hukuku”, s. 62. 11 Veli b. Yûsuf, Ebussuûd Efendi’nin yazılı fetvâlarının yanında sözlü fetvâlarını da
nakletmiştir. Bazı fetvâların sonunda “işkâl olundukda Mevlânâ Hazretleri bi’l‐
müşâfehe böyle buyurdular“, “biʹl‐müşâfehe takrîr buyurdular” kayıtlarına yer
vermiştir. (Ebussuûd, a.g.e., vr. 104a, 141a); Düzenli, a.g.e., s. 79. 12 Şükrü Özen, “Osmanlı Döneminde Fetva Literatürü”, Türkiye Araştırmaları Literatür
Dergisi, III, 5 (2005), s. 258 vd.
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
109
OMÜİFD
meşhur olmuştur13. Ebussuûd’un cevapları ise İbn Kemal’in fetvalarıyla
karşılaştırıldığında hem soru hem de cevap kısımları daha tafsilatlıdır. Bu
yönüyle Ebussuûd fetvaları sosyal tarih araştırmacıları için daha zengin
malzemeler içerdiği söylenebilir.
Ebussuûd’un fetvaları incelendiğinde fetvalar; teorik hukuki
faraziyelerin değil, toplumun yüzleştiği dini ve hukuki aktüel gerçekliğe
tekabül eden olguların çözümlenmesi olarak karşımıza çıkar. Gerek
yönetici olsun gerekse sıradan bir tebaa olsun yaptıkları veya yapacakları
neredeyse her türlü önemli iş ve işlemlerde fetva alma ihtiyacı duymuşlar
ve zamanın müftüsü yani şeyhülislama müracaat ederek lehte14 ve
aleyhte15 fetva çıkartmaya çalışmışlardır. Osmanlı’da sultan da dâhil
herkes fetvalara karşı hürmet göstermek zorundadır. Çünkü fetvalara
saygısızlık sürgün cezası gibi ta’zir cezalarının yanı sıra kişiyi dinden
çıkarır ve bu kimseler Müslüman mezarlığına gömülemezler16.
Osmanlı hukuk sisteminde dönemin şeyhülislâmının fetvasının bir
anlamda bugünkü Yargıtay kararlarının işlevini gördüğü söylenebilir17.
Bu sebeple hâkimler kararlarında hem fetvayı hem de kanunu göz
önünde bulundurmak zorundadırlar. Öyleki bir hâkimin fetvayı dikkate
almaması ta’zir ve azl sebebidir18. Fetvanın bu etkinliğine bağlı olarak
13 Ârifi Hüseyin Çelebi’nin bunu ifade eden, “İmâm‐ı dîn ü millet a’nî müftî / Ki yoktur
ana benzer ehl‐i âdem/ Şu denlü ihtisâr eyler cevâbı / ‘Olur’, ‘olmaz’ yazar vallâhu
a’lem” kıtası İbn Kemal’in de hoşuna gitmiştir. (Bkz. Lâtifî, Tezkire‐i Lâtifî, Dersaadet,
İkdam Matbaası, 1314, s. 236‐237); Şükrü Özen, “Kemalpazâde’nin Fıkhî Görüşleri”,
DİA., XXV, 2002, s. 242. 14 Mesele: Zeyd fetvası muradınca çıkmadığı ecliden (için) Amr’a, Zeyd “var fetvanın ez
suyunu iç” dese şer’an ne lazım olur? Cevap: Tecdid‐i iman lazım olur. (İbn Kemal,
Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Nuruosmaniye, 1967, vr. 24b); Ebussuûd, a.g.e., vr. 112a. 15 Mesele: Zeyd hâşâ” ben tanrıyla beraberim” deyüb küfrüne fetvâ‐yı şerîf eylediklerinde
Zeyd “fetvâya ne itibar ulemâ yalan söyler” dese, Zeyd’e ne lazım olur? Cevab: Öyle
söyleyeni fetva hakkında eğlemek cehldendir hemen katletmek lazımdır. (Ebussuûd,
a.g.e., vr. 222b). 16 Ebussuûd, a.g.e., vr. 225b; İbn Kemal, Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Dârü’l‐Mesnevi, 118, vr. 22a‐b,
23b‐24a, 26a; Fetâvây‐ı İbn Kemal, Nuruosmaniye, 1967, vr. 75b, 93a.
17 Halil Cin ve Ahmet Akgündüz, Türk‐İslâm Hukuk Tarihi, İstanbul, Timaş Yay., 1990, I, s.
143. 18 Ebussuûd, a.g.e., vr. 21a, 105a; 120a‐b.
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
110
OMÜİFD
davalı ve davacıların şeyhülislam ve müftülerden bolca fetva alarak
mahkemelere getirdiği ve bunun kadıları yargı faaliyeti esnasında kimi
zaman bunalttığı anlaşılmaktadır19. Örneğin Zenbilli Ali Efendi
müsteftilerin çokluğundan dolayı soruları zenbille çekip cevaplandırdığı
için “Zenbilli” lakabıyla meşhur olmuştur. İbn Kemal de soruları
mümkün olan en kısa ifadelerle hızlı bir şekilde cevaplayarak fetva
işlerini yetiştirmeye çalışmıştır. Ebussuûd’un da günlük çok sayıda fetva
verdiği rivayet edilmiştir. Hatta bir defasında fetva işlerinin
yoğunluğundan şikâyet ederek Mevleviyyet makamları, Dâhil ve Hâric
medreselerin silsileleri tertip ve telhis hususu gibi bürokratik işlerin
kendilerine tevdi edilmesine “fetvâ iştiğali vaktimizi istî’âb ederken bu
bârı dahi üzerimize tahmîl bize cevrdir” diyerek serzenişte
bulunmuştur20. Elbette müftüler bu işleri yaparken tek başlarına değildi.
Kendilerine bu işlerde yardımcı olan çeşitli personeller
görevlendirilmiştir. Bu müessese çeşitli değişimlerle beraber Osmanlı’nın
yıkılışına kadar devam etmiştir.
Şeyhülislam fetvaları ilgili konuda devletin resmi görüşünü
yansıtması, bir hukuk kitabına bakacak bilgisi olmayan kadılar için
başvuru kaynağı olması ve halkın ihtiyaçlarına cevap vermesi gibi çeşitli
saiklerle mecmûalar halinde derlenmiştir21. Derlemeler yapılırken çoğu
defa bir mecmûanın tek bir şeyhülislâma ait olmasına dikkat edilmemiş,
başka şeyhülislâmların fetvaları da aynı mecmûada yer almıştır. Osmanlı
tarihinde görev yapmış 129 şeyhülislamın ancak çok azının fetva
mecmûaları yayınlanmıştır. Diğer şeyhülislamların verdiği fetvaların
akıbeti tam olarak bilinmemektedir. Bunda, pek azı müstesna, günümüz
bilim camiasının önemli bir kısmının böyle bir kaynağın varlığından bile
haberdar olmamasının büyük rolü olduğu söylenebilir. Şeyhülislâm
fetvalarının hali böyle olmakla beraber taşrada görev yapan müftülerin
verdiği fetvaların akıbeti hakkında bilgi de son derece azdır.
19 Ebussuûd, a.g.e., vr. 142a‐b; İbn Kemal, Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Nuruosmaniye, 1967, vr. 17a 20 Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l‐Beyan fî Kavânîn‐i Âl‐i Osman, Haz. Sevim İlgüzel,
Ankara, TTK Yay., 1998, s. 200; Düzenli, a.g.e., s. 16. 21 İbn Kemal, Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Nuruosmaniye, 1967, vr. 2b, 58a.
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
111
OMÜİFD
Fetvalar genellikle fıkıh kitaplarında olduğu gibi temizlik (kitabü’t‐
taharet), namaz (kitabü’s‐salât), evlilik (kitabü’n‐nikâh), alış‐veriş
(kitabü’l‐bey’) ve vakıf (kitabü’l‐vakf) gibi hukukun ve hayatın her
alanıyla ilgilidir22. İşte araştırma konumuz olan ahilik, nadir de olsa
fetvalara yansıyan alanlardan biridir.
Fetvaya konu olan hususlar, genellikle hakkında farklı görüşlerin
bulunduğu ihtilaflı meselelerle ilgilidir. Hayatın normal akışı içinde
karşılaşılan sorunlar fetvada yer alır. Örneğin Osmanlı’da namaz kılanlar
değil daha çok kılmayanlar fetvaya yansır. Yine aynı şekilde ahilerin
sosyal yardım ve dayanışmaya sağladıkları katkılar çok fazla fetvalarda
yer almaz, ancak karşılaştıkları sorunlar konu olur.
Fetvaların olgular için verilmiş dini hükümler olduğu
düşünüldüğünde, fetva mecmûalarının tarihi bir belge niteliği taşıdığı
görülür. Dolayısıyla Osmanlı fetva mecmûaları hukuk sosyolojisi
bakımından Türk, Arap, Boşnak, Ermeni, Yunan, Bulgar ve Sırp gibi
bütün eski Osmanlı Devleti unsurları için paha biçilemez değerde bir
kaynaktır. Çünkü bu mecmûalar Osmanlı resmi tarihçilerinin yansıttığı
gerçekliğin ötesinde sokağın gerçek gündemini yansıtır. Bu kaynaklardan
hareketle her hangi bir zaman diliminde Osmanlı toplumunu ana
damarlar yanında kılcal damarlarına kadar tanıma imkânı vermektedir.
Fetvanın ve fetva makamının Osmanlı devlet ve toplum hayatındaki
önemi dikkate alındığında, sosyal tarih ve hukuk tarihi açısından çok
mühim bir kaynağın görmezden gelindiği adeta yok olmaya mahkûm
edildiği anlaşılmaktadır. Sırf bu sebeple o dönemlerle ilgili yapılan
çalışmalar bu yönüyle eksik kalmaktadır.23
2.Osmanlı’da Dini ve Sosyal Bir Kurum Olarak Ahilik
Ahi kelimesi Arapça “kardeşim” manasına gelmektedir. Ayrıca, yiğitlik,
kahramanlık ve cömertlik gibi anlamları olan Türkçe “Akı” kelimesinden
22 İnanır, Kanûnî Devrinde Osmanlı’da Hukukî Hayat. 23 Özen, “Fetva Literatürü”, s. 1.
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
112
OMÜİFD
geldiği de iddia edilmektedir24. Terim olarak ahîlik ise Anadolu’da XIII.
yüzyılda kurulup belli kurallarla işlemiş; birbirini seven, birbirine saygı
duyan, yardım eden, fakiri gözeten, yoksulu barındıran, işi, çalışmayı bir
ibadet sayan; din, ahlâk ve meslek kurallarına, toplum çıkarlarına sıkı
sıkıya bağlı esnaf ve sanatkârlar birliğini ifade eder25. Bu birlik Kur’ân ve
sünnete dayanan ilkeleriyle26, her devirde İslâmî‐tasavvufî düşünce ve
hayat telakkisinin içinde yer almıştır27.
İlk asırlardan itibaren İslâmʹın yayılmasına paralel olarak Suriye,
Irak, İran, Türkistan, Semerkant, Endülüs, Kuzey Afrika ve Mısırʹda esnaf
ve sanatkârlar arasında mensuplarına civanmerd, ayyâr (ayyârân), fetâ
(fıtyan) gibi isimlerle fütüvvet teşkilatının yaygın olduğu bilinmektedir28.
Ahiliğin Anadolu’da kurulmasında da fütüvvet teşkilatının büyük
tesiri olduğu söylenebilir. Nitekim Abbasî Halifesi Nâsır Lidinillah
(575622 / 1180‐1225) siyasî ve sosyal durumu gittikçe bozulan devlet
otoritesinin yeniden kurulmasında ve içtimaî huzurun sağlanmasında
fütüvvet birliklerinden yararlanmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu amaçla
o, dönemin fetâlarının başkanı ya da şeyhi konumunda bulunan
Abdülcebbar’ın elinden 1182 yılında fütüvvet giysisi giymek suretiyle
fütüvvete girmiştir. Daha sonra Halife, fütüvveti düzene sokarak
başkanlığını eline almış ve böylece siyasal erkini güçlendirmeye
24 Kaşkarlı Mahmud, Divanu Lüğati’t‐Türk, Ankara, Türk Dil Kurumu Yay., 1986, 2. Baskı,
I, s. 90; Ziya Kazıcı, “Ahîlik”, DİA, 1988, I, s. 540‐541. 25 Ferhat Erarı, “Ahîlik ve Ahîlik Kültürünün İktisadî Hayatımızdaki Anlam ve Önemi”,
II. Uluslararası Ahîlik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Ankara, KBY., 1999, s. 118. 26 1471 tarihli Ahi şeçeranamesinde şer’i şerif ve emr‐i padişahiye itaat etmeyenlerin
tecdid‐i iman ve tecdid‐i nikah etmeleri gerektiği inatları halinde katl edileceği fetvası
yer almaktadır. (Bkz. Seyfi Yıldırım, “Bazı Ahi Şeçere‐nâmelerinin Muhtevaları ve
Tarihi Değerleri”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1994,
s. 51, 70). 27 Mehmet Demirci, “Ahîlikte Tasavvufî Boyut: Fütüvvet”, İlahiyat Fakültesi Dergisi, 7
(1992) Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, s. 84; Kazıcı, I, s. 540; Ahmet Yaşar Ocak,
“Fütüvvet”, DİA., 1996, XIII, s. 262‐263; Saffet Sancaklı, “Ahilik Ahlâkının Oluşumunda
Hadislerin Etkisi”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Bahar , 1 (2010), s. 3. 28 Ünver Günay, “Dinî Sosyal Bir Kurum Olarak Ahilik”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, 10 (1998), s. 70.
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
113
OMÜİFD
çalışmıştır. Bu tavrının bir uzantısı olarak kendisini fütüvvet lideri olarak
kabul etmeyen diğer fütüvvet birliklerini fütüvvetle ilgili sayılmayacağı
gerekçesiyle tasfiyeye çalışmıştır29. Resmileşen fütüvvet teşkilatı halifeliğe
destek olma yolundaki etkisini kısa zamanda göstermiş, bazı
hükümdârlar kendiliğinden Bağdat’a gelerek Halife Nâsır’ın elinden
şalvar giymiş ve kâse içmişlerdir. Selçuklu Devleti hükümdârı I. İzzeddin
Keykâvus da Halife Nâsır’la temasa geçenler arasında bulunmaktadır.
Yine aynı şekilde Gıyâseddin Keyhusrev de Halifeyle temas kurarak;
Muhyiddin İbnüʹl‐Arabî, Evhadüddîn‐i Kirmanî ve Anadoluʹda Ahîliğin
kurucusu Ahî Evran namıyla bilinen İranʹın Hoy şehrinde doğan Şeyh
Nasîrüddin Mahmûd el‐Hoyî (ö.1262) gibi büyük mürşid ve mu‐
tasavvıfları Anadoluʹya davet etmiştir. Alâeddin Keykubad zamanında
meşhur mutasavvıf Şehâbeddin Sühreverdi’nin Anadoluʹya gelmesiyle
birlikte Anadoluʹda Ahi teşkilâtlanması önemli bir aşama kaydetmiştir30.
Ahi Evran özellikle I. Alâeddin Keykubadʹın büyük destek ve
yardımıyla, bir taraftan İslâmî‐tasavvufî düşünceye ve fütüvvet ilkelerine
bağlı kalarak tekke ve zaviyelerde şeyh mürid ilişkilerini, diğer taraftan iş
yerlerinde usta, kalfa ve çırak münasebetlerini ve buna bağlı olarak
iktisadî hayatı düzenleyen Ahîliğin Anadoluʹda kurulup gelişmesinde
büyük rol oynamıştır. Kısa zamanda Anadoluʹnun her köşesine hızla
yayılan bu teşkilât siyasi, sosyal ve iktisadî açıdan büyük bir güce
ulaşmıştır31. Hatta dönemin hükümdarları I. İzzeddin Keykâvus ve I.
29 İsmet Kayaoğlu, “Halife en‐Nasır’ın Fütüvvete Girişi ve Bir Fütüvvet Buyrultusu”,
AÜİFD, XXV, (1981), Ankara, s. 221‐229; Saffet Sarıkaya, “Osmanlı Devletinin İlk
Asırlarında Toplumun Dini Yapısına Ahilik Açısından Bir bakış Denemesi”, Süleyman
Demirel Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi, (6) 1999, Sayı, s. 51; Kazıcı, a.g.m., I, s. 540;
Sabahattin Güllülü, Sosyoloji Açısından Ahi Birlikleri, İstanbul, Ötüken Yay, 1977, I.
Basım, 35. 30 Mikail Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının Kuruluşu, Konya, y.y., 1991, s. 81; Günay,
a.g.e., s. 71. 31 Kadir Arıcı, “Bir Sivil Toplum Kuruluşu Olarak Anadolu Ahîliği (Ahîyan‐ı Rum)”, II.
Uluslararası Ahîlik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Ankara, KBY., 1999, s. 38; Kazıcı, a.y.
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
114
OMÜİFD
Alâeddin Keykubad da aynı gerekçeyle fütüvvet teşkilâtına girme gereği
duymuşlardır32.
Bu dönemde daha önceleri siyasi iktidara rakip olabilecek bağımsız
bir güç görünümünde olan ahi birliklerinin iki şekilde kontrol edilmeye
çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bunlardan birincisi lehlerine yapılan arazi
vakıfları ile tekke ve zaviyeler inşa edilmek suretiyle ekonomik yönden
bağımlı kılınmak, diğeri ise yöneticilerin şedd kuşanarak doğrudan
birliklere girmesi ve yönlendirmesi şeklinde olmuştur33. Osmanlı
devletinde de aynı siyasetin devam ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim İbn
Kemal bir eserinde kendi dönemindeki sultan‐şeyh ilişkilerini
sorgulayarak, dönemin devlet erkânının kendi dünyevî makamlarının
devamı için dua etsinler diye bazı şeyhleri koruduklarını, bu şeyhlerin de
maddi imkânlardan yararlanmak için onların yanından ayrılmadıklarını
iddia etmektedir34.
Ahi birlikleri bilhassa XIII. yüzyılda devlet otoritesinin iyice
zayıfladığı Moğol istilâsı sırasında yerel otorite merkezleri olarak ön
plana çıkmış, Anadoluʹda asayiş ve belediyecilik gibi birçok görevi yerine
getirmiştir. Özellikle Tokat ve Sivasʹı ele geçiren Moğollarʹa karşı
Kayseriʹyi başarıyla savunmuşlardır35.
Ahiler Osmanlı devletinin kuruluş yıllarında büyük rol
oynamışlardır. Hatta denebilir ki merkezi otoritenin kuruluşu sırasında
oluşan devlet kadrolarının neredeyse tamamı Ahi liderlerinden meydana
gelmiştir36. Örneğin bir Ahi şeyhi olan Şeyh Edebali Osmanlı Devleti’nin
kurucusu olan Osman Gazi’ye kızını vermiş ve onunla akrabalık bağı
32 İbn Bîbî, el‐Evâmirü’l‐Alâiyye, (Çev. M. Öztürk), Ankara, y.y., 1996, I, s. 176‐178, 248‐251;
Sarıkaya, a.g.m., s. 52. 33 Sarıkaya, a.g.m., s. 50; Güllülü, a.g.e., s. 49. 34 İbn Kemal, Risaletü’l‐Münire, y.y., Cemal Matbaası, 1308, s. 46. 35 Kazıcı, a.y.; Güllülü, a.g.e., s. 88; Günay, a.g.m., s. 74; Bayram, a.g.e., s. 73‐127; Halil
İnalcık, Osmanlı Devleti’nin Doğuşu Meselesi, Söğütten İstanbul’a Osmanlı Devleti’nin
Kuruluşu Üzerine Tartışmalar, Derleyen Oktay Özel‐Mehmet Öz, Ankara, y.y., 2000,
s.227‐232. 36 Âşık Paşazâde, Osmanlı Tarihi, İstanbul, Matbaa‐i Âmire, 1332, s. 39‐40.
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
115
OMÜİFD
kurmuştur37. Orhan Gazi ise ahilikte bir ünvan olan “İhtiyârûddin”
lakabını almıştır. Yine Sultan I. Murad şedd kuşanmış ve ahilikten
fetihlerde askerî bir güç olarak faydalanmıştır. Ayrıca Düzmece Mustafa
olayında da Bursaʹyı ona karşı savunmuşlardır. Özellikle Fâtih devrinden
itibaren Ahîlik siyasî bir güç olmaktan çıkarak esnaf birliklerinin idarî
işlerini düzenleyen bir teşkilat halini almaya başlamıştır38.
Ahiliğe giriş şerbet içmek (şürb), şedd veya peştemal kuşanmak,
şalvar giymekle gerçekleşmektedir. Bu dönemde, teşkilâta ilk defa
girenlere yiğit veya çırak adı verilir, Ahilik ise daha sonra
kazanılmaktadır. Ahiliğin esasları, ahlâkî ve ticarî kaideleri fütüvvetnâme
adı verilen nizamnamelerde yazılıdır. Teşkilata girecek kimse ilk önce bu
kitaplarda belirtilen dinî ve ahlâkî emirlere uymak zorundadır.
Fütüvvetnâmelere göre, teşkilât mensuplarında bulunması gereken
vasıflar vefa, doğruluk, emniyet, cömertlik, tevazu, ihvana nasihat, onları
doğru yola sevk etme, affedici olma ve tövbedir. Şarap içme, zina, yalan,
gıybet ve hile gibi davranışlar ise meslekten atılmayı gerektiren
sebeplerdir39.
Büyük şehirlerde çeşitli gruplar halinde teşkilâtlanan ahîlerin her
birinin müstakil bir zaviyesi varken küçük şehirlerde ise muhtelif meslek
gruplarından tek bir birlikle temsil edilmekteydiler. Bu birlikler
mesleklere ait problemleri halletmekte ve devlet ile olan münasebetleri
düzenlemekteydiler. Mal ve kalite kontrolü, fiyat tespiti bu birliklerin aslî
göreviydi. Ancak esnafın bütün işlerine Ahilerin baktığı anlamına
gelmez. Zira Ahiler başta “ihtisap” müessesesi olmak üzere devletin
denetimi ve kontrolü altındaydı. Bunların başında şeyh, halife veya
nakibler, bütün esnafın en üst makamında ise şeyhüʹl‐meşâyih
bulunuyordu. Ayrıca mesleğin geleceği açısından çırakların yetiş‐
tirilmesine de çok büyük önem veriliyordu. Ahîlerin toplantı yeri ve
37 Âşık Paşazâde, a.g.e., s. 6. 38 Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlana’dan Sonra Mevlevilik, İstanbul, y.y., 1953, s. 275; Neşet
Çağatay, Bir Türk Kurumu Olarak Ahilik, Ankara, TTK Yay., 1997, 2. Baskı, s. 50 vd.;
Kazıcı, a.g.m., I, s. 540; Güllülü, a.g.e., s. 103. 39 Kazıcı, a.y.
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
116
OMÜİFD
konuk evi olarak kullandıkları Ahî zaviyelerine işçi ve çıraklardan başka
öğretmenler, müderrisler, kadılar, hatipler, vâizler, emirler yani bölgenin
faziletli, saygın ve ulu kişileri de devam ederdi40.
Ahilik teşkilatı Bizans localarına bağlı Rum ve Ermeni ustaların
elinde ve tekelinde bulunan sanat ve ticaret faaliyetlerine Türk esnaf ve
sanatkârların da katılımlarını sağlamış, gayri müslim tüccarlara karşı
Türklerin Anadolu’da şehir ekonomisine hâkim olmalarına ve
hâkimiyetlerini yaygınlaştırmalarına yardımcı olmuştur. Bu sayede Türk
esnaf ve sanatkârları iktisadî hayatta söz sahibi olurken diğerleri giderek
zayıflamıştır41.
Ahilikle ilgili kısa bilgilerden sonra şimdi fetvalarda ahilikle ilgili
sorunlar ve hukukî çözümleri tespit edilmeye çalışılacaktır.
3. Fetvalarda Ahilikle İlgili Sorunlar ve Hukukî Çözümleri
3.1. Ahilikte Meslek Pîrleri
Fütüvvetnameler fütüvvet teşkilatının âdâb, töre ve kaidelerini didaktik
bir tarzda açıklayan ve üyelerinin el kitabı hüviyetindeki eserlerdir42. Bu
eserlerde yer alan bilgiye göre fütüvvet ehli, fütüvvetin Hz. Adem’den
(a.s.) başlayıp peygamberler silsilesi yoluyla Hz. Muhammed’e (s.a.v)
kadar hemen her birini hayatlarında uğraşmış oldukları işlere göre birer
sanat pîri, birer “ilk usta” olarak kabul etmişlerdir. Silsile Hz. Ali’den Hz.
Muhammed ve Allah’a veya Hz. Muhammed’den Hz Adem ve Allah’a
ulaşır43. Hz. Adem çiftçi, Hz. Şit hallac, Hz. İdris terzi, Hz. Nuh tüccar ve
gemici, Hz. İbrahim marangoz, Hz. İsmail avcı, Hz. İshak ve Musa
çoban, Hz. Davut zırhçı, Hz. Süleyman örücü, Hz. Lokman hekim, Hz.
Yunus balıkçı, Hz. İsa seyyah, Hz. Muhammed bahçıvan ve tüccarların
40 Çağatay, a.g.e., s. 92; Yıldırım, a.g.e., s. 69; Kazıcı, a.y.; Günay, a.g.m., s. 73; Sancaklı,
a.g.m., s. 4; Ahmet Kal’a, İstanbul Esnaf Birlikleri ve Nizamları 1, İstanbul, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Yay., 1998, s. 69. 41 Güllülü, a.g.e., s. 92. 42 M.Fuad Köprülü, “Anadolu Selçuklularının Yerli Kaynakları”, Belleten, 7 (1947), s 445‐
446. 43 Sarıkaya, a.g.m., s. 58.
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
117
OMÜİFD
pîri olarak kabul edilir. Bunlar arasında Hz. Adem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim
ve Hz. Muhammed ulü’l‐azm peygamber olup “dört pîr” olarak
diğerlerinden ayrı bir yeri vardır44.
Önceki dönemlerde olduğu gibi Osmanlı döneminde de esnaf birlik‐
lerinin idare tarzına çok büyük önem verilmiştir. Ahi birlikleri aşağıdan
yukarıya doğru, bütün kademeleri birbirine bağlanmış, dışa kapalı,
disiplinli bir meslek birliği olduğundan, bu birlik içinde gelişen sanat da
bir sır olarak kuşaktan kuşağa titizlikle aktarılmaktadır. Bunun içindir ki
Ahi ahlakı gereğince hüdâi perver (kendi kendine yetişmiş) olmayıp “pîr
perver” olmak gerekmektedir. Yani bir üstattan el almadan veya üstadın
rehberliği olmadan bir sanata sahip olmak caiz olmayıp bir üstattan
sanatın sırlarını öğrenmek ahlaki bir zorunluluktur45. Bu durum
Ebussuûd’a bir soru olarak yöneltilmiştir. Fetva şöyledir:
Zeyd esnâ‐yı kelamda “hüdâi perver değil pîr perverim” diyen
Zeyd’e ne lâzım olur? el‐Cevab: Murâdı sonradan tehzib‐i ahlak ettim
demek olıcak küfür lâzım olmaz. Ebussuûd46.
Görüldüğü üzere fetvasında Ebussuûd, pîr perver olmayı da kişinin
ahlakını güzelleştirme çabası olarak nitelendirmektedir. Ebussuûd, bir
pîre bağlı olmaktan temel maksadın özürsüz ve helal mal üretmek
olduğunu, bunlara dikkat edildiği takdirde pîrin olmazsa olmaz bir şart
olmadığını belirtmektedir. Bu da Osmanlı Ahisi’nin iş ahlakını
oluşturmak ve geliştirmek amacıyla mensuplarına gerekli değerler
eğitimi verdiği anlamına gelir. Ahlâkın temelinde insan, dolayısıyla emek
olduğu düşünüldüğünde kaliteli ürünün ve güvenilir iş ortamının ancak
yüksek iş ahlakına sahip kimseler tarafından gerçekleştirileceği
gerçeğinin ahilerce yüzyıllar önce bilindiği ve uygulandığı görülür.
Buradan hareketle Ahi ahlakında doğruluk, ekonomik hayatın olmazsa
44 Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l‐Fuâd, İstanbul, Matbaa‐i Âmire, 1288, s. 81; Çağatay,
a.g.e., s. 161; Güllülü, a.g.e., s. 107‐108; Sarıkaya, a.g.m., s. 63. 45 Osman Nuri Ergin, Mecelle‐yi Umûr‐u Belediye, İstanbul, Matbaa‐i Osmaniye, t.y. I, s. 559;
Güllülü, a.g.e., s. 108. 46 Ebussuûd, a.g.e., vr. 226a.
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
118
OMÜİFD
olmazıdır. Bu da eşyanın ancak bilinen bir şekilde üretilmesi ve belirli bir
fiyata satılması anlamına gelmektedir47. Bu nedenle Ahilik kurumunda
bireye sadece mesleki bilgiler değil aynı zamanda dinî, ahlakî ve
toplumsal bilgiler de verilmiştir. Bu itibarla Osmanlı’da esnaf birlik
başkanlarının son derece önemli bir konumu vardır. Bu o kadar önemli
bir husustur ki bazı Osmanlı esnafı, esnaf birliğinin pîri bulunmadığı
hallerde imal ettiği ürünün helal gıda kapsamında olup olmadığından
şüpheye bile düşmekte ve bunu fetvaya konu etmektedir:
Zeyd‐i helvacı “bizim pîrimiz yoktur yediğimiz haramdır, bunu telif
etsene” dese ona ne lâzım olur? el‐Cevab: Pîr lâzım değildir, balı yağı
helal olup özürsüz bey’u şira’ ederse helaldir. Ebussuûd48.
Ancak Ebussuûd Efendi fetvasında dinî açıdan pîrin olmazsa olmaz
bir şart olmadığını, üretilen ürünün meşru şeylerden özürsüz bir şekilde
yapılmasının helal olması için yeterli olduğunu ifade etmektedir.
Kanaatimizce halkın pîr noksanlığını fetvaya konu yapması, kamu
vicdanında Osmanlı’da ahiliğin helal maldan sağlam ürün üretme, yani
bir anlamda kalite kontrol ve helal gıda sertifikası veren bir kurum görevi
de yaptığını göstermektedir.
Ahilik teşkilatında sanat erbabı içinde en dürüst ve en çok saygı
değer olan, muhtemelen yaşça da önde bulunan bir üstat, teşkilâtın reisi
olup kendisine şeyh, ahi veya nakib deniliyordu. Ahilerin kendi
aralarında bir reis seçiliyor ve buna Ahi Baba adı veriliyordu. Anadolu,
Rumeli, Bosna ve Kırım gibi Osmanlı coğrafyasındaki Ahi Babalar, genel‐
likle Kırşehirʹdeki Ahi Evran Tekkesi’nde bulunan şeyhe bağlıydılar ve
Ahi Babalar bir anlamda onların çeşitli illerdeki vekilleriydi49. Ahi Evran
Zâviyedârının zenaat mensupları üzerinde bir tarikat şeyhi kadar nüfûzu
47 İbrahim Durak‐ Atilla Yücel, “Ahiliğin Sosyo‐Ekonomik Etkileri ve Günümüze
Yansımaları”, Süleyman Demirel Üniv., İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, X, 2
(2010), s. 161. 48 Ebussuûd, a.g.e., vr. 222b. 49 Çağatay, a.g.e., s. 180; Ekrem Erdem, Ahilik, Ahlakla Kalitenin Buluştuğu Bir Örgütlenme
Modeli, Kayseri, Kayseri Esnaf ve Sanatkarlar Birliği, 2004, 2. Baskı, s. 15; Ergin, a.g.e., I,
s. 537‐539; Sarıkaya, a.g.m., s. 58.
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
119
OMÜİFD
vardı. Bir de esnaf arasındaki inzibatı temin eden ve “yiğitbaşı” yahut
“server” denilen ikinci bir reis bulunuyordu. Ahi Baba, kethudâ, üstâd,
yiğitbaşı ve halifelerin icazet ve inabetlerinin verilmesi, ayrıca yolsuzluğu
sabit olan Ahi Babasının azledilip yerine başkasının tayin edilmesi de
öteden beri Ahi Evran Zaviyesi şeyhi tarafından yapılmaktaydı. Bu
amaçla yapılan törenler sonunda Ahi Evran Zaviyesi’nin masraflarında
kullanılmak üzere berât‐ı pâdişâhî ile aidat ödenmekteydi. Ancak zaman
zaman bu aidatı ödemek istemeyen ve Ahi Evran Zaviyesi’nin atama
yetkisini gasp eden kimseler de bulunmaktaydı. Buna karşılık Ahi Evran
Tekkesi Zâviyedârının yetkisini aşarak hakkı olmayan ücret istediğine
dair çeşitli şikâyetler ve bunlara ait tarihi vesikalar da bulunmaktadır50.
Her mesleği bir pîrle ilişkilendirme anlayışı, meşru ve meşru
olmayan her sanata yansımıştır. Berberlerin pîri de Selman‐ı Farisi’dir.
Meşru bir şekilde çalışan berberlere değil de kabzadan yukarı sakal kesen
berberlere iyi gözle bakılmamış ve kınanmıştır. Bütün Müslüman
coğrafyada olduğu gibi Osmanlı’da da sakal, dindarlığın alameti olarak
görülmektedir. Bu anlayışın bir sonucu olarak sakal kesen berberlerin
pîrinin Ebu Cehil ve şeytan olduğu iddia edilmiştir:
Zeyd sakalı traş eden ve kırkan berberin üstadı “İblis ve Ebu
Cehil’dir” dese, Zeyd’e ne lâzım olur? el‐Cevab: Ebu Cehil olduğu malum
değildir ama evvelki haktır, her fi’l‐i nâmeşrû ol öğretir. Ebussuûd51.
İbn Kemal döneminde, sakal tıraşı yapan berberlere ücret verilip
verilmeyeceği veya verilen ücretin helal olup olmadığı sorgulanmıştır.
İbn Kemal, akdin konusu meşru olmadığı gerekçesiyle sakalı kabzadan
eksik kestirmek karşılığında berbere verilen ücretin haram olduğunu
belirtmektedir52.
50 Saffet Sarıkaya, XIII‐XIV. Asırlardaki Fütüvvetnâmelere Göre Dinî İnanç Motifleri, Ankara,
Kültür Bakanlığı Yay., 2002, s. 60; İlhan Şahin, Osmanlı Devrinde Ahi Evran Zaviyesinin
Hususiyetine Dâir Bazı Mülâhazalar ve Vesikalar; Ahilik ve Esnaf, Ankara, İstanbul Esnaf ve
Sanatkârlar Dernekleri Birliği Yay., 1982, s. 168‐169; Kal’a, a.g.e., s. 333‐334. 51 Ebussuûd, a.g.e., vr. 184b; Düzdağ, a.g.e., s.296. 52 İbn Kemal, Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Nuruosmaniye, 1967, vr. 61b.
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
120
OMÜİFD
Kısaca Ahi meslek pîrlerinin Osmanlı’da sahip olduğu bu etkin güç,
beraberinde devletin Ahi başkanlarını belirleme ihtiyacı duymasına sebep
olmuştur.
3.2. Ahi Birliklerinin Başına Ahi, Nakib ve Şeyhin Atanması
XIII‐XV. yüzyıl Anadolu’sunda Moğol istilası sebebiyle güçlü bir merkezi
otorite olmadığından Ahiler, zanaatın dışında şehirlerin yönetimine de
mahalli bir otorite olarak hâkimdiler. Ancak Fatih Sultan Mehmet’le
birlikte merkezîleşme eğilimi gösteren Osmanlı devleti, daha bu
dönemde ahilerin siyasi etkinliğini azaltarak şehirlerde sadece bir esnaf
lonca teşkilatına dönüştürmeye çalışmıştır53. Bu amaçla bazı ahilerin
elindeki vakıf ve mülklerin bir kısmının nesh edildiği veya tımara
çevrildiği bilinmektedir54. Buna rağmen doğrudan ve dolaylı bir şekilde
ahilerin etkin olduğu vakıflar incelendiğinde XV. yüzyılın sonlarında
(1476‐1500) hala ahilerin toplum içindeki etki ve nüfuzu artarak devam
ettiği görülür. Ayrıca bunların, şehir merkezleri yanında en ücra köy ve
mezraalarda bile faaliyette bulundukları, buralarda sadece zâviyeler
değil, aynı zamanda cami, mescid, türbe ve medrese gibi vakıflar
kurdukları ve bunları idare ettikleri dikkate alındığında sahip oldukları
güç daha iyi anlaşılır. Bunda Fatih’in sağlığında ses çıkaramayan
muhalefet unsurlarının II. Bayezid’in etrafında toplanarak eski haklarının
iade edilmesini sağlamaları etkili olmuştur. Nitekim 1483 tarihli vakıf
defterindeki kayıtlardan da bu durum açıkça görülmektedir. Böylelikle
toplum içindeki nüfuzlu yerel unsurların güçlerinin kırılmasına yönelik
merkezî politikanın bu dönemde, sonuçlandırılamadığı söylenebilir55.
Yavuz Sultan Selim dönemine gelindiğinde mevcut siyasi ve sosyal
şartlar altında adeta kendi içinde özerk bir kurum hüviyetinde olan ahilik
teşkilatının özerkliği kaldırılarak resmi görevli tayin etme gereği
53 Kazıcı, a.g.m., I, s. 541; Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300‐1600), Çev.
Ruşen Sezer, İstanbul, y.y., 2003, s.158. 54 Doğan Yörük, “XV. Yüzyılda Karaman Topraklarında Ahiler ve Ahi Vakıfları”, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (20) 2008, s. 667. 55 İnalcık, Klâsik Çağ, s.35; Yörük, a.g.m., s. 679‐680.
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
121
OMÜİFD
duyulmuştur. Bu dönemde Osmanlı yönetimi, aynı zamanda bir şeyh ve
devlet başkanı sıfatına sahip olan Türk asıllı Şah İsmail liderliğindeki
Safevi devletinin siyasi ve ideolojik tehdidi altındaydı. Şah İsmail, İran’da
siyasi birliği sağlayarak halkını rahata kavuşturan imar faaliyetleri
gerçekleştirmiş ve II. Bayezid’in yaşlılığını fırsat bilerek Osmanlı
Devleti’nin içinde bulunduğu yoksulluğu ve otorite zayıflığını
değerlendirmeye çalışmıştır. Ayrıca kendisinin Hz. Peygamber (sav)
soyundan geldiğini ileri sürerek halkın, Peygamber ve Ehl‐i Beytʹe olan
sevgisinden yararlanmaya çalışmıştır. Nitekim fütüvvet zincirinin Hz.
Muhammed’den Hz. Ali’ye geçtiği ve ona da Hz. Cebrail vasıtasıyla
verildiğine inanılmaktadır. On iki imama yapılan atıflar ve şecerelerinin
Hz. Ali’ye bağlanması gibi inançlar ahilik ile Şii‐batini inancın birtakım
ortak yönlerini göstermektedir56. Dolayısıyla Şah İsmail’in,
propagandacıları (dâî) vasıtasıyla bunu istismar etmemiş olması
düşünülemez. Bazı ahilerin ideolojik ve iktisadi sebeplerin de etkisiyle
Osmanlı’dan daha çok Safevî tarafına meylettikleri söylenebilir.
Yönetimin bu alandaki merkezileşme siyasetinde dış tehdidin etkili bir
unsur olduğu söylenebilir. Osmanlı yönetimi ahilerin özerk gücünü
kırmak amacıyla önce cebeci ve topçu gibi bazı üretim kollarına bağlı
birlikler askerileştirmiş, bunun dışında kalan Ahi reislerinin tayin yetkisi
ise Ahi Evran Zaviyesi’ne vermiştir. Ahilik teşkilatı bu sayede doğrudan
devlet tarafından atanan “Esnaf Şeyhleri” veya “Ahi Baba”lar ve
“Kethüda”larla yönetilmeye başlanmıştır. Ayrıca tespit edilen ham
madde ve ma’mûl eşya fiyatlarının onayı, kadıların yetkisine bağlanmış,
uygulamadaki aksaklıkları denetim yetkisi ise “muhtesiplere” verilmiştir.
Böylece bu birlikler bağımsız esnaf birliği olmaktan çıkmıştır57 Ahi
birliklerinin yönetimine yapılan bu müdahaleler öteden beri özerkliğe
alışmış Ahiler tarafından hoş karşılanmadığı anlaşılmaktadır. Kur’an ve
56 M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, İstanbul, Matbaa‐i Âmire, 1918, s.
237‐239. 57 Güllülü, a.g.e., s. 123 vd.; Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, İstanbul, Gerçek Yay.,
1969, II, s. 279; M. Fatih Köksal, Ahi Evran ve Ahilik, Kırşehir, Kırşehir Valiliği Kültür
Hizmeti Yay., 2008, 2. Baskı, s. 113.
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
122
OMÜİFD
sünnette böyle bir makam olup olmadığı dönemin şeyhülislamları Sa’di
Çelebi’ye58 sorularak onlardan fetva istenmiştir. Aslında soru soran
kimsenin bu sorunun cevabını bildiği ancak en üst hiyerarşik dini makam
olan şeyhülislamdan fetva alarak yönetimin bu tasarrufunun
meşruiyetini tartışılır hale getirmek istediği anlaşılmaktadır. Ayrıca ayet
ve hadislerden sorulan bir soruya Sa’di Çelebi’nin Hanefi mezhebi
çerçevesinde cevap vermesi Osmanlı hukukçularının sorunları ele alış
biçimini yani fetvâ usulünü yansıtması bakımından da dikkat çekicidir.
Fetva şu şekildedir:
Zeyd “ehl‐i hirfete ahî, nakîb veya şeyh nasbetmek Allah’ın buyruğu
ve Peygamberin sünneti değildir. Eğer Allah’ın buyruğu ve Peygamberin
sünneti ise avretim üç talak benden boş olsun” dese, şer’an Zeyd’in
avretine talak vaki olur mu? Cevap: Cevazına Eimme‐yi Hanefiyye’den
rivayet yoktur, elfaz‐ı küfürden sakınmak gerektir59.
Fetvada da görüleceği üzere Şeyhülislam Sa’di Çelebi meslek
kuruluşlarının başına ahî, nakîb veya şeyh atamanın cevazına Eimme‐yi
Hanefiyye’den rivayet bulunmadığını ifade etmiştir. Bu döneme kadar
Hanefi fakihlerinin konuyla ilgili fetvalarının olmaması bu kurumun
meşru olmadığını ortaya koymamaktadır. Zira daha önce ifade edildiği
üzere Abbasi Halifesi Nâsır fütüvvet kurumuna girmiş ve daha sonra da
başına geçerek çeşitli düzenlemeler yapmıştır. Bu yeni durum karşısında
fakihler, önceleri şer’an pek tasvip etmedikleri fütüvveti daha sonra
meşru bir kurum olarak kabul etmişlerdir60. Bu bilgilerden ahiliğin
temelinde Bâtınî etkiler bulunduğu ve Sünnî esaslara bağlı olduğu ölçüde
fukahanın onayını aldığı anlaşılmaktadır.
Ahilik teşkilatını devletleştirmenin bir sonucu olarak eskiden çok
büyük itibarı olan Ahiler, tayinle göreve gelmeye başlayınca itibarlarını
kaybettiler. Örneğin yiğitbaşı “iğdişbaşı” diyerek alaya alınmaya
58 İbn Kemal, Mecma’ul‐Mesâili’ş‐Şer’iyye fî Ulûmi’d‐Dîniyye, İstanbul Üniv. Merkez Ktp.,
Nadir Eserler‐Türkçe, 6253, vr. 58a‐b. 59 İbn Kemal, Mecmûatü’l‐Fetâvâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Atıf Ef., 2835, vr. 53a. 60 Güllülü, a.g.e., s. 32, 35.
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
123
OMÜİFD
başlanmış, teşkilatın yöneticileri ile üyeleri arasındaki güven, sevgi ve
saygı bağları zamanla kopmaya başlayınca birlik de kendiliğinden
gücünü kaybetmiştir61. Böylece devlet, şehirlerde tüzelkişilik ve bağımsız
bir ekonomik güç bırakmamıştır.
3.3. Ahilikte Törenler
İbn Kemal ve Ebussuûd fetvaları incelendiğinde XVI. yüzyıl Osmanlı
Devleti’nde Ahilerin de ister istemez taraf olduğu raks ve deverânın
meşru olup olmadığı tartışmaları ana gündem maddelerinden biridir62.
Bu zamanda musiki ve raks o kadar yaygındır ki, başlıca tarikatlara
dolayısıyla Ahilere de girmiştir. Gündüz çalışan ahiler akşamları çeşitli
oyun ve eğlenceyle vakit geçirmekteydiler. Bunda tarikat etkisinin yanı
sıra eski Türk töresinin de etkisi olduğu söylenebilir63. XIV. Yüzyılda İbn
Batûta’nın müşahedelerine göre Denizli ve Bursa Ahilerinin ritüelleri
arasında raks ve sema da yer almaktadır64. Ahi zaviyeleri esnaf birlikleri
olmaları yanında tarikat tekkeleri gibi fonksiyonlar icra etmiştir. Özellikle
Halvetilik ve Kadirilik buralarda etkili olmuş ve zaviyelerinde Kadiri
zikri yapılagelmiştir. Hatta tasavvuf ve tarikatlarla bu içiçelik, bazı
araştırmacıları Ahiliği bir tarikat olarak değerlendirmeye sevk etmiştir65.
Ahilerin de icra ettiği Kadiri zikri önce kuûdî yani oturarak daha
sonra da kıyâmî yani ayakta icra edilmektedir. Ayakta sağ ve sol tarafa
ilerlemek sureti ile yapılan zikirlere “devrânî zikir” denilir66. Bu
dönemde Şeyhülislamlar raks ve deverânın helal olduğunu iddia edenleri
apaçık sapıklık ve küfürle nitelendirmiş, yaptıkları zikri de kâfirlerin
horon tepmelerine benzeterek devlete, onları siyaseten katle kadar varan
yetki vermişlerdir. Onlara göre raks ve deverânın helal olduğunu
61 Yusuf Ekinci, Ahîlik, Ankara, y.y., 1989, 2. Baskı, s. 117. 62 Ebussuûd, a.g.e., Esad Ef., 3697, vr. 15b. 63 Günay, a.g.m., s. 74. 64 İbn Batuta, İbn Batuta Seyahatnâmesinden Seçmeler, (Haz. İsmet Parmaksızoğlu), İstanbul,
MEB Yay., 1971, s. 15 vd. 65 Yıldırım, a.g.e., s. 68‐69; Demirci, a.g.m., s. 83; Günay, a.g.m., s. 72. 66 M. Necmettin Bardakçı, “Sûfilerin Zikir Yöntemlerinin Âdâb‐Erkân Bağlamında
Tasavvuf Kültürüne Katkıları”, Arayışlar ‐İnsan Bilimleri Araştırmaları‐, 17 (2007), s. 31.
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
124
OMÜİFD
söyleyen şeyhlerin elini öpmek ve meclislerinde hazır bulunmak doğru
değildir. Bunlara ne selam verilir, ne de selamları alınır. Bunlara salih
kimseler de denmez. Bunlar ehl‐i sünnet olmayıp, cami gibi mahallerde
bu görüşü savunan kimselerin men edilmesi ve ısrarı hâlinde ise
cezalandırılmaları gerekir67. Bu gibi fetvalar karşısında kendisi de bir din
görevlisi olan vâiz efendi, göreve başladığından beri salınıp zikretmenin
helal olduğunu anlattığını şimdi durup dururken neyin değiştiğini
anlayamadığı ifade etmektedir68. Ahi zaviyelerinde yıllardır bu zikri icra
67 Tâife‐i sûfiyyenin muktedalarından Zeyd‐i vâiz câmilerde kürsilere çıkub ala meleinnas
çağırub halaka‐i zikirde ibadet niyyetine raks ve deveran etmek helaldır ve bunun hilli
âyetler hadisle sabitdir فاذكروا الله قياما وقعودا وعلى جنوبھم âyetinin manası Allah teâlâ Hazretini
zikre dün her halde demekdir. Raks dahi hal‐i kıyamda dahildir deyüb ve dahi من بشبه hadisi mucebince haval‐i arşda deveran eden melaikete teşebbühdür ve dahi بقوم فھو منھم
Hazreti Rasûlullâh salellallahu aleyhi ve sellem raks etmişdir hatta mübarek ridası
arkasından düşmüşdür ve dahi ashab‐ı kibardan ve meşayihi izamdan İmâm Şâfi’î ve
İmam Gazali ve anın emsali kimesnelerden sadır olub ila yevmina haza deveran oluna
gelmiştir…. el‐Cevab: Ol âyet‐i kerimede raksın cevazına kat’an işaret yokdur ol ef’âl‐i
kabihanın hilline anın ile mütemessik oluna. Tecdîd‐i imân ve tecdîd‐i nikâh lâzımdır
zira ana kelamullah manasın tahrif edüb kendi heva‐i nefsine tabi etmiş ve ol hadis‐i
mezkûr sahîhdir lakin Benî Adem etdügi file teşbih etmek memur değildir. Amma
şimdiki zamana sûfileri etdikleri raks fi’l‐hakika kâfirlerin horon depmesidir ve
bunların fiilleri kefereye teşebbühdür ve Rasul hazretine raks isnad etmek küfürdür.
Zira raks ef’âl‐i süfehâdır enbiyadan birine sehfen isnad etmek küfür idügi kütüb‐i
fetâvada mesturdur ve ashab‐ı kibardan bu fiil‐i kabihin suduruna kavl‐i kezibdir ve
iftiradır ve İmâm Şafiî’den sadır olduği sahîh değildir, hiçbir müctehid raksa helal
dememişdir mesail‐i ictihadiyyede müctehidden gayri İmâm Gazzali ve anın emsali
kimesnelerin kavillerine itimad cayiz değildir. Maa haza İmâm Gazzali herkese mübah
görmemişdir ve bu mekûle tesvilat ve tezvirat ile teşaydun edüb halka va’z eden
kimesneler dal ve mudıllerdir. Bi icmai’l‐müctehidin tekfir olunmuşdur. Eşedd‐i Ta’zîr
ile ve habisle men lâzımdır. Eğer memnu olmayub ulemâ, ehl‐i zevkin esrarlarına
muttali değildir demek iddası üzerine ol fi’l‐i şenia ısrar ederlerse zındıkdır elbette katl
olunmak vacibdir. Ba’de’l‐ahz tevbesi makbul değildir. Neuzu billahi teâlâ min zalik.
(Ebussuûd, a.g.m., vr. 231a; Düzdağ, s. 135‐136); İbn Kemal, Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Dârü’l‐
Mesnevi, 118, vr. 63a; Risaletü’l‐Münire, s. 9, 31vd. 68 Zeyd‐i vâize deseler ki “sûfiyyûn halka olup oturup dahi başlarını salıp ve çalkanı
çalkanı cehrile ibadet diye zikrullah ettiklerinde, müftü fetvasında şer’île haram olan
abes fiile ibadet diyecek kâfir olurlar” demiştir. İmdi sen “bu şer’î fetvaya ne dersin
kabul eder misin?” dediklerinde mezkûr vâiz, “ben bu fetvayı kabul etmezim ve siz
dahi kabul etmeyin ve kürsiye çıktığımdan bu vechile salınıp zikir etmek helaldir
dedim… Bu sözle ben bu fiilden ferâgat etmezem ben bu sözü söylerim, safası olan
kabul etsin kabul etmeyen kendi bilir?” diye cevap verse… Cevap: Gayret‐i dini olan
ehl‐i İslâm’a ol deccâlı eşedd‐i hakaret ile kürsüden indirip, döve döve camiden
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
125
OMÜİFD
eden mevcut şeyh, ahi ve nakiblerin de benzer tepkiler gösterdiği İbn
Kemal ve Ebussuûd’un fetvalarından anlaşılmaktadır. Hatta bazı vali ve
hakimlerin bunları görevden almayarak idare ettiği görülür. Ebussuûd
bu görevlilerin yerine şeriata tam bağlı yetkililerin atanması gerektiğini
ifade etmektedir69. Çünkü bu dönem Osmanlı Devleti’nin İran’dan gelen
etkili Şiî‐Bâtınî tehlike karşısında teyakkuzda bulunduğu bir zaman
dilimidir. İdeolojik yakınlık sebebiyle İran’dan etkilenen Ahiler, Sünnî
fukahâ’nın tepkisiyle karşılaşmışlardır. Ahiler raks ve deverân gibi şer’an
meşruluğu tartışmalı konular vesile edilerek dini ve hukuki yönden baskı
altına alınmış, ısrar edenlerin görevden alınmalarına yasal çerçeve
kazandırılarak devletin bunlar üzerinde kontrolü sağlanmıştır70. Böylece
Ahilerin Sünnî esaslara bağlı kalmaları amaçlanmış, İran’a taraf olan Ahi
ehli de yasal takibe alınarak yerlerine resmi görevliler atanmıştır.
Akkoyunlular döneminde İran’da çok etkili bir tarikat olan
Halvetîler, Safeviler döneminde oralarda barınamayıp Anadolu ve
Mısır’a kaçmak zorunda kalmıştır. Osmanlı devleti de Safevilerin Şiîlik
propagandasına karşı bu durumdan istifade etmek amacıyla
sistemlerinde “Ehli Beyt” sevgisine özel önem verdiklerinden dolayı
Halveti tarikatını ideolojik bir denge unsuru olarak özellikle
desteklemiştir71. Bu siyaset fetvalarla da meşruiyeti sağlamlaştırılmıştır.
çıkarmak gerektir, gaza‐yı ekberdir.” (İbn Kemal, Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Dârü’l‐Mesnevi,
118, vr. 26b‐27a). 69 Raks ve devran eden tâifeyi vâlîler ve hâkimler men’ etmek üzerine vâcib midir? el‐
Cevab: Vâcibdir vazîfeleri emr‐i ma’rûf ve nehy‐i münkerdir etmeyicek bir imâmet eder
müteşerri’ kimse nasb olunmak lâzımdır. Ebussuûd, a.g.e., vr. 233b; Fatih ktp. Ali Emirî,
Şerʹiyye 80, vr. 276; Düzdağ, a.g.e., s. 137. 70 İbn Kemal, Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Dârü’l‐Mesnevi, 118, vr. 29a; Abdülbaki Gölpınarlı, 100
Soruda Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, İstanbul, y.y., 1969, s. 255; Günay, a.g.m., s. 76. 71 Halveti tarikinde olan dervişler sultanımın duacılarıdır, ihtiyarlarıyla “hu, hu” derler
kalkmak dönmek şer’an helal midir ve haram mıdır? Şeyhlerimiz akvâlidir zira şeyhler
birbirine muhalif oldular, hemen sultanımın ilm‐i muhit olduğu “ma hüve’l‐hak” ne ise
beyan oluna. Helal ise haram diyen kâfir olur mu? Tecdid‐i iman ve tecdid‐i nikah lazım
olur mu? Haram ise helal diyen kâfir olur mu? Tecdid‐i iman ve tecdid‐i nikah lazım
olur mu? Cevap: Haramdır, ama haramlığını inkâr eden tekfir olunmaz. (İbn Kemal,
Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Nuruosmaniye, 1967, vr. 79b‐80a); Tahsin Yazıcı, “Fetihten Sonra
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
126
OMÜİFD
Ahilik kurumuna girme ve burada yetişme belirli aşamalar aşılarak
çeşitli törenler yapılarak gerçekleşir. Fütüvvetnâmelerde bu törenler
hakkında geniş bilgiler yer alır. Ahilik kurumunda meslekî yetiştirmeyle
ilgili olarak çıraklık töreni (yol atası ve yol kardeşi edinme, kalfalık töreni
(yol sahibi olma), ustalık töreni (icazet) gerçekleştirilir72. Fetvalardan
anlaşıldığı kadarıyla ahilerin bunların dışında meslekle ilgili olmayan
örneğin yeni Müslüman olanlara yapılan ihtida merasimleri gibi dini ya
da kültürel gündemlerle ilgili törenlere katıldıkları görülür. Bu törenler
neredeyse bütün devlet erkânı ve halkın katılımıyla yapılır. Evliya Çelebi
1638 yılında IV. Murat (1623‐1640)’ın önünde, Alay Köşkü yanından
geçmek suretiyle üç gün süren geçit resminden bahsetmektedir. Ahilerin
taşıdıkları alemler ve aralarındaki rekabetler, kavgalar, padişahın
önünden geçerken ne gibi hüner, marifet veya sanat eseri gösterdikleri,
ne gibi bir tavır ve durumda ve neler söyleyerek geçtikleri anlatılmakta
ve bunlardan yüz sınıfın sancakları bulunduğu bildirilmektedir73. Bu
törenlerde tören geçişi esnasında protokolde en önde yürümek o meslek
kolunun gücünü ve itibarını yansıtmaktadır. Dolayısıyla törenlere katılan
her bir ahi meslek kolu en önde yürümek istemektedir. Bağlı oldukları
meslek kuruluşunun pîri adına taşıdıkları sancağı da buna gerekçe
yapmaktadırlar. Örneğin Hz. Muhammed’in alemini taşıyan
ekmekçilerle Hz. Şit alemini taşıyan cüllah yani dokuyucular birlikleri
arasında böyle bir protokol krizinin varlığı fetvalara yansımıştır:
Hz. Risâletin alemi Abbasilerin elinde olup ehl‐i hırfetden bazı
kimseler alemi çekip bazı husus için bir yere çıkar oldukta, cüllah tâifesi,
“Şit Peygamber (a.s.) alemini çekeriz” (diye) önünce yürümek isteseler
ellerinden gelir mi? Yoksa Hz. Rasûl’ün alemini çeken önünce mi
İstanbul’da İlk Halvetî Şeyhleri: Çelebi Muhammed Cemaleddin, Sünbül Sinan ve
Merkez Efendi”, İstanbul Enstitüsü Dergisi, 2 (1956), İstanbul, s. 87. 72 Çağatay, a.g.e., s. 137‐139; Yıldırım, a.g.e., s. 17 vd. 73 Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Haz. Reşad Ekrem Koçu, İstanbul, Semih
Lütfi Kitabevi, 1951, I, s. 105‐175; Çağatay, a.g.e., s. 120.
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
127
OMÜİFD
yürümek gerektir? Cevab: Cümle ehl‐i İslâm’ın ellerinde olan alemler hep
Hz. Rasûl alemleridir, onların alemlerinin kimseye ihtisası yoktur74.
Ekmekçiler ahîsinin kadîmü’l‐eyyâmdan Rasulullah (sav) alemi olsa,
önünce ulemâ ve sâdât yürür olsa, “nasrun minellah” âyeti olsa ve yeşil
pervâzı olsa bir cem’iyyetde bir taraftan zikrolan alem gelip ve bir
taraftan cüllahlar Şit Peygamber (a.s.) alemin getirip beraber yürümek
isteyip zikrolan ahî önünce yürümeğe komayıp alemdârı ve alemi yıkıp
“nasrun minellah” ayetini ayak altına alıp çiğneyip tahfif etseler şer’an ne
lâzım olur? Cevap: Ta’zir ve istiğfar gerektir75.
Bu dönemde ahi meslek birliklerinin taşıdıkları alemleri Hz.
Peygamber’in alemi76 olarak kabul etmeyen bazı kimseler bulunmaktadır.
Bir “ihtida” töreninde sancaktarı yere serip üzerinde “Allah’tan yardım
ve yakın bir fetih”77 yazan sancağı da yere sererek çiğnedikleri
görülmektedir78. Ekmekçiler ahisinin taşımış olduğu Peygamber alemine
muhtemelen cüllah (dokuyucular) birliğine mensup ahiler tarafından dil
uzatılarak, ekmekçiler birliği ahilerini kafir ve eşlerinden boşanmış
kimseler olduğunu iddia edilmektedir. Hukuken dayanaksız bu itham
iddia sahibinin hem yasal olarak ta’zir cezası ‐hapis cezasından sürgüne
kadar varan yaptırımlar‐ hem de dinen kişiyi dinden çıkarma sonucunu
doğurmuştur. Bu fetvada dikkat çeken bir konu da Hz. Peygamber
74 İbn Kemal, Mecmûatü’l‐Fetâvâ, Atıf Ef., 2835, vr. 52b. 75 Bir ahînin elinde bir alem olsa halkın ol aleme itikadı Peygamber alemidir diye olsa
alemde “nasrun minellah” âyeti yazılmış olsa Zeyd, “bu alem Rasûlüllah alemi değildir
ol alemin önünce yürüyüp izzet eden kimsenin kendi kâfir, avretleri boştur” dese,
şer’an Zeyd’e ne lâzım olur? Cevap: Ta’zîr ve tecdîd‐i iman gerektir. (İbn Kemal,
Mecmûatü’l‐Fetâvâ, Atıf Ef., 2835, vr. 52b vr. 52b) Ekmekçiler ahîsinin elinde kadîmden
bir alem olsa yeşil pervazlı “nasrun minellah” ayeti yazılmış olsa mâ tekaddemden
halkın itikadı zikrolan alem Rasûlullah alemi olmak üzere olsa kâfirin müslüman olması
cemiyetinde zikrolan sancak önünce ulemâ ve sâdâd yürür olsa, Zeyd, “bu alem
Rasûlullah alemi değildir ol cemiyete varan dahi onun önünce yürüyen dahi kendileri
kâfir, avratları boştur” dese şer’an Zeyd’e ne lâzım olur? Cevap: Ta’zîr ve tecdîd‐i iman
gerektir. (İbn Kemal, Mecma’ul‐Mesâili’ş‐Şer’iyye fî Ulûmi’d‐Dîniyye, vr. 54b‐55a‐b). 76 Hz. Muhammed (sav) alem‐i şerifi Ahi Evran Şeyh Mahmud hazretlerine havale kıldığı
iddia edilmektedir. (Bkz. Yıldırım, a.g.e., s. 68). 77 Sâf Sûresi (61), 13 78 Tahsin Özcan, Fetvalar Işığında Osmanlı Esnafı, İstanbul, Kitabevi Yay., 2003, s. 113.
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
128
OMÜİFD
aleminin Abbasilerin elinde bulunduğu iddiasıdır ki bu da bize bazı
Osmanlı ahilerinin ahiliğin töre ve törenlerini Abbasilerle
ilişkilendirdiğini göstermektedir. Daha önce de ifade edildiği üzere
Abbasi halifesi Nâsır Lidinillah, fütüvvete girerek başkanlığa kadar
yükselmiş ve bu kurumda çeşitli düzenlemeler yapmıştır. Dolayısıyla
ahilikte var olan çeşitli alemlerin Abbasilerden izler taşıdığı ve bunun da
esnaflar tarafından bilindiği anlaşılmaktadır. Bu bilgiler ahiliğin Arap
fütüvvet geleneğinin Türk kültürüne uyarlanmış kendine mahsus özgün
bir kurum olduğunu göstermektedir.
İbn Kemal alemler arasında ayrım yapılmaması gerektiğini, aslında
bütün alemlerin Hz. Muhammed’in alemi olduğunu belirterek sorunu
çözmeye çalışmaktadır. İbn Kemal döneminde sözlü bir şekilde yapılan
bu tartışmalar Ebussuûd Efendi döneminde de devam etmiş, hatta yerini
birbirlerini öldürmeye kadar varan şiddete bırakmıştır:
Bir kasabada olan cüllahlar debbağlar ile nizâ edip “kâfir müslüman
oldukta şehir donanmasında biz tekaddüm ederiz. Zira Hz. Şît (a.s) bizim
pîrimizdir.” deseler. Debbağlar “Hz. Âdem’a (a.s), Hz. Cibril (a.s) evvela
debagat ta’lim eylemiştir. Biz sizden mukaddem yürürüz, san’atımız da
mukaddemdir.” deseler. Bu husus için muharebe olup nice nefis katl
olmuş olsa. Halen dahi nizaları fasl olmuş olmasa hangisi mukaddem
evlâdır? el‐Cevab: Hâkim iki tâifenin a’yânını cem edip cemiyet‐i cahiline
nasihat ile nehy edip mabeynleri müslimler ise ıslah edip inat ederler ise,
ta’zir‐i şedidden sonra zindana ilkâ edip tevbeleri zâhir olunca ıtlâk
etmek lâzımdır79.
Ebussuûd kavga eden ahi birliklerini “cemiyet‐i cahilin” yani cahil
kimseler topluluğu olarak nitelendirmektedir80. O, hâkimlerin öncelikle
bu birliklere bir daha kavga yapmamaları konusunda nasihat etmelerini,
79 Düzdağ, a.g.e., s., 259; Ebussuûd, a.g.e., vr. 186a; Bayezid Umûmî Ktp. 2757, 271 a. 80 Çobanoğlu fütüvvetnâmesin bu durum şu şekilde anlatılmaktadır: Fütüvvet ehli tayifesi
çok batıl işe meşğul olup fâsit izzete mağrur oldular ve dalalet yoluna kendilerine sebil
kıldılar… (Çağatay, a.g.e., s. 159).
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
129
OMÜİFD
muharebe edenler Müslümanlar ise barıştırması aksi takdirde hapis
cezası da dâhil sert yaptırımlar uygulanması gerektiğini ifade etmiştir.
Fetvalardan anlaşıldığı kadarıyla cüllah esnaf birliğinin hem
ekmekçiler hem de debbağlarla geçit töreninde protokol önceliği sorunu
yaşadığı anlaşılmaktadır. Cüllahlar, ekmekçiler birliğinin “Hz.
Peygamber alemi” taşıdıkları iddiasını reddetmektedir. Onlara göre
peygamber alemi Abbasilerin elinde olup Ekmekçilerin alemi gerçek
peygamber alemi değildir. Onlar debbağlara ise Hz. Şit peygamberin
alemini taşıdıkları için geçit töreninde önde yürümeleri gerektiğini iddia
etmektedir. Bu durum pîrlerin silsile içindeki yerinin protokol
sıralamasında belirleyici olduğunu göstermektedir. Debbağlar ise her ne
kadar pîrleri Ahi Evran ise de deri tabaklamayı Hz. Cebrail’in (a.s) Hz.
Adem’e, onun da Hz Muhammed’e (s.a.v.), onun da Ahi Evran’a
öğrettiğini bu sebeple alemlerinin Hz. Şît aleminden üstün olduğunu
dolayısıyla geçit töreninde önde yürüme önceliğinin kendilerine ait
olduğunu iddia etmektedirler81. Literatürde debbağların pîri olarak Ahi
Evran yer alırken fetvada bizzat debbağların kendi pîrlerinin Hz. Adem
olduğunu ifade etmeleri rekabetin boyutunu göstermesi açısından
ilginçtir. Ayrıca mesleklerin pîri olarak özellikle peygamberlerin seçildiği
bir düşünce ikliminde insanlık tarihi kadar eski debbağlığın pîri olarak
XIII. yüzyılda yaşamış Ahi Evran’ın zikredilmesi de dikkat çekici bir
durumdur.82 Bu tercihte diğer bütün Ahi tekkelerinin kendisine bağlı
Kırşehir Ahi Evran Zaviyesi’nin debbağlıkta haklı bir üne sahip kendi
kurucu şeyhine pîrler arasında yer vermek suretiyle şereflendirmeyi ve
bu yolla zaviyelerinin diğer zaviyeler arasındaki konumunu
güçlendirmeyi amaçlamış olabileceği akla gelmektedir. Nitekim bir ahi
şecerenâmesinde “Hz. Muhammed’in mucizâtına ve kerametine ve
81 Fütüvvetnamede yer alan menkıbeye göre Hz. Peygamber’in her peygamberden birer
yadiğar kaldığını Hz. Adem’den de debağat edip elbise yaptığını ve Bedir harbinde
gösterdiği kahramanlıklardan dolayı debbağlık sanatının Hz Peygamber tarafından Ahi
Evran’a bağışlandığı iddia edilmektedir. (Yıldırım, a.g.e., s. 13). 82 Debbağlık sanatı Hz. Cebrail’in Hz. Adem’e, onun da Hz. Muhammed’e öğrettiği,
ondan da Ahi Evran’a geçtiği iddia edilmektedir. (Yıldırım, a.g.e., s. 71).
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
130
OMÜİFD
Sultan Ahi Evran Şeyh Mahmud’un debbağlık sanatını inkâr edenler
murdar ve ahmaktır.” ifadesi yer almaktadır. Ayrıca debbağlara dil
uzatıp mesleği tahkir edenlerin başta Kur’an‐ı Kerim olmak üzere fıkıh
kitaplarını inkar etmiş sayılacağından katledilmesi gerekir. Eğer
katledilmez ise tecdid‐i iman ve tecdid‐i nikah gerekmektedir83. Bu
ifadelerden Ahi Evran’ı debbağların pîri olarak kabul etmeyen
dolayısıyla Kırşehir ahi tekkesinin diğer tekkeler üzerindeki manevi
otoritesini tanımayan bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kimselerin
debbağların pîri olarak Hz. Âdem’i kabul etmeleri de ihtimal
dahilindedir. Halife Nâsır’ın kendi fütüvvet başkanlığını kabul
etmeyenleri fütüvvet ehli kabul etmemesi gibi Ahi Evran Tekkesi de
kendi otoritesini kabul etmeyenleri reddetmektedir.
Söz konusu fetvalara rağmen alem mücadelesinin yüzyıllarca devam
etmesi kendi üst otoritesini tanımayan ve fetva gereğince hareket
etmeyen bazı ahilerin bulunduğu ve bu durum Kırşehir Ahi Evran
Zaviyesini yasal haklarını takip etmeye yönelttiği anlaşılmaktadır.
Bu dönem Osmanlı’da dokumacılık başta gelen meslek dalları
arasında bulunduğundan cüllah birliklerinin diğer birliklerden daha
etkin ve güçlü olduğu ve pîrleri olan Hz. Şit’in (a.s.) peygamberler
silsilesindeki konumunu dikkate almadan bunu protokole yansıtmaya
çalıştıkları anlaşılmaktadır. Cüllahların gerek ekmekçiler ile gerek ise
debbağlarla yaşadığı protokol sorunu, bu esnada gösterdikleri hırçın
tavırlar kamuoyu nezdinde gözden düşmelerine sebebiyet verdiği
fetvalara da yansımıştır:
Zeyd debbağlar cüllahlardan nîk değil ise avratım üç talâk boş olsun
dese, Amr aksi içün talâk‐ı selaseye şart eylese hangisinin avratına talak
vâki olur? Cevab: İkisinin bile boş değildir her birinin bir cihetden fazileti
vardır. Ebussuûd84.
83 Yıldırım, a.g.e., s. 21, 70; M. Fatih Köksal, “Kırşehir Müzesinde Ahi Şecerenâmeleri”, II.
Ahi Evran‐ı Veli ve Ahilik Araştırmaları Sempozyumu‐ Bildiriler 13 Ekim 2006, Kırşehir, A. E.
Ü. Ahilik Kültürü Araştırma Merkezi Yay., 2007, s. 320 vd. 84 Ebussuûd, a.g.e., vr. 186a.
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
131
OMÜİFD
Ebussuûd her bir meslek kolunun farklı yönlerden birbirlerine
faziletleri olduğunu ifade etmiştir. Ancak bütün alemlerin Hz.
Peygamber alemi olduğu yaklaşımı protokol sorununu halletmemiş uzun
süre esnaf birliklerinin mücadelesine sebep olmuştur. Ahi meslek
birlikleri bu konuda her kesimi tatmin edici bir anlaşma sağlayamamış
olacak ki benzer sürtüşmelerin XVII. yüzyılda da devam ettiğine dair
çeşitli tarihi vesikalar bulunmaktadır85.
3.4. Ahilerde Dinî Yaşam
Astı üste sevgi, saygı ve itaatle bağlayarak mutlak bir otorite sağlayan
Ahiler, Anadolu ve Balkanların İslamlaşmasında öncü rol oynadıkları
söylenebilir. Devlet yetkililerinin gayri müslimlerin yoğun olarak
yaşadıkları bölgelere Ahiler gönderdiği bilinmektedir86. Meslek
birliklerinin adeta birbirleriyle yarışarak ihtida törenlerinde yer almaya
çalışmaları Anadolu’nun İslamlaşmasında bu birliğinin önemli rol
oynadığını göstermektedir. Osmanlı’da bazı Hıristiyan ve Yahudi
tebeanın gördüğü iyi örnekler karşısında kendiliğinden Müslüman
olduğu anlaşılmaktadır. Bunu hem ilan etmek hem de daha da
özendirmek amacıyla ihtida törenleri düzenlendiği fetvalardan
anlaşıldığı gibi Avrupalı seyyahlar tarafından da ifade edilmiştir87.
Ahilik kurumunda çalışanların yetiştirilmesine büyük önem
verilmiştir. Bu sebeple akşamları zaviyelerde toplanılıp dini ve ahlaki
eğitici çalışmalar yapılırdı. Usta, kalfa ve çıraklar arasında hiyerarşik
örtülü bir kontrol mekanizması vardı. Fetvalara yansıdığı kadarıyla bu
kontrolün sadece kurum içerisinde değil sosyal hayatın düzenlenmesinde
de etkin bir rol oynadığı anlaşılmaktadır.88
85 Evliya Çelebi, a.g.e., I, s. 105‐175. 86 Çağatay, a.g.e., s. 246. 87 Gülgün Üçel‐Aybet, Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve İnsanları (1530‐
1699), İstanbul, İletişim yay., 2003, s. 313‐323. 88 Durak‐ Yücel, s. 157; Eker Gülin Öğüt, “İletişimde Yüklendiği Fonksiyonla Türk
Kültürü İçinde Esnaf Dükkanlarındaki Levhalarda Ahîlik Gelenekleri”, II. Uluslararası
Ahîlik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, (Ankara, KBY., 1999), s. 113.
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
132
OMÜİFD
Ahiler, günlük hayatta dinin emir ve buyruklarının yaşanmasında
topluma öncülük etmekte “emr‐i bi’l‐ma’ruf ve nehy‐i ani‐l münkerʺ
emrini yerine getirmeye çalışmaktadır:
Ehl‐i hirefden bir hirfete kethüda olan Zeyd salat‐ı vakit oldukda reis
olduğu taifeden târik‐i salat ve cemaat olanlarına geliniz cemaat ile salatı
eda edip ba’dehû kesbe müracaat ediniz ve illa bizim hirfetimize dâhil
olmanız demeye şer’an kadir olur mu? el‐Cevab: Olur berhudâr olsun.
Ebussuûd89.
Fetvadan da anlaşılacağı üzere Ebussuûd Efendi ahi birliklerinin
reislerine aynı iş kolunda çalışan esnafları ilgili iş kolunun birliğine
bağlama ve onları cemaatle namaz kılmaya davet etme yetkisini büyük
bir memnuniyetle tanımıştır.
3.5.Ahilerin Haftalık Tatilleri
İslam toplumlarında Cuma günü diğer günlere göre farklı bir yeri vardır.
Bu günü manevi arınma zamanı olarak değerlendirmeye çalışırlar. Cuma
günü dahi olsa çalışmanın gerekliliğine inanan, çalışmamayı güne
tapmak olarak değerlendiren ve dolayısıyla kâfir olarak niteleyen
kimselerin bulunduğu görülmektedir.
Bir hırfet ehlinden Zeyd, Cuma gün ıyd‐i mü’minindir iş işlemeziz
dedikte Amr, (kâfir misiz) güne taparsız Cuma gün ekmek (yemez misiz)
niçin işlemezsiz dese, Amr’a ne lâzım olur? el‐Cevab: Eğer Zeyd ıyd‐i
mü’minîndir deyû iş işlemeyip Cuma namazına ve guslüne ve sâir
levâzımına mübâşeret ederiz deyip Amr tafsil‐i mezbûru âdet‐i küfürden
dedi ise Amr’a küfür lâzımdır. Eğer Zeyd’in murâdı ıyd gibi yeriz içeriz
sohbet ve temâşâ ve işret ederiz demek olup Amr ol fi’li kefere ef’âline
teşbih etti ise isabet etmiş olur90.
89 Ebussuûd, İsmihan Sultan, 241, vr. 27a; Fatih ktp. Ali Emirî, Şerʹiyye, 80, vr. 26b;
Düzdağ, a.g.e., 91‐92.
90 Ebussuûd, a.g.e., vr. 16a; İsmihan Sultan, 241, vr. 23a; Fatih ktp. Ali Emirî, Şerʹiyye, 80,
vr. 23b; Düzdağ, a.g.e., s. 185‐186.
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
133
OMÜİFD
3.6.Ahilerin Üretimden Kaynaklanan Sorunları
Fetvalarda ahilerin üretim yaparken karşılaştığı az da olsa bazı sorunlar
yer almaktadır. Bunlardan birisi de kıyıları mezbelelik denizden alınan su
ile pişen ekmeğin caiz olup olmadığıyla ilgilidir. Ebussuûd bir hukukçu
olarak ekmeğin renk, koku ve tadının değişmesi gibi somut delillere göre
hüküm vermektedir:
Zeyd‐i ekmekçi deryâ kenarından su alıp ekmek pişirse, deryâ
kenarı mezbele olsa caiz olur mu? el‐Cevab: Evsâf‐ı selâsenin birinde
tağyîr var ise olmaz. Ebussuûd el‐fakîr91.
Fetvalara yansıyan bir başka sorun da debbağlarla ilgilidir. Derileri
temizlerken kullanılan suyun kirlendiği iddia edilmektedir. Ebussuûd,
akan büyük suyun derileri temizlemekle fıkıhta ma’ruf olan büyük su,
akıcı su ilkesinden hareketle fıkhen kirli sayılamayacağını ifade etmiştir:
Kadîmüʹl‐eyyâmdan debbağlar azîm bir mâ‐i cârîde deri temizlene
gelseler hâlen bazı kimseler suyu murdâr edersiz deyû menʹe kâdir
olurlar mı? el‐Cevab: Mâ‐i azîm olacak murdâr olmaz. Ebussuûd92.
Sonuç
Fetvalar daha çok sorunlu alanlarla ilgili olduğundan bizim tespitlerimiz
tarihi bilgilerin, fütüvvetnamelerdeki kuralların ve seyahatnamelerdeki
genel ahi algısının dışında kalan sorunlu durumlarla ilgilidir. Bu sebeple
yapılan araştırma neticesinde XVI. yüzyıl Osmanlı fetva literatüründe
ahilikle ilgili sınırlı sayıda fetvaya rastlanmıştır. Bunda ahilerin kendi
aralarında ortaya çıkan ihtilafları, mümkün olduğunca kendi iç disiplin
hukuku içerisinde halletmesinin önemli bir etken olduğu anlaşılmaktadır.
Osmanlı esnaflarının meşru ya da gayr‐i meşru her mesleği bir pîrle
ilişkilendirme anlayışına son derece önem verdiği hatta o esnada pîri
olmayan helvacı esnafının ürettiği ürünün helal gıda kapsamında olup
olmadığından şüphelendiği görülmektedir. Ebussuûd, bir pîre bağlı
91 Ebussuûd, a.g.e., vr. 2b; İsmihan Sultan, 241, vr. 2a. 92 Ebussuûd, a.g.e., vr. 2b; Esad Ef., 914, vr. 1a.
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
134
OMÜİFD
olmaktan temel maksadın özürsüz ve helal mal üretmek olduğunu,
bunlara dikkat edildiği takdirde pîrin olmazsa olmaz bir şart olmadığını
belirtmektedir. Ebussuûd, “pîr perver” olmayı da kişinin ahlakını
güzelleştirme çabası olarak nitelendirmektedir.
Bu dönemde ahiler, Osmanlı merasim protokolünün ayrılmaz bir
parçasını oluşturmaktadır. Çeşitli vesilelerle yapılan törenlerde
cüllahların ekmekçiler ve debbağlarla protokol mücadelesi yaptıkları
görülmektedir. Ahiler arasındaki bu sorunun cüllahların pîrleri sebebiyle
ekonomik ve sosyal hayattaki ağırlığını protokole yansıtamamasından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Cüllahlar, geçit töreninde daha önde
olabilmek için ekmekçilerin taşıdığı Hz. Muhammed (sav) aleminin
Abbasilerin elinde olduğunu iddia etmektedir ki bu da ahiliğin bazı
yönleriyle Abbasilerden etkilendiğini ortaya koymaktadır. Debbağlar da
protokolde cüllahlardan önde olabilmek amacıyla pîrlerinin Hz. Adem
olduğunu belirtmişlerdir. Bu durum Ahi Evran’ı pîr olarak tanımama
anlamında değildir. Meslek pîrlerinin pîrler arasındaki konumunu
protokol önceliğinde belirleyici kılmaya çalışan ahiler, kendi aralarında
anlaşıp bunu sistemlerinde bir kural olarak yerleştiremediklerinden
yüzyılı aşkın bir süre benzer sorunlarla mücadele etmişlerdir. Ebussuûd
bu açıdan onların bir kısmını “cemiyet‐i câhilin” olarak
nitelendirmektedir. Neticede bütün alemlerin eşit olduğu şeklindeki
şeyhülislam fetvalarının da bu sorunu çözmekte onlara pek yardımcı
olmadığı söylenebilir.
Ahilerin Anadolu’nun İslamlaşmasının yanı sıra İslam’ın gerek
ticaret gerekse ictimâî hayatla ilgili emir ve tavsiyelerinin en üst seviyede
yaşanmasına öncülük ettiği anlaşılmaktadır. Ahilerin tasavvufi yönüyle
hem dini‐manevi hem de esnaf birliklerinin başı olmak hasebiyle maddi
imkânları elinde bulunduran potansiyel bağımsız bir güç görünümünde
bulunması ve her zaman da siyasi otoriteyle uyumlu olmayabilmeleri
yöneticileri şartlara bağlı olarak çeşitli tedbirler almaya yöneltmiştir. Bu
dönemde var olan İran tehdidinin de bunda etkili olduğu söylenebilir. Bu
dönemde resmi ahi ataması yapılarak teşkilat doğrudan
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
135
OMÜİFD
devletleştirilmiştir. Bunun bir sonucu olarak eskiden çok büyük itibarı
olan Ahiler, tayinle göreve gelmeye başlayınca eski itibarlarını
kaybetmişlerdir.
Ebussuûd’un raks ve deverân ile zikrin meşru olmadığına dair
onlarca fetvası bulunmaktadır. Öteden beri Osmanlı Ahi zaviyelerinde
raks ve deveranla zikir yapıldığı dikkate alındığında Ahilerin, bu
dönemde raks ve deveran gibi şer’an meşruluğu tartışmalı konular vesile
edilerek dini ve hukuki yönden de baskı altına alındığı anlaşılmaktadır.
Köklü bir geleneğe sahip Ahi zaviyelerinde yıllardır deveranla zikir icra
eden Ahi Babalar doğal olarak bu yeni durumu kabullenmekte zorlanmış,
fetvaya itiraz etmişlerdir. Bu da onların görevden uzaklaştırılmalarına
gerekçe olmuştur. Uygulamada bazı vali ve hâkimlerin fetvanın gereği
olarak görevden uzaklaştırmada isteksiz davrandığı da fetvalara
yansımıştır. Ancak devlet yetkililerin bu gibi tedbirlerle Ehl‐i Beyt sevgisi
ve vurgusu gibi ideolojik sebeplerle İran’ın Şiî propagandasından
etkilenen Ahilerin, Osmanlı‐Safevî harbi esnasında oluşturacağı
muhtemel bir tehdidi bertaraf etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Zikredilen
tedbirler sayesinde Ahilik daha da Sünnî bir karaktere bürünmüş ve
merkezi otoriteyle uyumlu hale gelmiştir.
Kaynakça
Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâmeleri, İstanbul, OSAV Yay., 1999.
Arıcı, Kadir, “Bir Sivil Toplum Kuruluşu Olarak Anadolu Ahiliği (Ahiyan‐ı
Rum)”, II. Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Ankara, KBY.
1999.
Atar, Fahrettin, “Fetva”, DİA, İstanbul, 1995.
“İftâ Teşkilatının Ortaya Çıkışı”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 3
(1985), ss. 19‐48.
Âşık Paşazâde, Osmanlı Tarihi, İstanbul: Matbaa‐i Âmire, 1332.
Bardakçı, M. Necmettin, “Sûfilerin Zikir Yöntemlerinin Âdâb‐Erkân Bağlamında
Tasavvuf Kültürüne Katkıları”, Arayışlar ‐İnsan Bilimleri Araştırmaları‐, 17,
(2007), ss. 15‐38.
Bayram, Mikail, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının Kuruluşu, Konya, y.y., 1991.
Berkes, Niyazi, Türkiye İktisat Tarihi, İstanbul, Gerçek Yay., 1969.
Bilmen, Ö. Nasuhi, Hukuku İslâmîyye ve Istılahat‐ı Fıkhiyye Kâmûsu, İstanbul,
Bilmen Kitabevi, 1967.
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
136
OMÜİFD
Cin, H.‐Akgündüz, A., Türk‐İslâm Hukuk Tarihi, İstanbul: Timaş Yay., 1990.
Çağatay, N., Bir Türk Kurumu Olarak Ahîlik, Ankara: TTK Yay., 1997.
Demirci M., ’’Ahîlikte Tasavvufî Boyut: Fütüvvet’’, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 7,
(1992), İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Yay., ss. 83‐90
Durak, İbrahim‐Yücel, Atilla, “Ahiliğin Sosyo‐Ekonomik Etkileri ve Günümüze
Yansımaları”, Süleyman Demirel Ünv., İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, X, 2 (2010), ss. 151‐168.
Düzenli, Pehlül “Osmanlı Hukukçusu Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi ve
Fetvaları”, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007.
Düzdağ, M. Ertuğrul, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’nin Fetvaları Işığında 16. Asır
Türk Hayatı, İstanbul: Şûle Yay., 1998.
Ebussuûd, Mecmûatü’l‐Fetâvâ, İstanbul Müftülüğü Kütüphanesi, 187.
Süleymaniye Kütüphanesi, İsmihan Sultan, 241.
Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef., 914.
Fatih Ktp. Ali Emirî, Şer’’iyye, 80
Bayezid Umûmî Ktp. 2757
Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Haz. Reşad Ekrem Koçu, İstanbul,
Semih Lütfi Kitabevi, 1951.
Ekinci, Yusuf, Ahilik, 2. Baskı, Ankara: y.y. 1989.
Ekinci, Mustafa, Anadolu Alevîliği’nin Tarihsel Arka Planı, İstanbul, Beyan Yay.,
2002.
Erarı, Ferhat, “Ahîlik ve Ahîlik Kültürünün İktisadî Hayatımızdaki Anlam ve
Önemi”, (1999) II. Uluslararası Ahîlik Kültürü Sempozyumu Bildirileri,
Ankara, KBY.
Erdem, Ekrem, Ahilik, Ahlakla Kalitenin Buluştuğu Bir Örgütlenme Modeli, Kayseri,
Kayseri Esnaf ve Sanatkârlar Birliği, 2. Baskı, 2004.
Ergin, Osman Nuri, Mecelle‐yi Umûr‐u Belediye, İstanbul, Matbaa‐i Osmaniye, t.y..
Gölpınarlı A., Mevlana’dan Sonra Mevlevilik, İstanbul, 1953.
100 Soruda Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, İstanbul, y.y., 1969.
Güllülü, Sabahattin, Sosyoloji Açısından Ahi Birlikleri, İstanbul, Ötüken Yay, I.
Basım, 1977.
Günay, Ünver, Dinî Sosyal Bir Kurum Olarak Ahilik, Erciyes Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Sayı 10, Kayseri, 1998, ss. 69‐77.
Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l‐Beyan fî Kavânîn‐i Âl‐i Osman, Haz. Sevim
İlgüzel, Ankara, TTK Yay., 1998.
İbn Bîbî, el‐Evâmirü’l‐Alâiyye, (Çev. M. Öztürk), Ankara, y.y., 1996.
İbn Batuta, İbn Batuta Seyahatnâmesinden Seçmeler, (Haz. İsmet Parmaksızoğlu),
İstanbul, MEB Yay., 1971.
İbn Kemal, Fetâvâ‐yı Kemalpaşazâde der Hakk‐ı Kızılbaş, Süleymaniye Ktp., Esad Ef.,
3548, vr. 45a‐47b.
Risaletü’l‐Münire, y.y., Cemal Matbaası, 1308.
XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
137
OMÜİFD
Mecmûatü’l‐Fetva, Slm. Ktp., Atıf Ef., 2835.
Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Dârü’l‐Mesnevi, 118.
Fetâvây‐ı İbn Kemal, Nuruosmaniye, 1967.
Tevârih‐i Âl‐i Osman: IX. Defter, Millet Ktp., Ali Emirî (Tarih), 29.
Mecma’ul‐Mesâili’ş‐Şer’iyye fî Ulûmi’d‐Dîniyye, İstanbul Üniv. Merkez Ktp., Nadir
Eserler‐Türkçe, 6253.
İbn Manzûr, Lisanü’l‐Arab, Beyrut: Dâr‐u Sadr, t.y.
İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ 1300‐1600, Çev. Ruşen Sezer,
İstanbul, y.y., 2003.
Osmanlı Devleti’nin Doğuşu Meselesi, Söğütten İstanbul’a Osmanlı Devleti’nin
Kuruluşu Üzerine Tartışmalar, Derleyen Oktay Özel‐Mehmet Öz, Ankara,
y.y., 2000.
İnanır, A., Kanûnî Devrinde Osmanlı’da Hukukî Hayat, İstanbul: Osav Yay., 2011.
“İbn Kemal’in Fetvaları Işığında Osmanlı’da İslâm Hukuku”, Doktora Tezi,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008.
Kal’a, Ahmet, İstanbul Esnaf Birlikleri ve Nizamları‐1, İstanbul, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Yay., 1998.
Kaşkarlı M., Divan‐u Lüğati’t‐Türk, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1986.
Kayaoğlu, İsmet, “Halife en‐Nasır’ın Fütüvvete Girişi ve Bir Fütüvvet
Buyrultusu”, AÜİFD, XXV, (1981), Ankara, ss. 221‐227.
Kazıcı, Z., “Ahilik”, DİA, İstanbul, 1988.
Köksal, M. Fatih, “Kırşehir Müzesinde Ahi Şecerenâmeleri”, II. Ahi Evran‐ı Veli ve
Ahilik Araştırmaları Sempozyumu‐ Bildiriler 13 Ekim 2006, Kırşehir, A. E. Ü.
Ahilik Kültürü Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 2007, ss. 317‐318.
Ahi Evran ve Ahilik, Kırşehir, Kırşehir Valiliği Kültür Hizmeti Yay., 2. Baskı 2008.
Köprülü, M.F. “Anadolu Selçuklularının Yerli Kaynakları”, Belleten, c.VII, (1947),
S. 27, ss. 379‐458.
Lâtifî, Tezkire‐i Latifî, Dersaadet: İkdam Matbaası, 1314.
Ocak, Ahmet Yaşar, “Fütüvvet”, DİA, 1996.
Özcan, Tahsin, Fetvalar Işığında Osmanlı Esnafı, İstanbul, Kitabevi Yay., 2003.
Özen, Ş., ‘’Osmanlı Döneminde Fetva Literatürü’’, Türkiye Araştırmaları Literatür
Dergisi, Cilt 3, Sayı 5 (2005).
“Kemalpazâde’nin Fıkhî Görüşleri”, DİA, 2002.
Öğüt, Eker Gülin, “İletişimde Yüklendiği Fonksiyonla Türk Kültürü İçinde Esnaf
Dükkanlarındaki Levhalarda Ahîlik Gelenekleri”, II. Uluslararası Ahîlik
Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Ankara, KBY., 1999.
Tabakoğlu, ‘’Ahmet, Ahilik ve İş Ahlakı’’, İGİAD İş Ahlakı Sempozyumu, 2008.
Tekindağ, Ş. “Yeni Kaynak ve Vesîkaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim’in
İran Seferi”, İÜEFTED., XVII/22 (1968), ss. 49‐78.
Sancaklı, Saffet “Ahilik Ahlâkının Oluşumunda Hadislerin Etkisi”, İstanbul
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Bahar , 1 (2010).
AHMET İNANIR
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36
138
OMÜİFD
Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l‐Fuâd, İstanbul, Matbaa‐i Âmire, 1288.
Sarıkaya, S. “Osmanlı Devletinin İlk Asırlarında Toplumun Dini Yapısına Ahilik
Açısından Bir bakış Denemesi”, Süleyman Demirel Üniv., İlahiyat Fakültesi
Dergisi, Sayı 6, 1999, ss. 49‐67.
XIII‐XIV. Asırlardaki Fütüvvetnâmelere Göre Dinî İnanç Motifleri, Ankara, Kültür
Bakanlığı Yay., 2002.
Savaş, Saim, XVI. Asırda Anadolu’da Alevilik, İstanbul, Vadi Yay., 2002.
Şahin, İlhan, Osmanlı Devrinde Ahi Evran Zaviyesinin Hususiyetine Dâir Bazı
Mülâhazalar ve Vesikalar; Ahilik ve Esnaf, Ankara, İstanbul Esnaf ve
Sanatkârlar Dernekleri Birliği Yay., 1982.
Şahin, Osman, “İslam Hukukunda Fetva Usulü”, Basılmamış Doktora Tezi,
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam
Bilimleri Anabilim Dalı, Samsun 2002
Uzunçarşılı, İ. H, Osmanlı Tarihi, Ankara: TTK Yay., 1988.
Üçel‐Aybet, Gülgün, Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve İnsanları
(1530‐1699), İstanbul, İletişim Yay., 2003.
Yazıcı, Tahsin, “Fetihten Sonra İstanbul’da İlk Halvetî Şeyhleri: Çelebi
Muhammed Cemaleddin, Sünbül Sinan ve Merkez Efendi”, İstanbul
Enstitüsü Dergisi, 2, (1956) İstanbul, ss. 104‐113.
Yıldırım, S. ‘’Bazı Ahi Şeçere‐nâmelerinin Muhtevaları ve Tarihi Değerleri’’, Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 1994.
Yörük, Doğan, “XV. Yüzyılda Karaman Topraklarında Ahiler ve Ahi Vakıfları”,
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 20, 2008, ss. 665‐684.