XVI ÜZYIL - DergiPark

36
OMÜİFD| 103 Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2014, sayı: 36, ss. 103138. XVI.YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK AHMET İNANIR The Akhi Community in Fatwas of XVI. Century Abstract: In the Ottoman Empire, Shaykh al‐Islām authority was the ultimate authority where all social segments from administrators to tradesmen sought solutions to religious‐legal problems they encountered. In general, fatwas were about problematic areas and exceptional cases. That is to say, not cooperation and solidarity, but conflicts of the ahis subjected to the fatwas. The akhies engaged in production and trade subjected to fatwas, though to a limited degree.It can be concluded from fatwa in this period, akhies were playing a central role in religious, social and economic life. Akhi community played a major role not only in how Anatolia accepted Islam but also how Bu çalışma 1920 Eylül 2012 tarihleri arasında Kırşehir’de düzenlenen II. Uluslararası Ahilik Sempozyumu’nda Şeyhülislam İbn Kemal’in Fetvalarında Ahilikle İlgili Hukuki Sorunlar ve Çözümleri” adlı bildirinin tashih edilmiş ve daha da geliştirilmiş halidir. Yrd. Doç. Dr., Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku ABD [[email protected]].

Transcript of XVI ÜZYIL - DergiPark

   

OMÜİFD| 103 

Ondokuz Mayıs Üniversitesi  

İlahiyat Fakültesi D

ergisi, 

 2014, sayı: 36, ss.  103‐138. 

 

 

 

XVI. YÜZYIL  

OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

 

AHMET İNANIR 

TheAkhiCommunityinFatwasofXVI.Century

Abstract: In the Ottoman Empire, Shaykh al‐Islām authority was the ultimateauthoritywhereallsocialsegmentsfromadministratorstotradesmensoughtsolutions to religious‐legal problems they encountered. In general, fatwaswere about problematic areas and exceptional cases. That is to say, notcooperationand solidarity, but conflictsof the ahis subjected to the fatwas.Theakhiesengagedinproductionandtradesubjectedtofatwas,thoughtoalimited degree.It can be concluded from fatwa in this period, akhies wereplayingacentral role inreligious, socialandeconomic life.Akhicommunityplayed amajor role not only in how Anatolia accepted Islam but also how

                                                               Bu  çalışma 19‐20 Eylül 2012  tarihleri arasında Kırşehir’de düzenlenen  II. Uluslararası 

Ahilik Sempozyumu’nda “Şeyhülislam İbn Kemal’in Fetvalarında Ahilikle İlgili Hukuki 

Sorunlar ve Çözümleri” adlı bildirinin tashih edilmiş ve daha da geliştirilmiş halidir.     Yrd.  Doç.  Dr.,  Gaziosmanpaşa  Üniversitesi  İlahiyat  Fakültesi  İslam  Hukuku  ABD 

[[email protected]]. 

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

104 

OMÜİFD 

Islamic principles and rules affected commercial and social life. VariousAkhieslodgeswouldcompetewitheachother inordertowalkatforefrontof the parade to gain social statusduring the official ceremonies. Ebussuudtried to limit Akhies in the Ahl all Sun‐nah line and the government in thereligious‐legal legitimacy frame, while they are struggling with Akhies, byusinghisfatwas.

Keywords:Ebussuud,Fatwa,AkhiCommunity,Flag,Ceremony.

Öz: Osmanlı’da şeyhülislamlık, yöneticisinden esnafına bütün toplumsalkesimlerinkarşılaştıklarıdini‐hukukisorunlaraçözümarandığısonmercidir.Fetvalargenelliklesorunlualanlarve istisnaidurumlarla ilgilidir.Bunagöreahîlerin birbirleriyle yardım ve dayanışması değil, kavgaları fetvaya konuolmaktadır. Üretim ve ticaretle uğraşan ahîler sınırlı da olsa fetvalara konuolmuştur.Fetvalarayansıdığı kadarıylaahîlerinbudönemdedini, içtimaiveiktisadi hayatın merkezinde olduğu anlaşılmaktadır. Ahilerin Anadolu’nunİslamlaşmasınınyanı sıra İslam’ıngerek ticaretgerekse ictimâîhayatla ilgiliemir ve tavsiyelerinin en üst seviyede yaşanmasına öncülük ettiğisöylenebilir.Ahilerin resmi törenlerde törengeçişi esnasındaprotokoldeenönde yürümek amacıyla kendi aralarında öldürmeye kadar varanmücadelelere rastlanmaktadır. Ebussuûd, fetvalarıyla ahîlerin Ehl‐i sünnetçizgisinde, devletin de onlarla münasebetlerinde dini‐hukuki meşruiyetçerçevesindekalmasınakatkısağladığıanlaşılmaktadır.

AnahtarKelimeler:Ebussuûd,Fetva,Ahîlik,Alem,Tören.

Giriş 

Osmanlı  Devleti  insan  unsuru,  kültür  ve  coğrafya  bakımından 

kendisinden  önceki  Türk‐İslâm  devletlerinin  bir  devamı  olduğundan 

diğer  Türk  devletlerinde  olduğu  gibi  hukuk  bakımından  Hanefi 

mezhebine  bağlı  kalmıştır. Müteahhirin  dönemi Hanefi  fakihleri  klasik 

hukuk  çalışmaları  yanında,  bir  de  günlük  hayatın  sorunlarına  çözüm 

üreten  fetvaları  içeren  fetâvâ  türünde  eserler  telif  etmişlerdir. Osmanlı 

müftüleri  bu  eserlerden  de  istifade  ederek  güncel  sorunlara  fetvalar 

vermişlerdir.  Bu  fetvalar  Osmanlı  fakihleri  tarafından  önemsenmiş  ve 

mecmûalar şeklinde derlenmiştir. Bu sayede klasik fıkıh kitaplarının yanı 

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

105 

OMÜİFD 

sıra fetva mecmûaları  literatürel bir  tür olarak ortaya çıkmıştır. Bu  fetva 

mecmûaları  medreselerde  öğretim  amacıyla  okutulan  klasik  fıkıh 

kitapları  yanında  yargılama  faaliyetleri  esnasında  tatbik  edilecek 

müdevven bir kanun olmadığı dönemlerde hâkimlerin yararlandığı bilgi 

ve yürürlük kaynağı olmuşlardır1. Bu durum Osmanlı hukuk pratiğinin 

oluşmasında fetvanın etkisini göstermesi bakımından önemlidir. 

Günümüzde  Osmanlı  dönemi  fetva  mecmûaları  genel  anlamda 

antropoloji,  sosyal  tarih  ve  özelde  hukuk  tarihi  araştırmaları  açısından 

oldukça  zengin  bir  malzeme  sunmaktadır.  Nitekim  fetva  mecmûaları 

incelendiğinde,  fetvaların  ibadetler  dâhil  hayatın  bütün  alanlarını 

kapsadığı  görülmektedir.2  Özellikle  yöneticiler  kanunnameler 

düzenlerken,  savaş, barış ve  iç  isyanlar3 gibi devlet ve millet hayatında 

yapacakları önemli  iş ve  icraatlarda halkın kabulünü kolaylaştırmak ve 

etkinliğini  artırmak  gayesiyle  dini‐hukuki meşruiyete  önem  vermişler, 

daima  dönemin  etkin  ve  yetkin  hukukçularının  fetvalarına  müracaat 

etmişlerdir4.  Örneğin  Yavuz  Sultan  Selim  ve  Kanuni’nin  kendi 

dönemlerinde İran’la yapılacak savaşla ilgili başta İbn Kemal ve Ebusuûd 

olmak üzere birçok yetkin hukukçudan fetva aldıkları görülmektedir5. 

                                                            1   İbn Kemal,  Fetâvâ‐yı  İbn Kemal, Nuruosmaniye,  1967,  vr.  58a;  Ebussuûd, Mecmûatü’l‐

Fetâvâ,  (Müstensih  Velî  b.  Yusuf),  İstanbul  Müftülüğü  Kütüphanesi,  187,  vr.142a‐b; 

Fahrettin Atar,  “İftâ Teşkilatının Ortaya Çıkışı”, Marmara Üniversitesi  İlahiyat Fakültesi 

Dergisi, 3 (1985), s. 46; Ahmet İnanır, “İbn Kemal’in Fetvaları Işığında Osmanlı’da İslâm 

Hukuku”, Yayınlanmamış Doktora Tezi,  İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 

2008, s. 64. 2   Fetvaların  çeşitli açıdan önemi ve  faydaları konusunda ayrıntılı bilgi  için bkz. Osman 

Şahin,  “İslam  Hukukunda  Fetva  Usulü”,  Basılmamış  Doktora  Tezi,  Ondokuz  Mayıs 

Üniversitesi  Sosyal  Bilimler  Enstitüsü  Temel  İslam  Bilimleri  Anabilim  Dalı,  Samsun 

2002. 3   İbn Kemal, Fetâvâ‐yı Kemalpaşazâde der Hakk‐ı Kızılbaş, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad 

Ef., 3548, vr. 45a‐47b. 4   M.  Ertuğrul  Düzdağ,  Şeyhülislâm  Ebussuûd  Efendi’nin  Fetvaları  Işığında  16.  Asır  Türk 

Hayatı,  İstanbul,  Şûle  Yay.,  1998;  Ahmet  İnanır,  Kanûnî  Devrinde  Osmanlı’da  Hukukî 

Hayat, İstanbul, OSAV Yay., 2011. 5   İbn  Kemal,  Fetâvâ‐yı  Kemalpaşazâde  der Hakk‐ı  Kızılbaş,  vr.  45a‐b; Düzdağ,  s.  173  vd.; 

Şehabettin Tekindağ, “Yeni Kaynak ve Vesîkaların Işığı Altında  Yavuz Sultan Selim’in 

İran Seferi”,    İÜEFTED., XVII/22, 1968, s. 53‐55; Pehlül Düzenli, “Osmanlı Hukukçusu 

Şeyhülislâm  Ebussuûd  Efendi  ve  Fetvaları”, Doktora  Tezi,  Selçuk  Üniversitesi  Sosyal 

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

106 

OMÜİFD 

Ekonomi sistemleri  tabiî olarak  içinde geliştikleri  toplumların  inanç 

ve kültürel değerlerinin  izlerini  taşırlar. Bu  itibarla üretimden  tüketime 

müslümanların taraf olduğu her türlü ekonomik faaliyet, helal ve haram 

gibi  dini  değerlerden  bağımsız  değildir.  Dolayısıyla  ticarî  faaliyetlerle 

ilgili  birtakım  soru  ve  sorunlar  fetvaların  önemli  bir  bölümünü 

oluşturmaktadır.  Bunları  icra  eden  esnafların  gerek  kendi  aralarında 

gerekse  işyerleriyle  ilgili  çeşitli  sorunlar  yaşaması  ve  herkes  gibi  fetva 

makamından  konuyla  ilgili  dini  ve  hukuki  çözüm  araması  söz 

konusudur.  Bu  sebeple  bir  esnaf  örgütü  ahilik  de  çeşitli  yönlerden 

fetvalara konu olmuştur. 

Ahi  teşkilatı devletin yarı‐resmî bir kurumu olmakla birlikte özerk 

bir yapıya sahiptir. Esnaf  içerisinde ortaya çıkabilecek  ihtilaflar, davalar 

teşkilat  içerisinde  halledilir,  mahkemeye  nadiren  başvurulurdu6.  Bu 

nedenle  doğrudan  esnafın  iç  işleyişiyle  ilgili  fetvalara  pek 

rastlanmamaktadır. Ahiler, ocak disiplinini dini hükümlerin üstünde bir 

hukuk olarak kabul etmemekle beraber, onların bu yolu pek kullanmak 

ve kullandırmak istemediği, buna teşebbüs edenleri engellemeye çalıştığı 

anlaşılmaktadır. Ancak bu durum bazı  araştırmacıların  iddia  ettiği gibi 

Ahi birliklerinin devletin  resmî yargı organlarından  tamamen bağımsız 

(şer’i  mahkeme)7  Türk  töresinden  kaynağını  alan  “teâmül  hukuku”na 

bağlı  ayrı  bir  hukuk  sistemine  sahip  olduğu  anlamına  gelmez.  Çünkü 

Ahiler  hâkimin  (kadı)  idaresi  altındaydı.  Zaten  bu  olgu  devlet 

denetiminin  varlığını  göstermektedir.  Üretilen  ve  piyasaya  arz  edilen 

ürünler  hâkimin  bilgisi  dâhilindeydi8.  Yukarıdaki  fetvadan  da 

                                                                                                                                      Bilimler Enstitüsü, 2007, s. 145 vd.; Saim Savaş, XVI. Asırda Anadolu’da Alevilik, İstanbul, 

Vadi Yay., 2002, s. 138; Mustafa Ekinci, Anadolu Alevîliği’nin Tarihsel Arka Planı, İstanbul, 

Beyan Yay., 2002, s. 167‐170; İnanır, “Osmanlı’da İslâm Hukuku”, s. 38.  6   İmdi ma’lum  ola  ki:  bir  gayet müşkil  bir mesele  zuhûr  eyledik  de  ol müşkil mesele 

ocakta olan ahi baba ve kethüdâ ve yiğitbaşı ya fekke yahut tekyenîşin olan azizler hal 

itmeğe  kadir  olmaz  ise  kadı  efendiye  varup  müşkillerinin  hal  iyleye…Olur  olmaz 

şeyden  ötürü mahkemeye,  beğlere  ve  ağalar  kapusuna  varacak  olur  ise …katli  vacip 

olur... (Yıldırım, a.g.e., s. 64) 7   Güllülü, a.g.e., s. 116 vd. 8   Ahmet Tabakoğlu, Ahilik ve İş Ahlakı, İGİAD İş Ahlakı Sempozyumu, 2008, s. 45.  

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

107 

OMÜİFD 

anlaşılacağı  üzere  şeyhülislâmdan  konuyla  ilgili  fetva  alınmış  o  da 

meseleyi  şer’i  mahkeme  hâkimine  intikal  ettirmiş  ve  sorunun  nasıl 

çözüleceğini  etraflıca  belirtmiştir.  Muharebede  birçok  kimse  ölmesine 

rağmen  kısas  cezasından  bahsedilmemiş  olması,  olayın  daha  sona 

ermemiş  olması  gibi  cezayla  ilgili  bazı  şartların  tam  olarak 

oluşmamasından kaynaklandığı söylenebilir. 

Son  dönemlerde  düzenlenen  sempozyum  ve  paneller  sayesinde 

ahilik teşkilatıyla ilgili oldukça önemli ve zengin bir literatür oluşmuştur. 

Ne  var  ki  konuyla  ilgili  çalışmaların  daha  çok  tarih,  fütüvvetname  ve 

seyahatname  kaynaklı  bilgilerden  beslendiği  anlaşılmaktadır. 

Araştırmalarımız  esnasında  maalesef  fetvalarda  ahilik  başlığı  altında 

yapılmış  bir  çalışmaya  henüz  rastlayamadık.  Biz  de  çalışmamızda  bu 

eksikliği  fark  ederek  çeşitli  sebeplerle gözden kaçtığını düşündüğümüz 

fetvalarda ahiliği araştırmaya çalıştık. Her ne kadar ahilik  teşkilatı çoğu 

meseleleri  daha  çok  kendi  iç  bünyesinde  halleden  dini  ve  sosyal  bir 

kurum  olsa  da  kendi  aralarında  halledemedikleri  bazı  sorunlar  da 

bulunmaktadır.  Bu  sorunların  fetvaya  konu  olması  gerektiği 

varsayımından  hareket  ettik.  Çalışmaya  ilk  olarak  ahî  literatüründen 

ahîlik  kavram  ve  terimlerini  tespit  etmekle  başladık. Daha  sonra  ilgili 

fetva mecmûalarında  bu  kavramları  taradık.  Buralarda  tespit  ettiğimiz 

fetvalardan  hareketle  bu  dönem  ahi  teşkilatı  ve  buna  bağlı  birliklerin 

fetvaya konu olan hukuki sorunlarını ve çözümlerini  tespit ettik. Ancak 

fetvalar  çok  geniş  bir  literatür  olduğundan  araştırmamızı  XVI.  Yüzyıl 

Osmanlı  şeyhülislamlarından  bu  yüzyılı  temsil  ettiğini düşündüğümüz 

özellikle de Ebussuûd Efendi fetva mecmûalarıyla sınırlandırdık. Ayrıca 

başta  İbn  Kemal  olmak  üzere  diğer  şeyhülislamların  fetvalarından  da 

istifade ettik. Böylece XVI. yüzyılda Osmanlı fetva literatürüne yansıdığı 

kadarıyla ahilerin karşılaştığı hukuki sorunlar ve çözümleri zengin tarihi 

bilgiler  ışığında  inceleyerek ahilik  literatürüne bir nebze de olsa katkıda 

bulunmayı amaçladık. 

Bu  girişten  sonra  çalışmamız  üç  bölümden  oluşmaktadır.  Bu 

bölümlerde  ilk olarak XVI. yüzyıl Osmanlı Devleti’nde  fetvanın yeri ve 

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

108 

OMÜİFD 

günümüz  sosyal  tarih  araştırmaları  bakımından  kaynak  değerini, 

ardından ise fetvalarda ahilikle ilgili sorunlar ve çözümlerini ele aldık. 

1. XVI. Yüzyıl Osmanlı Devleti’nde Fetvanın Yeri ve Günümüz Sosyal 

Tarih Araştırmaları Bakımından Kaynak Değeri 

“Yiğit,  delikanlı”  anlamındaki  fetâ  kelimesinden  gelen  “fetva”  (fütyâ, 

çoğulu  fetâvâ,  fetâvî) sözlükte “herhangi bir olayın hükmünü açıklayan 

veya hükmünü koyan, güçlükleri çözen kuvvetli cevap” anlamındadır.9  

Fıkıh  terimi  olarak  fetva  ise  fakih  bir  kişinin  sorulan  fıkhî  bir 

meseleye yazılı veya sözlü olarak verdiği cevap, ortaya koyduğu hüküm 

demektir.  Örfte  ise,  sorulan  dini  sorulara  müftüler  tarafından  verilen 

cevaptır. Fıkhî bir meselenin hükmünü fetvaya yetkili kişilerden sormaya 

“istiftâ”  (suâl),  fetvayı  isteyene  “müsteftî”  (sâil),  böyle  bir  meselenin 

hükmünü  sözlü  veya  yazılı  olarak  açıklamaya  “iftâ”,  verdiği  fetva  ile 

hükmü açıklayana da “müftî” denir10. 

Müftüye  sorulan  sorular  sözlü  veya  yazılı  olabilir11. Yazılı  sorulan 

sorulara müftü usûlen yazılı cevap verir. Yazılı fetvalarda genellikle başta 

besmele ve hamdele  ile başlanır ve cevabın sonunda, “Allah‐ü a’lem ve 

billahi’t‐tevfik”  gibi  ibareler  eklenir.  İstanbul  yazma  eserler 

kütüphanelerinde  bu  şekilde  verilmiş  Osmanlı  şeyhülislâmlarına  ait 

yüzlerce  otantik  fetva  bulunmaktadır12.  Ebussuûd’un  fetvalarında  soru 

kısımları  genellikle daha  tafsilatlı  olup  her  şey  anlatıldıktan  sonra  olur 

mu?  diye  sorulur.  Cevapların  uzunluğu  ve  kısalığı  şeyhülislamdan 

şeyhülislama  değişebilir.  Mesela  İbn  Kemal  kısa  cevaplı  fetvalarıyla 

                                                            9   İbn Manzûr, Lisânü’l‐Arab, Beyrut, Dâr‐u Sadr, t.y., XV, s. 145‐148; Ömer Nasuhi Bilmen, 

Hukuku İslâmîyye ve Istılahat‐ı Fıkhiyye Kâmûsu, İstanbul, Bilmen Kitabevi, 1967, I, 246. 10   Atar,  “Fetva”, DİA,  1995,  XII,  s.  486‐487;  “İftâ  Teşkilatının Ortaya  Çıkışı”,  s.  19  vd.; 

İnanır, “İbn Kemal’in Fetvaları Işığında Osmanlı’da İslâm Hukuku”, s. 62. 11   Veli  b.  Yûsuf,  Ebussuûd  Efendi’nin  yazılı  fetvâlarının  yanında  sözlü  fetvâlarını  da 

nakletmiştir.  Bazı  fetvâların  sonunda    “işkâl  olundukda  Mevlânâ  Hazretleri  bi’l‐

müşâfehe  böyle  buyurdular“,    “biʹl‐müşâfehe  takrîr  buyurdular”  kayıtlarına  yer 

vermiştir. (Ebussuûd, a.g.e., vr. 104a, 141a); Düzenli, a.g.e., s. 79.  12   Şükrü  Özen,  “Osmanlı  Döneminde  Fetva  Literatürü”,  Türkiye  Araştırmaları  Literatür 

Dergisi, III, 5 (2005),  s. 258 vd. 

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

109 

OMÜİFD 

meşhur olmuştur13. Ebussuûd’un  cevapları  ise  İbn Kemal’in  fetvalarıyla 

karşılaştırıldığında hem soru hem de cevap kısımları daha tafsilatlıdır. Bu 

yönüyle Ebussuûd  fetvaları sosyal  tarih araştırmacıları  için daha zengin 

malzemeler içerdiği söylenebilir.  

  Ebussuûd’un  fetvaları  incelendiğinde  fetvalar;  teorik  hukuki 

faraziyelerin değil, toplumun yüzleştiği dini ve hukuki aktüel gerçekliğe 

tekabül  eden  olguların  çözümlenmesi  olarak  karşımıza  çıkar.  Gerek 

yönetici olsun gerekse sıradan bir tebaa olsun yaptıkları veya yapacakları 

neredeyse her türlü önemli iş ve işlemlerde fetva alma ihtiyacı duymuşlar 

ve  zamanın  müftüsü  yani  şeyhülislama  müracaat  ederek  lehte14  ve 

aleyhte15  fetva  çıkartmaya  çalışmışlardır.  Osmanlı’da  sultan  da  dâhil 

herkes  fetvalara  karşı  hürmet  göstermek  zorundadır.  Çünkü  fetvalara 

saygısızlık  sürgün  cezası  gibi  ta’zir  cezalarının  yanı  sıra  kişiyi  dinden 

çıkarır ve bu kimseler Müslüman mezarlığına gömülemezler16. 

  Osmanlı hukuk sisteminde dönemin şeyhülislâmının fetvasının bir 

anlamda  bugünkü Yargıtay  kararlarının  işlevini  gördüğü  söylenebilir17. 

Bu  sebeple  hâkimler  kararlarında  hem  fetvayı  hem  de  kanunu  göz 

önünde bulundurmak zorundadırlar. Öyleki bir hâkimin fetvayı dikkate 

almaması  ta’zir  ve  azl  sebebidir18.  Fetvanın  bu  etkinliğine  bağlı  olarak 

                                                            13   Ârifi Hüseyin Çelebi’nin bunu  ifade eden, “İmâm‐ı dîn ü millet a’nî müftî  / Ki yoktur 

ana  benzer  ehl‐i  âdem/  Şu  denlü  ihtisâr  eyler  cevâbı  /  ‘Olur’,  ‘olmaz’  yazar  vallâhu 

a’lem” kıtası  İbn Kemal’in de hoşuna gitmiştir.    (Bkz. Lâtifî, Tezkire‐i Lâtifî, Dersaadet, 

İkdam Matbaası,  1314,  s.  236‐237);  Şükrü Özen,  “Kemalpazâde’nin  Fıkhî  Görüşleri”, 

DİA., XXV, 2002, s. 242. 14   Mesele: Zeyd  fetvası muradınca çıkmadığı ecliden  (için) Amr’a, Zeyd “var  fetvanın ez 

suyunu  iç” dese  şer’an  ne  lazım  olur? Cevap: Tecdid‐i  iman  lazım  olur.  (İbn Kemal, 

Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Nuruosmaniye, 1967, vr. 24b); Ebussuûd, a.g.e., vr. 112a.  15   Mesele: Zeyd hâşâ” ben tanrıyla beraberim” deyüb küfrüne fetvâ‐yı şerîf eylediklerinde 

Zeyd “fetvâya ne  itibar ulemâ yalan  söyler” dese, Zeyd’e ne  lazım olur? Cevab: Öyle 

söyleyeni  fetva  hakkında  eğlemek  cehldendir  hemen  katletmek  lazımdır.  (Ebussuûd, 

a.g.e., vr. 222b). 16   Ebussuûd, a.g.e., vr. 225b; İbn Kemal, Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Dârü’l‐Mesnevi, 118, vr.  22a‐b, 

23b‐24a, 26a; Fetâvây‐ı İbn Kemal, Nuruosmaniye, 1967, vr. 75b, 93a. 

17   Halil Cin ve Ahmet Akgündüz, Türk‐İslâm Hukuk Tarihi, İstanbul, Timaş Yay., 1990, I, s. 

143. 18   Ebussuûd, a.g.e., vr. 21a, 105a; 120a‐b. 

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

110 

OMÜİFD 

davalı  ve  davacıların  şeyhülislam  ve  müftülerden  bolca  fetva  alarak 

mahkemelere getirdiği ve bunun kadıları yargı  faaliyeti  esnasında kimi 

zaman  bunalttığı  anlaşılmaktadır19.  Örneğin  Zenbilli  Ali  Efendi 

müsteftilerin çokluğundan dolayı soruları zenbille çekip cevaplandırdığı 

için  “Zenbilli”  lakabıyla  meşhur  olmuştur.  İbn  Kemal  de  soruları 

mümkün  olan  en  kısa  ifadelerle  hızlı  bir  şekilde  cevaplayarak  fetva 

işlerini yetiştirmeye çalışmıştır. Ebussuûd’un da günlük çok sayıda fetva 

verdiği  rivayet  edilmiştir.  Hatta  bir  defasında  fetva  işlerinin 

yoğunluğundan  şikâyet  ederek Mevleviyyet makamları, Dâhil ve Hâric 

medreselerin  silsileleri  tertip  ve  telhis  hususu  gibi  bürokratik  işlerin 

kendilerine  tevdi  edilmesine  “fetvâ  iştiğali vaktimizi  istî’âb  ederken bu 

bârı  dahi  üzerimize  tahmîl  bize  cevrdir”  diyerek  serzenişte 

bulunmuştur20. Elbette müftüler bu  işleri yaparken tek başlarına değildi. 

Kendilerine  bu  işlerde  yardımcı  olan  çeşitli  personeller 

görevlendirilmiştir. Bu müessese çeşitli değişimlerle beraber Osmanlı’nın 

yıkılışına kadar devam etmiştir.  

Şeyhülislam  fetvaları  ilgili  konuda  devletin  resmi  görüşünü 

yansıtması,  bir  hukuk  kitabına  bakacak  bilgisi  olmayan  kadılar  için 

başvuru kaynağı olması ve halkın ihtiyaçlarına cevap vermesi gibi çeşitli 

saiklerle mecmûalar  halinde  derlenmiştir21. Derlemeler  yapılırken  çoğu 

defa bir mecmûanın tek bir şeyhülislâma ait olmasına dikkat edilmemiş, 

başka şeyhülislâmların fetvaları da aynı mecmûada yer almıştır. Osmanlı 

tarihinde  görev  yapmış  129  şeyhülislamın  ancak  çok  azının  fetva 

mecmûaları  yayınlanmıştır.  Diğer  şeyhülislamların  verdiği  fetvaların 

akıbeti tam olarak bilinmemektedir. Bunda, pek azı müstesna, günümüz 

bilim camiasının önemli bir kısmının böyle bir kaynağın varlığından bile 

haberdar  olmamasının  büyük  rolü  olduğu  söylenebilir.  Şeyhülislâm 

fetvalarının hali böyle olmakla beraber  taşrada görev yapan müftülerin 

verdiği fetvaların akıbeti hakkında bilgi de son derece azdır. 

                                                            19   Ebussuûd, a.g.e., vr. 142a‐b; İbn Kemal, Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Nuruosmaniye, 1967, vr. 17a 20   Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l‐Beyan  fî Kavânîn‐i Âl‐i Osman, Haz.  Sevim  İlgüzel, 

Ankara, TTK Yay., 1998, s. 200; Düzenli, a.g.e., s. 16. 21   İbn Kemal, Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Nuruosmaniye, 1967, vr. 2b, 58a. 

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

111 

OMÜİFD 

Fetvalar genellikle  fıkıh kitaplarında olduğu gibi  temizlik  (kitabü’t‐

taharet),  namaz  (kitabü’s‐salât),  evlilik  (kitabü’n‐nikâh),  alış‐veriş  

(kitabü’l‐bey’)  ve  vakıf    (kitabü’l‐vakf)  gibi  hukukun  ve  hayatın  her 

alanıyla  ilgilidir22.  İşte  araştırma  konumuz  olan  ahilik,  nadir  de  olsa 

fetvalara yansıyan alanlardan biridir.   

Fetvaya  konu  olan  hususlar,  genellikle  hakkında  farklı  görüşlerin 

bulunduğu  ihtilaflı  meselelerle  ilgilidir.  Hayatın  normal  akışı  içinde 

karşılaşılan sorunlar fetvada yer alır. Örneğin Osmanlı’da namaz kılanlar 

değil  daha  çok  kılmayanlar  fetvaya  yansır.  Yine  aynı  şekilde  ahilerin 

sosyal yardım ve dayanışmaya sağladıkları katkılar çok  fazla  fetvalarda 

yer almaz, ancak karşılaştıkları sorunlar konu olur.  

Fetvaların  olgular  için  verilmiş  dini  hükümler  olduğu 

düşünüldüğünde,  fetva mecmûalarının  tarihi  bir  belge  niteliği  taşıdığı 

görülür.  Dolayısıyla  Osmanlı  fetva  mecmûaları  hukuk  sosyolojisi 

bakımından  Türk,  Arap,  Boşnak,  Ermeni,  Yunan,  Bulgar  ve  Sırp  gibi 

bütün  eski Osmanlı  Devleti  unsurları  için  paha  biçilemez  değerde  bir 

kaynaktır. Çünkü bu mecmûalar Osmanlı  resmi  tarihçilerinin yansıttığı 

gerçekliğin ötesinde sokağın gerçek gündemini yansıtır. Bu kaynaklardan 

hareketle  her  hangi  bir  zaman  diliminde  Osmanlı  toplumunu  ana 

damarlar yanında kılcal damarlarına kadar tanıma imkânı vermektedir.    

Fetvanın ve fetva makamının Osmanlı devlet ve toplum hayatındaki 

önemi  dikkate  alındığında,  sosyal  tarih  ve  hukuk  tarihi  açısından  çok 

mühim  bir  kaynağın  görmezden  gelindiği  adeta  yok  olmaya mahkûm 

edildiği  anlaşılmaktadır.  Sırf  bu  sebeple  o  dönemlerle  ilgili  yapılan 

çalışmalar bu yönüyle eksik kalmaktadır.23  

2.Osmanlı’da Dini ve Sosyal Bir Kurum Olarak Ahilik 

Ahi kelimesi Arapça “kardeşim” manasına gelmektedir. Ayrıca, yiğitlik, 

kahramanlık ve cömertlik gibi anlamları olan Türkçe “Akı” kelimesinden 

                                                            22   İnanır, Kanûnî Devrinde Osmanlı’da Hukukî Hayat. 23   Özen, “Fetva Literatürü”, s. 1. 

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

112 

OMÜİFD 

geldiği de  iddia edilmektedir24. Terim olarak ahîlik  ise Anadolu’da XIII. 

yüzyılda kurulup belli kurallarla  işlemiş; birbirini seven, birbirine saygı 

duyan, yardım eden, fakiri gözeten, yoksulu barındıran, işi, çalışmayı bir 

ibadet  sayan;  din,  ahlâk  ve meslek  kurallarına,  toplum  çıkarlarına  sıkı 

sıkıya bağlı esnaf ve sanatkârlar birliğini ifade eder25. Bu birlik Kur’ân ve 

sünnete  dayanan  ilkeleriyle26,  her  devirde  İslâmî‐tasavvufî  düşünce  ve 

hayat telakkisinin içinde yer almıştır27. 

İlk  asırlardan  itibaren  İslâmʹın  yayılmasına  paralel  olarak  Suriye, 

Irak, İran, Türkistan, Semerkant, Endülüs, Kuzey Afrika ve Mısırʹda esnaf 

ve  sanatkârlar  arasında mensuplarına  civanmerd,  ayyâr  (ayyârân),  fetâ 

(fıtyan) gibi isimlerle fütüvvet teşkilatının yaygın olduğu bilinmektedir28.  

Ahiliğin Anadolu’da  kurulmasında  da  fütüvvet  teşkilatının  büyük 

tesiri  olduğu  söylenebilir.  Nitekim  Abbasî  Halifesi  Nâsır  Lidinillah 

(575622  /  1180‐1225)  siyasî  ve  sosyal  durumu  gittikçe  bozulan  devlet 

otoritesinin  yeniden  kurulmasında  ve  içtimaî  huzurun  sağlanmasında 

fütüvvet birliklerinden yararlanmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu amaçla 

o,  dönemin  fetâlarının  başkanı  ya  da  şeyhi  konumunda  bulunan 

Abdülcebbar’ın  elinden  1182  yılında  fütüvvet  giysisi  giymek  suretiyle 

fütüvvete  girmiştir.  Daha  sonra  Halife,  fütüvveti  düzene  sokarak 

başkanlığını  eline  almış  ve  böylece  siyasal  erkini  güçlendirmeye 

                                                            24   Kaşkarlı Mahmud, Divanu Lüğati’t‐Türk, Ankara, Türk Dil Kurumu Yay., 1986, 2. Baskı, 

I, s. 90; Ziya Kazıcı, “Ahîlik”, DİA, 1988, I, s. 540‐541. 25   Ferhat Erarı, “Ahîlik ve Ahîlik Kültürünün  İktisadî Hayatımızdaki Anlam ve Önemi”,  

II. Uluslararası Ahîlik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Ankara, KBY., 1999, s. 118. 26   1471  tarihli  Ahi  şeçeranamesinde  şer’i  şerif  ve  emr‐i  padişahiye  itaat  etmeyenlerin 

tecdid‐i  iman ve  tecdid‐i nikah etmeleri gerektiği  inatları halinde katl edileceği  fetvası 

yer  almaktadır.  (Bkz.  Seyfi  Yıldırım,  “Bazı  Ahi  Şeçere‐nâmelerinin  Muhtevaları  ve 

Tarihi Değerleri”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1994, 

s. 51, 70). 27   Mehmet  Demirci,  “Ahîlikte  Tasavvufî  Boyut:  Fütüvvet”,  İlahiyat  Fakültesi  Dergisi,  7 

(1992) Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları,  s. 84;   Kazıcı,  I,  s. 540; Ahmet Yaşar Ocak, 

“Fütüvvet”, DİA., 1996, XIII, s. 262‐263; Saffet Sancaklı, “Ahilik Ahlâkının Oluşumunda 

Hadislerin Etkisi”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Bahar , 1 (2010), s. 3. 28   Ünver  Günay,  “Dinî  Sosyal  Bir  Kurum  Olarak  Ahilik”,  Erciyes  Üniversitesi  İlahiyat 

Fakültesi Dergisi, 10 (1998), s. 70. 

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

113 

OMÜİFD 

çalışmıştır. Bu tavrının bir uzantısı olarak kendisini fütüvvet lideri olarak 

kabul etmeyen diğer  fütüvvet birliklerini  fütüvvetle  ilgili  sayılmayacağı 

gerekçesiyle tasfiyeye çalışmıştır29. Resmileşen fütüvvet teşkilatı halifeliğe 

destek  olma  yolundaki  etkisini  kısa  zamanda  göstermiş,  bazı 

hükümdârlar  kendiliğinden  Bağdat’a  gelerek  Halife  Nâsır’ın  elinden 

şalvar giymiş ve kâse içmişlerdir. Selçuklu Devleti hükümdârı I. İzzeddin 

Keykâvus  da Halife Nâsır’la  temasa  geçenler  arasında  bulunmaktadır. 

Yine  aynı  şekilde  Gıyâseddin  Keyhusrev  de  Halifeyle  temas  kurarak; 

Muhyiddin  İbnüʹl‐Arabî, Evhadüddîn‐i Kirmanî ve Anadoluʹda Ahîliğin 

kurucusu Ahî Evran  namıyla  bilinen  İranʹın Hoy  şehrinde doğan  Şeyh 

Nasîrüddin  Mahmûd  el‐Hoyî  (ö.1262)  gibi  büyük  mürşid  ve  mu‐

tasavvıfları Anadoluʹya  davet  etmiştir. Alâeddin Keykubad  zamanında 

meşhur  mutasavvıf  Şehâbeddin  Sühreverdi’nin  Anadoluʹya  gelmesiyle 

birlikte Anadoluʹda Ahi teşkilâtlanması önemli bir aşama kaydetmiştir30.  

Ahi  Evran  özellikle  I.  Alâeddin  Keykubadʹın  büyük  destek  ve 

yardımıyla, bir taraftan İslâmî‐tasavvufî düşünceye ve fütüvvet ilkelerine 

bağlı kalarak tekke ve zaviyelerde şeyh mürid ilişkilerini, diğer taraftan iş 

yerlerinde  usta,  kalfa  ve  çırak  münasebetlerini  ve  buna  bağlı  olarak 

iktisadî  hayatı  düzenleyen  Ahîliğin  Anadoluʹda  kurulup  gelişmesinde 

büyük  rol  oynamıştır.  Kısa  zamanda  Anadoluʹnun  her  köşesine  hızla 

yayılan  bu  teşkilât  siyasi,  sosyal  ve  iktisadî  açıdan  büyük  bir  güce 

ulaşmıştır31.  Hatta  dönemin  hükümdarları  I.  İzzeddin  Keykâvus  ve  I. 

                                                            29   İsmet  Kayaoğlu,  “Halife  en‐Nasır’ın  Fütüvvete  Girişi  ve  Bir  Fütüvvet  Buyrultusu”, 

AÜİFD,  XXV,  (1981),  Ankara,  s.  221‐229;  Saffet  Sarıkaya,  “Osmanlı  Devletinin  İlk 

Asırlarında Toplumun Dini Yapısına Ahilik Açısından Bir bakış Denemesi”, Süleyman 

Demirel Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi, (6) 1999, Sayı, s. 51; Kazıcı, a.g.m., I, s. 540; 

Sabahattin  Güllülü,  Sosyoloji  Açısından  Ahi  Birlikleri,  İstanbul,  Ötüken  Yay,  1977,  I. 

Basım, 35. 30   Mikail Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının Kuruluşu, Konya, y.y., 1991, s. 81; Günay, 

a.g.e., s. 71. 31   Kadir Arıcı, “Bir Sivil Toplum Kuruluşu Olarak Anadolu Ahîliği  (Ahîyan‐ı Rum)”,  II. 

Uluslararası Ahîlik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Ankara, KBY., 1999, s. 38; Kazıcı, a.y. 

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

114 

OMÜİFD 

Alâeddin Keykubad da aynı gerekçeyle fütüvvet teşkilâtına girme gereği 

duymuşlardır32. 

Bu dönemde daha önceleri siyasi  iktidara rakip olabilecek bağımsız 

bir güç görünümünde olan ahi birliklerinin  iki  şekilde kontrol edilmeye 

çalışıldığı  anlaşılmaktadır.  Bunlardan  birincisi  lehlerine  yapılan  arazi 

vakıfları  ile  tekke ve zaviyeler  inşa edilmek suretiyle ekonomik yönden 

bağımlı  kılınmak,  diğeri  ise  yöneticilerin  şedd  kuşanarak  doğrudan 

birliklere  girmesi  ve  yönlendirmesi  şeklinde  olmuştur33.  Osmanlı 

devletinde  de  aynı  siyasetin  devam  ettiği  anlaşılmaktadır. Nitekim  İbn 

Kemal  bir  eserinde  kendi  dönemindeki  sultan‐şeyh  ilişkilerini 

sorgulayarak,  dönemin  devlet  erkânının  kendi  dünyevî  makamlarının 

devamı için dua etsinler diye bazı şeyhleri koruduklarını, bu şeyhlerin de 

maddi  imkânlardan yararlanmak  için onların yanından ayrılmadıklarını 

iddia etmektedir34. 

Ahi  birlikleri  bilhassa  XIII.  yüzyılda  devlet  otoritesinin  iyice 

zayıfladığı  Moğol  istilâsı  sırasında  yerel  otorite  merkezleri  olarak  ön 

plana çıkmış, Anadoluʹda asayiş ve belediyecilik gibi birçok görevi yerine 

getirmiştir.  Özellikle  Tokat  ve  Sivasʹı  ele  geçiren  Moğollarʹa  karşı 

Kayseriʹyi başarıyla savunmuşlardır35. 

Ahiler  Osmanlı  devletinin  kuruluş  yıllarında  büyük  rol 

oynamışlardır. Hatta denebilir ki merkezi otoritenin kuruluşu  sırasında 

oluşan devlet kadrolarının neredeyse tamamı Ahi liderlerinden meydana 

gelmiştir36. Örneğin bir Ahi şeyhi olan Şeyh Edebali Osmanlı Devleti’nin 

kurucusu  olan Osman Gazi’ye  kızını  vermiş  ve  onunla  akrabalık  bağı 

                                                            32   İbn Bîbî, el‐Evâmirü’l‐Alâiyye, (Çev. M. Öztürk), Ankara, y.y., 1996, I, s. 176‐178, 248‐251; 

Sarıkaya, a.g.m., s. 52. 33   Sarıkaya, a.g.m., s. 50; Güllülü, a.g.e., s. 49. 34   İbn Kemal, Risaletü’l‐Münire, y.y., Cemal Matbaası, 1308, s. 46. 35   Kazıcı,  a.y.; Güllülü,  a.g.e.,  s.  88; Günay,  a.g.m.,  s.  74;  Bayram,  a.g.e.,  s.  73‐127; Halil 

İnalcık,  Osmanlı  Devleti’nin  Doğuşu  Meselesi,  Söğütten  İstanbul’a  Osmanlı  Devleti’nin 

Kuruluşu  Üzerine  Tartışmalar,    Derleyen  Oktay  Özel‐Mehmet  Öz,  Ankara,  y.y.,  2000, 

s.227‐232. 36   Âşık Paşazâde, Osmanlı Tarihi, İstanbul, Matbaa‐i Âmire, 1332, s. 39‐40. 

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

115 

OMÜİFD 

kurmuştur37.  Orhan  Gazi  ise  ahilikte  bir  ünvan  olan  “İhtiyârûddin” 

lakabını  almıştır.  Yine  Sultan  I.  Murad  şedd  kuşanmış  ve  ahilikten 

fetihlerde askerî bir güç olarak faydalanmıştır. Ayrıca Düzmece Mustafa 

olayında da Bursaʹyı ona karşı savunmuşlardır. Özellikle Fâtih devrinden 

itibaren Ahîlik  siyasî  bir  güç  olmaktan  çıkarak  esnaf  birliklerinin  idarî 

işlerini düzenleyen bir teşkilat halini almaya başlamıştır38.  

Ahiliğe  giriş  şerbet  içmek  (şürb),  şedd  veya  peştemal  kuşanmak, 

şalvar  giymekle  gerçekleşmektedir.  Bu  dönemde,  teşkilâta  ilk  defa 

girenlere  yiğit  veya  çırak  adı  verilir,  Ahilik  ise  daha  sonra 

kazanılmaktadır. Ahiliğin esasları, ahlâkî ve ticarî kaideleri fütüvvetnâme 

adı verilen nizamnamelerde yazılıdır. Teşkilata girecek kimse ilk önce bu 

kitaplarda  belirtilen  dinî  ve  ahlâkî  emirlere  uymak  zorundadır. 

Fütüvvetnâmelere  göre,  teşkilât  mensuplarında  bulunması  gereken 

vasıflar vefa, doğruluk, emniyet, cömertlik, tevazu, ihvana nasihat, onları 

doğru yola sevk etme, affedici olma ve tövbedir. Şarap içme, zina, yalan, 

gıybet  ve  hile  gibi  davranışlar  ise  meslekten  atılmayı  gerektiren 

sebeplerdir39. 

Büyük  şehirlerde  çeşitli  gruplar  halinde  teşkilâtlanan  ahîlerin  her 

birinin müstakil bir zaviyesi varken küçük şehirlerde ise muhtelif meslek 

gruplarından  tek  bir  birlikle  temsil  edilmekteydiler.  Bu  birlikler 

mesleklere  ait problemleri  halletmekte ve devlet  ile  olan münasebetleri 

düzenlemekteydiler. Mal ve kalite kontrolü, fiyat tespiti bu birliklerin aslî 

göreviydi.  Ancak  esnafın  bütün  işlerine  Ahilerin  baktığı  anlamına 

gelmez.  Zira  Ahiler  başta  “ihtisap”  müessesesi  olmak  üzere  devletin 

denetimi  ve  kontrolü  altındaydı.  Bunların  başında  şeyh,  halife  veya 

nakibler,  bütün  esnafın  en  üst  makamında  ise  şeyhüʹl‐meşâyih 

bulunuyordu.  Ayrıca  mesleğin  geleceği  açısından  çırakların  yetiş‐

tirilmesine  de  çok  büyük  önem  veriliyordu.  Ahîlerin  toplantı  yeri  ve 

                                                            37   Âşık Paşazâde, a.g.e., s. 6. 38   Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlana’dan  Sonra Mevlevilik,  İstanbul,  y.y.,  1953,  s.  275; Neşet 

Çağatay, Bir Türk Kurumu Olarak Ahilik, Ankara, TTK Yay.,  1997,    2. Baskı,  s.  50  vd.; 

Kazıcı, a.g.m., I, s. 540; Güllülü, a.g.e., s. 103. 39   Kazıcı, a.y. 

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

116 

OMÜİFD 

konuk evi olarak kullandıkları Ahî zaviyelerine işçi ve çıraklardan başka 

öğretmenler, müderrisler, kadılar, hatipler, vâizler, emirler yani bölgenin 

faziletli, saygın ve ulu kişileri de devam ederdi40.  

Ahilik  teşkilatı  Bizans  localarına  bağlı  Rum  ve  Ermeni  ustaların 

elinde ve  tekelinde bulunan sanat ve  ticaret  faaliyetlerine Türk esnaf ve 

sanatkârların  da  katılımlarını  sağlamış,  gayri  müslim  tüccarlara  karşı 

Türklerin  Anadolu’da  şehir  ekonomisine  hâkim  olmalarına  ve 

hâkimiyetlerini yaygınlaştırmalarına yardımcı olmuştur. Bu sayede Türk 

esnaf ve sanatkârları iktisadî hayatta söz sahibi olurken diğerleri giderek 

zayıflamıştır41. 

Ahilikle  ilgili  kısa  bilgilerden  sonra  şimdi  fetvalarda  ahilikle  ilgili 

sorunlar ve hukukî çözümleri tespit edilmeye çalışılacaktır. 

3. Fetvalarda Ahilikle İlgili Sorunlar ve Hukukî Çözümleri 

3.1. Ahilikte Meslek Pîrleri 

Fütüvvetnameler  fütüvvet  teşkilatının âdâb,  töre ve kaidelerini didaktik 

bir tarzda açıklayan ve üyelerinin el kitabı hüviyetindeki eserlerdir42. Bu 

eserlerde yer  alan bilgiye göre  fütüvvet  ehli,  fütüvvetin Hz. Adem’den 

(a.s.)  başlayıp  peygamberler  silsilesi  yoluyla  Hz. Muhammed’e  (s.a.v) 

kadar hemen her birini hayatlarında uğraşmış oldukları işlere göre birer 

sanat pîri, birer “ilk usta” olarak kabul etmişlerdir. Silsile Hz. Ali’den Hz. 

Muhammed ve Allah’a veya Hz. Muhammed’den Hz Adem ve Allah’a 

ulaşır43. Hz. Adem çiftçi, Hz. Şit hallac, Hz. İdris terzi, Hz. Nuh tüccar ve 

gemici,    Hz.  İbrahim  marangoz,  Hz.  İsmail  avcı,  Hz.  İshak  ve Musa 

çoban, Hz. Davut  zırhçı, Hz. Süleyman örücü, Hz. Lokman hekim, Hz. 

Yunus balıkçı, Hz.  İsa  seyyah, Hz. Muhammed bahçıvan ve  tüccarların 

                                                            40   Çağatay,  a.g.e.,  s.  92; Yıldırım,  a.g.e.,  s.  69;   Kazıcı,  a.y.; Günay,  a.g.m.,  s.  73; Sancaklı, 

a.g.m.,  s.  4;  Ahmet  Kal’a,  İstanbul  Esnaf  Birlikleri  ve  Nizamları  1,  İstanbul,  İstanbul 

Büyükşehir Belediyesi Yay., 1998, s. 69. 41   Güllülü, a.g.e., s. 92. 42   M.Fuad Köprülü, “Anadolu Selçuklularının Yerli Kaynakları”, Belleten, 7  (1947), s 445‐

446. 43   Sarıkaya, a.g.m., s. 58. 

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

117 

OMÜİFD 

pîri olarak kabul edilir. Bunlar arasında Hz. Adem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim 

ve  Hz.  Muhammed  ulü’l‐azm  peygamber  olup  “dört  pîr”  olarak 

diğerlerinden ayrı bir yeri vardır44. 

Önceki dönemlerde olduğu gibi Osmanlı döneminde de esnaf birlik‐

lerinin  idare tarzına çok büyük önem verilmiştir. Ahi birlikleri aşağıdan 

yukarıya  doğru,  bütün  kademeleri  birbirine  bağlanmış,  dışa  kapalı, 

disiplinli bir meslek birliği olduğundan, bu birlik içinde gelişen sanat da 

bir sır olarak kuşaktan kuşağa titizlikle aktarılmaktadır. Bunun içindir ki 

Ahi ahlakı gereğince hüdâi perver (kendi kendine yetişmiş) olmayıp “pîr 

perver” olmak gerekmektedir. Yani bir üstattan el almadan veya üstadın 

rehberliği  olmadan  bir  sanata  sahip  olmak  caiz    olmayıp  bir  üstattan 

sanatın  sırlarını  öğrenmek  ahlaki  bir  zorunluluktur45.  Bu  durum 

Ebussuûd’a bir soru olarak yöneltilmiştir. Fetva şöyledir: 

Zeyd  esnâ‐yı  kelamda  “hüdâi  perver  değil  pîr  perverim”  diyen 

Zeyd’e  ne  lâzım  olur?  el‐Cevab: Murâdı  sonradan  tehzib‐i  ahlak  ettim 

demek olıcak küfür lâzım olmaz. Ebussuûd46. 

Görüldüğü üzere fetvasında Ebussuûd, pîr perver olmayı da kişinin 

ahlakını  güzelleştirme  çabası  olarak  nitelendirmektedir.  Ebussuûd,  bir 

pîre  bağlı  olmaktan  temel  maksadın  özürsüz  ve  helal  mal  üretmek 

olduğunu, bunlara dikkat edildiği  takdirde pîrin olmazsa olmaz bir  şart 

olmadığını  belirtmektedir.  Bu  da  Osmanlı  Ahisi’nin  iş  ahlakını 

oluşturmak  ve  geliştirmek  amacıyla  mensuplarına  gerekli  değerler 

eğitimi verdiği anlamına gelir. Ahlâkın temelinde insan, dolayısıyla emek 

olduğu düşünüldüğünde kaliteli ürünün ve güvenilir iş ortamının ancak 

yüksek  iş  ahlakına  sahip  kimseler  tarafından  gerçekleştirileceği 

gerçeğinin  ahilerce  yüzyıllar  önce  bilindiği  ve  uygulandığı  görülür. 

Buradan hareketle Ahi  ahlakında doğruluk,  ekonomik hayatın olmazsa 

                                                            44   Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l‐Fuâd,  İstanbul, Matbaa‐i Âmire,  1288,  s.  81; Çağatay, 

a.g.e., s. 161; Güllülü, a.g.e., s. 107‐108; Sarıkaya, a.g.m., s. 63. 45   Osman Nuri Ergin, Mecelle‐yi Umûr‐u Belediye, İstanbul, Matbaa‐i Osmaniye, t.y. I, s. 559; 

Güllülü, a.g.e., s. 108.  46   Ebussuûd, a.g.e., vr. 226a. 

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

118 

OMÜİFD 

olmazıdır. Bu da eşyanın ancak bilinen bir şekilde üretilmesi ve belirli bir 

fiyata  satılması  anlamına  gelmektedir47.  Bu  nedenle Ahilik  kurumunda 

bireye  sadece  mesleki  bilgiler  değil  aynı  zamanda  dinî,  ahlakî  ve 

toplumsal  bilgiler  de  verilmiştir.  Bu  itibarla  Osmanlı’da  esnaf  birlik 

başkanlarının son derece önemli bir konumu vardır. Bu o kadar önemli 

bir  husustur  ki  bazı  Osmanlı  esnafı,  esnaf  birliğinin  pîri  bulunmadığı 

hallerde  imal  ettiği  ürünün  helal  gıda  kapsamında  olup  olmadığından 

şüpheye bile düşmekte ve bunu fetvaya konu etmektedir: 

Zeyd‐i helvacı “bizim pîrimiz yoktur yediğimiz haramdır, bunu telif 

etsene” dese  ona  ne  lâzım  olur?  el‐Cevab:  Pîr  lâzım  değildir,  balı  yağı 

helal olup özürsüz bey’u şira’ ederse helaldir. Ebussuûd48. 

Ancak Ebussuûd Efendi fetvasında dinî açıdan pîrin olmazsa olmaz 

bir şart olmadığını, üretilen ürünün meşru şeylerden özürsüz bir şekilde 

yapılmasının  helal  olması  için  yeterli  olduğunu  ifade  etmektedir. 

Kanaatimizce  halkın  pîr  noksanlığını  fetvaya  konu  yapması,  kamu 

vicdanında Osmanlı’da ahiliğin helal maldan sağlam ürün üretme, yani 

bir anlamda kalite kontrol ve helal gıda sertifikası veren bir kurum görevi 

de yaptığını göstermektedir.  

Ahilik  teşkilatında  sanat  erbabı  içinde  en  dürüst  ve  en  çok  saygı 

değer olan, muhtemelen yaşça da önde bulunan bir üstat, teşkilâtın reisi 

olup  kendisine  şeyh,  ahi  veya  nakib  deniliyordu.  Ahilerin  kendi 

aralarında bir reis seçiliyor ve buna Ahi Baba adı veriliyordu. Anadolu, 

Rumeli, Bosna ve Kırım gibi Osmanlı coğrafyasındaki Ahi Babalar, genel‐

likle Kırşehirʹdeki Ahi Evran Tekkesi’nde bulunan  şeyhe bağlıydılar ve 

Ahi Babalar bir anlamda onların çeşitli illerdeki vekilleriydi49. Ahi Evran 

Zâviyedârının zenaat mensupları üzerinde bir tarikat şeyhi kadar nüfûzu 

                                                            47   İbrahim  Durak‐  Atilla  Yücel,  “Ahiliğin  Sosyo‐Ekonomik  Etkileri  ve  Günümüze 

Yansımaları”,  Süleyman  Demirel  Üniv.,  İktisadi  ve  İdari  Bilimler  Fakültesi  Dergisi,  X,  2 

(2010), s. 161. 48   Ebussuûd, a.g.e., vr. 222b. 49   Çağatay, a.g.e., s. 180; Ekrem Erdem, Ahilik, Ahlakla Kalitenin Buluştuğu Bir Örgütlenme 

Modeli, Kayseri, Kayseri Esnaf ve Sanatkarlar Birliği, 2004, 2. Baskı, s. 15; Ergin, a.g.e., I, 

s. 537‐539; Sarıkaya, a.g.m., s. 58. 

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

119 

OMÜİFD 

vardı. Bir de  esnaf  arasındaki  inzibatı  temin  eden  ve  “yiğitbaşı”  yahut 

“server” denilen  ikinci bir  reis bulunuyordu. Ahi Baba, kethudâ, üstâd, 

yiğitbaşı ve halifelerin icazet ve inabetlerinin verilmesi, ayrıca yolsuzluğu 

sabit  olan Ahi  Babasının  azledilip  yerine  başkasının  tayin  edilmesi  de 

öteden  beri  Ahi  Evran  Zaviyesi  şeyhi  tarafından  yapılmaktaydı.  Bu 

amaçla  yapılan  törenler  sonunda Ahi Evran Zaviyesi’nin masraflarında 

kullanılmak üzere berât‐ı pâdişâhî ile aidat ödenmekteydi. Ancak zaman 

zaman  bu  aidatı  ödemek  istemeyen  ve  Ahi  Evran  Zaviyesi’nin  atama 

yetkisini gasp eden kimseler de bulunmaktaydı. Buna karşılık Ahi Evran 

Tekkesi  Zâviyedârının  yetkisini  aşarak  hakkı  olmayan  ücret  istediğine 

dair çeşitli şikâyetler ve bunlara ait tarihi vesikalar da bulunmaktadır50.  

Her  mesleği  bir  pîrle  ilişkilendirme  anlayışı,  meşru  ve  meşru 

olmayan  her  sanata  yansımıştır.  Berberlerin  pîri  de  Selman‐ı  Farisi’dir. 

Meşru bir şekilde çalışan berberlere değil de kabzadan yukarı sakal kesen 

berberlere  iyi  gözle  bakılmamış  ve  kınanmıştır.  Bütün  Müslüman 

coğrafyada olduğu gibi Osmanlı’da da sakal, dindarlığın alameti olarak 

görülmektedir.  Bu  anlayışın  bir  sonucu  olarak  sakal  kesen  berberlerin 

pîrinin Ebu Cehil ve şeytan olduğu iddia edilmiştir: 

Zeyd  sakalı  traş  eden  ve  kırkan  berberin  üstadı  “İblis  ve  Ebu 

Cehil’dir” dese, Zeyd’e ne lâzım olur? el‐Cevab: Ebu Cehil olduğu malum 

değildir ama evvelki haktır, her fi’l‐i nâmeşrû ol öğretir. Ebussuûd51.

İbn  Kemal  döneminde,  sakal  tıraşı  yapan  berberlere  ücret  verilip 

verilmeyeceği  veya  verilen  ücretin  helal  olup  olmadığı  sorgulanmıştır. 

İbn Kemal, akdin konusu meşru olmadığı gerekçesiyle  sakalı kabzadan 

eksik  kestirmek  karşılığında  berbere  verilen  ücretin  haram  olduğunu 

belirtmektedir52.  

                                                            50   Saffet Sarıkaya, XIII‐XIV. Asırlardaki Fütüvvetnâmelere Göre Dinî  İnanç Motifleri, Ankara, 

Kültür Bakanlığı Yay., 2002, s. 60;  İlhan  Şahin, Osmanlı Devrinde Ahi Evran Zaviyesinin 

Hususiyetine Dâir Bazı Mülâhazalar ve Vesikalar; Ahilik ve Esnaf, Ankara, İstanbul Esnaf ve 

Sanatkârlar Dernekleri Birliği Yay., 1982, s. 168‐169; Kal’a, a.g.e., s. 333‐334.    51   Ebussuûd, a.g.e., vr. 184b; Düzdağ, a.g.e., s.296. 52   İbn Kemal, Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Nuruosmaniye, 1967, vr. 61b. 

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

120 

OMÜİFD 

Kısaca Ahi meslek pîrlerinin Osmanlı’da sahip olduğu bu etkin güç, 

beraberinde devletin Ahi başkanlarını belirleme ihtiyacı duymasına sebep 

olmuştur.  

3.2. Ahi Birliklerinin Başına Ahi, Nakib ve Şeyhin Atanması 

XIII‐XV. yüzyıl Anadolu’sunda Moğol istilası sebebiyle güçlü bir merkezi 

otorite  olmadığından Ahiler,  zanaatın  dışında  şehirlerin  yönetimine  de 

mahalli  bir  otorite  olarak  hâkimdiler.  Ancak  Fatih  Sultan  Mehmet’le 

birlikte  merkezîleşme  eğilimi  gösteren  Osmanlı  devleti,  daha  bu 

dönemde ahilerin  siyasi etkinliğini azaltarak  şehirlerde  sadece bir esnaf 

lonca  teşkilatına  dönüştürmeye  çalışmıştır53.  Bu  amaçla  bazı  ahilerin 

elindeki  vakıf  ve  mülklerin  bir  kısmının  nesh  edildiği  veya  tımara 

çevrildiği bilinmektedir54. Buna  rağmen doğrudan ve dolaylı bir  şekilde 

ahilerin  etkin  olduğu  vakıflar  incelendiğinde  XV.  yüzyılın  sonlarında 

(1476‐1500) hala ahilerin  toplum  içindeki etki ve nüfuzu artarak devam 

ettiği görülür. Ayrıca bunların,  şehir merkezleri yanında en ücra köy ve 

mezraalarda  bile  faaliyette  bulundukları,  buralarda  sadece  zâviyeler 

değil,  aynı  zamanda  cami,  mescid,  türbe  ve  medrese  gibi  vakıflar 

kurdukları ve bunları  idare ettikleri dikkate alındığında sahip oldukları 

güç  daha  iyi  anlaşılır.  Bunda  Fatih’in  sağlığında  ses  çıkaramayan 

muhalefet unsurlarının II. Bayezid’in etrafında toplanarak eski haklarının 

iade  edilmesini  sağlamaları  etkili  olmuştur. Nitekim  1483  tarihli  vakıf 

defterindeki  kayıtlardan da  bu durum  açıkça  görülmektedir. Böylelikle 

toplum  içindeki nüfuzlu yerel unsurların güçlerinin kırılmasına yönelik 

merkezî politikanın bu dönemde, sonuçlandırılamadığı söylenebilir55. 

Yavuz Sultan Selim dönemine gelindiğinde mevcut siyasi ve sosyal 

şartlar altında adeta kendi içinde özerk bir kurum hüviyetinde olan ahilik 

teşkilatının  özerkliği  kaldırılarak  resmi  görevli  tayin  etme  gereği 

                                                            53   Kazıcı, a.g.m., I, s. 541; Halil  İnalcık, Osmanlı  İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300‐1600), Çev. 

Ruşen Sezer, İstanbul, y.y., 2003, s.158. 54   Doğan Yörük,   “XV. Yüzyılda Karaman Topraklarında Ahiler ve Ahi Vakıfları”, Selçuk 

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (20) 2008, s. 667. 55   İnalcık, Klâsik Çağ, s.35; Yörük, a.g.m., s. 679‐680.  

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

121 

OMÜİFD 

duyulmuştur. Bu dönemde Osmanlı yönetimi, aynı zamanda bir şeyh ve 

devlet  başkanı  sıfatına  sahip  olan  Türk  asıllı  Şah  İsmail  liderliğindeki 

Safevi devletinin siyasi ve ideolojik tehdidi altındaydı. Şah İsmail, İran’da 

siyasi  birliği  sağlayarak  halkını  rahata  kavuşturan  imar  faaliyetleri 

gerçekleştirmiş  ve  II.  Bayezid’in  yaşlılığını  fırsat  bilerek  Osmanlı 

Devleti’nin  içinde  bulunduğu  yoksulluğu  ve  otorite  zayıflığını 

değerlendirmeye  çalışmıştır.  Ayrıca  kendisinin  Hz.  Peygamber  (sav) 

soyundan geldiğini  ileri  sürerek halkın, Peygamber ve Ehl‐i Beytʹe olan 

sevgisinden  yararlanmaya  çalışmıştır.  Nitekim  fütüvvet  zincirinin  Hz. 

Muhammed’den  Hz.  Ali’ye  geçtiği  ve  ona  da  Hz.  Cebrail  vasıtasıyla 

verildiğine  inanılmaktadır. On  iki  imama yapılan atıflar ve  şecerelerinin 

Hz. Ali’ye bağlanması gibi  inançlar ahilik  ile  Şii‐batini  inancın birtakım 

ortak  yönlerini  göstermektedir56.  Dolayısıyla  Şah  İsmail’in, 

propagandacıları  (dâî)  vasıtasıyla  bunu  istismar  etmemiş  olması 

düşünülemez.  Bazı  ahilerin  ideolojik  ve  iktisadi  sebeplerin  de  etkisiyle 

Osmanlı’dan  daha  çok  Safevî  tarafına  meylettikleri  söylenebilir. 

Yönetimin  bu  alandaki merkezileşme  siyasetinde dış  tehdidin  etkili  bir 

unsur  olduğu  söylenebilir.  Osmanlı  yönetimi  ahilerin  özerk  gücünü 

kırmak  amacıyla  önce  cebeci  ve  topçu  gibi  bazı  üretim  kollarına  bağlı 

birlikler askerileştirmiş, bunun dışında kalan Ahi reislerinin tayin yetkisi 

ise Ahi Evran Zaviyesi’ne vermiştir. Ahilik teşkilatı bu sayede doğrudan 

devlet  tarafından  atanan  “Esnaf  Şeyhleri”  veya  “Ahi  Baba”lar  ve 

“Kethüda”larla  yönetilmeye  başlanmıştır.  Ayrıca  tespit  edilen  ham 

madde ve ma’mûl eşya fiyatlarının onayı, kadıların yetkisine bağlanmış, 

uygulamadaki aksaklıkları denetim yetkisi ise “muhtesiplere” verilmiştir. 

Böylece  bu  birlikler  bağımsız  esnaf  birliği  olmaktan  çıkmıştır57  Ahi 

birliklerinin  yönetimine  yapılan  bu müdahaleler  öteden  beri  özerkliğe 

alışmış Ahiler  tarafından hoş karşılanmadığı anlaşılmaktadır. Kur’an ve 

                                                            56   M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, İstanbul, Matbaa‐i Âmire, 1918, s. 

237‐239. 57   Güllülü,  a.g.e.,  s.  123  vd.; Niyazi  Berkes,  Türkiye  İktisat  Tarihi,  İstanbul, Gerçek  Yay., 

1969,    II, s. 279; M. Fatih Köksal, Ahi Evran ve Ahilik, Kırşehir, Kırşehir Valiliği Kültür 

Hizmeti Yay., 2008, 2. Baskı, s. 113.   

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

122 

OMÜİFD 

sünnette böyle bir makam olup olmadığı dönemin  şeyhülislamları Sa’di 

Çelebi’ye58  sorularak  onlardan  fetva  istenmiştir.  Aslında  soru  soran 

kimsenin bu sorunun cevabını bildiği ancak en üst hiyerarşik dini makam 

olan  şeyhülislamdan  fetva  alarak  yönetimin  bu  tasarrufunun 

meşruiyetini  tartışılır hale getirmek  istediği anlaşılmaktadır. Ayrıca ayet 

ve  hadislerden  sorulan  bir  soruya  Sa’di  Çelebi’nin  Hanefi  mezhebi 

çerçevesinde  cevap  vermesi  Osmanlı  hukukçularının  sorunları  ele  alış 

biçimini yani  fetvâ usulünü yansıtması bakımından da dikkat  çekicidir. 

Fetva şu şekildedir: 

Zeyd “ehl‐i hirfete ahî, nakîb veya şeyh nasbetmek Allah’ın buyruğu 

ve Peygamberin sünneti değildir. Eğer Allah’ın buyruğu ve Peygamberin 

sünneti  ise  avretim  üç  talak  benden  boş  olsun”  dese,  şer’an  Zeyd’in 

avretine  talak vaki olur mu? Cevap: Cevazına Eimme‐yi Hanefiyye’den 

rivayet yoktur, elfaz‐ı küfürden sakınmak gerektir59. 

Fetvada  da  görüleceği  üzere  Şeyhülislam  Sa’di  Çelebi  meslek 

kuruluşlarının başına ahî, nakîb veya  şeyh atamanın cevazına Eimme‐yi 

Hanefiyye’den  rivayet  bulunmadığını  ifade  etmiştir.  Bu  döneme  kadar 

Hanefi  fakihlerinin  konuyla  ilgili  fetvalarının  olmaması  bu  kurumun 

meşru olmadığını ortaya koymamaktadır. Zira daha önce  ifade edildiği 

üzere Abbasi Halifesi Nâsır fütüvvet kurumuna girmiş ve daha sonra da 

başına geçerek çeşitli düzenlemeler yapmıştır. Bu yeni durum karşısında 

fakihler,  önceleri  şer’an  pek  tasvip  etmedikleri  fütüvveti  daha  sonra 

meşru  bir  kurum  olarak  kabul  etmişlerdir60.  Bu  bilgilerden  ahiliğin 

temelinde Bâtınî etkiler bulunduğu ve Sünnî esaslara bağlı olduğu ölçüde 

fukahanın onayını aldığı anlaşılmaktadır. 

Ahilik  teşkilatını  devletleştirmenin  bir  sonucu  olarak  eskiden  çok 

büyük  itibarı olan Ahiler,  tayinle göreve gelmeye başlayınca  itibarlarını 

kaybettiler.  Örneğin  yiğitbaşı  “iğdişbaşı”  diyerek  alaya  alınmaya 

                                                            58   İbn Kemal, Mecma’ul‐Mesâili’ş‐Şer’iyye  fî Ulûmi’d‐Dîniyye,  İstanbul Üniv. Merkez Ktp., 

Nadir Eserler‐Türkçe, 6253, vr. 58a‐b. 59   İbn Kemal, Mecmûatü’l‐Fetâvâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Atıf Ef., 2835, vr. 53a. 60   Güllülü, a.g.e., s. 32, 35. 

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

123 

OMÜİFD 

başlanmış,  teşkilatın  yöneticileri  ile  üyeleri  arasındaki  güven,  sevgi  ve 

saygı  bağları  zamanla  kopmaya  başlayınca  birlik  de  kendiliğinden 

gücünü kaybetmiştir61. Böylece devlet, şehirlerde tüzelkişilik ve bağımsız 

bir ekonomik güç bırakmamıştır. 

3.3. Ahilikte Törenler 

İbn  Kemal  ve  Ebussuûd  fetvaları  incelendiğinde  XVI.  yüzyıl  Osmanlı 

Devleti’nde  Ahilerin  de  ister  istemez  taraf  olduğu  raks  ve  deverânın 

meşru  olup  olmadığı  tartışmaları  ana  gündem maddelerinden  biridir62. 

Bu  zamanda  musiki  ve  raks  o  kadar  yaygındır  ki,  başlıca  tarikatlara 

dolayısıyla Ahilere de girmiştir. Gündüz  çalışan  ahiler  akşamları  çeşitli 

oyun ve  eğlenceyle vakit geçirmekteydiler. Bunda  tarikat  etkisinin yanı 

sıra eski Türk töresinin de etkisi olduğu söylenebilir63. XIV. Yüzyılda İbn 

Batûta’nın  müşahedelerine  göre  Denizli  ve  Bursa  Ahilerinin  ritüelleri 

arasında raks ve sema da yer almaktadır64. Ahi zaviyeleri esnaf birlikleri 

olmaları yanında tarikat tekkeleri gibi fonksiyonlar icra etmiştir. Özellikle 

Halvetilik  ve  Kadirilik  buralarda  etkili  olmuş  ve  zaviyelerinde  Kadiri 

zikri  yapılagelmiştir.  Hatta  tasavvuf  ve  tarikatlarla  bu  içiçelik,  bazı 

araştırmacıları Ahiliği bir tarikat olarak değerlendirmeye sevk etmiştir65.  

Ahilerin  de  icra  ettiği Kadiri  zikri  önce  kuûdî  yani  oturarak  daha 

sonra da kıyâmî yani ayakta  icra edilmektedir.   Ayakta sağ ve sol tarafa 

ilerlemek  sureti  ile  yapılan  zikirlere  “devrânî  zikir”    denilir66.  Bu 

dönemde Şeyhülislamlar raks ve deverânın helal olduğunu iddia edenleri 

apaçık  sapıklık  ve  küfürle  nitelendirmiş,  yaptıkları  zikri  de  kâfirlerin 

horon tepmelerine benzeterek devlete, onları siyaseten katle kadar varan 

yetki  vermişlerdir.  Onlara  göre  raks  ve  deverânın  helal  olduğunu 

                                                            61   Yusuf Ekinci, Ahîlik, Ankara, y.y., 1989, 2. Baskı, s. 117. 62   Ebussuûd, a.g.e., Esad Ef., 3697, vr. 15b. 63   Günay, a.g.m., s. 74. 64   İbn Batuta, İbn Batuta Seyahatnâmesinden Seçmeler, (Haz. İsmet Parmaksızoğlu), İstanbul, 

MEB Yay., 1971, s. 15 vd.  65   Yıldırım, a.g.e., s. 68‐69; Demirci, a.g.m., s. 83; Günay, a.g.m., s. 72. 66   M.  Necmettin  Bardakçı,  “Sûfilerin  Zikir  Yöntemlerinin  Âdâb‐Erkân  Bağlamında 

Tasavvuf Kültürüne Katkıları”, Arayışlar ‐İnsan Bilimleri Araştırmaları‐, 17 (2007), s. 31. 

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

124 

OMÜİFD 

söyleyen  şeyhlerin  elini öpmek ve meclislerinde hazır bulunmak doğru 

değildir.  Bunlara  ne  selam  verilir,  ne  de  selamları  alınır.  Bunlara  salih 

kimseler de denmez. Bunlar ehl‐i sünnet olmayıp, cami gibi mahallerde 

bu  görüşü  savunan  kimselerin  men  edilmesi  ve  ısrarı  hâlinde  ise 

cezalandırılmaları gerekir67. Bu gibi fetvalar karşısında kendisi de bir din 

görevlisi olan vâiz efendi, göreve başladığından beri salınıp zikretmenin 

helal  olduğunu  anlattığını  şimdi  durup  dururken  neyin  değiştiğini 

anlayamadığı ifade etmektedir68. Ahi zaviyelerinde yıllardır bu zikri icra 

                                                            67   Tâife‐i sûfiyyenin muktedalarından Zeyd‐i vâiz câmilerde kürsilere çıkub ala meleinnas 

çağırub halaka‐i zikirde ibadet niyyetine raks ve deveran etmek helaldır ve bunun hilli 

âyetler hadisle sabitdir فاذكروا الله قياما وقعودا وعلى جنوبھم âyetinin manası Allah teâlâ Hazretini 

zikre dün her halde demekdir. Raks dahi hal‐i kıyamda dahildir deyüb ve dahi  من بشبه  hadisi mucebince haval‐i arşda deveran eden melaikete teşebbühdür ve dahi بقوم فھو منھم

Hazreti  Rasûlullâh  salellallahu  aleyhi  ve  sellem  raks  etmişdir  hatta mübarek  ridası 

arkasından düşmüşdür ve dahi ashab‐ı kibardan ve meşayihi  izamdan  İmâm  Şâfi’î ve 

İmam Gazali ve anın emsali kimesnelerden sadır olub ila yevmina haza deveran oluna 

gelmiştir…. el‐Cevab: Ol âyet‐i kerimede raksın cevazına kat’an işaret yokdur ol ef’âl‐i 

kabihanın hilline anın  ile mütemessik oluna. Tecdîd‐i  imân ve  tecdîd‐i nikâh  lâzımdır 

zira ana kelamullah manasın  tahrif edüb kendi heva‐i nefsine  tabi etmiş ve ol hadis‐i 

mezkûr  sahîhdir  lakin  Benî  Adem  etdügi  file  teşbih  etmek memur  değildir.  Amma 

şimdiki  zamana  sûfileri  etdikleri  raks  fi’l‐hakika  kâfirlerin  horon  depmesidir  ve 

bunların  fiilleri  kefereye  teşebbühdür  ve Rasul  hazretine  raks  isnad  etmek  küfürdür. 

Zira  raks  ef’âl‐i  süfehâdır  enbiyadan  birine  sehfen  isnad  etmek  küfür  idügi  kütüb‐i 

fetâvada mesturdur ve  ashab‐ı kibardan bu  fiil‐i kabihin  suduruna kavl‐i kezibdir ve 

iftiradır  ve  İmâm  Şafiî’den  sadır  olduği  sahîh  değildir,  hiçbir müctehid  raksa  helal 

dememişdir mesail‐i  ictihadiyyede müctehidden  gayri  İmâm Gazzali  ve  anın  emsali 

kimesnelerin kavillerine itimad cayiz değildir. Maa haza İmâm Gazzali herkese mübah 

görmemişdir  ve  bu  mekûle  tesvilat  ve  tezvirat  ile  teşaydun  edüb  halka  va’z  eden 

kimesneler dal ve mudıllerdir. Bi  icmai’l‐müctehidin tekfir olunmuşdur. Eşedd‐i Ta’zîr 

ile  ve  habisle  men  lâzımdır.  Eğer  memnu  olmayub  ulemâ,  ehl‐i  zevkin  esrarlarına 

muttali değildir demek iddası üzerine ol fi’l‐i şenia ısrar ederlerse zındıkdır elbette katl 

olunmak vacibdir. Ba’de’l‐ahz  tevbesi makbul değildir. Neuzu billahi  teâlâ min zalik. 

(Ebussuûd, a.g.m., vr. 231a; Düzdağ, s. 135‐136); İbn Kemal, Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Dârü’l‐

Mesnevi, 118, vr.  63a; Risaletü’l‐Münire, s. 9, 31vd.  68   Zeyd‐i  vâize  deseler  ki  “sûfiyyûn  halka  olup  oturup  dahi  başlarını  salıp  ve  çalkanı 

çalkanı  cehrile  ibadet diye  zikrullah  ettiklerinde, müftü  fetvasında  şer’île haram olan 

abes  fiile  ibadet diyecek  kâfir  olurlar” demiştir.  İmdi  sen  “bu  şer’î  fetvaya  ne dersin 

kabul  eder misin?” dediklerinde mezkûr  vâiz,  “ben  bu  fetvayı  kabul  etmezim  ve  siz 

dahi  kabul  etmeyin  ve  kürsiye  çıktığımdan  bu  vechile  salınıp  zikir  etmek  helaldir 

dedim…  Bu  sözle  ben  bu  fiilden  ferâgat  etmezem  ben  bu  sözü  söylerim,  safası  olan 

kabul etsin kabul etmeyen kendi bilir?” diye  cevap verse… Cevap: Gayret‐i dini olan 

ehl‐i  İslâm’a  ol  deccâlı  eşedd‐i  hakaret  ile  kürsüden  indirip,  döve  döve  camiden 

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

125 

OMÜİFD 

eden mevcut  şeyh,  ahi  ve  nakiblerin  de  benzer  tepkiler  gösterdiği  İbn 

Kemal ve Ebussuûd’un fetvalarından anlaşılmaktadır. Hatta bazı vali ve 

hakimlerin  bunları  görevden  almayarak  idare  ettiği  görülür.  Ebussuûd 

bu görevlilerin yerine  şeriata  tam bağlı yetkililerin atanması gerektiğini 

ifade etmektedir69. Çünkü bu dönem Osmanlı Devleti’nin İran’dan gelen 

etkili  Şiî‐Bâtınî  tehlike  karşısında  teyakkuzda  bulunduğu  bir  zaman 

dilimidir.  İdeolojik  yakınlık  sebebiyle  İran’dan  etkilenen  Ahiler,  Sünnî 

fukahâ’nın tepkisiyle karşılaşmışlardır. Ahiler raks ve deverân gibi şer’an 

meşruluğu tartışmalı konular vesile edilerek dini ve hukuki yönden baskı 

altına  alınmış,  ısrar  edenlerin  görevden  alınmalarına  yasal  çerçeve 

kazandırılarak devletin bunlar üzerinde kontrolü sağlanmıştır70. Böylece 

Ahilerin Sünnî esaslara bağlı kalmaları amaçlanmış, İran’a taraf olan Ahi 

ehli de yasal takibe alınarak yerlerine resmi görevliler atanmıştır.  

Akkoyunlular  döneminde  İran’da  çok  etkili  bir  tarikat  olan 

Halvetîler,  Safeviler  döneminde  oralarda  barınamayıp  Anadolu  ve 

Mısır’a  kaçmak  zorunda kalmıştır. Osmanlı devleti de  Safevilerin  Şiîlik 

propagandasına  karşı  bu  durumdan  istifade  etmek  amacıyla 

sistemlerinde  “Ehli  Beyt”  sevgisine  özel  önem  verdiklerinden  dolayı 

Halveti  tarikatını  ideolojik  bir  denge  unsuru  olarak  özellikle 

desteklemiştir71. Bu siyaset fetvalarla da meşruiyeti sağlamlaştırılmıştır. 

                                                                                                                                      çıkarmak gerektir, gaza‐yı ekberdir.”  (İbn Kemal, Fetâvâ‐yı  İbn Kemal, Dârü’l‐Mesnevi, 

118, vr. 26b‐27a). 69   Raks  ve devran  eden  tâifeyi  vâlîler  ve hâkimler men’  etmek üzerine  vâcib midir?  el‐

Cevab: Vâcibdir vazîfeleri emr‐i ma’rûf ve nehy‐i münkerdir etmeyicek bir imâmet eder 

müteşerri’ kimse nasb olunmak lâzımdır. Ebussuûd, a.g.e., vr. 233b; Fatih ktp. Ali Emirî, 

Şerʹiyye 80, vr. 276; Düzdağ, a.g.e., s. 137. 70   İbn Kemal, Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Dârü’l‐Mesnevi, 118, vr. 29a; Abdülbaki Gölpınarlı, 100 

Soruda Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, İstanbul, y.y., 1969, s. 255; Günay, a.g.m., s. 76. 71   Halveti  tarikinde olan dervişler  sultanımın duacılarıdır,  ihtiyarlarıyla  “hu, hu” derler 

kalkmak dönmek şer’an helal midir ve haram mıdır? Şeyhlerimiz akvâlidir zira şeyhler 

birbirine muhalif oldular, hemen sultanımın ilm‐i muhit olduğu “ma hüve’l‐hak” ne ise 

beyan oluna. Helal ise haram diyen kâfir olur mu? Tecdid‐i iman ve tecdid‐i nikah lazım 

olur mu? Haram  ise helal diyen kâfir olur mu? Tecdid‐i  iman ve  tecdid‐i nikah  lazım 

olur mu? Cevap: Haramdır,  ama haramlığını  inkâr  eden  tekfir  olunmaz.  (İbn Kemal, 

Fetâvâ‐yı  İbn Kemal, Nuruosmaniye,  1967,  vr.  79b‐80a); Tahsin Yazıcı,  “Fetihten  Sonra 

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

126 

OMÜİFD 

Ahilik kurumuna girme ve burada yetişme belirli aşamalar aşılarak 

çeşitli  törenler  yapılarak  gerçekleşir.  Fütüvvetnâmelerde  bu  törenler 

hakkında geniş bilgiler yer alır. Ahilik kurumunda meslekî yetiştirmeyle 

ilgili olarak çıraklık töreni (yol atası ve yol kardeşi edinme, kalfalık töreni 

(yol  sahibi  olma),  ustalık  töreni  (icazet)  gerçekleştirilir72.  Fetvalardan 

anlaşıldığı  kadarıyla  ahilerin  bunların  dışında  meslekle  ilgili  olmayan 

örneğin yeni Müslüman olanlara yapılan  ihtida merasimleri gibi dini ya 

da kültürel gündemlerle  ilgili  törenlere katıldıkları görülür. Bu  törenler 

neredeyse bütün devlet erkânı ve halkın katılımıyla yapılır. Evliya Çelebi 

1638  yılında  IV.  Murat  (1623‐1640)’ın  önünde,  Alay  Köşkü  yanından 

geçmek suretiyle üç gün süren geçit resminden bahsetmektedir. Ahilerin 

taşıdıkları  alemler  ve  aralarındaki  rekabetler,  kavgalar,  padişahın 

önünden geçerken ne gibi hüner, marifet veya  sanat eseri gösterdikleri, 

ne gibi bir  tavır ve durumda ve neler söyleyerek geçtikleri anlatılmakta 

ve  bunlardan  yüz  sınıfın  sancakları  bulunduğu  bildirilmektedir73.  Bu 

törenlerde tören geçişi esnasında protokolde en önde yürümek o meslek 

kolunun gücünü ve itibarını yansıtmaktadır. Dolayısıyla törenlere katılan 

her bir  ahi meslek kolu  en önde yürümek  istemektedir. Bağlı oldukları 

meslek  kuruluşunun  pîri  adına  taşıdıkları  sancağı  da  buna  gerekçe 

yapmaktadırlar.    Örneğin  Hz.  Muhammed’in  alemini  taşıyan 

ekmekçilerle Hz.  Şit  alemini  taşıyan  cüllah  yani  dokuyucular  birlikleri 

arasında böyle bir protokol krizinin varlığı fetvalara yansımıştır:    

Hz.  Risâletin  alemi  Abbasilerin  elinde  olup  ehl‐i  hırfetden  bazı 

kimseler alemi çekip bazı husus için bir yere çıkar oldukta, cüllah tâifesi, 

“Şit  Peygamber  (a.s.)  alemini  çekeriz”  (diye)  önünce  yürümek  isteseler 

ellerinden  gelir  mi?  Yoksa  Hz.  Rasûl’ün  alemini  çeken  önünce  mi 

                                                                                                                                      İstanbul’da  İlk  Halvetî  Şeyhleri:  Çelebi  Muhammed  Cemaleddin,  Sünbül  Sinan  ve 

Merkez Efendi”, İstanbul Enstitüsü Dergisi, 2 (1956), İstanbul, s. 87. 72   Çağatay, a.g.e., s. 137‐139; Yıldırım, a.g.e., s. 17 vd. 73   Evliya Çelebi, Evliya Çelebi  Seyahatnamesi, Haz.   Reşad Ekrem Koçu,  İstanbul,    Semih 

Lütfi Kitabevi, 1951, I, s. 105‐175; Çağatay, a.g.e., s. 120. 

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

127 

OMÜİFD 

yürümek gerektir? Cevab: Cümle ehl‐i İslâm’ın ellerinde olan alemler hep 

Hz. Rasûl alemleridir, onların alemlerinin kimseye ihtisası yoktur74. 

Ekmekçiler ahîsinin kadîmü’l‐eyyâmdan Rasulullah (sav) alemi olsa, 

önünce ulemâ ve sâdât yürür olsa, “nasrun minellah” âyeti olsa ve yeşil 

pervâzı  olsa  bir  cem’iyyetde  bir  taraftan  zikrolan  alem  gelip  ve  bir 

taraftan  cüllahlar  Şit  Peygamber  (a.s.)  alemin  getirip  beraber  yürümek 

isteyip zikrolan ahî önünce yürümeğe komayıp alemdârı ve alemi yıkıp 

“nasrun minellah” ayetini ayak altına alıp çiğneyip tahfif etseler şer’an ne 

lâzım olur? Cevap: Ta’zir ve istiğfar gerektir75. 

Bu  dönemde  ahi  meslek  birliklerinin  taşıdıkları  alemleri  Hz. 

Peygamber’in alemi76 olarak kabul etmeyen bazı kimseler bulunmaktadır. 

Bir “ihtida”  töreninde  sancaktarı yere  serip üzerinde “Allah’tan yardım 

ve  yakın  bir  fetih”77  yazan  sancağı  da  yere  sererek  çiğnedikleri 

görülmektedir78. Ekmekçiler ahisinin taşımış olduğu Peygamber alemine 

muhtemelen cüllah (dokuyucular) birliğine mensup ahiler tarafından dil 

uzatılarak,  ekmekçiler  birliği  ahilerini  kafir  ve  eşlerinden  boşanmış 

kimseler  olduğunu  iddia  edilmektedir. Hukuken  dayanaksız  bu  itham 

iddia sahibinin hem yasal olarak ta’zir cezası  ‐hapis cezasından sürgüne 

kadar varan yaptırımlar‐ hem de dinen kişiyi dinden çıkarma sonucunu 

doğurmuştur.  Bu  fetvada  dikkat  çeken  bir  konu  da  Hz.  Peygamber 

                                                            74   İbn Kemal, Mecmûatü’l‐Fetâvâ, Atıf Ef., 2835, vr. 52b. 75   Bir  ahînin  elinde  bir  alem  olsa halkın  ol  aleme  itikadı Peygamber  alemidir diye  olsa 

alemde “nasrun minellah” âyeti yazılmış olsa Zeyd, “bu alem Rasûlüllah alemi değildir 

ol  alemin  önünce  yürüyüp  izzet  eden  kimsenin  kendi  kâfir,  avretleri  boştur”  dese, 

şer’an  Zeyd’e  ne  lâzım  olur?  Cevap:  Ta’zîr  ve  tecdîd‐i  iman  gerektir.  (İbn  Kemal, 

Mecmûatü’l‐Fetâvâ, Atıf Ef., 2835, vr. 52b vr. 52b) Ekmekçiler ahîsinin elinde kadîmden 

bir  alem  olsa  yeşil  pervazlı  “nasrun minellah”  ayeti  yazılmış  olsa mâ  tekaddemden 

halkın itikadı zikrolan alem Rasûlullah alemi olmak üzere olsa kâfirin müslüman olması 

cemiyetinde  zikrolan  sancak  önünce  ulemâ  ve  sâdâd  yürür  olsa,  Zeyd,  “bu  alem 

Rasûlullah alemi değildir ol cemiyete varan dahi onun önünce yürüyen dahi kendileri 

kâfir, avratları boştur” dese şer’an Zeyd’e ne lâzım olur? Cevap: Ta’zîr ve tecdîd‐i iman 

gerektir. (İbn Kemal, Mecma’ul‐Mesâili’ş‐Şer’iyye fî Ulûmi’d‐Dîniyye, vr. 54b‐55a‐b). 76   Hz. Muhammed (sav) alem‐i şerifi Ahi Evran Şeyh Mahmud hazretlerine havale kıldığı 

iddia edilmektedir. (Bkz. Yıldırım, a.g.e., s. 68). 77   Sâf Sûresi (61), 13 78   Tahsin Özcan, Fetvalar Işığında Osmanlı Esnafı, İstanbul, Kitabevi Yay., 2003, s. 113. 

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

128 

OMÜİFD 

aleminin  Abbasilerin  elinde  bulunduğu  iddiasıdır  ki  bu  da  bize  bazı 

Osmanlı  ahilerinin  ahiliğin  töre  ve  törenlerini  Abbasilerle 

ilişkilendirdiğini  göstermektedir.  Daha  önce  de  ifade  edildiği  üzere 

Abbasi  halifesi  Nâsır  Lidinillah,  fütüvvete  girerek  başkanlığa  kadar 

yükselmiş  ve  bu  kurumda  çeşitli  düzenlemeler  yapmıştır.  Dolayısıyla 

ahilikte var olan çeşitli alemlerin Abbasilerden izler taşıdığı ve bunun da 

esnaflar  tarafından  bilindiği  anlaşılmaktadır.  Bu  bilgiler  ahiliğin  Arap 

fütüvvet geleneğinin Türk kültürüne uyarlanmış kendine mahsus özgün 

bir kurum olduğunu göstermektedir.   

İbn Kemal alemler arasında ayrım yapılmaması gerektiğini, aslında 

bütün  alemlerin Hz. Muhammed’in  alemi  olduğunu  belirterek  sorunu 

çözmeye  çalışmaktadır.  İbn Kemal döneminde  sözlü bir  şekilde yapılan 

bu tartışmalar Ebussuûd Efendi döneminde de devam etmiş, hatta yerini 

birbirlerini öldürmeye kadar varan şiddete bırakmıştır: 

Bir kasabada olan cüllahlar debbağlar ile nizâ edip “kâfir müslüman 

oldukta şehir donanmasında biz tekaddüm ederiz. Zira Hz. Şît (a.s) bizim 

pîrimizdir.” deseler. Debbağlar “Hz. Âdem’a (a.s), Hz. Cibril (a.s) evvela 

debagat  ta’lim eylemiştir. Biz sizden mukaddem yürürüz, san’atımız da 

mukaddemdir.”  deseler.  Bu  husus  için muharebe  olup  nice  nefis  katl 

olmuş  olsa. Halen  dahi  nizaları  fasl  olmuş  olmasa  hangisi mukaddem 

evlâdır? el‐Cevab: Hâkim iki tâifenin a’yânını cem edip cemiyet‐i cahiline 

nasihat ile nehy edip mabeynleri müslimler ise ıslah edip inat ederler ise, 

ta’zir‐i  şedidden  sonra  zindana  ilkâ  edip  tevbeleri  zâhir  olunca  ıtlâk 

etmek lâzımdır79. 

Ebussuûd kavga  eden ahi birliklerini “cemiyet‐i  cahilin” yani  cahil 

kimseler  topluluğu  olarak  nitelendirmektedir80. O,  hâkimlerin  öncelikle 

bu birliklere bir daha kavga yapmamaları konusunda nasihat etmelerini, 

                                                            79   Düzdağ, a.g.e., s., 259; Ebussuûd, a.g.e., vr. 186a; Bayezid Umûmî Ktp. 2757, 271 a. 80   Çobanoğlu fütüvvetnâmesin bu durum şu şekilde anlatılmaktadır: Fütüvvet ehli tayifesi 

çok batıl işe meşğul olup fâsit izzete mağrur oldular ve dalalet yoluna kendilerine sebil 

kıldılar… (Çağatay, a.g.e., s. 159). 

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

129 

OMÜİFD 

muharebe  edenler  Müslümanlar  ise  barıştırması  aksi  takdirde  hapis 

cezası da dâhil sert yaptırımlar uygulanması gerektiğini ifade etmiştir.  

Fetvalardan  anlaşıldığı  kadarıyla  cüllah  esnaf  birliğinin  hem 

ekmekçiler hem de debbağlarla geçit töreninde protokol önceliği sorunu 

yaşadığı  anlaşılmaktadır.  Cüllahlar,  ekmekçiler  birliğinin  “Hz. 

Peygamber  alemi”  taşıdıkları  iddiasını  reddetmektedir.  Onlara  göre 

peygamber  alemi  Abbasilerin  elinde  olup  Ekmekçilerin  alemi  gerçek 

peygamber  alemi  değildir.  Onlar  debbağlara  ise  Hz.  Şit  peygamberin 

alemini taşıdıkları için geçit töreninde önde yürümeleri gerektiğini iddia 

etmektedir.  Bu  durum  pîrlerin  silsile  içindeki  yerinin  protokol 

sıralamasında belirleyici olduğunu göstermektedir. Debbağlar  ise her ne 

kadar pîrleri Ahi Evran  ise de deri  tabaklamayı Hz. Cebrail’in  (a.s) Hz. 

Adem’e,  onun  da  Hz  Muhammed’e  (s.a.v.),  onun  da  Ahi  Evran’a 

öğrettiğini  bu  sebeple  alemlerinin  Hz.  Şît  aleminden  üstün  olduğunu 

dolayısıyla  geçit  töreninde  önde  yürüme  önceliğinin  kendilerine  ait 

olduğunu  iddia  etmektedirler81. Literatürde debbağların pîri olarak Ahi 

Evran yer alırken  fetvada bizzat debbağların kendi pîrlerinin Hz. Adem 

olduğunu  ifade  etmeleri  rekabetin  boyutunu  göstermesi  açısından 

ilginçtir. Ayrıca mesleklerin pîri olarak özellikle peygamberlerin seçildiği 

bir düşünce  ikliminde  insanlık  tarihi kadar  eski debbağlığın pîri olarak 

XIII.  yüzyılda  yaşamış  Ahi  Evran’ın  zikredilmesi  de  dikkat  çekici  bir 

durumdur.82  Bu  tercihte  diğer  bütün  Ahi  tekkelerinin  kendisine  bağlı 

Kırşehir Ahi  Evran Zaviyesi’nin  debbağlıkta  haklı  bir  üne  sahip  kendi 

kurucu  şeyhine pîrler arasında yer vermek  suretiyle  şereflendirmeyi ve 

bu  yolla  zaviyelerinin  diğer  zaviyeler  arasındaki  konumunu 

güçlendirmeyi amaçlamış olabileceği akla gelmektedir.   Nitekim bir ahi 

şecerenâmesinde  “Hz.  Muhammed’in  mucizâtına  ve  kerametine  ve 

                                                            81   Fütüvvetnamede yer alan menkıbeye göre Hz. Peygamber’in her peygamberden birer 

yadiğar  kaldığını Hz. Adem’den  de  debağat  edip  elbise  yaptığını  ve  Bedir  harbinde 

gösterdiği kahramanlıklardan dolayı debbağlık sanatının Hz Peygamber tarafından Ahi 

Evran’a bağışlandığı iddia edilmektedir. (Yıldırım, a.g.e., s. 13). 82    Debbağlık  sanatı  Hz.  Cebrail’in  Hz.  Adem’e,  onun  da  Hz. Muhammed’e  öğrettiği, 

ondan da Ahi Evran’a geçtiği iddia edilmektedir. (Yıldırım, a.g.e., s. 71). 

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

130 

OMÜİFD 

Sultan  Ahi  Evran  Şeyh  Mahmud’un  debbağlık  sanatını  inkâr  edenler 

murdar  ve  ahmaktır.”  ifadesi  yer  almaktadır.  Ayrıca  debbağlara  dil 

uzatıp mesleği  tahkir  edenlerin başta Kur’an‐ı Kerim olmak üzere  fıkıh 

kitaplarını  inkar  etmiş  sayılacağından  katledilmesi  gerekir.  Eğer 

katledilmez  ise  tecdid‐i  iman  ve  tecdid‐i  nikah  gerekmektedir83.  Bu 

ifadelerden  Ahi  Evran’ı  debbağların  pîri  olarak  kabul  etmeyen 

dolayısıyla  Kırşehir  ahi  tekkesinin  diğer  tekkeler  üzerindeki  manevi 

otoritesini  tanımayan  bulunduğu  anlaşılmaktadır.  Bu  kimselerin 

debbağların  pîri  olarak  Hz.  Âdem’i  kabul  etmeleri  de  ihtimal 

dahilindedir.  Halife  Nâsır’ın  kendi  fütüvvet  başkanlığını  kabul 

etmeyenleri  fütüvvet  ehli  kabul  etmemesi  gibi  Ahi  Evran  Tekkesi  de 

kendi otoritesini kabul etmeyenleri reddetmektedir.  

Söz konusu fetvalara rağmen alem mücadelesinin yüzyıllarca devam 

etmesi  kendi  üst  otoritesini  tanımayan  ve  fetva  gereğince  hareket 

etmeyen  bazı  ahilerin  bulunduğu  ve  bu  durum  Kırşehir  Ahi  Evran 

Zaviyesini yasal haklarını takip etmeye yönelttiği anlaşılmaktadır.  

Bu  dönem  Osmanlı’da  dokumacılık  başta  gelen  meslek  dalları 

arasında  bulunduğundan  cüllah  birliklerinin  diğer  birliklerden  daha 

etkin  ve  güçlü  olduğu  ve  pîrleri  olan  Hz.  Şit’in  (a.s.)  peygamberler 

silsilesindeki  konumunu  dikkate  almadan  bunu  protokole  yansıtmaya 

çalıştıkları  anlaşılmaktadır.  Cüllahların  gerek  ekmekçiler  ile  gerek  ise 

debbağlarla  yaşadığı  protokol  sorunu,  bu  esnada  gösterdikleri  hırçın 

tavırlar  kamuoyu  nezdinde  gözden  düşmelerine  sebebiyet  verdiği 

fetvalara da yansımıştır: 

Zeyd debbağlar cüllahlardan nîk değil ise avratım üç talâk boş olsun 

dese, Amr aksi  içün talâk‐ı selaseye şart eylese hangisinin avratına talak 

vâki olur? Cevab: İkisinin bile boş değildir her birinin bir cihetden fazileti 

vardır. Ebussuûd84. 

                                                            83   Yıldırım, a.g.e., s. 21, 70; M. Fatih Köksal, “Kırşehir Müzesinde Ahi Şecerenâmeleri”, II. 

Ahi Evran‐ı Veli ve Ahilik Araştırmaları Sempozyumu‐ Bildiriler 13 Ekim 2006, Kırşehir, A. E. 

Ü. Ahilik Kültürü Araştırma Merkezi Yay., 2007, s. 320 vd. 84   Ebussuûd, a.g.e., vr. 186a. 

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

131 

OMÜİFD 

Ebussuûd  her  bir  meslek  kolunun  farklı  yönlerden  birbirlerine 

faziletleri  olduğunu  ifade  etmiştir.  Ancak  bütün  alemlerin  Hz. 

Peygamber alemi olduğu yaklaşımı protokol sorununu halletmemiş uzun 

süre  esnaf  birliklerinin  mücadelesine  sebep  olmuştur.  Ahi  meslek 

birlikleri bu konuda her kesimi  tatmin  edici bir  anlaşma  sağlayamamış 

olacak  ki  benzer  sürtüşmelerin  XVII.  yüzyılda  da  devam  ettiğine  dair 

çeşitli tarihi vesikalar bulunmaktadır85.  

3.4. Ahilerde Dinî Yaşam  

Astı üste  sevgi,  saygı  ve  itaatle  bağlayarak mutlak  bir  otorite  sağlayan 

Ahiler,  Anadolu  ve  Balkanların  İslamlaşmasında  öncü  rol  oynadıkları 

söylenebilir.  Devlet  yetkililerinin  gayri  müslimlerin  yoğun  olarak 

yaşadıkları  bölgelere  Ahiler  gönderdiği  bilinmektedir86.  Meslek 

birliklerinin  adeta  birbirleriyle  yarışarak  ihtida  törenlerinde  yer  almaya 

çalışmaları  Anadolu’nun  İslamlaşmasında  bu  birliğinin  önemli  rol 

oynadığını  göstermektedir.  Osmanlı’da  bazı  Hıristiyan  ve  Yahudi 

tebeanın  gördüğü  iyi  örnekler  karşısında  kendiliğinden  Müslüman 

olduğu  anlaşılmaktadır.  Bunu  hem  ilan  etmek  hem  de  daha  da 

özendirmek  amacıyla  ihtida  törenleri  düzenlendiği  fetvalardan 

anlaşıldığı gibi Avrupalı seyyahlar tarafından da ifade edilmiştir87. 

Ahilik  kurumunda  çalışanların  yetiştirilmesine  büyük  önem 

verilmiştir.  Bu  sebeple  akşamları  zaviyelerde  toplanılıp  dini  ve  ahlaki 

eğitici  çalışmalar  yapılırdı.  Usta,  kalfa  ve  çıraklar  arasında  hiyerarşik 

örtülü bir kontrol mekanizması vardı.   Fetvalara yansıdığı kadarıyla bu 

kontrolün sadece kurum içerisinde değil sosyal hayatın düzenlenmesinde 

de etkin bir rol oynadığı anlaşılmaktadır.88  

                                                            85   Evliya Çelebi, a.g.e., I, s. 105‐175.  86   Çağatay, a.g.e., s. 246. 87   Gülgün Üçel‐Aybet, Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve  İnsanları  (1530‐

1699), İstanbul, İletişim yay., 2003, s. 313‐323. 88   Durak‐  Yücel,  s.  157;    Eker  Gülin  Öğüt,  “İletişimde  Yüklendiği  Fonksiyonla  Türk 

Kültürü  İçinde Esnaf Dükkanlarındaki Levhalarda Ahîlik Gelenekleri”,  II. Uluslararası 

Ahîlik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, (Ankara, KBY., 1999), s. 113. 

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

132 

OMÜİFD 

Ahiler,  günlük  hayatta  dinin  emir  ve  buyruklarının  yaşanmasında 

topluma  öncülük  etmekte  “emr‐i  bi’l‐ma’ruf  ve  nehy‐i  ani‐l  münkerʺ 

emrini yerine getirmeye çalışmaktadır:  

Ehl‐i hirefden bir hirfete kethüda olan Zeyd salat‐ı vakit oldukda reis 

olduğu taifeden târik‐i salat ve cemaat olanlarına geliniz cemaat ile salatı 

eda  edip ba’dehû kesbe müracaat  ediniz ve  illa bizim hirfetimize dâhil 

olmanız demeye  şer’an  kadir  olur mu?  el‐Cevab: Olur  berhudâr  olsun. 

Ebussuûd89. 

Fetvadan  da  anlaşılacağı  üzere  Ebussuûd  Efendi  ahi  birliklerinin 

reislerine  aynı  iş  kolunda  çalışan  esnafları  ilgili  iş  kolunun  birliğine 

bağlama ve onları  cemaatle namaz kılmaya davet etme yetkisini büyük 

bir memnuniyetle tanımıştır.  

3.5.Ahilerin Haftalık Tatilleri  

İslam toplumlarında Cuma günü diğer günlere göre farklı bir yeri vardır. 

Bu günü manevi arınma zamanı olarak değerlendirmeye çalışırlar. Cuma 

günü  dahi  olsa  çalışmanın  gerekliliğine  inanan,  çalışmamayı  güne 

tapmak  olarak  değerlendiren  ve  dolayısıyla  kâfir  olarak  niteleyen 

kimselerin bulunduğu görülmektedir.        

Bir hırfet ehlinden Zeyd, Cuma gün  ıyd‐i mü’minindir  iş  işlemeziz 

dedikte Amr, (kâfir misiz) güne taparsız Cuma gün ekmek (yemez misiz) 

niçin  işlemezsiz  dese,  Amr’a  ne  lâzım  olur?  el‐Cevab:  Eğer  Zeyd  ıyd‐i 

mü’minîndir  deyû  iş  işlemeyip  Cuma  namazına  ve  guslüne  ve  sâir 

levâzımına mübâşeret ederiz deyip Amr tafsil‐i mezbûru âdet‐i küfürden 

dedi ise Amr’a küfür lâzımdır. Eğer Zeyd’in murâdı ıyd gibi yeriz içeriz 

sohbet ve  temâşâ ve  işret ederiz demek olup Amr ol  fi’li kefere ef’âline 

teşbih etti ise isabet etmiş olur90. 

 

                                                            89   Ebussuûd,  İsmihan  Sultan,  241,  vr.  27a;  Fatih  ktp.  Ali  Emirî,  Şerʹiyye,  80,  vr.  26b; 

Düzdağ, a.g.e., 91‐92. 

90   Ebussuûd, a.g.e., vr. 16a;  İsmihan Sultan, 241, vr. 23a; Fatih ktp. Ali Emirî, Şerʹiyye, 80, 

vr. 23b; Düzdağ, a.g.e., s. 185‐186.  

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

133 

OMÜİFD 

3.6.Ahilerin Üretimden Kaynaklanan Sorunları  

Fetvalarda ahilerin üretim yaparken karşılaştığı az da olsa bazı sorunlar 

yer almaktadır. Bunlardan birisi de kıyıları mezbelelik denizden alınan su 

ile pişen ekmeğin caiz olup olmadığıyla  ilgilidir. Ebussuûd bir hukukçu 

olarak ekmeğin renk, koku ve tadının değişmesi gibi somut delillere göre 

hüküm vermektedir: 

Zeyd‐i  ekmekçi  deryâ  kenarından  su  alıp  ekmek  pişirse,  deryâ 

kenarı  mezbele  olsa  caiz  olur  mu?  el‐Cevab:  Evsâf‐ı  selâsenin  birinde 

tağyîr var ise olmaz. Ebussuûd el‐fakîr91. 

Fetvalara yansıyan bir başka sorun da debbağlarla  ilgilidir. Derileri 

temizlerken  kullanılan  suyun  kirlendiği  iddia  edilmektedir.  Ebussuûd, 

akan  büyük  suyun derileri  temizlemekle  fıkıhta ma’ruf  olan  büyük  su, 

akıcı su ilkesinden hareketle fıkhen kirli sayılamayacağını ifade etmiştir: 

Kadîmüʹl‐eyyâmdan debbağlar azîm bir mâ‐i  cârîde deri  temizlene 

gelseler  hâlen  bazı  kimseler  suyu  murdâr  edersiz  deyû  menʹe  kâdir 

olurlar mı? el‐Cevab: Mâ‐i azîm olacak murdâr olmaz. Ebussuûd92. 

Sonuç 

Fetvalar daha çok sorunlu alanlarla ilgili olduğundan bizim tespitlerimiz 

tarihi  bilgilerin,  fütüvvetnamelerdeki  kuralların  ve  seyahatnamelerdeki 

genel ahi algısının dışında kalan sorunlu durumlarla ilgilidir. Bu sebeple 

yapılan  araştırma  neticesinde  XVI.  yüzyıl  Osmanlı  fetva  literatüründe 

ahilikle  ilgili  sınırlı  sayıda  fetvaya  rastlanmıştır.  Bunda  ahilerin  kendi 

aralarında ortaya  çıkan  ihtilafları, mümkün olduğunca kendi  iç disiplin 

hukuku içerisinde halletmesinin önemli bir etken olduğu anlaşılmaktadır.  

Osmanlı esnaflarının meşru ya da gayr‐i meşru her mesleği bir pîrle 

ilişkilendirme  anlayışına  son  derece  önem  verdiği  hatta  o  esnada  pîri 

olmayan  helvacı  esnafının ürettiği ürünün  helal  gıda  kapsamında  olup 

olmadığından  şüphelendiği  görülmektedir.  Ebussuûd,  bir  pîre  bağlı 

                                                            91   Ebussuûd, a.g.e., vr. 2b; İsmihan Sultan, 241, vr. 2a. 92   Ebussuûd, a.g.e., vr. 2b; Esad Ef., 914, vr. 1a. 

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

134 

OMÜİFD 

olmaktan  temel  maksadın  özürsüz  ve  helal  mal  üretmek  olduğunu, 

bunlara dikkat edildiği takdirde pîrin olmazsa olmaz bir şart olmadığını 

belirtmektedir.  Ebussuûd,  “pîr  perver”  olmayı  da  kişinin  ahlakını 

güzelleştirme çabası olarak nitelendirmektedir. 

Bu  dönemde  ahiler,  Osmanlı merasim  protokolünün  ayrılmaz  bir 

parçasını  oluşturmaktadır.  Çeşitli  vesilelerle  yapılan  törenlerde 

cüllahların  ekmekçiler  ve  debbağlarla  protokol  mücadelesi  yaptıkları 

görülmektedir. Ahiler arasındaki bu sorunun cüllahların pîrleri sebebiyle 

ekonomik  ve  sosyal  hayattaki  ağırlığını  protokole  yansıtamamasından 

kaynaklandığı  anlaşılmaktadır.  Cüllahlar,  geçit  töreninde  daha  önde 

olabilmek  için  ekmekçilerin  taşıdığı  Hz.  Muhammed  (sav)  aleminin 

Abbasilerin  elinde  olduğunu  iddia  etmektedir  ki  bu  da  ahiliğin  bazı 

yönleriyle Abbasilerden etkilendiğini ortaya koymaktadır. Debbağlar da 

protokolde  cüllahlardan  önde  olabilmek  amacıyla  pîrlerinin Hz. Adem 

olduğunu  belirtmişlerdir.  Bu  durum  Ahi  Evran’ı  pîr  olarak  tanımama 

anlamında  değildir.  Meslek  pîrlerinin  pîrler  arasındaki  konumunu 

protokol önceliğinde belirleyici kılmaya  çalışan  ahiler, kendi  aralarında 

anlaşıp  bunu  sistemlerinde  bir  kural  olarak  yerleştiremediklerinden 

yüzyılı aşkın bir süre benzer sorunlarla mücadele etmişlerdir. Ebussuûd 

bu  açıdan  onların  bir  kısmını  “cemiyet‐i  câhilin”  olarak 

nitelendirmektedir.  Neticede  bütün  alemlerin  eşit  olduğu  şeklindeki 

şeyhülislam  fetvalarının  da  bu  sorunu  çözmekte  onlara  pek  yardımcı 

olmadığı söylenebilir.  

Ahilerin  Anadolu’nun  İslamlaşmasının  yanı  sıra  İslam’ın  gerek 

ticaret gerekse ictimâî hayatla ilgili emir ve tavsiyelerinin en üst seviyede 

yaşanmasına öncülük  ettiği  anlaşılmaktadır. Ahilerin  tasavvufi yönüyle 

hem dini‐manevi hem de esnaf birliklerinin başı olmak hasebiyle maddi 

imkânları elinde bulunduran potansiyel bağımsız bir güç görünümünde 

bulunması  ve  her  zaman  da  siyasi  otoriteyle  uyumlu  olmayabilmeleri 

yöneticileri  şartlara bağlı olarak çeşitli  tedbirler almaya yöneltmiştir. Bu 

dönemde var olan İran tehdidinin de bunda etkili olduğu söylenebilir. Bu 

dönemde  resmi  ahi  ataması  yapılarak  teşkilat  doğrudan 

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

135 

OMÜİFD 

devletleştirilmiştir.  Bunun  bir  sonucu  olarak  eskiden  çok  büyük  itibarı 

olan  Ahiler,  tayinle  göreve  gelmeye  başlayınca  eski  itibarlarını 

kaybetmişlerdir. 

Ebussuûd’un  raks  ve  deverân  ile  zikrin  meşru  olmadığına  dair 

onlarca  fetvası  bulunmaktadır. Öteden  beri Osmanlı Ahi  zaviyelerinde 

raks  ve  deveranla  zikir  yapıldığı  dikkate  alındığında  Ahilerin,  bu 

dönemde raks ve deveran gibi şer’an meşruluğu tartışmalı konular vesile 

edilerek dini ve hukuki yönden de baskı altına alındığı anlaşılmaktadır. 

Köklü bir geleneğe sahip Ahi zaviyelerinde yıllardır deveranla zikir  icra 

eden Ahi Babalar doğal olarak bu yeni durumu kabullenmekte zorlanmış, 

fetvaya  itiraz  etmişlerdir.  Bu  da  onların  görevden  uzaklaştırılmalarına 

gerekçe  olmuştur. Uygulamada  bazı  vali  ve  hâkimlerin  fetvanın  gereği 

olarak  görevden  uzaklaştırmada  isteksiz  davrandığı  da  fetvalara 

yansımıştır. Ancak devlet yetkililerin bu gibi tedbirlerle Ehl‐i Beyt sevgisi 

ve  vurgusu  gibi  ideolojik  sebeplerle  İran’ın  Şiî  propagandasından 

etkilenen  Ahilerin,  Osmanlı‐Safevî  harbi  esnasında  oluşturacağı 

muhtemel bir tehdidi bertaraf etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Zikredilen 

tedbirler  sayesinde  Ahilik  daha  da  Sünnî  bir  karaktere  bürünmüş  ve 

merkezi otoriteyle uyumlu hale gelmiştir. 

Kaynakça 

Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâmeleri, İstanbul, OSAV Yay., 1999. 

Arıcı,  Kadir,  “Bir  Sivil  Toplum  Kuruluşu  Olarak  Anadolu  Ahiliği  (Ahiyan‐ı 

Rum)”, II. Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Ankara, KBY. 

1999.   

Atar, Fahrettin, “Fetva”, DİA, İstanbul, 1995. 

“İftâ Teşkilatının Ortaya Çıkışı”, Marmara Üniversitesi  İlahiyat Fakültesi Dergisi, 3 

(1985), ss. 19‐48. 

Âşık Paşazâde, Osmanlı Tarihi, İstanbul: Matbaa‐i Âmire, 1332. 

Bardakçı, M. Necmettin, “Sûfilerin Zikir Yöntemlerinin Âdâb‐Erkân Bağlamında 

Tasavvuf Kültürüne Katkıları”, Arayışlar  ‐İnsan Bilimleri Araştırmaları‐, 17, 

(2007), ss. 15‐38. 

Bayram, Mikail, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının Kuruluşu, Konya, y.y., 1991. 

Berkes, Niyazi, Türkiye İktisat Tarihi, İstanbul, Gerçek Yay., 1969. 

Bilmen,  Ö.  Nasuhi,  Hukuku  İslâmîyye  ve  Istılahat‐ı  Fıkhiyye  Kâmûsu,  İstanbul, 

Bilmen Kitabevi, 1967. 

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

136 

OMÜİFD 

Cin, H.‐Akgündüz, A., Türk‐İslâm Hukuk Tarihi, İstanbul: Timaş Yay., 1990. 

Çağatay, N., Bir Türk Kurumu Olarak Ahîlik, Ankara: TTK Yay., 1997. 

Demirci M.,  ’’Ahîlikte Tasavvufî Boyut: Fütüvvet’’,  İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 7, 

(1992), İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Yay., ss. 83‐90  

Durak,  İbrahim‐Yücel, Atilla,  “Ahiliğin  Sosyo‐Ekonomik Etkileri  ve Günümüze 

Yansımaları”,  Süleyman  Demirel  Ünv.,  İktisadi  ve  İdari  Bilimler  Fakültesi 

Dergisi, X, 2 (2010), ss. 151‐168.  

Düzenli,  Pehlül  “Osmanlı  Hukukçusu  Şeyhülislâm  Ebussuûd  Efendi  ve 

Fetvaları”, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007. 

Düzdağ, M.  Ertuğrul,  Şeyhülislâm  Ebussuûd  Efendi’nin  Fetvaları  Işığında  16.  Asır 

Türk Hayatı, İstanbul: Şûle Yay., 1998. 

Ebussuûd, Mecmûatü’l‐Fetâvâ, İstanbul Müftülüğü Kütüphanesi, 187. 

Süleymaniye Kütüphanesi, İsmihan Sultan, 241. 

Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef., 914. 

Fatih Ktp. Ali Emirî, Şer’’iyye, 80 

Bayezid Umûmî Ktp. 2757 

Evliya  Çelebi,  Evliya  Çelebi  Seyahatnamesi,  Haz.  Reşad  Ekrem  Koçu,  İstanbul,  

Semih Lütfi Kitabevi, 1951. 

Ekinci, Yusuf,  Ahilik, 2. Baskı, Ankara: y.y. 1989. 

Ekinci, Mustafa,  Anadolu  Alevîliği’nin  Tarihsel  Arka  Planı,  İstanbul,  Beyan  Yay., 

2002. 

Erarı,  Ferhat,  “Ahîlik  ve Ahîlik  Kültürünün  İktisadî Hayatımızdaki Anlam  ve 

Önemi”,  (1999)  II.  Uluslararası  Ahîlik  Kültürü  Sempozyumu  Bildirileri, 

Ankara, KBY. 

Erdem, Ekrem, Ahilik, Ahlakla Kalitenin Buluştuğu Bir Örgütlenme Modeli, Kayseri, 

Kayseri Esnaf ve Sanatkârlar Birliği, 2. Baskı, 2004.    

Ergin, Osman Nuri,  Mecelle‐yi Umûr‐u Belediye, İstanbul, Matbaa‐i Osmaniye, t.y.. 

Gölpınarlı A., Mevlana’dan Sonra Mevlevilik, İstanbul, 1953. 

  100 Soruda Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, İstanbul, y.y., 1969. 

Güllülü,  Sabahattin,  Sosyoloji  Açısından  Ahi  Birlikleri,  İstanbul,  Ötüken  Yay,  I. 

Basım, 1977. 

Günay, Ünver, Dinî Sosyal Bir Kurum Olarak Ahilik, Erciyes Üniversitesi  İlahiyat 

Fakültesi Dergisi, Sayı 10, Kayseri, 1998, ss. 69‐77. 

Hezarfen  Hüseyin  Efendi,  Telhîsü’l‐Beyan  fî  Kavânîn‐i  Âl‐i  Osman,  Haz.  Sevim 

İlgüzel, Ankara, TTK Yay., 1998. 

İbn Bîbî, el‐Evâmirü’l‐Alâiyye, (Çev. M. Öztürk), Ankara, y.y., 1996. 

İbn  Batuta,  İbn  Batuta  Seyahatnâmesinden  Seçmeler,  (Haz.  İsmet  Parmaksızoğlu), 

İstanbul, MEB Yay., 1971.   

İbn Kemal, Fetâvâ‐yı Kemalpaşazâde der Hakk‐ı Kızılbaş, Süleymaniye Ktp., Esad Ef., 

3548, vr. 45a‐47b. 

  Risaletü’l‐Münire, y.y., Cemal Matbaası, 1308. 

 

 

XVI. YÜZYIL OSMANLI FETVALARINDA AHİLİK 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

137 

OMÜİFD 

  Mecmûatü’l‐Fetva, Slm. Ktp., Atıf Ef., 2835. 

Fetâvâ‐yı İbn Kemal, Dârü’l‐Mesnevi, 118. 

Fetâvây‐ı İbn Kemal, Nuruosmaniye, 1967.  

Tevârih‐i Âl‐i Osman: IX. Defter, Millet Ktp., Ali Emirî (Tarih), 29. 

Mecma’ul‐Mesâili’ş‐Şer’iyye  fî Ulûmi’d‐Dîniyye,  İstanbul Üniv. Merkez Ktp., Nadir 

Eserler‐Türkçe, 6253. 

İbn Manzûr, Lisanü’l‐Arab, Beyrut: Dâr‐u Sadr, t.y. 

İnalcık,  Halil,  Osmanlı  İmparatorluğu  Klâsik  Çağ  1300‐1600,  Çev.  Ruşen  Sezer, 

İstanbul, y.y., 2003. 

Osmanlı  Devleti’nin  Doğuşu  Meselesi,  Söğütten  İstanbul’a  Osmanlı  Devleti’nin 

Kuruluşu Üzerine Tartışmalar,   Derleyen Oktay Özel‐Mehmet Öz, Ankara, 

y.y., 2000.   

İnanır, A., Kanûnî Devrinde Osmanlı’da Hukukî Hayat, İstanbul: Osav Yay., 2011. 

“İbn  Kemal’in  Fetvaları  Işığında  Osmanlı’da  İslâm  Hukuku”,  Doktora  Tezi, 

İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008. 

Kal’a, Ahmet, İstanbul Esnaf Birlikleri ve Nizamları‐1, İstanbul, İstanbul Büyükşehir 

Belediyesi Yay., 1998. 

Kaşkarlı M., Divan‐u Lüğati’t‐Türk, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1986. 

Kayaoğlu,  İsmet,  “Halife  en‐Nasır’ın  Fütüvvete  Girişi  ve  Bir  Fütüvvet 

Buyrultusu”, AÜİFD, XXV, (1981), Ankara, ss. 221‐227. 

Kazıcı, Z., “Ahilik”, DİA, İstanbul, 1988. 

Köksal, M. Fatih, “Kırşehir Müzesinde Ahi Şecerenâmeleri”, II. Ahi Evran‐ı Veli ve 

Ahilik Araştırmaları Sempozyumu‐ Bildiriler 13 Ekim 2006, Kırşehir, A. E. Ü. 

Ahilik Kültürü Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 2007,  ss. 317‐318.   

Ahi Evran ve Ahilik, Kırşehir, Kırşehir Valiliği Kültür Hizmeti Yay., 2. Baskı 2008.  

Köprülü, M.F.  “Anadolu Selçuklularının Yerli Kaynakları”, Belleten, c.VII, (1947), 

S. 27, ss. 379‐458. 

Lâtifî, Tezkire‐i Latifî, Dersaadet: İkdam Matbaası, 1314. 

Ocak, Ahmet Yaşar, “Fütüvvet”, DİA, 1996. 

Özcan, Tahsin, Fetvalar Işığında Osmanlı Esnafı, İstanbul, Kitabevi Yay., 2003. 

Özen,  Ş.,  ‘’Osmanlı  Döneminde  Fetva  Literatürü’’,  Türkiye  Araştırmaları  Literatür 

Dergisi, Cilt 3, Sayı 5 (2005).  

“Kemalpazâde’nin Fıkhî Görüşleri”, DİA, 2002. 

Öğüt, Eker Gülin, “İletişimde Yüklendiği Fonksiyonla Türk Kültürü İçinde Esnaf 

Dükkanlarındaki  Levhalarda  Ahîlik  Gelenekleri”,  II.  Uluslararası  Ahîlik 

Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Ankara, KBY., 1999.   

Tabakoğlu, ‘’Ahmet, Ahilik ve İş Ahlakı’’, İGİAD İş Ahlakı Sempozyumu, 2008. 

Tekindağ,  Ş.  “Yeni Kaynak  ve Vesîkaların  Işığı Altında   Yavuz  Sultan  Selim’in 

İran Seferi”,  İÜEFTED., XVII/22 (1968), ss. 49‐78. 

Sancaklı,  Saffet  “Ahilik  Ahlâkının  Oluşumunda  Hadislerin  Etkisi”,  İstanbul 

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Bahar , 1 (2010).  

 

 

AHMET İNANIR 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ [2014] sayı: 36 

138 

OMÜİFD 

Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l‐Fuâd, İstanbul, Matbaa‐i Âmire, 1288. 

Sarıkaya, S. “Osmanlı Devletinin  İlk Asırlarında Toplumun Dini Yapısına Ahilik 

Açısından Bir bakış Denemesi”, Süleyman Demirel Üniv.,  İlahiyat Fakültesi 

Dergisi, Sayı 6, 1999, ss. 49‐67. 

XIII‐XIV.  Asırlardaki  Fütüvvetnâmelere  Göre  Dinî  İnanç Motifleri,  Ankara,  Kültür 

Bakanlığı Yay., 2002. 

Savaş, Saim, XVI. Asırda Anadolu’da Alevilik, İstanbul, Vadi Yay., 2002.    

Şahin,  İlhan,  Osmanlı  Devrinde  Ahi  Evran  Zaviyesinin  Hususiyetine  Dâir  Bazı 

Mülâhazalar  ve  Vesikalar;  Ahilik  ve  Esnaf,  Ankara,  İstanbul  Esnaf  ve 

Sanatkârlar Dernekleri Birliği Yay., 1982. 

Şahin,  Osman,  “İslam  Hukukunda  Fetva  Usulü”,  Basılmamış  Doktora  Tezi, 

Ondokuz  Mayıs  Üniversitesi  Sosyal  Bilimler  Enstitüsü  Temel  İslam 

Bilimleri Anabilim Dalı, Samsun 2002 

Uzunçarşılı, İ. H, Osmanlı Tarihi, Ankara: TTK Yay., 1988. 

Üçel‐Aybet, Gülgün, Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve  İnsanları 

(1530‐1699), İstanbul, İletişim Yay., 2003. 

Yazıcı,  Tahsin,  “Fetihten  Sonra  İstanbul’da  İlk  Halvetî  Şeyhleri:  Çelebi 

Muhammed  Cemaleddin,  Sünbül  Sinan  ve  Merkez  Efendi”,  İstanbul 

Enstitüsü Dergisi, 2, (1956) İstanbul, ss. 104‐113. 

Yıldırım, S. ‘’Bazı Ahi Şeçere‐nâmelerinin Muhtevaları ve Tarihi Değerleri’’, Basılmamış 

Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 1994. 

Yörük, Doğan, “XV. Yüzyılda Karaman Topraklarında Ahiler ve Ahi Vakıfları”, 

Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 20, 2008, ss. 665‐684.