SOSYAL BİLİMLER DERGİSİsbe.erdogan.edu.tr/Files/ckFiles/sbe-erdogan-edu-tr...ISSN: 2149-2239...
Transcript of SOSYAL BİLİMLER DERGİSİsbe.erdogan.edu.tr/Files/ckFiles/sbe-erdogan-edu-tr...ISSN: 2149-2239...
ISSN: 2149-2239
SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ
RECEP TAYYIP ERDOGAN UNIVERSITY JOURNAL OF SOCIAL SCIENCES
SAYI | ISSUE : 3
(OCAK | JANUARY 2016)
ISSN: 2149-2239
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Adına Sahibi
Owner on Behalf of Recep Tayyip Erdogan University
Prof. Dr. Şevket TOPAL
Editör / Editor
Yrd. Doç. Dr. Selami YANGIN
Editör Yardımcısı /Subeditor
Yrd. Doç. Dr. Hacı Yusuf ACUNER
Yayın Kurulu / Editorial Board
Prof. Dr. Alaattin KIZILTAN
Prof. Dr. Ali AKDOĞAN
Prof. Dr. Hasan Ali ESİR
Prof. Dr. Mehmet KÜÇÜK
Prof. Dr. Yavuz KÖKTAŞ
Doç. Dr. Halis Türker BALAYDIN
Doç. Dr. İhsan ARSLAN
Yrd. Doç. Dr. Mustafa SAVCI
Sekreterya / Editorial Secretary
Arş. Gör. Ali Haydar BÖLÜKBAŞ
Arş. Gör. Enes BÜYÜK
ISSN: 2149-2239
Baskı / Printing
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Rektörlüğü Matbaası Recep Tayyip Erdoğan University Rectorate Press
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi yılda iki kez (Ocak-Temmuz) yayınlanan hakemli bir dergidir. Bu dergide yayınlanan makalelerin bilim, etik ve dil bakımından sorumluluğu yazarlara aittir. Dergide yer alan makalelerdeki görüş ve düşünceler yazarların kişisel görüşleri olup, hiçbir şekilde Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nin veya Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün görüşlerini yansıtmaz. Tüm hakları saklıdır. Derginin adı belirtilmeden hiçbir alıntı yapılamaz. Recep Tayyip Erdoğan University Journal of Social Sciences is a refereed journal and published biannually (January-July). Authors are responsible for the content and linguistic of their articles. Articles published here could not be used without referring to the Journal. The opinions in the articles published belong to the authors only and do not reflect those of Recep Tayyip Erdoğan University and Recep Tayyip Erdoğan University, Graduate School of Social Sciences. No part of this publication may be reproduced or utilized in any form without referring the name of the journal.
Makale değerlendirme süreci:
1- Makale, MS Word yazılımı (makale şablonu) kullanılarak ve derginin yazım kurallarına uygun bir şekilde yazılmalıdır.
2-Makale, [email protected] e-mail adresine iletilmelidir.
3- Makale, Sosyal Bilimler Dergisi Editör Kurulu tarafından şekil incelemesi tamamlandıktan
sonra hakemlere ulaştırılır.
4- Editör, önerilen makaleyi hakemlere göndermeden reddedebilir.
5- Hakem raporlarına göre yazar(lar)a bilgi verilir.
Yazışma Adresi:
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü 53200 – RİZE Tlf : 0 (464) 217 29 19 Faks: 0 (464) 217 29 18 E-Posta: [email protected]
ISSN: 2149-2239
Bilim Danışma ve Hakem Kurulu
Science Advisory and Reviewer Board
Abdullah OKUMUŞ (İstanbul Ü.) Abdurrahman HAÇKALI (Giresun Ü.) Adem BELDAĞ (Recep Tayyip E. Ü.) Adil TÜRKOĞLU (Adnan Menderes Ü.) Ahmet ALBAYRAK (Uludağ Ü.) Ahmet İshak DEMİR (RTE Ü. Ahmet ÖGKE (Akdeniz Ü.) Ahmet TEKBIYIK (Recep Tayyip E. Ü.)
Ahmet TOKSOY (Adnan Menderes Ü.) Ali Faruk YAYLACI (Recep Tayyip E. Ü.) Ali Murat SÜNBÜL (Necmettin E. Ü.) Ali Rıza ABAY (Yalova Ü.) Ali Rıza AKDENİZ (Karadeniz Teknik Ü.) Ali Rıza SANDALCILAR (RTE Ü.) Ali Sait ALBAYRAK (Recep Tayyip E. Ü.) Ali Sabri İPEK (Recep Tayyip E. Ü.) Ali SEYYAR (Sakarya Ü.) A. Tansu SAY (Kocaeli Ü.) Ayfer KOCABAŞ (Dokuz Eylül Ü.) Ayşe Zişan FURAT (İstanbul Ü.) Bahadır NAMDAR (Recep Tayyip E. Ü.) Barış ÇAYCI (Niğde Ü.) Bekir BULUÇ (Gazi Ü.) Bilal KEMİKLİ (Uludağ Ü.) B. Zafer ERDOĞAN (Anadolu Ü.) Cahit PESEN (Siirt Ü.) Cansu Filik İŞCEN (Esk. Osmangazi Ü.) Cem TOPSAKAL (Recep Tayyip E. Ü.) Cemalettin İPEK (Ahi Evran Ü.) Cemalettin KALAYCI (Karadeniz T. Ü.) Coşkun TOPAL (Karadeniz Teknik Ü.) Çavuş ŞAHİN (Ç. Onsekiz Mart Ü.) Demet Sancı UZUN (Recep Tayyip E. Ü.) Didem AYDOĞAN (Adnan Menderes Ü.) Durmuş EKİZ (Karadeniz Teknik Ü.) Ebru GÜVELİ (Recep Tayyip E. Ü.) Emre ÜNAL (Niğde Ü.) Enes GÖK (Recep Tayyip Erdoğan Ü.) Ercan ATASOY (Recep Tayyip E.Ü.) Ercan GEGEZ (Marmara Ü.) Erol DURAN (Uşak Ü.) Eyüp ŞİMŞEK (Atatürk Ü.) Fatih CAMADAN (Recep Tayyip E. Ü.) Fazıl KIRKBİR (Karadeniz Teknik Ü.) Fikret KARAPINAR (Necmettin E. Ü.) Firdevs GÜNEŞ (Bartın Ü.) Gülhiz PİLTEN (Necmettin Erbakan Ü.)
Halil DİNDAR (Gazi Ü.) Halil İbrahim SAĞLAM (Sakarya Ü.) Halis DEMİR (Recep Tayyip Erdoğan Ü.) Hasan AKTAŞ (Recep Tayyip E.Ü.) Hasan AYIK (Artvin Çoruh Ü.) Hasan AYYILDIZ (Karadeniz Teknik Ü.) Havva Tunç ÇELEBİ (İstanbul Ü.) Hayati AKYOL (Gazi Ü.)
H. Sabri KURTULDU (Karadeniz T. Ü.) Hikmet YAZICI (Karadeniz Teknik Ü.) İbrahim COŞKUN (Trakya Ü.) İhsan SAFİ (Recep Tayyip Erdoğan Ü.) İlhan TURAN (Recep Tayyip Erdoğan Ü.) İsrafil BALCI (Ondokuz Mayıs Ü.) Kader Birinci KONUR (RTE Ü.) Kemal BAYTEMİR (Amasya Ü.) Kemal YILDIZ (Marmara Ü.) Kenan AYDIN (Yıldız Teknik Ü.) Kenan ÇELİK (Karadeniz Teknik Ü.) Macit YILMAZ (Atatürk Ü.) Mehmet Kaan DEMİR (Ç. Onsekiz M.Ü.) Mehmet Şamil BAŞ (Recep Tayyip E. Ü.) Muharrem ÖNDER (Akdeniz Ü.) Musa GÜN (Recep Tayyip Erdoğan Ü.) Mustafa ERSUNGUR (Atatürk Ü.) Mustafa TATÇI (Gazi Ü.) Müge ASLAN (Marmara Ü.) Müjdat ÖZMEN (Esk.Osmangazi Ü.) Nagihan YILDIRIM (Recep Tayyip E. Ü.) Nazihan URSAVAŞ (Recep Tayyip E. Ü.) Namık Kemal OKUMUŞ (RTE. Ü.) Nihal SÜTÜTEMİZ (Sakarya Ü.) Nil Yıldız DUBAN (Afyon Kocatepe Ü.) Nimet PIRASA (Recep Tayyip E. Ü.) Nurettin ÖZGEN (Ankara Ü.) Nurullah ALTAŞ (Atatürk Ü.) Orhan Kemal TAVUKÇU (RTE Ü.) Osman KARAMUSTAFA (RTE Ü.) Ömer Faruk URSAVAŞ (RTE Ü.) Ömer TORLAK (Konya KTO Ü.) Pusat PİLTEN (Necmettin Erbakan Ü.) Remzi ALTUNIŞIK (Sakarya Ü.) Sabri SİDEKLİ (Muğla Sıtkı Koçman Ü.) Salih Sabri YAVUZ (Recep Tayyip E. Ü.) Seher YARAR KAPTAN (RTE Ü.) Selahattin KAYMAKÇI (Karadeniz T. Ü.) Serdarhan Musa TAŞKAYA (Mersin Ü.)
ISSN: 2149-2239
Sevil KURT (Recep Tayyip Erdoğan Ü.) Seyfettin ARTAN (Karadeniz Teknik Ü.) Seymur AĞAYEV (Recep Tayyip E. Ü.) Sima NART (Sakarya Ü.) Sinan ÇINAR (Recep Tayyip Erdoğan Ü.) Süleyman TURAN (Recep Tayyip E. Ü.) Şengül ATASOY(Recep Tayyip E. Ü.) Şuayip ÖZDEMİR (Afyon Kocatepe Ü.) Tahsin İLHAN (Gazi Osman Paşa Ü.)
Turan TEMUR (Dumlupınar Ü.) Tülay YENİÇERİ (Aksaray Ü.) Uğur SİVRİ (Recep Tayyip Erdoğan Ü.) Ümit ALNIAÇIK (Kocaeli Ü.) Veli TOPTAŞ (Kırıkkale Ü.) Yasin GÖKBULUT (Gaziosmanpaşa Ü.) Yılmaz GEÇİT (Recep Tayyip E. Ü.) Zafer ERGİNLİ (Gümüşhane Ü.) Zafer TANGÜLÜ (Muğla S. Koçman Ü.)
ISSN: 2149-2239
SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ MAKALE YAZIM İLKELERİ
Dergide yayımlanması istenen yazılar, sosyal bilimler alanında, bilime katkısı olan, özgün çalışmalar olmalı ve aşağıda belirtilen nitelikleri
taşımalıdır.
1- Derginin yazı dili Türkçe olmakla birlikte, yaygın olarak kullanılan diğer dillerde yazılmış yazıların yayınlanması yayın kurulunun kararına bağlıdır.
2- Dergiye verilen yazıların, dergi kurallarına göre düzenlenmiş ve basıma hazır hale getirilmiş
olması gerekir. Yayın Komisyonu, yazım kurallarına uymayan yazıları yayınlamama veya düzeltmek üzere yazara iade etme yetkisine sahiptir.
3- Türkçe ve yabancı dildeki başlıklar; yazının kapsamıyla uyumlu; yazının konusunu kısa, açık ve yeterli ölçüde yansıtmalıdır.
4- Türkçe ve yabancı dildeki özetler; yazının amacını, kapsamını ve sonuçlarını yansıtmalı ve
yazının diğer bölümlerinden ayrı olarak yayımlanabilecek biçimde hazırlanmış olmalıdır. Yayıma kabul edilen Türkçe çalışmanın yazar/lar/ından geniş İngilizce özet hazırlamaları beklenmektedir. Geniş İngilizce özette kaynakçada yer alan her bir referansa atıf yapılması gerekmektedir. Türkçe çalışmalar için talep edilen geniş İngilizce özet, yayım kabulü alındıktan sonra gönderilmelidir.
5- Yazı, dil ve ifade yönünden, dilbilgisi kurallarına uygun olmalı, açık ve yalın bir anlatım yolu
izlemeli, amaç ve kapsam dışına taşan gereksiz bilgilere yer verilmemeli ve makale yazım kurallarına uygun olmalıdır.
6- Makalenin hazırlanmasında bilinen bilimsel yöntemlere uyulmalı, çalışmanın konusu, amacı, kapsamı, hazırlanma gerekçesi vb. bilgiler yeterli ölçüde ve belirli bir düzen içinde verilmelidir. Makalede kullanılan şekil, tablo, fotoğraf ve diğer belgeler, bilimsel kurallara uygun olarak hazırlanmalı, yazının amacına ve kapsamına uygun olarak seçilmeli, yazıda değinilmemiş gereksiz belgelere ve kaynaklara yer verilmemelidir.
7- Makalede kullanılan şekil, tablo, fotoğraf ve diğer belgelerin kolayca anlaşılacak biçimde yalın
ve yeterli bir açıklaması bulunmalıdır.
8- Yazıda kullanılan kaynaklar yazım kurallarına uygun olarak düzenlenmeli, değinilen her belge kaynaklar kısmında yer almalı, ancak yazıda değinilmeyen belgelere kaynaklar kısmında yer verilmemelidir.
9- Sonuçlar, araştırmanın amaç ve kapsamına uygun olmalı, ana çizgileriyle ve öz olarak
verilmeli, metinde sözü edilmeyen veri ya da bulgulara yer verilmemelidir.
10- Makalelerin yayınlanabilmesi için Enstitümüzün tayin edeceği iki hakemden olumlu rapor gelmesi şartı aranır. Bir hakemin olumsuz, diğer hakemin olumlu görüş bildirmesi halinde çalışma üçüncü bir hakemin incelemesine gönderilir. Böyle bir raporda göz önünde bulundurulacak bilimsel esaslar şunlardır:
a. Araştırma yöntemi,
b. Konu bütünlüğü,
c. Bilimsel özgünlük
d. İlgili bilim dalının terim bilgisine hakimiyet,
e. Konuyla ilgili eski ve yeni çalışmaları görebilmek,
f. Yararlanılan kaynaklarda uygunluk ve yeterlilik,
g. Değerlendirme yapabilme ve sonuca ulaşabilme,
ISSN: 2149-2239
h. Alanına katkı sağlama,
i. Dil hakimiyeti/anlaşılabilirlik, akıcılık.
Yazılar aşağıdaki biçimde düzenlenmiş olmalıdır:
1- Makale hazırlanmasında web sayfamızda yer alan Makale yazım şablonunu kullanınız.
2- Yazılar A4 kâğıdının bir yüzüne 14x20 cm. boyutunda basılır (Yazılar aşağıda belirtilen şekilde olmalıdır:
- Üst: 5,5 cm, Alt: 5,5 cm
- Sol: 4,5 cm, Sağ: 4,5 cm
- Karakter: Bookman Old Style (Metin 10 punto, Dipnot ve Öz 8,5 punto)
- Satır aralığı: Tek
- Paragraf aralığı: 6 nk.
3- Yazılar PC bilgisayarda Microsoft Word programında tek satır aralıklı olarak yazılır.
Kaynaklar listesi satır başlarında 1,0 cm boşluk bırakılarak asılı paragraflar halinde 10 punto ile yazılır.
4- Makalenin başlığı ilk sayfanın başına kalın 14 punto büyük harflerle sayfa ortalanarak yazılır. Türkçe başlığın altına yabancı dilde başlık ilk harfler büyük diğerleri küçük olarak yazılır. Metin içindeki başlıklar öncesinde 12 punto sonrasında 6 punto boşluk bırakılır.
5- Başlıktan sonra 12 punto aralık verilerek yazar ad(lar)ı unvansız olarak sayfa ortalanarak
yazılır. Unvan, çalıştığı kurum ve e.mail adresi dipnot olarak belirtilir.
6- Çalışma herhangi bir kurumun desteği ile gerçekleşmiş ise kurumun adı ilk sayfanın altında dipnot olarak belirtilir.
7- Yazar adından sonra 12 punto boşluk bırakılarak Türkçe ve yabancı dilde 150 kelimeyi
geçmeyen özet yazılır ve yazının ana konusunu tanımlayan anahtar kelimeler bu özetlerde belirtilir.
9- Şekil, tablo ve fotoğraflar bilgisayar ortamında hazırlanıp metin içinde ya da sonunda sayfa boyutlarını (14x20 cm.) aşmayacak şekilde yerleştirilir. Sayfa boyutlarını aşan şekil, tablo ve fotoğraflar ile renkli basılan sayfaların basım masrafları yazar tarafından karşılanır. Makalede yer alan fotoğraf ve şekillerin yoğunluğu düşük olmalıdır. Tablo ve şekillerin sayfanın kenarlarının dışına taşmaması sağlanmalıdır. Tablo numaralandırılmalı ve tablonun başlığı, içeriğini anlatacak şekilde yazılmalı ve tablonun üst tarafında verilmelidir. (Tablo 1: İşçilerin kararlara katılma düzeyleri). Tablo başlığı ikinci satıra sarkıyor ise ikinci satır tablo numarası hizasından sonra başlamalıdır. Tablo eğer başka bir çalışmadan aktarılmış ise ayrıca tablonun altına, alıntı yapılan kaynak gösterilmelidir. Kaynak verilirken Kaynak: Yazarın Soyadı,
kaynağın basım tarihi: Tablonun kaynaktan alındığı sayfa sayısı ya da sayfa aralığı (Kaynak: Solak, 2006: 25-26) biçiminde verilmelidir. Tablo sadece yatay ve dikey çizgiler kullanılarak oluşturulmalıdır. Şekiller numaralandırılmalı, başlıklar da şeklin içeriğini anlatacak şekilde yazılmalı ve şeklin altında yer almalıdır. (Şekil 1: Gelirin yıllara göre dağılımı). Eğer şekil başka bir kaynaktan aktarıldıysa, şekil açıklamasının altına kaynakla ilgili bilgi verilmelidir. (Kaynak: Solak, 2006: 12). Tablonun kendisi ortalanmalıdır. Ayrıca tablo ve şekiller, word veya excel formatında hazırlanmalıdır. Fotoğraf şeklinde gönderilmemelidirler.
10- Atıfta bulunulan kaynaklar metin içinde, yazarın soyadı ve yayın yılı parantez içinde gösterilir. Açıklamalar ise sayfa altında dipnot olarak verilir. Yazılarda kullanılan kaynaklara gönderme metin içinde (Yazarın soyadı, Basım yılı: Sayfa numarası) şeklinde olmalıdır. Örnek: (Demir, 2002: 185)
ISSN: 2149-2239
Kaynak Gösterim Örnekleri
Tek Yazarlı Kitap Örneği: Demir, A. (2001). Türkiye Ekonomisi. İstanbul: Remzi Kitabevi. İki Yazarlı Kitap Örneği: Egeli, H. ve Özen, A. (2010). Teoride ve Uygulamada Bütçe Politikası. İzmir: Altın Nokta
Basım Yayın Dağıtım. Üç Yazarlı Kitap Örneği: Di Gerenimo, T. F., Grene, A. ve Pavini, J. (2010). Sağlıklı Bebek Yetiştirme Rehberi. İstanbul: Havy Kitap. En Az Dört Yazarlı Kitap Örneği: Ayhan, H., Dodurgalı, A., Köknel, Ö. ve diğerleri. (2010). Çocuk ve Ergen Eğitiminde Anne Baba Tutumları. İstanbul: Timaş Yayınları. Kitap İçinde Bölüm Örneği: Gür, T. H. (2001). Turizm Sektörü. A. Şahinöz (Ed.). Türkiye Ekonomisi (s. 220-244). Ankara: İmaj Yayınevi. Tek Yazarlı Makale Örneği: Demir, A. (2001). Türkiye’nin Ekonomik Yapı Sorunları. Mülkiyeliler Dergisi, V(2), 212-226. Çok Yazarlı Makale Örneği: Aştı, N., Acar, G., Bağcı, H. ve diğerleri. (2005). Sağlık Bakım Profesyoneli Olarak Yetişecek Öğrencilerin Ruhsal Durumları ve Yaklaşımlar. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı (15), 25-35. İnternetten Kaynak Kullanımı Örneği: Erman, K., Şahan, A. ve Can, S. (2008). Sporcu Bayan ve Erkeklerin Benlik Saygısı Düzeylerinin Karşılaştırılması. Erişim tarihi: 21.02.2008,http://www.bilalcoban.com/index.php?id=dokuman&islem=oku&yer=2&kat=14&no=97 Ciltli Eser Örneği: Meydan Larousse. (1998). Bilgi Dünyasına Yolculuk. Cilt (15), Ankara: 3B Yayıncılık. Yukarıda belirtilmeyen durumlar için APA (American Psychological Association-Amerikan Psikoloji Derneği) kuralları geçerlidir. Detaylı bilgi için APA’nın web sitesine (http://www.apastyle.org) başvurunuz.
11- Metin içinde değinilen bütün kaynaklar makalenin sonundaki kaynaklar bölümünde yazar
soyadına göre alfabetik olarak dizilir. Kaynakların önüne sıra numarası konulmaz ve diğer bibliyografya kurallarına uyulur.
Makale teslim edilirken:
1- Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi online olarak yayınlanır ve
değerlendirme süreci elektronik ortamda çift-körleme (double-blinded) yöntemiyle yürütülür. Yayımlanması istenen makaleler, bilgisayar ortamında hazırlanıp online olarak iletilir. Dosyalarda yazar ad(lar)ı ve adresleri belirtilmez.
2- Makale teslim edilirken, özgün bir yazı olduğunu ve daha önce herhangi bir yerde yayımlanmadığını belirten bir yazı (teslim formu) çıktı alınarak imzalanır ve daha sonra bu dosya da online olarak iletilir.
3- Hakem önerileri doğrultusunda yeniden düzenlenen ve yayınlanabilir kararı verilen
makalenin son şeklini gösteren dosya yine sisteme online olarak aktarılır.
4- Hakemlerden olumlu rapor alamayan makale yayınlanmaz ve yazarına iade edilmez; bu konuda idari ve adli bir sorumluluk kabul edilmez.
ISSN: 2149-2239
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Recep Tayyip Erdogan Universtiy Journal of Social Sciences
3 (2016)
İÇİNDEKİLER
Makaleler | Articles
Türkiye’de Lojistik Eğitiminin Durumu ve Lojistik Eğitiminin Geliştirilmesine Yönelik Öneriler ......................... s. 1-13 Situation of Logistics Education in Turkey and Suggestions for the Development of Logistics Education
Sinan ÇAKMAK
Guided Project Support Experience of Turkish Development Agencies ......................................................... s. 14-21
Süleyman TOY; Emine Bilgen EYMİRLİ
Finansal Krizlerin Kobiler Üzerindeki Etkisi Rize İli Ayakkabı Sektörü Üzerine Bir Araştırma .............................. s. 22-44 Effect of the Financial Crisis on Smes: Rize City Center Footwear Related Research
Alaattin KIZILTAN; İmran SARIHASAN
Reflection of Growth Poles Theory in Turkey as Supporting Program for Attraction Centres ........................................... s. 43-48
Süleyman TOY; Emine Bilgen EYMİRLİOzan GÜNDÜZ
Nurettin Topçu ve Albert Camus’de Ahlâk: İsyan/Başkaldırı Ahlâkı ....................................................... s. 49-62 Ethics in Nurettin Topcu and Albert Camus: Ethics of Revolt
Ebru ÖNER
İlk Türk Devletlerinde Kadın Algısı ve Kadın Hakları ........... s. 63-72 Perception of Women and Women’s Rights in The First Turkic States
Okan AÇIL
ISSN: 2149-2239
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Recep Tayyip Erdogan Universtiy Journal of Social Sciences
3 (2016)
Fen ve Teknoloji Öğretmenlerinin Yapılandırmacı Öğrenme Uygulamaları......................................................... s. 73-97 The Constructive Learning Practices of the Science and Technology Teachers
Selami YANGIN; Mustafa Sinan KARASU
Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi Yöntemlerinin Okuduğunu Anlamaya Etkisi ...................... s. 98-112 The Effect of Teaching Reading Methods to Reading Comprehension in the Scope of Teaching Turkish to Foreigners
Nurettin YILDIZ
İlkokul Öğrencilerinin Sosyal Uyumları ile Anne-Baba Stres Düzeylerinin İncelenmesi ....................................... s. 113-127 A Study of Primary School Students’ Social Adaptions and Parents’ Level of Stress
Abdullah IŞIKLAR; Mehmet BİLGİN; Mehtap BİLGİN
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (RTEÜ Journal of Social Sciences) 3 : 1-13
[201?]
TÜRKİYE’DE LOJİSTİK EĞİTİMİNİN DURUMU VE LOJİSTİK
EĞİTİMİNİN GELİŞTİRİLMESİNE YÖNELİK ÖNERİLER
SITUATION OF LOGISTICS EDUCATION IN TURKEY AND
SUGGESTIONS FOR THE DEVELOPMENT OF LOGISTICS
EDUCATION
Sinan ÇIKMAK*
ÖZ: Çalışmada amaçlanan, lojistik/TZY alanında Türkiye’deki üniversitelerde eğitiminin mevcut
durumunun değerlendirilmesi ve farklı yazarlar tarafından ileri sürülen lojistik eğitimi konusundaki iyileştirme
önerilerine yer verilmesidir. Yapılacak olan bu güncel çalışmayla, dünya da ve Türkiye’de ivmeli bir şekilde
büyüyen lojistik sektörüne ve özellikle bu sektörün ihtiyaç duyduğu eğitimli insan gücünün yetiştirilmesinde
üniversitelere yapmaları gerekenler konusunda çeşitli fikirler sunacağı düşünülmektedir.
Anahtar sözcükler: Lojistik Eğitimi, Tedarik Zinciri Yönetimi Eğitimi, Türkiye’de Lojistik Eğitimi
ABSTRACT: The aim of this study was to evaluate the logistics education in universities of Turkey and is
given to the proposals put forward on improving logistics training by different authors. And presented by the current
this study, it is considered the world and in our country accelerated way in the growing logistics sector and in
particular will offer a variety of ideas on what to do with the university upbringing of heard that trained manpower
needs of this sector.
Keywords: Logistics Education, Supply Chain Management Education, Logistics Education in Turkey
1. GİRİŞ
Türkiye’de lojistik ve TZY’ye yönelik sektör, hızlı bir şekilde değişim geçirmektedir.
Rekabet koşularının olabildiğince artması, minimum maliyet maksimum kar anlayışı, müşteri
memnuniyeti, yeni pazar arayışları ve değişen teknolojiler nedeniyle, işletmelerin çağdaş,
bilimsel ve eğitimli personellerle hizmet sunmalarını gerektirmektedir (Altuğ, 2013,s.210).
Firmalar, ihtiyaç duydukları beyin gücünü bu alanda yetişmiş kişilerden karşılama arzusu içine
girmeye başlamışlardır. Bu durum karşısında Türkiye’deki üniversitelerde lojistik üzerine
uzmanlaşmış kişiler yetiştirilmesi için talep yönlü istekler ortaya çıkmıştır. Bilimsel
yaklaşımlar lojistik eğitiminin bir ihtiyaç olduğunu, kaçınılmaz ve ertelenemez hale geldiğini
çalışmalarında ortaya koymuşlardır. Türkiye’de lojistik eğitimi oldukça önem arz eden bir
noktaya doğru hızla ilerlediğinden akademik olarak takip edilmekte ve çeşitli yaklaşımlar ile
sürece katkı sağlanması hedeflenmektedir (Akkoca ve Gülmez, 2013, s.227).
Türkiye’de artık birçok üniversitede lojistik ve tedarik zinciri yönetimi bir bilim dalı
olarak kabul edilmekte ve ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora seviyesinde eğitimi
verilmektedir. Üniversitelerimizde bu alanda ya doğrudan yada ders içeriği olarak nakliye
yönetimi, depo yönetimi, stok yönetimi, müşteri ilişkileri yönetimi, üretim yönetimi, sipariş
yönetimi, malzeme ve envanter yönetimi, bilişim teknolojileri, lojistik hukuku, dış ticaret,
uluslararası kaynak kullanımı gibi dersler okutulmaktadır. Gelinen bu noktada sektörlerin
ihtiyacı olan çağdaş lojistik anlayışı ve uygulaması, gerek sektörel bazda, gerekse eğitim
alanında çok ciddi ilerlemelerin olduğu söylenebilmektedir (Altuğ, 2013, s.210).
* Öğr. Gör., Düzce Üniversitesi, Sosyal Bilimler MYO, Düzce-Türkiye, [email protected]
Sinan ÇIKMAK 2
Ancak, tüm bu olumlu gelişmelerle birlikte lojistik ve TZY eğitiminin bir takım
eksiklikleri de bulunmaktadır. Açılan lojistik bölümlerinin plansız bir şekilde ve altyapısı
hazırlanmadan açıldığı görülmektedir. Bu eksikliklerden bazıları; lojistik bölümlerinin
Türkiye’nin ve sektörün ihtiyaçlarına göre açılmaması, öğretim kadrosunun da lojistik konuda
eğitim almış öğretim elemanlarından oluşmaması, sektörle akademik hayatın etkileşiminin
yetersizliği şeklinde sıralanabilir.
Çalışmada amaçlanan, Türkiye’deki lojistik eğitiminin mevcut durumunun
değerlendirilmesi ve farklı yazarlar tarafından ileri sürülen lojistik eğitimi konusundaki
iyileştirme önerilerinin tek bir başlık altında derlenmesidir. Yapılacak olan bu güncel
çalışmayla, dünya da ve Türkiye’de ivmeli bir şekilde büyüyen lojistik sektörüne ve özellikle
bu sektörün ihtiyaç duyduğu eğitimli insan gücünün yetiştirilmesinde üniversitelere yapmaları
gerekenler konusunda çeşitli fikirler sunacağı düşünülmektedir.
Birçok yazar tarafından tedarik zinciri yönetimi ve lojistik yönetimi birbirlerinden ayrı
tutulmuş ve lojistiğin tedarik zincirinin bir parçası olduğu görüşü hakim olmuştur. Örneğin
Lamber ve Cooper (2000) bu ayrımı çalışmalarında net bir şekilde ifade etmişlerdir. Ancak
yönetim perspektifinden ve lojistik/tedarik zinciri yönetimi temel tanımlamaları açsından
bakıldığında, Stock ve Lambert (2001) böyle bir ayrımın yapılmasının da zor ve gereksiz
olduğunu vurgulamışlardır. Dolayısıyla bu çalışmada da, lojistik ve tedarik zinciri eğitimleri
aynı potada değerlendirilmeye tabi tutulmuştur.
2. LOJİSTİK VE TEDARİK ZİNCİRİ YÖNETİMİ EĞİTİMİ
Lojistik sektörü, son yıllarda istihdam yaratan en önemli hizmet sektörlerinden biri
durumuna gelmiştir. Kapsamlı ve karmaşık bir yapıya sahip olan sektör, gün geçtikçe daha
fazla işgücüne ihtiyaç duymaktadır (OECD, 2002, s.43).
Lojistik sektörü yapı itibari ile hem teknoloji yoğun hem de emek yoğun bir sektör
olarak değerlendirilebilir. Bu özelliği ile diğer sektörlerden farklılık göstermektedir. Lojistik
sektörünün etkinliği, teknolojik gelişmeler çerçevesinde lojistik sürecin planlanması için
kullanılan yazılımlara, yeni tekniklere ve sistemlere, araç ve donanımların bu sistemlere
uyumlu hale getirilmesine bağlı bulunmaktadır. Diğer taraftan hizmet sektörü olması
nedeniyle, yoğun işgücüne ihtiyaç olmaktadır. Sektörde faaliyet gösteren firma sayısının her
geçen gün artması, mevcut firmaların da hizmet alanlarını genişletmeleri bu ihtiyacın
artmasında etkili olmaktadır (Oda, 2008,s.67).
Günümüzde lojistik sektörü, bir ülkenin rekabet üstünlüğü sağlamasında temel
faktörlerden biri haline gelmiştir. Uluslararası ticaretin can damarı durumunda olan lojistik
sektörü, önemli bir istihdam alanı olmakla birlikte, bünyesindeki faaliyetlerle özellikle sanayi
sektöründe önemli ölçüde katma değer yaratarak bir ülkenin rekabet gücü elde etmesinde önem
arz etmektedir (Yıldırır, 2011,s.168). Rekabet edebilirlikte, nitelikli işgücü büyük öneme
sahiptir. Nitelikli ve uzmanlaşmış işgücünün sağlayacağı birçok ekonomik fayda
bulunmaktadır (Koban ve Keser, 2013, s.34). Nitelikli ve uzmanlaşmış işgücünün temelini
eğitim altyapısı oluşturmaktadır (Küçüksolak, 2006, s.31). Lojistik sektörünün gelişmiş olduğu
ülkelerde, lojistik sektörü ve alt sektörler ile ilgili olarak üniversitelerde pek çok bölüm
bulunmakta, bu bölümlerden mezun olanlar sektörde uzman işgücü olarak istihdam
edilmektedirler (Koban ve Keser, 2013, s.34).
Tüm dünyada, lojistik ve tedarik zinciri yönetiminin işletmelerde giderek önem
kazanması üniversitelerin bu alanda mezunlar yetiştirmesini zorunlu kılmıştır. Dolayısıyla
lojistik üniversitelerin tüm kademelerinde (önlisans, lisans, yüksek lisans ve doktora) yer
almaya başlamıştır. Türkiye’de giderek artan bir şekilde üniversitelerde lojistik ve tedarik
zinciri yönetimi bir bilim dalı olarak kabul edilmekte ve eğitimi verilmektedir. Üniversitelerde
bu alanda ders içeriği olarak taşımacılık, depo yönetimi, satın alma ve tedarik, lojistik
planlama, malzeme ve envanter yönetimi, bilişim teknolojileri, lojistik hukuku ve dış ticaret
Türkiye’de Lojistik Eğitiminin Durumu… 3
gibi dersler okutulmaktadır. Aşağıdaki tabloda Türkiye’deki lojistik programlarında verilen
dersler temel başlıklar altında gruplandırılarak gösterilmiştir.
Tablo 1: Türkiye’de Lojistik Programlarında Verilen Derslerin Gruplandırılması(Hocaoğlu,
Güner ve Coşkun, 2013, s.578)
Türkiye’deki üniversiteler çağdaş lojistik ve tedarik zinciri yönetimi anlayışıyla, gerek
kamunun, gerekse işletmelerin ihtiyacı oranında, gerekli eğitimlerini vererek, ilgili personelleri
yetiştirmektedirler. Maltepe Üniversitesi’nin, uluslararası ticaret ve lojistik yönetimi bölümü
için hazırlamış olduğu tanıtım sayfasında bölümün amacı aşağıdaki gibi açıklanmıştır (Maltepe
Üniversitesi web sayfası, 2015):
Lojistik Programının amacı; bu programa katılacak olan öğrencilere, lojistiğin
temel kavramlarını, sorunlarını anlatmak ve bu konulardaki çözüm yöntemlerini
öğretmek, taşımacılık, stoklama, ulaştırma gibi lojistik konularına, bilimsel
açıdan bakabilme ve problem çözme tekniklerini bilen ve sektöre yararlı olacak
bireylerin yetişmelerini sağlamaktır.
Lojistik eğitiminde aynı derslerin farklı konu başlıkları ile oluşturulan iki ekol vardır
(Hayward ve Omurtag, 2003). Bunlar:
Mühendislik modeli
İşletme modeli
Lojistiğin mühendislik modelinde, müşterinin tüm genel ve özel gereksinmelerini
karşılamak, verimli ve etkili bir iş akışını yaratmak ve lojistik performansı iyileştirmek
maksadıyla, istenen hizmet seviyesinde, uygun maliyette ve yüksek kalitede yenilikçi çözümler
tasarlamak esastır. Talep tahmini, satın alma, son ürün, dağıtım, depolama, ulaştırma, bakım
ve organizasyon vb. gibi alt bileşen ve süreçlere ilişkin matematiksel ve teknik işlemleri
tasarlayarak yapan bir alt disiplin olarak görülür. İşletme modeli ise, günümüzde hızlı bir
değişim ve gelişim içinde olan bilgi ve iletişim teknolojilerinin etkisiyle tüketicilerin istedikleri
ürünü dünyanın her hangi bir yerinden ve her hangi bir işletmesinden satın alabilmesini
sağlamaktadır. Bu ağın sürekli olarak gelişimini işletme modelleri sağlamaktadır.
Sinan ÇIKMAK 4
Tablo 2: Dünya Genelinde Lojistik Eğitimi Yaklaşımları (Gammelgaard, 2001).
Yaklaşım Amerika Avrupa Asya Genel
İşletme 85% 71% 68% 75%
Mühendislik 15% 29% 32% 25%
Görülmektedir ki dünya genelinde bölge fark etmeksizin “işletme yaklaşımı” ağırlıklı
olarak uygulanmaktadır. Ancak yüzdelik verilerde ilgi çekici olarak lojistik ve TZY konusunda
kabul eden gelişmişlik sırasını ile işletme yaklaşımının ağırlığının sıralaması aynıdır. Yani
lojistik ve TZY konularında en gelişmiş ABD’de işletme yaklaşımı daha fazla yaygınken, aynı
gelişmişlik sırasında olduğu gibi onu Avrupa ve Asya ülkeleri izlemektedir (Küçüksolak, 2006,
s.87).
3. TÜRKİYE’DEKİ LOJİSTİK EĞİTİMİNİN MEVCUT DURUMU
Türkiye’deki lojistik eğitiminin mevcut durumunu değerlendirirken programların
akademik kategorilerine göre bir değerlendirmesinin yapılması daha doğru olacaktır. Lojistik
programların kategorisinden kasıt, üniversitelerdeki ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora
seviyelerindeki lojistik bölümlerinin ayrı ayrı incelenmesidir. Dolayısıyla ilk olarak Türkiye’de
iki yıllı eğitim veren ve teknik eğitimin en üst ve son aşaması olarak kabul edilen meslek
yüksekokullarındaki lojistik eğitimi değerlendirilecektir.
Meslek yüksekokulları, iş dünyasının ihtiyaç duyduğu ara insan gücünü
yetiştirmektedir. Meslekî eğitimin tüm eğitim içerisindeki oranı gelişmiş ülkelerde(ABD,
Singapur, İsviçre vb.) yaklaşık %30’un üzerinde iken Türkiye’de bu oran %15 olup çok düşük
bir düzeydedir (Binici ve Arı, 2004, s.390). Bu durumun düzeltilmesi gereği vardır. Çünkü bu
ülkeler geliştirdikleri modellerle mesleki teknik eğitimde başarıyı yakalamışlardır. Türkiye’de
son on yıldır sayıları artan üniversitelerle birlikte meslek yüksekokullarının sayısında da hızlı
bir artış meydana gelmiştir. Ancak niceliksel olarak kaydedilen bu olumlu gelişmeye rağmen
nitelikli eğitim konusunda çeşitli endişelerde bulunmaktadır.
Türkiye’deki ön lisans lojistik programlarının sayısında hızlı bir artış gözlenmektedir. 2011
yılında Türkiye’de ön lisans düzeyinde, bir tanesi Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim
Fakültesi’nde olmak üzere 60 meslek yüksekokulunda “Lojistik” bölümü bulunmaktaydı. Ve
yaklaşık kontenjan 4800’dü (OSYM, 2011). 2015 verilerine baktığımızda ise, Türkiye’de
toplam 70 ayrı üniversite tarafından verilen ön lisans lojistik programlarında yaklaşık 10 bin
öğrenci (9647) kontenjanı bulunmaktadır (OSYM, 2015). 2011-2015 yılları arasındaki 4 yıl
gibi kısa bir periyodda bu hızlı artış, üniversitelerin meslek yüksekokulu düzeyinde lojistiğe
olan ilginin ne denli yüksek olduğunu göstermektedir. Sektörün büyüme ivmesine paralel
olarak lojistik eğitimine ilgi giderek artmaktadır. Ancak meslek yüksekokullarındaki lojistik
bölümlerinin programları incelendiğinde elde edilen sonuç lojistik sektörü için yeterli ve yetkin
bireyler yetiştirmede nitel olarak yeterli olmadığı yönünde görüşler değerlendirmeler de
bulunmaktadır. Bu noktada hızla büyüyen sektörün acil ihtiyacı olan yüksek nitelikli ara
kademe işgücünü sağlayacak yüksekokullardaki eğitimin kalitesinin artırılması ve istihdam ile
ilişkisinin güçlendirilmesi konusunda önerilebilecek düzenlemelerden bazıları şöyledir (Keskin
ve Çavuşoğlu, 2012, s.514):
Meslek yüksekokullarının amacı bölgenin ihtiyacına yönelik alt kademe ve
operasyonel eleman ihtiyacını karşılamaktır. Üniversiteler bölümünü kurmadan önce
kendi şehirlerinde ve bölgelerindeki sektör yapısını, hacmini, beklentilerini
belirlemelidirler. Bölgelerinde sektörün ihtiyaç ve beklentileri belirlendikten sonra,
lojistik bölümü kurulmadan önce öncelikle uzmanlık alanlarına karar vererek bölümün
ders programını oluşturmalı, misyonu, vizyonu, hedefleri ortaya konmalıdır.
Türkiye’de Lojistik Eğitiminin Durumu… 5
Meslek yüksekokullarının birçoğunun öğretim elemanı kadroları yetersizdir. Öğretim
elemanı ihtiyacı misafir öğretim elemanları ve sözleşmeli öğretim elemanları ile
karşılanmaktadır. Kadrolu öğretim elemanları ise aşırı ders yükü nedeniyle sektörü
yeteri kadar takip edememekte, gelişmelerin gerisinde kalmaktadır oysa lojistik
akademisyenlerinin sektör çok hızlı geliştiği için sektörle sürekli temas halinde
olmaları şarttır.
Okulların programları incelendiğinde “bilgi sistemleri” ve “bilgisayar” derslerinin
ağırlığının tatmin edici olduğu görülmektedir. Ancak bu derslerin içeriğinin ne kadar
güncel ve etkin olduğu tartışılır. Bu nedenle bu derslerin içerikleri güncellenmeli,
gerekli laboratuvar ortamı sağlanarak, öğrencilerin Mikrosoft ofis programlarını ve
sektörde kullanılan belli başlı kurumsal işletim sistemlerini kullanabilecek düzeyde
mezun olmaları sağlanmalıdır.
Lojistik eğitiminde en az bir yabancı dilin, özellikle İngilizce eğitiminin önemi
tartışılamaz. Bu nedenler İngilizce eğitimine ağırlık verilmesi amacıyla ön lisans
bölümlerinde hazırlık sınıflarına yer verilmelidir.
Yukarıda sayılan öneriler her ne kadar ön lisans lojistik programlarına yönelik olsa da aynı
sorunlardan dolayı lisans programları için de benzer öneriler sunulabilir.
Türkiye’de lisans düzeyinde lojistik eğitiminde vakıf üniversitelerinin sayısı devlet
üniversitelerini geçtiği gözlenmektedir. Tablo 3 incelendiğinde, lojistik lisans bölümlerine
sahip olan 20 adet devlet üniversitesi mevcutken, vakıf üniversitelerinin 26’inde lojistik
bölümlerinin olduğu görülmektedir.
Yapılan taramada ÖSYM’nin yayınlamış olduğu 2015 ÖSYS Yükseköğretim Programları
ve Kontenjanları Kılavuzu taranarak üniversitelerin; “Lojistik Yönetimi”, “Uluslararası
Lojistik Yönetimi” ve “Uluslararası Ticaret ve Lojistik” dört yıllık bölümlerinin üniversite
bazında toplam kontenjanları Tablo 3’te gösterilmiştir.
Tablo 3: Türkiye’de Lojistik Lisans Eğitimi Veren Üniversiteler (2014-2015 Akademik
Yılı)
Bulunduğu
Yer
Vakıf/Devlet Üniversite Kontenjan
Ankara
Aksaray
Afyon
Antalya
Vakıf Atılım Üniversitesi 30
Devlet Aksaray Üniversitesi 82
Devlet Afyon Kocatepe
Üniversitesi
62
Devlet Akdeniz Üniversitesi 94
Vakıf Türk Hava Kurumu
Üniversitesi
70
Balıkesir Devlet Balıkesir Üniversitesi 104
Denizli Devlet Pamukkale Üniversitesi 124
Diyarbakır Vakıf Selahaddin Eyyubi
Üniversitesi
40
Erzurum Devlet Atatürk Üniversitesi 104
Eskişehir Devlet Anadolu Üniversitesi(AÖF) 2050
İstanbul Vakıf Bahçeşehir Üniversitesi 39
Vakıf Beykent Üniversitesi 77
Sinan ÇIKMAK 6
Vakıf Esenyurt Üniversitesi 120
Vakıf Gelişim Üniversitesi 140
Vakıf Kemerburgaz Üniversitesi 50
Vakıf İstanbul Ticaret Üniversitesi 30
Vakıf İstanbul Arel Üniversitesi 74
Vakıf İstanbul Bilgi Üniversitesi 80
Vakıf İstanbul Medipol
Üniversitesi
60
Vakıf Kadir Has Üniversitesi 70
Vakıf Maltepe Üniversitesi 88
Vakıf Nişantaşı Üniversitesi 60
Vakıf Okan Üniversitesi 135
Vakıf Piri Reis Üniversitesi 32
Vakıf Yeditepe Üniversitesi 80
Vakıf Yeni Yüzyıl Üniversitesi 70
Vakıf Işık Üniversitesi 18
İzmir Vakıf Gediz Üniversitesi 35
Devlet Dokuz Eylül Üniversitesi 21
Vakıf İzmir Ekonomi Üniversitesi 37
Vakıf Yaşar Üniversitesi 55
Gaziantep Vakıf Haşan Kalyoncu
Üniversitesi
25
Devlet Gaziantep Üniversitesi 67
Kars Devlet Kafkas Üniversitesi 41
Kayseri Devlet Erciyes Üniversitesi 104
Kırklareli Devlet Kırklareli Üniversitesi 104
Kilis Devlet Kilis 7 Aralık Üniversitesi 82
Mersin
Osmaniye
Vakıf Toros Üniversitesi 40
Devlet Mersin Üniversitesi 52
Devlet Osmaniye Korku Ata
Üniversitesi
82
Vakıf Çağ Üniversitesi 105
Niğde Devlet Niğde Üniversitesi 52
Rize Devlet Recep Tayyip Erdoğan
Üniversitesi
82
Sakarya Devlet Sakarya Üniversitesi 52
Samsun Devlet On dokuz Mayıs
Üniversitesi
52
Sivas Devlet Cumhuriyet Üniversitesi 114
Toplam
20 Devlet
Üniversitesi 5131 lisans öğrencisi
26 Vakıf
Üniversitesi
Türkiye’de Lojistik Eğitiminin Durumu… 7
Üniversitelerimizin, toplam 5131 öğrenci kontenjanı ile ihtiyaç duyulacak insan kaynağını
önemli ölçüde karşılayacağı aşikârdır. Ancak lojistik alanında çalışmalar yapan birçok
akademisyen umut verici bu tablonun bir takım olumsuzlukları da içinde barındırdığını
belirtmektedirler. Bu kaygı verici olumsuzluklardan en önemlisi de Keskin’inde (2015)
belirttiği üzere; üniversite kontenjanlarının sayıca yeterli miktarda insan kaynağı sağlayacağı
öngörüsünde bulunulsa da içerik kalitesinin arttırılması gerekliliğidir. Erdal (2010) lojistik
eğitimindeki öğretim sorunlarını şu şekilde ifade etmektedir;
Üniversitelerde açılan bölümler, Türkiye’nin ve sektörün ihtiyaçlarına göre
açılmamaktadır. Öğrenci sayısı ne kadar çok olursa o kadar kâr elde ederiz düşüncesi
bugün çok sayıda vakıf üniversitelerine ve kurulmakta olan yüksek okullara hakim olan
düşüncedir. Altyapı yok, öğretim üyesi kadrosu alan dışı, yetersiz ders müfredatı, kaynak
ve kütüphane. Lojistik bölümü açmak için tıpkı diğer tüm branşlarda olduğu gibi
altyapısını sağlamak gerekir. Bahsettiğimiz altyapı tek başına bina ve derslik değildir.
İşletme bölümünden bir hoca, iktisat bölümünden bir hoca, sektörden bir arkadaş ile biz
bu işi götürürüz demek öğrenciye haksızlıktır.
Lojistik lisans eğitiminin iyileştirilmesi geliştirilmesi konusunda yapılabilecekleri şu şekilde
sıralayabiliriz;
Lojistik öğretiminin geliştirilmesi, lojistik ve TZY doktora ve yüksek lisans
programlarının sayının arttırılması öğrencilerin bu konuda akademik kariyer yapmaları
teşvik edilmelidir. Akademik kariyer anlamında yurtiçi eğitimlerinin yeterli düzeyde
olamayacağı için akademisyen adaylarının yurtdışı eğitimle de desteklenmesi
gerekmektedir.
Lojistik, uygulamadan akademik hayata geçtiği için sadece kampüste öğrenilecek ve
anlatılabilecek bir konu değildir. Lojistik konusu, tüm boyutları ile dış ticaret, gümrük
ve taşıma operasyonlarının öğrenilmesinde sektör deneyimi büyük katkı sağlayacaktır.
Lojistik akademisyenlerinin, sektör çok hızlı geliştiği için, bir ayağının mutlaka
sektörde olması gerekmektedir (Erdal, 2010, s.85).
Lojistik programların ders müfredatı ve ders içerikleri hazırlanırken dünyadaki
yaklaşımlar göz önüne alınarak %75 işletme tabanlı, %25 mühendislik tabanlı
programlar hazırlanmalıdır. Üniversiteler arası uluslararası işbirlikleri, denklik ve
akreditasyon çalışmaları ile ders içerikleri, müfredat ve diğer tüm bileşenler çok yönlü
değerlendirilmelidir (Keskin ve Çavuşoğlu, 2012, s.515).
Türkiye'de verilen lojistik eğitim içeriğinin durumunu tespit etmek için eğitim konusunda
ilk sırada yer alan ABD’ki lojistik eğitiminin incelenmesi doğru bir yaklaşım olacaktır. Bunun
için ABD lojistik eğitim müfredatı ile Türkiye müfredatlarında karşılaştırma yapan ve XI.
Uluslararası Tedarik Zinciri ve Lojistik kongresinde yayınlanan bildiri de yer alan bilgilerden
istifade edilmiştir. Çalışmada, Türkiye’deki ve Amerika’daki Lojistik ve TZY lisans ve
yüksek lisans bölümlerinin ders müfredatları incelenerek karşılaştırmalar yapılmıştır.
Sinan ÇIKMAK 8
Şekil 1: Türkiye’deki Üniversitelerin Ders Dağılımı
Şekil 2: ABD’deki Üniversitelerin Ders Dağılımı
Şekil 1 ve Şekil 2 deki Türkiye ve ABD üniversitelerindeki lojistik programlarının ders
müfredatlarının temel başlıkları incelendiğinde aşağıdaki değerlendirmeler yapılabilmektedir
(Hocaoğlu, Güner ve Coşkun, 2013, s.582);
Türkiye’deki üniversitelerde depolama ve depo yönetimi kapsamında değerlendirilen;
Dağıtım merkezi yönetimi, depolama, depo yönetimi, dağıtım sistemleri yönetimi,
malzeme ve stok yönetimi dersleri %5’lik bir kısmı oluştururken, bu ders grubunun
ABD üniversitelerinin müfredatında olmadığı tespit edilmiştir.
İşlemler yönetimi derslerine Türkiye’de de daha fazla ağırlık verildiği görülmektedir.
Türkiye’de Lojistik Eğitiminin Durumu… 9
Oransal olarak bakıldığında en önemli farklılıklardan biride tedarik ve satın alma grubu
derslerinin ağırlığı ABD’de %18 iken, Türkiye’de %5 seviyesindedir. Bu durum
ABD’de satınalma, tedarikçi ilişkileri yönetimi ve tedarik yönetimi gibi derslere daha
fazla önem verildiğini göstermektedir.
ABD üniversitelerinde bilgi sistemleri ve teknolojileriyle ilgili derslere daha fazla yer
verildiği gözlenmiştir. Türkiye’de ise %4 ile bu oran daha düşük seviyededir.
Ders müfredatlarında gerçekleştirilen bu karşılaştırma ABD’de lojistik ve tedarik zinciri
eğitimlerinde bilgi sistemlerine daha fazla ağırlık verilmesinin sebebini Wu(2007); ABD gibi
gelişmiş ülkelerde ulaşımla ilgili alt yapı sorununun büyük ölçüde çözülmüş olması bundan
sonra bu ülkelerde ilginin daha çok bilgi sistemlerinin geliştirilmesi yönünde olacağı şeklinde
ifade etmiştir. Ayrıca Türkiye’de bilgi sistemleriyle ilgili derslerin içerikleri de
eleştirilmektedir. Daha önce de ifade edildiği gibi bu derslerin içeriğinin ne kadar güncel ve
etkin olduğuna şüpheyle bakılmaktadır.
Lojistik ve tedarik zinciri yönetiminde bilgi, beceri ve tutumların oluşturulması,
uygulanacak olan eğitim programıyla doğrudan ilişkilidir (Akkoca ve Gülmez, 2013, s.230).
Ve bu eğitimi verecek olan öğretim elemanlarının yetişmesi için lojistik konusunda yüksek
lisans ve doktora programlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Aşağıdaki tabloda Türkiye
üniversitelerindeki lojistik/TZY yüksek lisans ve doktora programları listelenmiştir.
Tablo 4: Türkiye’de Lojistik Lisans Üstü Eğitim Veren Üniversiteler(YÖK, 2015)
DOKTORA
Doğuş Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü
Lojistik ve Tedarik Zinciri Yönetimi Doktora Programı
Maltepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Uluslararası Ticaret ve Lojistik Yönetimi Anabilim Dalı
Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü
Tedarik ve Lojistik Yönetimi Doktora Programı
İzmir Ekonomi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
İşletme Doktora Programı
Sabancı Üniversitesi
Yönetim Bilimleri Fakültesi
Yönetim Doktora Programı(Operasyon ve Tedarik Zinciri
Yönetimi Uzmanlığı)
YÜKSEK LİSANS
Bahçeşehir Üniversitesi Fen Bilimler Enstitüsü
Tedarik Zinciri ve Lojistik Yönetimi Programı
Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Bilimler Enstitüsü
Lojistik Mühendisliği Yüksek Lisans Programı
Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Lojistik ve Deniz Ulaştırması Yüksek Lisans Programı
Galatasaray Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü
Lojistik ve Finansman Yönetimi Yüksek Lisans Programı
Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Sinan ÇIKMAK 10
Türkiye’de doktora seviyesinde lojistik ve tedarik zinciri eğitimi veren doktora
programı sayısı 5 adettir. Bunun en önemli nedenlerinden biride sosyal, beşeri ve idari bilimler
temel alanında lojistik veya TZY’nin bir bilim dalı olarak ayrı doçentlik alanının olmayışıdır.
Ayrıca, lojistik/TZY konularının hangi bilim dalına ait olduğu belirsizliğini korumaktadır.
Açılan yüksek lisans programlarının ise, işletme ağırlıklı ders müfredatına sahip olduğu ifade
edilmektedir(Erdal, 2010, s. 86). Dolayısıyla yüksek eğitimin gereği olan branşlaşma
sağlanmamaktadır.
Pazarlama ve Lojistik Yönetimi Yüksek Lisans Programı
Kemerburgaz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Uluslararası Ticaret ve Lojistik Yüksek Lisans Programı
İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Lojistik Yönetimi Yüksek Lisans Programı
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Tedarik Zinciri Yönetimi Yüksek Lisans Programı
İzmir Ekonomi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Lojistik Yönetimi Yüksek Lisans Programı
Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü
Tedarik ve Lojistik Yönetimi Yüksek Lisans Programı
Maltepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Uluslararası Ticaret ve Lojistik Yönetimi Yüksek Lisans
Programı
Okan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Lojistik Yönetimi Yüksek Lisans Programı
Toros Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Uluslararası Ticaret ve Lojistik Yüksek Lisans Programı
Yeditepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Uluslararası Ticaret ve Lojistik Yönetimi Yüksek Lisans
Programı
Yeditepe Üniversitesi
Fen Bilimleri Enstitüsü
Lojistik Sistemleri Yönetimi ve Mühendisliği Yüksek Lisans
Programı
Türkiye’de Lojistik Eğitiminin Durumu… 11
4. SONUÇ VE ÖNERİLER
Lojistik ve tedarik zinciri yönetiminin giderek artan önemi, bu sektördeki insan
kaynaklarının önemimin artmasına neden olmaktadır. Lojistik sektörü çalışanlarının çağın
gerektirdiği mesleki yeterliliğe, bilgi ve becerilere sahip olmaları zorunluluk haline gelmiştir.
Çalışanların sahip olmaları gereken bu özelliklerin çoğu üniversite sırlarındayken elde
edilmelidir. İşte bu noktada Türkiye’deki üniversitelere çok büyük sorumluluklar düşmektedir.
Lojistik ve tedarik zinciri yönetimiyle ilgili bilgi ve uzmanlığın üniversitelerdeki bölümlerden
sağlanması için branşlaşmanın tam olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Yurt dışındaki
üniversitelerle iş birliği yapılarak, eğitim içerikleri, müfredat gibi konularda destek alınarak
dünya standartlarında lojistik eğitimi sağlanması noktasında adımlar atılabilir. Lojistik ve/veya
TZY’nin sosyal, beşeri ve idari bilimler temel alanı altında bir bilim dalı olarak kabul edilmesi
alanla ilgili doktora programlarının yaygınlaşmasına dolayısıyla ihtiyaç duyulan uzmanlaşmış
öğretim üyelerinin yetişmesine katkı sağlayabilir. Yüksek lisans, lisans ve özellikle ön lisans
düzeylerindeki eğitimlerde sektörün ihtiyaç duyduğu konulara ağırlık verilmesi ve
uygulayıcılar ile öğrencilerin yakın temasta olması mezunların istihdamını hızlandırabilir. Özel
sektör ve sanayi işbirliklerinin sağlanması amacıyla devletin teşvikleri de önemli olacaktır.
Özellikle lojistik sektöründe faaliyet gösteren işletmelerle imzalanacak protokollerle öğrenciler
eğitimleri esnasında uygulamalı derslerle yeni uygulamaları yerinde gözlemleyebilirler.
Daha sonra yapılacak farklı çalışmalarla lojistik eğitimi konusunda önemli katkılar
sağlanabilir. Üniversitelerdeki lojistik eğitimi ile özel sektörün beklentilerinin kıyaslanması
hem yazın açısından hem de uygulayıcılara farkındalık oluşturması açısından faydalı olacaktır
KAYNAKLAR
Akkoca, C. ve Gülmez, M.(2013). Lojistik Eğitiminin Önemi, Türkiye’de ve Dünyada Lojistik Eğitim
Alt Yapısının Analizi, II. Ulusal Lojistik ve Tedarik Zinciri Kongresi Bildiriler Kitabı, 227-235
Altuğ, C.T.(2013). Lojistik ve Tedarik Zinciri Yönetiminde Ara Elemanların Eğitimi, II. Ulusal Lojistik
ve Tedarik Zinciri Kongresi Bildiriler Kitabı, 210-215
Binici, H. Ve Arı, N. (2004). Mesleki ve Teknik Eğitimde Arayışlar, GÜ, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi,
Cilt 24, Sayı 3 (2004) 383-396
Gammelgaard, B.(2001). The joint-Nordic PhD program in logistics International Journal of Physical
Distribution and Logistics Management, 31, (7/8), 585-601
Erdal, M.(2010).Türkiye’de Lojistik Eğitimi, Standard Ekonomik ve Teknik Dergi, Sayı 573, Şubat, 83-
87
Keskin H.M.(2015). Lojistik El Kitabı, Anakara: Nobel
Keskin, H. ve Çavuşoğlu, D.(2012). Lojistik Meslek Yüksekokullarının Türkiye’nin Lojistik Eğitim
Sorununun Çözümüne Katkısının Tespiti ve Olası Çözüm Önerileri, Ulusal Lojistik ve Tedarik
Zinciri Kongresi Bildiriler Kitabı, 509-516
Koban, E. Ve Keser, H.(2013). Rekabet Edebilirlikte Türk Lojistik Sektörünün İstihdam Yapısının
Analizi ve İstihdama Yönelik Devlet Destekleri, Çalışma İlişkileri Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, 32-43
Küçüksolak, B.T.(2006), Dünyada ve Türkiye’de Lojistik Eğitimi, , Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul
Haywart, J. and Omurtag, Y. (2003). Perspectives on Educating Future Logistics Leaders, International
Logistics Congress, İstanbul, 30 Haziran -1 Temmuz, s.197.
Hocaoğlu, S., Güner, S. ve Çoşkun, E.(2013). Assessment of Logistics and Supply Chain Management
Education in Turkish Universities and Comparison With State Universities, International
Logistics and Supply Chain Congress, 575-584
Sinan ÇIKMAK 12
Lambert, D.M. and Cooper, C.M. (2000). Issues in supply chain management, Industrial Marketing
Management, Vol. 29, pp. 65-83.
Oda, S.(2008). Türkiye’de Lojistik Sektörü ve Dış Ticaret Üzerine Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, Trakya
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Edirne
OECD (2002).Transport Logistics: Shared Solutions to Common Challenges, OECD Publications,
France
Stock, J.R. (2001). Doctoral research in logistics and logistics-related areas: 1992-1998, Journal of
Business Logistics, Vol. 22 No. 1, pp. 125-256.
Stock, James R. and Lambert, Douglas M.,(2001). Strategic Logistics Management, Irwin Mcgraw-Hill,
Singapore.
Wu, J.(2007). Contemporary Logistics Education: An International Perspective, International Journal of
Physical Distribution & Logistics Management Vol. 37 No. 7, pp. 504-528
Yıldırır, H. (2011), Lojistik Sektörünün Rekabet Gücü Analizi: Türk Lojistik Sektörü İçin Bir Çalışma,
Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa.
http://iibf.maltepe.edu.tr/fakulte/content/neden-uluslararasi-ticaret-ve-lojistik-yonetimi-bolumu, Erişim
tarihi: 14.10.2015
http://www.lojistikbolumu.com/, Erişim tarihi: 11.09.2015
http://www.osym.gov.tr/belge/1-23560/2015-osys-yuksekogretim-programlari-ve-kontenjanlari-ki-.html,
Erişim tarihi: 15.09.2015
http://dlm.ieu.edu.tr/tr/doktora-programi Erişim tarihi: 11.09.2015
http://som.sabanciuniv.edu/tr/phd/uzmanlik_alanlari Erişim tarihi: 11.11.2015
https://istatistik.yok.gov.tr/ Erişim tarihi 12.10.2015
Türkiye’de Lojistik Eğitiminin Durumu… 13
Extended Abstract
Logistics activities of enterprises in our Turkey as well as all over the world show a rapid growth.
Therefore, the logistics industry has become one of the most important sectors. Both the logistics sector
and different sectors of the logistics need the qualified workforce to perform effectively. Training in
collage and universities is most basic stage of training workforce.
In Turkey, new departments in the field of logistics are opened in universities in order to meet the
skilled labor need of business. In term of quantity, the student quota of collages that provide
intermediate staff has doubled during the last four years, reaching 10 thousand. The undergraduate quote
in 2015 which reached 5131 is also observed to help meet the requirements of qualified workforce.
Despite this positive development, concerns are voiced over the quality of training. Academics in the
field of logistics point out that although universities provide enough space for students, many
universities lack qualified academics, as well prepared curriculum and Turkish course materials. It is
stressed that universities should adapt themselves to the dynamics of the logistics industry. So, it is
highly desirable that academics and representatives of the logistics sector should establish close links.
It is considered that logistics curriculum of Turkish universities can be compared to that of
American universities can be compared to that of USA universities in order to judge the state of logistics
education in Turkey. According to our investigation, there are apparent differences in term of content of
curriculum. USA universities are especially provide more courses on information systems and
technologies, while Turkish universities concentrate on providing courses on ınventory and warehouse
management. In addition, it is stated that the content of courses relating to information systems are
concerned to be weak in Turkish universities. Many of qualities that the logistics industry employees
needed should be provided by universities. Therefore universities carry important responsibilities in
logistics education. Specialization is required to be full in order for the provision of information and
expertise that is demanded by the logistics industry. Steps can be taken to provide education to higher
standards by cooperating with foreign universities, especially by getting support for improving
curriculum and courses. The introduction of logistics and/or supply chain management as an academics
sub-field under social sciences and humanities and opening up new PhD programs may contribute to
educating academics in the field.
In the future studies, the comparison of the expectations of business and education provided by
universities in the field of logistics are expected to be beneficial in terms of creating awareness in many
areas.
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (RTEÜ Journal of Social Sciences) 3 : 14-21
[201?]
GUIDED PROJECT SUPPORT EXPERIENCE OF
TURKISH DEVELOPMENT AGENCIES
Süleyman TOY Emine Bilgen EYMİRLİ
ABSTRACT: Development Agencies are new experience for nearly 55 – year Turkish planning adventure
and socioeconomic development challenges. These foundations are also new for Turkish Institutional structure since
they were founded as the result of a requirement for the adoption of EU regional development policies. Most
important functions given legally to the Agencies are preparing regional development plans (RDPs) for the NUTS II
regions they operate, in the close collaboration and coordination with local actors in order to utilize local potentials
by putting targets for socio-economic development and conduct financial programs by giving grants to both private
and public sectors. Among the financial and technical supports of the Agencies in Turkey to locals are technical
support (training staff of regional institutions or NGOs), direct activity support (for the production of sectoral
strategies and feasibilities for large size investments), financial support programs (call for projects) for public and
private sectors, guided project support (in the coordination of the Agency itself) and credit support without interest.
Among the supports the Agencies provide to their regions, perhaps guided projects are expected to affect the cities’
structures the most since they are designed together with the Agencies and local institutions like municipalities,
which are directly responsible for the public services in the cities and have the capability of making important
decisions about physical and social infrastructure in the cities. Guided projects have the largest budgets (up to 5
million Turkish Liras 1.7 Million Euros) among the Agencies’ supports therefore some major projects can be
designed and implemented with the support and partnership of the local institutions. The aim of the present study is
to give brief information about Turkish regional development policy, development agencies, their supports and
finally guided projects by considering the samples implemented in different parts of the country.
Keywords: development agency, guided projects, Turkey, financial support, grant.
1. INTRODUCTION
Depending on various reasons such as geography, human capital or conjuncture,
countries or regions may have different development levels, which have been the subject and
agenda of both academia and public administrators for sometimes. In additions, the reduction
of development differences between the regions has been the subject of many approaches,
models and studies from various scientific and occupational fields. Governmental incentives
and financial supports were sometimes adopted in Europe in 1960s and 1970s to attract
investments in less developed regions (Halkier 2000). Beginning from 1970s, views about the
use of local potentials for the development of the mentioned regions were suggested and
applied in some areas by considering the potentials of each region as the elements of global
competitiveness. With the changes in economy policies towards “endogenous growth”,
planning efforts were also exposed to changes in understanding which prioritised bottom – up
approaches (Kayasü and Yaşar 2006) aiming to produce and implement policies prepared with
the participation of locals and focused directly on the use of regional potentials (Amin 1999).
Assoc. Prof. Dr. Atatürk University, Architecture and Design Faculty City and Regional Planning Department,
Erzurum, Turkey, [email protected]
Specialist, Head of Department, Northeast Anatolia Development Agency (KUDAKA), Erzurum Turkey
Guided Project Support experience… 15
In European Union (EU), from the mid - 1970s, a statistical approach was applied using
statistical regions to collect data in order to develop more accurate policies for the development
of the regions determined (The Nomenclature of Territorial Units for Statistics; NUTS). Such
an application in use since 1988 in EU was officially approved in 2003 (Öztürk 2009).
Turkey, in accordance with the EU Accession Partnership Document, accepted regional
policies of EU including NUTS classification in 2001. In this respect, Turkey’s NUTS regions
were determined in 3 classifications; NUTS I, II and III, which represent 12 regions, 26 sub-
regions and 81 provinces in 2002. Among the short term regional policies, Turkey required to
accept the preparation of regional development plans for 26 NUTS II regions determined
through local participations and establishment of regional development agencies.
Turkey has been in a planned development process since 1960s and in the last two
decades, development understanding in Turkey has completely changed by putting
local/regional development approaches in place of more central one; and founding new
regional development actors beginning from 2006 i.e. regional development agencies (RDAs)
in 26 newly outlined Statistical Units (NUTS II Regions) which are taken responsible for
preparing and implementing the RDPs by giving technical and financial supports as grant to
both private and public sectors including SMEs and public institutions e.g. municipalities, local
governorates and universities and by making such institutions adopt the priorities in the plans.
The instruments RDAs employ for the realization of the priorities in their plans they
prepare for the socioeconomic development of their region are categorized based on the legal
regulation of RDAs’ project and activity supporting ways (Official Paper No: 27048) in two
groups as technical and financial supports (Figure 1). While technical support represents a
unique group and is granted to public and nongovernmental (not private) institutions through
RDAs their own possibilities i.e. their specialists or outer experts they find related to the needs
of such institutions in a limited budget – project, financial supports are categorized in 7
subgroups as can be seen in Figure 1.
Financial supports include interest supports (i.e. RDAs pay the amount resulting from
the interest rate of SMEs’ loans or RDAs give loans to SMEs without interest) and direct
financial supports are provided directly by the RDAs themselves to the successful project
proposals from the public and private institutions and NGOs.
Among direct financial supports of RDAs “Guided Project Support (GPS)” has unique
and different characteristics from other support types since the idea, development and
preparation processes of the projects to be offered are designed with the guidance, directives,
assistance and participation of the RDAs themselves without applying the procedures of “call
for project proposal” whereas in other support types all the preparation process of projects are
implemented by applicants’ own efforts in a call for proposal period and procedure.
Aims, targets, scopes and procedures of GPS are clarified in again the related legal
regulation (Official Paper No: 27048) given by summarizing it as follows. In the scope of the
guided project support, (In Article 28 – 1) “On condition that it predetermines in its yearly
work plan and in the aim of contributing to the acceleration of regional development, the
Agency can provide direct financial and technical supports without applying the procedures of
call–for–proposal to the projects which are related to the fields and sectors defined in RDP and
field surveys and may involve high-quality and extended budget infrastructural and operational
supports such as the construction and operation of business incubators, techno-parks,
technology development centres and the centres for fairs, trade, exhibition halls, laboratory and
workshops for the common use of businesses to improve the capacity for entrepreneurship and
innovation in the region.
Sectoral expertise is encouraged conveniently with the RDPs and strategies in the scope
of such projects”. (2) The Agency can only support financially a GPS project up to 90%. (3)
Süleyman TOY, Emine Bilgen EYMİRLİ 16
The Agency conducts required coordination activities to determined possible actors to
implement the GPS project general framework of which is also outlined by again the Agency
itself beginning from the concretion of project idea. In such support types as GPS, cooperation
is encouraged between public and private sectors and NGOs. (4) The Agency demands some
kinds of documents like application projects, detailed work plans, feasibility reports, scenarios
for operational model and contracts related to co-financing of the project and cooperation
principles from possible project (co)applicants and other actors. The Agency can give the
aforementioned sides a 180 – day time period for their completion of such documents. (5) GPS
projects are evaluated by a commission made up of at least three people including the secretary
general and two specialists of the Agency and presented to executive board of the Agency for
approval. After the executive board approves the project whose detailed work plan and
feasibility are accepted to be suitable as the result of the evaluation works in the body of the
Agency, the project proposal is submitted for the approval of the Ministry of Development.”
Figure 1. Categories of supports by Turkish RDAs
Main aim in the scope of the GPS projects is to empower private sector businesses by
considering the short, mid and long term benefits such as those given below (MARKA 2014).
Improvement of the capacity for production and export,
Increasing the number and quality of the best practice examples,
Encouraging sectoral diversity and expertise,
Development, transfer or expansion of special knowledge, skills and
technologies,
Development of new financial models,
Encouraging university – industry collaboration,
Development of new service and production organization,
Creating cooperation networks and value chain,
Supporting clustering,
Development of new industrial infrastructure and organization models,
Increasing the quality of human resources needed in the sectoral fields in the
region.
Guided Project Support experience… 17
More than one institutions and foundations can be (co)applicant in the application and
implementation of the GPS project. Applicant can only be local authorities, universities and
research institutions, other public institutions, occupational chambers, organized industrial
zones, industrial zones, technology development zones and small industrial sites and NGOs.
Eligibility of the actions;
For location and time; maximum project time is 24 months beginning from the first day
of the contract and actions must be implemented in the related RDA’s responsibility region.
For the activities; routine, obligatory, institutional and not innovative services and
infrastructural activities and the projects including only profit aimed foundations, cannot be
supported.
Eligibility of the costs
Eligible costs are accepted to be those which are cost effective, implemented and
documented by (co)applicant in project time.
Ineligible costs include expenses like those which are caused by the mistakes, losses,
debts, or interests of the project sides, items financed by other sources, salaries of the projects
sides, land and building purchasing, second hand equipment etc.
Figure 2. Preparation scheme of a GPS project
2. COMPLETED, CONTINUING AND PLANNED GUIDED PROJECTS
IN TURKEY
Title, responsible RDA, duration, (co)applicants and total budget (granted by RDAs and
co-financed by applicants and co-applicants) of the guided projects are presented in Table 1. It
can be stated according to the table that in half of the NUTSII Regions (13 of 26) at least one
guided project (GP) is completed or being implemented. The number of completed or
continuing GPs is 25 all over Turkey. Total budget (i.e. amount granted by RDAs + co-
financed by (co)applicants) left for these projects is above 155 million Turkish Liras (above 50
million Euros).
It is seen when considered the aim and scope of the project that they mainly include, in
sectoral terms, industry, e.g. energy, textile, high-tech (medical) products, air-conditioned
Süleyman TOY, Emine Bilgen EYMİRLİ 18
storage; measurement, accreditation, standardization and test laboratories, innovation centers
and incubators for common use of sectoral actors and fairs; tourism e.g. completion of
infrastructure for culture, health, convention and fair tourism; agriculture e.g. completion of
research and development infrastructure for health and care of animal livestock and plant and
agriculture based industry. Spatial distribution of the completed, continuing and planned GPs is
given in Figure 3.
Figure 3. Spatial distribution of GPs
The number of regions and responsible RDAs implementing and completing at least one
GP is 13, half of them while only five regions or RDAs are in planning process of a GP and the
rest, eight RDAs (Ankara DA, Çukurova DA, Tigris DA, South Marmara DA, Istanbul DA,
Middle Anatolia DA, North Anatolian DA and Zafer DA) have not yet prepared or applied a
GP. Duration of the GPs is planned mainly to be 24 month at the beginning but at the
implementation stage this duration may have to be extended in most cases depending on
various reasons mainly caused by (co)applicants. Local actors from public and private sectors,
NGOs such as vocational unions, local authorities and universities can be (co)applicants of
GPs such as chambers of commerce and industry, organized industrial zones, special provincial
administrations, municipalities, unions of chamber of merchants and craftsmen, chamber of
agriculture, unions of sales cooperatives, Re –De Centers, techno-parks and commodity
exchanges.
Total of the total budgets of the GPs seems to be over 50 million Euros, which means the
RDAs’ grant and co-finance of (co)applicants. When the share of the RDAs is considered,
which is not lower than 75%, RDAs seem to supply nearly 40 million Euros to their regions
from central budget through such projects and also make use a considerable amount of
financial source at local level.
Table 1. Completed and continuing projects
No Title RDA
Time
(Month)
(Co)applicants
Total
budget
(Million
TL)
1
Founding Biocompatibility,
Environment and Fuel
Analysis Laboratory
Ahiler 24
Kırıkkale University
Kırıkkale Chamber of Commerce and Industry
and Kırıkkale Organized Industrial Zone
3.35
2 Foundation of Kırşehir
Biogas Facility Ahiler 24
Special Provincial Administration of Kırşehir,
Kırşehir Municipality, Chamber of Commerce
and Industry,
Union of Chamber of Merchants and
Craftsmen,
Chamber of Agriculture
4.25
Guided Project Support experience… 19
3
Rose valley; Foundation of
rose tourism, wellness,
research and living centers
BAKA 24
Süleyman Demirel University
Güneykent Municipality, (Gönen/Isparta),
GÜLBİRLİK (a union of sales cooperatives)
Arzen Cosmetics, Gül Sarayı Cosmetics
10.67
4 Centre of excellence for
textile and Technical textile BEBKA 24
BUTEKOM (Bursa Textile Confection Re –De
Centre
BTSO (Bursa Chamber of Commerce and
Industry)
UTİB (Uludağ Union of Textile Exporters)
10.00
5 Eskişehir Fair and
Convention Centre BEBKA 24 Eskişehir Chamber of Commerce 13.4
6 Construction of plant
disease and harms Clinique DOĞAKA 24 -
7 Nut and Chocolate Park DOKA -
8
Production of Troponin I
and CK-MB Diagnosis Kits
in the region
MARKA 24 Kocaeli Univ. 1.37
9
Foundation of regional
orthopedic and dental
İmplant design, industrial
production and test center
MARKA 24
Sakarya Üniversitesi
SAÜ Teknopark A.Ş.,
Medikap Ltd.-Sakarya,
Hexagon-İstanbul,
Solid İmplant-Sakarya, Os İmplant-Ankara,
Medist–İstanbul,
Sistem Ortopedi-Konya, TST- İstanbul,
Hipokrat-İzmir
3.4
10
Foundation of Ornamental
plant research, development
and application center
MARKA 24
Saksılı Süs Bitkileri Üreticileri Derneği
İştirakçi: Yalova Garden Süs Bitkileri Tarım
Sanayi A.Ş. (42 Firms)
4.03
11
Foundation of integrated
circuit design and training
laboratory
MARKA 24 TÜBİTAK and the universities and some
private sector representatives in the region
4.00
12
To build a touristic
attraction center by
designing a traditional and
cultural arts fair and
exhibition area
FIRAT 18
Special Provincial Administration of Malatya
Malatya Municipality Provincial Culture and
Tourism administration
1.86
13 Muğla International Fair
Area GEKA 24
Muğla chamber of Commerce and Industry
Special Provincial Administration of Muğla,
Municipality,
İstanbul World Trade Centre Bodrum chamber
of Commerce, Milas, Marmaris and Fethiye
chambers of Commerce and Industry, Union of
chamber of merchants and craftsmen of Muğla,
Fethiye Chamber of Commerce and Industry
12.00
14
Aydın Air conditioned
(cold storage) depot
working on solar energy
GEKA 24
Aydın Commodity exchange
Aydın Chamber of İndustry, Aydın and Nazilli
chamber of commerce Ticaret Odası, Aydın
chamber of agriculture Söke Commodity
exchange
AYTER Company
4.50
15 Gaziantep vocational
training complex Silkroad 24 Gaziantep Organized Industrial zone 3.35
16 İZTEKGEB İnnovation
centre İZKA 24
İzmir Technology Development Zone
(İZTEKGEB) 7.00
17
Foundation of accredited
test and analysis laboratory
for industrial air-
conditioning,
acclimatization and cooling
sector
İZKA
24
Ege Soğutma Sanayicileri ve İşadamları
Derneği (ESSİAD)
4.60
18
Erzincan Business
Incubator (İŞGEM)
KUDAKA
24
Erzincan Chamber of Commerce and Industry
Special Provincial Administration of Erzincan,
Erzincan Organized Industrial Zone
2.00
19
Business Incubator
(İŞGEM)
MEVKA 18
Karaman Organized Industrial Zone
Karaman Chamber of Commerce and Industry,
Special Provincial Administration of Karaman
Commodity Exchange KMB University
1.33
Süleyman TOY, Emine Bilgen EYMİRLİ 20
20 Regional Innovation Centre MEVKA 24
Konya Chamber of Industry
Konya Organized Industrial Zone
Konya Chamber of Commerce
Commodity Exchange
ABİGEM AŞ
Selcuk University Necmettin Erbakan
University
5.34
21 Vocational Training Centre MEVKA 24 Konya Chamber of Commerce
15.00
22 Congress and fair center MEVKA 24 Karaman Municipality 5.93
23 Seed and gene technologies
valley MEVKA 24
Konya Commodity Exchange
6.66
24 Çorum technology
development zone OKA 24
Hittite University
Çorum Organized Industrial Zone and Çorum
Special Provincial Administration
6.00
25 Samsun Fair and Congress
Center OKA 24
Samsun Chamber of Commerce and Industry
Samsun Special Provincial Administration
Samsun Grand Municipality
Samsun Commodity Exchange Ondokuz
Mayıs University
12.02
TOTAL BUDGET 154.90
1. Ahiler DA (TR71 NUTSII Region; provinces of Aksaray, Kırıkkale, Kırşehir, Nevşehir and Niğde)
2. BAKA West Mediterranean DA TR61 NUTSII Region (provinces of Antalya, Isparta and Burdur)
3. BEBKA DA TR41 NUTSII Region (provinces of Bursa, Eskişehir and Bilecik)
4. DOĞAKA; Eastern Mediterranean DA (TR63 NUTSII Region Hatay, Kahrmanmaraş, Osmaniye)
5. DOKA (Eastern Blacksea DA; TR90 NUTSII Region, provinces of Artvin, Giresun, Gümüşhane, Ordu, Rize and
Trabzon)
6. MARKA (East Marmara DA; TR42 NUTSII Region, provinces of Bolu, Düzce, Kocaeli, Sakarya, Yalova)
7. FIRAT (Euphrates) DA (TRB1 NUTSII Region, provinces of Bingöl, Elazığ, Malatya, Tunceli)
8. GEKA Southern Aegean DA TR32 TRB1 NUTSII Region, provinces of
9. Silkroad DA TRC1 NUTSII Region, provinces of Gaziantep, Adıyaman, Kilis
10. İZKA (Izmir DA TR31 NUTSII Region) KUDAKA (Northeast Anatolia DA; TRA1 NUTSII Region, provinces of
Erzurum, Erzincan and Bayburt)
11. MEVKA (Mevlana DA TR52 NUTSII Region, provinces of Konya and Karaman)
12. OKA Middle Blacksea DA (TR83 NUTSII Region, provinces of Çorum, Aamasya, Tokat, Samsun)
Table 2 shows planned but not yet started projects whose idea has been founded and partners
have been coordinated by RDAs. As can be seen in the table five regions and RDAs at the
preparation stage of GPs.
Table 2. Planned projects Responsible RDA Project idea
BAKKA (Western Blacksea DA) Being planned about Fair and Congress Centre and Zonguldak Airport
DAKA (East Anatolia DA) 2 projects at feasibility stage; Van 100. Yıl University fish fry farm and Hakkari
touristic and cultural attraction center
Karacadağ KA (DA) Diyarbakır Freight village (preparation stage)
SERKA (Serhat DA) 4 projects at research stage between 1.5 and 5 million TL. Kars (Sarıkamış)
sportive camping, Iğdır animal hospital, Ardahan Çıldır lake touristic facility, Ağrı
commercial and cultural centre
TRAKYA DA A project idea of founding film plateau in Edirne with a budget of 7 million TL
Guided Project Support experience… 21
3. CONCLUSIONS
This study shows that even though RDAs are very new institutions and concept for
Turkey’s planned development challenges they are actively using their all support types to
develop their responsible regions. Among their support types, GPS is a useful tool to
coordinate local actors and make them corporate on a specific subject and project. Through
such large extended and budgeted projects requiring more than one actor to be implemented, a
cooperation culture, which is so little in nearly all regions of Turkey can be improved. Such
objectives and expectations from GPS of RDAs are of course promising for regional
development adventure of Turkey, however; stories of completed GPs are full of lessons.
Results of completed projects in this respect must carefully be monitored, followed and
evaluated to transfer to next project terms. The most serious problem in preparing and applying
this project type in nearly whole Turkey is to find local actors to develop a project other than
governmental institution since civil initiative is too weak to achieve such projects. In addition,
governmental institutions are not willing to spend time money and effort for a project which is
out of their main duty. For these reasons, a concrete cooperative structure among all types of
local actors must be constructed and such types of project must easily be implemented.
4. REFERENCES
Amin, A. 1999. An Institutionalist Perspective on Regional Economic Development. International
Journal of Urban and Regional Research, 23(2), 365–378.
Halkier, H. 2000. Regional Policy An Inter organisational Approach. Regional and Industrial Policy
Research Paper No: 37. European Policies Research Centre, University of Strathclyde, 53 sayfa.
http://www.eprc.strath.ac.uk/eprc/Documents/PDF_files/R37RegPolanInter-OrganisationalApp.pdf
Kayasü, S, Yaşar, S.S. 2006. Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde Kalkınma Politikaları: Yasal ve
Kurumsal Dönüşümler. http://www.tepav.org.tr/sempozyum/2006/bildiri/bolum3/3_1_kayasu.pdf
MARKA 2014. Güdümlü Proje Desteği ve Türkiye’deki Uygulama Örnekleri Doğu Marmara Kalkınma
Ajansı Güdümlü Proje Desteği Bilgi Notu 36 sayfa
Official Paper; Kalkınma Ajansları Proje ve Faaliyet Destekleme Yönetmeliği 8 Kasım 2008
CUMARTESİ Resmî Gazete Sayı: 27048 (Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı)
Öztürk, A. 2009. Homojen ve Fonksiyonel Bölgelerin Tespiti ve Türkiye İçin İstatistiki Bölge Birimleri
Önerisi. Planlama Uzmanlığı Tezi. DPT Uzmanlık Tezleri Yayın No: 2802. Yayın ve Temsil
Dairesi Başkanlığı. Yayın ve Basım Şube Müdürlüğü Ankara. 119 sayfa.
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (RTEÜ Journal of Social Sciences) 3 : 22-42
[201?]
FİNANSAL KRİZLERİN KOBİLER ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
RİZE İLİ AYAKKABI SEKTÖRÜ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
EFFECT OF THE FINANCIAL CRISIS ON SMES:
RIZE CITY CENTER FOOTWEAR RELATED RESEARCH
Alaattin KIZILTAN1, İmran SARIHASAN2
ÖZ: Kriz beklenmeyen , işletmeler için ani bir şekilde ortaya çıkan bozukluklar olarak tanımlanmaktır. Bu
sebepten ötürü işletmeler, faaliyetlerinin ciddi biçimde kesintiye uğramaması için, bu kritik durumları başarılı ve
etkili bir şekilde yönetebilmelidir. KOBİ’ler bir ülke ekonomisinin yapı taşlarını oluşturmaktadır. KOBİ’ler sahip
oldukları bir takım özelliklerden dolayı finansal krzileri çok kolay atlatabildikleri gibi, bazen durum tam tersi olup
KOBİ’lerin yok olmasına sebebiyet verebilmektedir. Araştırma da yöntem olarak anket yöntemi kullanılmıştır.
Sorular 5’li likert ölçeği yöntemi kullanılarak hazırlanmıştır. Araştırma 30 KOBİ kullanılarak yapılmıştır. Araştırma
da amaç finansal krizlerin Rize ilinde ayakkabı sektöründe faaliyet gösteren KOBİ’ler üzerindeki etkisinin
ölçülmesidir. Araştırma sonucunda ulaşılan bulgular göstermiştir ki finansal krizlerin Rize ilinde ayakkabı
sektöründe faaliyet gösteren Kobiler üzerinde etkisi çok azdır. KOBİ’lerde yaşanılan finansal daralmaların nedenin
farklı ekonomik etkenlere bağlı olduğu da araştırma da ulaşılan sonuçlar arasındadır.
Anahtar Kelimeler: Finansal Kriz, Kobi, Kriz Yönetimi
ABSTRACT: Crisis is defined as sudden disturbance for businesses. Therefore businesses, to avoid
interruption of the activities seriously and effectively to manage these critical situations succesfully. SMEs are
building blocks of country’s economy. Due to SME’s some feature they manage financial crisis so easly, but
sometimes financial crisis can exterminate SMEs too. Survey method was used in this reseach as a method.
Questions was prepared with using 5s Likert Scale Method. In this study 30 SME was used. The aim of the study is
meansure of the financial crisis impact on the SME’s of the footwear ındustry in Rize. The result of research
findings have shown that the impact of the financial crisis on SME’s operating of the footwear industry in Rize is
very small. Also the financial recession in SME’s are among the findings of research is to be due to different
economic factors.
Keywords: Financial Crisis, SME, Crisis Management
1. GİRİŞ
Globalleşen dünya da işletmelerin büyük bir çoğunluğunu KOBİ’ler oluşturmaktadır.
Sahip oldukları dinamik ve esnek yapının yanı sıra, ülke ekonomisinin temel taşlarını
oluşturmalarından dolayı büyük bir önem arz etmektedirler. Sahip oldukları bu bir takım
özelliklerden dolayı KOBİ’ler özellikle son dönemde bir çok araştırmaya konu olmuştur.
İşletmelerin son dönemde birbirine entegre olmasından dolayı, dünyanın herhangi bir
yerinde bulunan bir işletmede meydana gelen finansal bozukluklar başka bir ülkede finansal
krize sebebiyet verebilmektedir. KOBİ’lerin bu durumu göz ardı etmemeleri yaşamlarını
1 Profesör Doktor, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Rize- Türkiye 2 Doktora Öğrencisi, Debrecen Üniversitesi, İkitisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Debrecen- Macaristan
Finansal Krizlerin Kobiler Üzerindeki… 23
sürdürmeleri açısından önem arz etmektedir. Çünkü göz ardı edilen en ufak bir olumsuzluk
KOBİ için ilerleyen zaman da daha büyük bir sorun halini alabilir. Özellikle Türkiye gibi
gelişmekte olan ülkelerde ekonomik belirsizlikler daha etkili bir biçimde yaşanmaktadır. Bu
durum da Türkiye de faaliyet gösteren KOBİ’lerin kriz hakkında daha fazla bilgi sahibi
olmasını zorunlu kılmaktadır. Çünkü yetersiz bilgiye sahip olan KOBİ’lerin kriz ile başa
çıkmaları oldukça zor olacaktır.
KOBİ’ler ülke ekonomisinin yapı taşlarını oluşturduklarından dolayı, finansal krizlerden
ne derece etkilendiklerinin de bilinmesi gerekilmektedir. İşte bu noktadan hareketle , bu
çalışma da Rize ili merkezinde ayakkabı sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin finansal
krizlerden etkilenme oranları ele alınmıştır. Yapılan çalışma da amaç Rize de ayakkabı
sektöründe faaliyet gösteren KOBİ’lerin finansal kriz esnasında neler yaptıkları, finansal krizin
araştırmaya konu olan KOBİ’leri ne derece etkilediğini gösternektir. Aynı zamanda finansal
kriz esnasında ne gibi önlemler alındığının ortaya konulmasıdır.
Makale toplam dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde kriz ve finansal kriz
kavramları üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde Türkiye de yaşanan finansal krizler,
KOBİ’ler ve KOBİ’lerin Türkiye için önemi ele alınmıştır. Üçüncü Türkiye de yaşanan
finansal krizler, KOBİ’ler ve KOBİ’lerin Türkiye için önemi üzerinde durulmuş ve alt başlıklar
halinde incelenmiştir. Dördüncü ve son bölümde ise araştırma da elde edilen bulgular grafik
üzerinde gösterilip açıklanmıştır.
1.1. Kriz Tanımı ve Finansak Kriz Kavramı
1.1.1. Kriz Kavramının Tanımı
İşletmelerin amaçlarını gerçekleştirebilmeleri ve varlıklarını sürdürebilmeleri, alt
sistemlerinin birbiriyle etkileşimlerini organize etmelerinin yanı sıra çevrelerine uyum
gösterebilmelerine ve davranışlarını çevrenin gereksinimleri çerçevesinde yönlendirmelerine
bağlıdır. İşletmelerin dış dünyada ki gelişmelere duyarsız kalmaları düşünülemez. Dünya da ve
işletmelerin içinde bulundukları çevre koşullarında yaşanan hızlı, stratejik ve teknolojik
gelişmeler ve değişimler, işletmeleri derinden etkilemiştir. İşletmelerin sürekli ve hızlı
değişimlerle karşı karşıya kalmaları onları çeşitli riskler, belirsizlikler, tehlikeler ve kaos ile
karşı karşıya getirmektedir. Bu krizlerin etkileri ise kendi iç dinamiklerlerine göre, ülkeden
ülkeye ve işletmeden işletmeye farklılık göstermektedir (Erdoğan, 2010).
Son yıllarda ekonomi litaratüründe sıkça gündeme gelen kriz kavramının henüz herkes
tarafından kabul görmüş net bir tanımı bulunamamaktır.Bu sebepten ötürü literatürde faklı kriz
tanımları yapılmıştır. Örneğin Lucke krizi aniden ortaya çıkan veya zaman içinde oluşan ve
hemen üzerine gidilmesi gereken bir sorun olarak tanımlamıştır (Lucke, 2008).
Alaattin KIZILTAN, İmran SARIHASAN 24
Başka bir tanım da ise kriz, mal ve hizmet üretiminde, dönem içinde yaşanan ani
dalgalanmalar veya düşüşlerdir. Bu dururumun, işsizliğe, ücretlerdeki düşmeye ve insanların
yaşam kalitesindeki azalmalara neden olan talep karşılama güçlüğünün çekilmesidir. Finansal
kriz ise; finansal piyasalarda, firmaların borç kredi bulmalarının ve temininin zora girmesine
sebep olan bozulmadır (Taylor, Weerapana, 2010).
Brewton’e (1987:10) göre, karşılaşılan bir durum faaliyetlerde ciddi aksama, devletin
kurumsal alanda gerçekleştirdiği düzenlemelerde artma, işletme hakkında kamuoyunda
olumsuz algılama, finansal açıdan zorlanma, yönetim zamanını verimsiz kullanma, iş görenin
moralinde ve desteğinde zayıflamaya yol açıyorsa kriz olarak nitelendirilebilir.
1.1.2. Kriz Kavramının Özellikleri
Örgütlerinin beklemedikleri anda ortaya çıkan her duruma kriz adı vermek doğru bir tabi
olmamaktadır. Çünkü krizin tanımından anlaşılacağı gibi ortaya çıkan ani bir değişimin
örgütün varlığını ciddi bir şekilde tehdit etmesi gerekmektedir. Krizlerin kendine özgü bir
takım özellikleri bulunmaktadır. Bunları kısaca değinecek olursak:
Kriz ciddi bir müdahale gerektirir. Krizlere çabuk cevap verilmesi gerekmektedir.
Krizler örgütlerin amaçları noktasında kritik ve tehdit edicidirler. Baskı, güvenlikten
yoksun, belirsizlik, endişe ve panik gibi pek çok faktörü bir arada barındırabilirler.
Bunun yanında iyi planlanıp yönetildiği takdirde fırsatlar oluşturabilirler.
Ani ve beklenmedik bir anda ortaya çıkarlar.
Krizler örgütle ilgili yönetici, iş gören, hissedar, devlet gibi üçüncü kişileri de ciddi
ölçüde etkilemektedirler
Krizlerin kesin çözümleri yoktur, tekrar ortaya çıkabilirler.
Kriz durumu genel olarak önceden tahmin edilemez.
Kriz dönemlerinde işletme yönetimi sınırlı kaynaklarla ulaşılmak istenen amaçları ve
yapılması gereken faaliyetleri önceden belirlemede yetersiz kalabilmektedirler
(Erdoğan, 2010:8).
1.1.3. Krize Neden Olan Faktörler
Örgütle çevresi arasındaki uyumsuzluğa diğer bir ifadeyle krize yol açan çok sayıda
faktör bulunmaktadır. Bu faktörleri dış çevre faktörleri ve iç çevre faktörleri şeklinde iki
başlıkta ele almak mümkündür. Krize yol açan dış çevre faktörleri; sosyo-kültürel çevre
değişiklikleri, politik ve hukuki çevre değişiklikleri, teknolojik çevre değişiklikleri, rekabet
koşullarındaki değişiklikler ve tabii felaketler şeklinde sıralanabilir. Buna karşılık, işletmenin
büyüklüğü, işletmenin içinde bulunduğu hayat safhası, işin özellikleri, yetersiz iletişim,
Finansal Krizlerin Kobiler Üzerindeki… 25
koordinasyon ve kontrol, katı örgüt yapısı, örgütün merkezileşme derecesi, yönetimin
yetersizliği krize yol açan iç çevre faktörlerin oluşturmaktadır (Murat, 2015:4-5).
Yukarıda sıralanan faktörler krizin oluşumunda ve şiddetinde değişik ağırlıklara sahip
olmakla beraber, krize yol açan faktörlerin temelinde değişim, statüko ve istikrar kavramları
önemli rol oynamaktadır. Değişim örgütsel verimliliği etkileyen yapı, süreç ve anlayışlardaki
farklılaşmayı vurgularken, statüko belirli bir zaman döneminde mevcut ve süregelen fiili ve
yapısal durumu ortaya koymaktadır. İstikrar ise, işletmenin çevresindeki değişen şartlara ve
konjonktüre uyum sağlama yeteneğini ifade etmektedir. Değişimin hızlı ve sürekli yaşandığı
bir ortamda değişen şartlara uyum sağlandığında istikrara ulaşılabilir (Tutar, 2000:22).
2. FİNANSAL KRİZ
Finansal kriz, genel olarak herhangi bir mal, hizmet, üretim faktörü ya da finans
piyasasındaki fiyat ve miktarlarda kabul edilebilir bir değişme sınırının ötesinde gerçekleşen
şiddetli dalgalanmalardır. Öte yandan, Paul Krugman krizin belirli bir tanımının bulunmadığını
öne sürerken, Edward ve Santanella ise krizleri, paranın değerindeki belirgin bir düşüşe
bağlamıştır. Bunların dışında kalanlar ise finansal krizleri, paranın değerindeki düşüşe ve
uluslararası rezervlerin önemli ölçüde tükenmesine bağlamışlardır (Sevim, 2012:7).
Mishkin ise asimetrik bilgi teorisi çerçevesinde finansal krizleri şöyle tanımlamaktadır:
“Bir finansal kriz, ters seçim ve ahlaki tehlike (moral hazard) sorunlarının ileri boyutlara
varması ve böylece finansal piyasaların, fonların en verimli yatırım fırsatlarına sahip olan
ekonomik birimlere kanalize edilmesindeki etkinliğini kaybetmesi nedeniyle finansal
piyasalarda ortaya çıkan doğrusal olmayan bir bozulmadır (Mishkin, 1996:39).
Başka bir tanım da ise finansal kriz, finansal piyasalarda ters seçim ve ve ahlaki risk
(moral hazard) problemlerinin çok daha kötüleştiği bir bozulmayı göstermekte olup, kriz
neticesinde finansal piyasalar, fonların en üretken yatırım alanlarına geçişine izin vermeyen bir
bozulma olarak tanımlanmaktadır (Yaman, 2010:14).
2.1. Finansal Kriz Türleri
Finasal kriz kavramı birden fazla tanıma sahip olmasının yanı sıra içeriğinde de birden
fazla da tür barındırmaktadır. Bunlar Para Krizi, Bankacılık Krizi, Dış Borç Krizi, Sistematik
Finansal Kriz. Aşağı da bu finansal kriz türlerine kısaca değinilecektir.
2.1.1. Para Krizi
Bir para krizi; döviz kurunda keskin bir çöküş olması, hükümetin devalüasyonu ilan
etmesi ve birden döviz kuru rejimini modifiye etmesi, sermaye akışlarını sınırlaması, birkaç
Alaattin KIZILTAN, İmran SARIHASAN 26
saat için para piyasalarını kapatması durumlarına verilen genel bir isimdir. Bu, uzmanların
gerçeklere dayanan yaklaşımları neticesinde ortaya çıkan bir tanımdır (Erdoğan, 2006: 30).
Kaminsky ve Reinhart’a göre ise para krizi; ulusal paraya spekülatif saldırının ya
paranın aniden değer kaybetmesiyle, ya uluslararası rezervlerde azalmayla ya da her iki
durumun birlikte gerçekleşmesi ile tanımlanabilir (Çeviş, 2005).
Dış ticaret açığının artmasına neden olacak sabitlenmiş döviz kuru, sonunda ülke
parasına yönelik spekülatif saldırılara yol açar, bu da önce merkez bankası döviz rezervlerinin
erimesine ve yeni döviz kuru sistemine geçilmesiyle sonuçlanır. Yeni döviz sistemi de
çoğunlukla dalgalı döviz kuru sistemi olur.
2.1.2. Bankacılık Krizi
Birçok iktisatçı bankacılık krizlerini sınırlı sayıdaki kantitatif kriterle tanımlamıştır.
Lindgren (1996), Demirgüç-Kunt ve Detragiache (1998), Glick ve Hutchison (1999); toplam
varlıklar içinde performansı düşük veya geri dönmeyen varlıkların oranının GSYİH’nın yüzde
2’sinden daha büyük olmasını, kurtarma operasyonlarının maliyetinin GSYİH’nın en azından
yüzde 2’sine ulaşmasını, bankaların büyük ölçekte millileşmesine neden olmasını sağlayan
bankacılık sektörü sorunlarının varlığını ve acil önlemleri gerekli kılan aşırı mevduat
çekilişlerini bankacılık krizleri olarak tanımlamışlardır (Altıntaş, 2004:41).
2.1.3. Dış Borç Krizi
Bir ülkenin kamu ve/veya özel kesime ait dış borçlarını ödeyememe durumudur. Özellikle
hükümetlerin dış borçların çevrilmesi ve yeni dış kredi bulma konusunda sıkıntı yaşamaları
nedeniyle dış borcun yeni ödeme planlarına bağlanması veya yükümlülüklerin ertelenmesi
şeklinde ortaya çıkarlar. Borçlanıcı borçlarını ödeyemediğinde veya borç vericiler borçların
ödenmeme olasılığı olduğunu düşünerek yeni krediler vermeyip, mevcut kredileri geri almaya
şkaynaklanabilir. Kamu sektörünün geri ödeme yükümlülüklerini yerine getiremeyeceği
şeklindeki risk algılamaları özel sermaye girişlerinde şiddetli bir düşüşe ve bir para krizine yol
açabilir (Delice, 2003:61).
2.1.4. Sistematik Borç Krizi
Sistemik finansal krizler, finansal sistemde ortaya çıkan ve finansal sistemin; varlık
değerlemesi, kredi tahsisi ve ödemeler gibi önemli fonksiyonlarını bozan bir şok biçiminde
tanımlanabilir. Bu tür krizler ekonomik, siyasal, hukuksal ve sosyal yaşamın yapısından ve
değişikliğinden kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda tüm finansal piyasalar ile bu piyasalarda
işlem gören finansal varlıkların tamamını etkilemektedir. Sistemik finansal 40 krizler bir döviz
Finansal Krizlerin Kobiler Üzerindeki… 27
krizini bünyesinde barındırabilirken; döviz krizleri her zaman sistemik finansal krizlere yol
açmayabilir. Bu krizlerin temelinde likidite sorunları olmakla birlikte, ülke borcunun aşırı
artması, mevduat sigorta sisteminin kötüye kullanılması, Merkez Bankası’nın piyasaya likidite
sunmasındaki başarısızlık ve finans kesiminin dışından kaynaklanan şoklar krizin göstergeleri
olarak sıralanabilir (Duman, 2001:39-40).
3. TÜRKİYE DE YAŞANAN FİNANSAL KRİZLER, KOBİLER VE
KOBİLERİN TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ
3.1.Türkiye’de Yaşanan Finansal Krizler
Türkiye Cumhuriyeti, ekonomik kriz ile ilk kez 1929’da tanıştı. Türkiye Osmanlı
borçlarının kendine düşen bölümünü 1929 da ödemeye başladı. Aynı yıl dünya da “Büyük
Buhran” baş gösterdi. O yıl ekonomi hem reel hem spekülatif açıdan ciddi bir döviz bunalımı
yaşadı.
Bunun nedenleri şunlardır:
1929 yılında Türk parasının değerinin en önemli düşme nedeni, 1929 yılında ödemeler
bilançosu açıklarının birden bire iki katına çıkarak 101 milyon liraya ulaşmasıydı. Kötü hava
koşulları ve dünya ekonomik krizinin sonucu olarak ihraç mallarımızın fiyatlarında hâsıl olan
düşüşler ihracatımızın değerini 155 milyon liraya düşürmüştür.
Yeni uygulamaya konulacak 1499 sayılı gümrük tarifesinin resimleri çok fazla
yükselteceğini düşünen spekülatörler büyük miktarda mal ithal ederek ithalat hacmimizin
286,2 milyon liraya ulaşmasına neden olmuştur.
Hükümetin o dönemde bayındırlık programlarını yürütmeye hızla devam etmesi de
ithalatı arttırmıştır.
1929 yılından itibaren ödemeler bilânçosunda Duyun-u Umumiye idaresiyle yapılan
anlaşmaya göre Osmanlı döneminden Kalan borç taksitleri de yer almaya başlamıştır.
Nihayet Demiryolları ve Haydarpaşa liman tesisleriyle ilgili taksit ödemelerinin de
ödemeler bilançomuz üzerinde olumsuz etkileri olmuştur. Bilindiği gibi 1929 yılına kadar
Cumhuriyet Hükümetleri Osmanlı döneminden kalan evrak-ı nakdiye miktarını arttırmamıştı.
Hatta reel anlamda para arzında bir gerileme söz konusuydu. Hükümetin uzun zaman para
politikası açısından pasif tutumu, özellikle tarımsal yapısı gereği mevsimlik dalgalanmalarla
karşı karşıya olan ülkemizde olumsuz etkileri olmuştur (Turan, 2011:59).
1929’dan itibaren uygulanan devletçi politikalarla üretimler artmış, milli gelirin büyüme
hızı %6.8’i bulmuştur. Ancak II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla kalkınma hamlesi durmuş,
ülke kaynaklarının büyük bir kısmı savunma için tüketilmiştir. 1940 yılında Milli Koruma
Kanunu ile fiyat denetimleri yapılmış, Varlık Vergisi kanunu oluşturulmuş, çiftçileri
Alaattin KIZILTAN, İmran SARIHASAN 28
topraklandırma kanunu ile tarım kesiminin sorunlarına çözümler aranmıştır. 1950’li yılların ilk
dönemlerinde altın yıllar yaşayan Türkiye ekonomisi 1954’den sonra duraklamaya başlamıştır.
Kamu harcamalarındaki artış, tarımsal üretimin düşmesi ve dış açığın büyümesi duraklamaya
ve enflasyonun artmasına neden olmuştur. Bunun üzerine 1958’de istikrar programı
uygulanmış, uygulanan bu tedbirlerle ihracatta artış amaçlanıp, ekonomik dengeler sağlanmaya
çalışılmıştır (İşler, 2004:21).
Türkiye’de Nisan 1994 ve Şubat 2001 krizlerinin para ikamesi, bankacılık sisteminin
açık pozisyon eğilimi ve yükselen konjonktürle gelen talep patlamasının bir sonucu olarak
ortaya çıktığını göstermektedir. 1990-2001 döneminde popülist politikaların yol açtığı talep
artışı, bankacılık sisteminin açık pozisyon eğilimiyle birleşince aşırı spekülatif sermaye
hareketlerine dayanan istikrarsız bir iktisadi büyüme ortaya çıkmıştır. Öte yandan iktisadi
büyümeyi finanse edenler ile hane halkının uygulanan politikaların sürdürülebilirliğiyle ilgili
güvensizliği bankacılık sisteminin kırılganlığıyla birleşince para ikamesini hızlandırmış ve
finansal krizi tetiklemiştir. Türkiye ekonomisinde 90’lı yıllarda makroekonomik yapısal
sorunlar hep var olmasına karşın krizlerin özellikle Nisan 1994 ve Şubat 2001’de ortaya
çıkmasında rol oynayan faktörlerin (yükselen ekonomik konjonktür, bankacılık sisteminin
kırılanlığı ve para ikamesi) sabit (veya baskılanan) döviz kuruna dayalı politikaların
uygulandığı bir ekonomik çevrede ortaya çıktığı gerçeği kendisini belirginlikle ortaya
koymaktadır. Sonuç olarak Türkiye’de krizler, öteki ülkeler için yapılan görgül çalışmalarda da
vurgulandığı gibi, yükselen ekonomik konjonktürde kısa vadeli spekülatif borçlanmaya
dayanan bankacılık sisteminin kırılgan yapısı ve uygulanan iktisat politikalarına güvensizlikten
kaynaklanan para ikamesi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu da demektir ki, hızlı ekonomik
büyüme ve kırılgan bankacılık sistemiyle istikrarsız hale gelen Türk ekonomisi, bekleyişlerdeki
en küçük bir kötüleşmeyle finansal bir krizin içine yuvarlanmıştır (Işık, 2004:63).
Türkiye’de 22 Kasım 2000 ve 21 Şubat 2001 krizleri aslında finansal karakterli tek bir
krizin parçalarıdır. Likidite ve döviz talebi olarak adlandırılan bu krizlerin daha önceki
krizlerden farkı kapsamlı bir istikrar programının uygulandığı dönemlere rastlamış
olmasıdır.1994 yılında uygulanan istikrar programının başarısız olması üzerine ekonomideki
sorunların varlığı bir istikrar programına ihtiyaç göstermiştir.1998 yılında IMF ile yakından
izleme anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmada bütçe dengesi, para politikası alanında olumlu
adımlar atılmış ve 9 Aralık 1999’da IMF ile imzalanan Stand-by anlaşmasının da desteği ile
uygulamaya konulan enflasyonu düşürme programına bir ön hazırlık işlevi görmüştür.
Uygulanan ekonomik program kur çapasına dayalı olarak enflasyonu düşürme amacına
yöneliktir. Fakat bu modelde, para politikasını uygulama imkanı MB’nın elinden alınmıştır.
Yani hızlı sermaye girişi olduğu zaman MB’nın kontrol edemeyeceği bir parasal genişleme ve
Finansal Krizlerin Kobiler Üzerindeki… 29
faizlerde anormal boyutta bir düşme yaşanıyordu. 2000 yılının Kasım ayına kadar olan
dönemde aşırı parasal genişleme ve canlanma gerçekleşmiş; bu hızlı sermaye girişleri çıkışa
yöneldiği zaman parasal taban anormal şekilde daralmış, faizler tavana çıkmış ve MB etkisiz
kalmıştır. İşte programın bu unsuru krizin tetikleyicisi olmuştur.Ayrıca, istikrar programı ile
ekonomide ilave sorunlar yaşanmıştır. Bu sorunlar, yapısal ve makro ekonomik sorunlar,
bankacılık sorunları, sabit kura dayalı istikrar programının getirdiği ve dışsal etkenlerle artan
riskler, yabancı sermaye girişlerinin ve eksik liberalleşmenin yarattığı sorunlar ve politik
istikrarsızlıktır (Ertekin, 2005:2).
Küresel ekonomiye entegre olmuş olan bir Türkiye ekonomisini 2008 küresel ekonomik
krizinin etkilememesi düşünülemez. ABD’de başlayıp daha sonra AB ülkelerine sıçrayan kriz
ekonomilerinde ciddi anlamda şoklar yaratmıştır. Bu kriz sonucu birçok AB ülkesi batma
durumuna gelmiştir. Bununla birlikte AB’nin güçlü ülkeleri ise finansal anlamda birçok eylem
planı ortaya koymuştur. Türkiye ile AB ülkeleri arasında ciddi bir dış ticaret ilişkisi olup
yaklaşık ihracatımızın yarısını oluşturmaktadır. Krizde olan Avrupa ile Türkiye arasında ticari
ilişkiler azalmış Türkiye’nin cari açığı artmış, makro ekonomik veriler kötüleşmiş, eksi
büyüme oranı artan işsizlik ve yoksullukla beraber Türkiye’de küresel krizden nasibini
almıştır. Türkiye’nin en önemli sorunlarının başında gelen cari işlemler sorunu bu krizle
beraber artış göstermiştir. Cari açık ile işsizlik sorunu olgusu birbirleriyle bağlı olduğundan
artan cari açıkla beraber işsizlik oranlarında yükselme meydana gelmiştir. İşsizlikle
beraberinde yoksulluğu getirdiğinden bu yoksullukla mücadele kapsamında, artan devlet
müdahalesi ile sosyal yardımlarında artması gözlemlenmiştir (Yurdakul, 2008:4).
Türkiye ekonomisi bir bütünleşmiş ekonomidir ve ciddi anlamda Türkiye, tarihte
yaşanan bir çok krizden etkilenmiştir. Fakat yaşanan ekonomik krizlerden alınan dersler
Türkiye’yi krizlere karşı daha etkili önemler almaya ve daha verimli olabilecek sosyo-
ekonomik paketler oluşturmaya, kamu maliye sisteminin sağlamlaştırmaya, siyasi ve ekonomik
istikrardan taviz verilmemesi konusunda fikirler üretilmesinde etkili olmuştur. Özellikle 2001
yılında yaşanan ekonomik krizden Türkiye’nin diğer ülkelere nazaran daha az etkilenmesi,
sosyal politika anlamında başarılı bir sonuç elde edilmesinde önemli bir rol oynamıştır.
3.2. Kobi Nedir
Literatürde bir çok Kobi tanımına rastlamak mümkündür. Yapılan bir tanıma göre
KOBİ’ler az sermaye kullanımı yanında daha çok el emeği ile çalışan, çabuk karar verme
yeteneğine sahip, düşük düzeyde yönetim giderleri ile çalışan ve ucuz bir üretim Ekonomik
Kriz ve KOBİ’ler gerçekleştiren iktisadi teşebbüsler olarak ifade edilebilir (Erol, 2010:170-
171).
Alaattin KIZILTAN, İmran SARIHASAN 30
Başka bir tanıma göre ise, 10 kişiden az yıllık çalışan istihdam eden ve yıllık net satış
hasılatı ya da mali bilançosu 1 milyon TL’yi aşmayan çok küçük ölçekli işletmeler, 50 kişiden
az yıllık çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hasılatı ya da mali bilanço toplamı 5 milyon
TL’yi aşmayan işletmeler, 250’ den az yıllık çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hasılatı ya
da mali bilançosu 25 milyon TL’yi aşmayan işletmeler (Çadırcı, 2011:87).
3.2.1. Türkiyede Kobi Tanımı
Türkiye’de resmi gazetede yayımlanan son Kobi tanımına göre Kobi, çalışan sayısı 1–9
arasında değişen ve yıllık cirosu 1 milyon YTL’ye kadar olan firmalar mikro ölçekli iletme,
çalışan sayısı 10–49 arasında değişen ve yıllık cirosu 5 milyon YTL’ye kadar olan firmalar
“küçük ölçekli iletme”, çalışan sayısı 50–249 arasında değişen ve cirosu 25 milyon YTL’ye
kadar olan işletmeler “orta ölçekli işletmedir.” şeklinde tanımlanmaktadır.
3.2.2. Kobiler Avantajları
Kobiler sahip olduğu bir takım özelliklerden dolayı büyük işletmelerin sahip olmakta
zorlanacağı avantajlara sahiptirler. Bunlar;
Esneklik,
Yenilikler açık ve daha yakın olması,
Teknik yeniliklerde daha fazla verimlilik,
Üretimde boşlukların hızla doldurulması,
Bürokrasinin ve yönetici grubunun daha az olması,
Çalışanlar ile daha yakın ilişkiler, düşük maliyetler,
Alansal faydalar kobilerin sahip olduğu avantajlardır.
3.2.3. Kobilerin Dezavantajlar
Kobiler sahip olduğu avantajların yanında, bünyesinde barındırdığı bir takım özelliklerden
dolayı dezavantajlara da sahiptirler. Bunlar;
Olumsuz rekabet,
Genel yönetimde yetersizlik,
Finansal planlama yetersizliği,
Sermaye piyasasından yeterince yararlanamama,
Kalifiye eleman eksikliği şeklinde sıralayabiliriz.
Finansal Krizlerin Kobiler Üzerindeki… 31
3.2.4. Kobilerin Türkiye Açısından Önemi
KOBİ’ler; değişen piyasa koşullarına hızlı uyum yetenekleri, esnek üretim yapıları,
bölgeler arasında dengeli büyüme, işsizliğin azaltılması ve yeni iş alanları açılmasındaki
katkıları gibi bir dizi olumlu özellikleri nedeniyle, ülkelerin ekonomik ve sosyal kalkınmasının
temel taşlarıdır. Ülkemizde de işletmelerin yüzde 99,77’sini oluşturan KOBİ’ler, toplam
istihdamın yüzde 78’ini, toplam katma değerin yüzde 55’ini, toplam satışların yüzde 65,5’ini,
toplam yatırımların yüzde 50’sini, toplam ihracatın yüzde 60,1’ini, toplam kredilerin yüzde
24’ünü gerçekleştirmektedir. Bu rakamlar, KOBİ’lerin Türkiye ekonomisindeki önemli rolünü
açıkça göstermektedir (Ergün, 2012:1).
Başka bir araştırmacı kobilerin Türkiye ekonomisindeki şu şekilde açıklamaktadır:
Türkiye’de KOBİ’ler toplam işletmelerin % 99,9’unu, istihdamın % 77,8’ini, maaş ve
ücretlerin % 51,5’ini, cironun % 64,8’ini, katma değerin % 55,5’ini, maddi mallara ilişkin brüt
yatırımın % 41,1’ini oluşturmaktadır. 2011 yılında ihracatın % 59,6’sı, ithalatın ise % 39,9’u
KOBİ’ler tarafından gerçekleştirilmiştir. İşletmelerin temel faaliyetleri bakımından, ihracatın
% 36,2’si sanayi, % 57,9’u ticaret sektöründe faaliyet gösteren firmalar tarafından yapılırken,
ithalatın ise % 33,9’u sanayi, % 56.6’sı ticaret sektöründe faaliyet gösteren işletmeler
tarafından gerçekleştirilmiştir (Tekin, 2013). Bu verilerde Kobilerin Türkiye ekonomisi
açısından ne kadar önemli olduğunu ispatlar niteliktdir.
3.2.5. Finansal Krizler KOBİ’leri Nasıl Etkilemektedir
Yaşanan ekonomil krizler KOBİ’leri güç duruma sokmuş ve birçoğunun ise piyasadan
silinmesine sebebiyet vermiştir. Bunun en önemli sebebi olarak kriz esnasında KOBİ’lerin
finansman olarak yeteri kadar güçlü olmamaları gelmektedir. Aynı zamanda kriz esnasında
finansman kaynaklarının azalması KOBİ’ler için kriz esnasında ki yönetimi zorlaştıran bir
diğer etken olmaktadır.
KOBİ’ler yapısal olarak ele alındığı zaman büyük işletmelere nazaran sahip oldukları
esnek yapı dolayısıyla kriz ortamına daha çabuk adaptasyon sağlama yeteneğine sahiptirler.
Fakat bu krizin tam olarak ne olduğunu, kriz esnasında gelişen ve gelişebilecek durumların
bilincide olan KOBİ’ler için geçerli olmaktadır. Yetersiz bilgiye sahip KOBİ’ler için finans
kriz son derece tehlikeli sonuçlar doğurmaktadır.
Finansal krizler KOBİ’lerin yatırım harcamları, ekonomik gelirlerini, bağlantılı olduğu
bölümler arası iş ilişkilerini, çalışanların performans düzeylerini vb. çoğu zaman olumsuz
etkilemektedir.
Alaattin KIZILTAN, İmran SARIHASAN 32
4. RIZE İLINDE BIR UYGULAMA
4.1. Araştırmanın Amacı ve Önemi
Bu çalışma ile yaşanan finansal krizlerin Rize ilinde ayakkabıcılık sektöründe faaliyet
gösteren Kobiler üzerindeki etkileri belirlenmeye çalışılmıştır. Kobilerin karşılaştıkları
sorunların belirlenmesi ve bu sorunlara yönelik, işletmelerin uyguladıkları finansal eylem ve
önlemlerin tespiti amaçlanmaktadır.
Bu araştırma, Rize ilinin merkezinde ayakkabı sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin
finansal krizlerden daha çok hangi alanlarda etkilendiklerinin ölçülmesi bakımdan önem arz
etmektedir. Elde edilen veriler doğrultusunda nerelerde eksik kalındığının gösterilmesi, hangi
alanlara daha fazla yatırım yapılarak krizin etkilerin en aza indirgenmesinin gösterilmesi
bakımından yararlı olmaktadır.
4.2. Araştırmanın Yöntemi
Finansal krizlerin Rize ilinde ayakkabıcılık sektöründe faaliyet gösteren KOBİ’ler
üzerindeki etkisinin konu edinildiği araştırma anket yöntemi ile gerçekleştirilmiştir. Ankette
yer alan sorular 5’li ölçekli soru tiplerinden oluşturulmuştur. Rize şehir merkezinde faaliyet
gösteren 30 ayakkabı işletmesinin hepsine yüz yüze anket yöntemi uygulanmıştır. Anket
formlarının sonucu elde edilen verilerin değerlendirilmesi yüzdelik dilimleri alınarak
yapılmıştır.
4.3. Araştırma Evreni ve Örneklemi
Bu araştırmanın evreni, Rize ilinin merkezinde ayakkabıcılık sektöründe faaliyet
gösteren 30 KOBİ’dir. Araştırmanın örneklemi de 30 Kobiden oluşmaktadır.
4.4. Araştırmanın Sınırlılıkları
Araştırmaya katılımın düşük olmasında ve anket yönteminin barındırdığı bir takım
olumsuz özellikler dışında, KOBİ’lerin(yöneticilerin) finansal krizler konusunda yeterli bilgiye
sahip olmamaları, bilgi eksikliklerinin anlaşılması endişesi, KOBİ’leri hakkında bilgi
vermekten kaçınmaları ve işletmeleri hakkındaki bilgilerin rakip işletmeler tarafından bilinmesi
endişesinin etkili olduğu tespit edilmiştir.
Bu bakımdan araştırma sonuçlarının değerlendirilmesinde yukarıda ki açıklamalar ve
araştırma bulgularının örneklem dışındaki evreni temsil etmediği hususu göz önünde
bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla bu araştırma yalnızca örneklem olarak seçilen ve
ankete katılan yöneticiler tarafından sınırlandırılmıştır.
Finansal Krizlerin Kobiler Üzerindeki… 33
4.5. Veri Toplama Yöntemi ve Anket Soruların Niteliği
Araştırmada verilerin toplanması KOBİ’lere yüz yüze anket yöntemi uygulanarak
yapılmıştır. Anket soruları toplam 17 sorudan oluşmaktadır. Anket uygulandığı sırada
anlaşılmayan sorular karşısında anketör tarafından bilgilendirme yapılmıştır.
Anket soruları, finansal krizlerin araştırmaya katılan KOBİ’ler üzerindeki etkisini
ölçmeye yöneliktir. İlk 12 soru etkileri, diğer 5 soru ise finansal kriz durumunda KOBİ’lerin
aldıkları önlemleri ölçmeye yöneliktir hazırlanmıştır.
4.6. Araştırmada Kullanılan İstatistiksel Analiz
Araştırma sonucunda elde edilen verilerin yüzdeleri alınarak yorumlama yapılmıştır.
Anket formunda yer alan Hiç katılmıyorum ya da Kesinlikle katılıyorum vb. sorular 5’li Likert
Ölçek Tipi Kullanılarak değerlendirilmiştir.
4.7. Araştırma Sonuçlarının Değerlendirilmesi
Aşağıda gösterilen grafiklerin her biri anket sorularına verilen cevaplar neticisinde
hazırlanmıştır.
Grafik 1: Finansal krizin işletme çalışanları morali üzerinde olumsuz etkiye sahip olmuştur
Yapılan araştırmada elde edilen sonuçlar göstermektedir ki Rize ilinin merkezinde
ayakkabı sektöründe faaliyet gösteren 30 işletme içerisinden 25 işletme (%83) işletmenin
finansal kriz yaşandığı esnada işletme çalışanlarının ve morallerinin bozulduğunu, 30
işletmeden 5 işletme(%17) ise işletme ise finansal krizin işletme çalışanlarını moral
bakımından etkilemediği cevabını vermiştir.
Grafik 2: Finansal Kriz esnasında yönetimde psikolojik sorunlar yaşanmıştır
Alaattin KIZILTAN, İmran SARIHASAN 34
Bir ülkede finansal kriz yaşandığı dönemde işletmelerin genel olarak yöneticileri
psikolojik olarak etkilenmektedir. Fakat Rize ilinde yapılan araştırmanın anket sonuçları
göstermektedir ki 30 tamamı (%100) işletmenin hiç birinde böyle bir durum yaşanmamıştır.
Grafik 3: Finansal Kriz esnasında işletmemizin bağlantılı olduğu bölümler arası ilişkiler
düzeyinin azalmıştır
Rize ili ayakkabı sektöründe yapılan araştıma bulguları sonucu göstermektedir ki
işletmelerinin finansal kriz esnasında bağlantılı oldukları bölümler(tedarik,üretim, pazarlama
vb) arası ilişkiler düzeyi ankete katılan işletmelerden 23 işletme (%77) için böyle bir durum
meydana gelmemiştir.Geriye kalan işletmlerin 5’i (%17) krizin işletmenin bağlantılı olduğu
bölümler arası ilişki düzeyini sekmeye uğrattığını, diğer 2 işletme (%6) ise bu durum onları
çok fazla etkilemediği cevabını vermiştir.
Grafik 4: Finansal kriz esnasında karar verme sürecimiz azalmıştır
Finansal kriz şüphesiz büyük küçük tüm işletmelerin karar verme sürecinde
zorlanmalarına sebebiyet vermektedir. Yapılan araştırmanın anket sonuçları göstermektedir ki,
işletmelerden 20’si(%67) finansal kriz yaşandığı süreçte karar verme süreçlerinin azaldığını,5
işletme(%17) kesinlikle böyle bir durumunun yaşanmadığını,3 işletme(%10) kısmen
azaldığını, 2 işletme(%6) azalmadığı cevabını vermiştir.
Finansal Krizlerin Kobiler Üzerindeki… 35
Grafik 5: Finansal kriz esnasında koordinasyonun yetersiz hale gelmiştir
İşletmeler krize karşı kendi yetenekleri doğrultusunda bir takım önlemler alırlar. Fakat
bu önlemler herzaman işletmeleri krizlerden korumazlar. Finansal kriz esnasında
koordinasyonun işletmelerin 25’i (%83) koordinasyonun yetersiz hale geldiğini söylerken,5
işletme (%17)işletmenin bu konu da problem yaşamadığı cevabını vermiştir.
Grafik 6: Finansal Kriz esnasında kararlarımızın kalitesi bozulmuştur
Yapılan araştırma sonuçların da ankete katılan işletmelerin verdiği cevaplar neticesinde
26 işletme (%87)’si bu kararlarının kalitesinin bozulmadığı cevabını vermiştir. 4 işletme (%13)
bozulmadığı yanıtını vermiştir.
Grafik 7: Finansal kriz esnasında işletmeler korku ve panik yaşanmıştır
Yaşanan finansal kriz sürecinde Rize ili merkezinde bulunan işletmelerin 23’ü(%77)
korku yaşamamıştır. Diğer 7 işletme(%23) ise kokru ve panik yaşadıklarını söylemişlerdir.
Alaattin KIZILTAN, İmran SARIHASAN 36
Grafik 8: Finansal kriz esnasında örgüt içi iletişimiz bozulduğu, kriz esnasında yetki ve
sorumluluklarda karmaşa ortaya çıktığı ve kriz esasında kriz ile birlikte gelen değişime karşı
olumsuz bir durum ortaya çıkmıştır
Uygulanan anket yöntemi göstermiştir ki, finansal kriz sürecinde örgütler içi iletişimde
hiç bir problem yaşanmamıştır.3o işletmenin 30’u(%100) da bunu destekleyici nitelikte cevap
vermiştir. İkinci olarak finansal krizin yaşandığı süre zarfında yetki ve sorumluluklarda
işletmelerin tamamı 30(%100) karmaşa yaşanmadığını cevabını vermiştir. Üçüncü ve son
olarak finansal krizin işletmeler üzerinde hiç bir olumsuz etkisi olmamıştır.
Grafik 9: Finansal kriz esnasında fiyatı daha uygun hammaddeye yönenilmiştir.
Finansal kriz esnasında işletmelerin 22’si(%73) daha uygun hammedeye yönelirken,8
işletme(%27) eski alışkanlığına devam etmiştir.
Grafik 10: Finansal kriz esnasında öz savunmanın artmıştır
Finansal Kriz esnasında bütün işletmelerin öz savunması artar. Rize ili ayakkabıcılık
sektöründe faaliyet gösteren işletmelerinde 30’u(%100) öz savunmalarını artırmıştır.
Finansal Krizlerin Kobiler Üzerindeki… 37
Grafik 11: Finansal kriz esnasında büyüme gücünde azalma meydana gelmiştir
Anket çalışması sonucunda finansal krizin, işletmelerin 22’si(%73) büyüme güçlerinde
azalma meydana geldiğini ifade etmişlerdir. 5 işletme (%17) ise büyüme güçlerinde azalma
meydana gelmediği cevabını vermişlerdir.
Grafik 12: Finansal kriz esnasında yatırım projeleri ertelenmiştir
Yapılan anket sonuçlarına göre finansal kriz esnasında 26 işletmenin(%87) yatırım
projelerini ertelemiştir.14 işletme(%13) ise ertelememiştir.
Grafik 13: Finansal kriz esnasında satışlarda azalma meydana gelmiştir
Finansal Kriz esnasında Rize ili merkezinde bulunan ayakkabı sektöründe faaliyet
gösteren 30 işletmenin tamamının (%100) satışlarında azalma meydana gelmiştir.
Alaattin KIZILTAN, İmran SARIHASAN 38
Grafik 14: Satışların düşmesinde ikliminde etkisi bulunmaktadır
Anket sonuçlerı neticesinde satışların düşmesinde finansal krizin etkisinin bulunduğunun
yanı sıra ikliminin etkisinin bulunduğunu söylen işletme sayısı 30 işletmeden 22(%73) dir.Geri
kalan 8 (%27) işletme ise iklimin satışların düşüşünde etkili olmadığı cevabını vermiştir.
SONUÇ
Gelişen teknoloji ile birlikte artan küreselleşme finansal piyasaları birbirine daha
yakınlaştırdığı ve bağımlı hale getirdiği görülmektedir. Bu ekonomi piyasalarını da
etkilemektedir. Özellikle son yıllarda gözlemlenen finansal krizlerin sayısı, ekonomik, politik
ve sosyal hayata olan olumsuz etkileri sebep oldukları ağır sonuçlar, krizleri açıklamaya ve
krizlere önceden tahmin edip önlem almaya yönelik birçok çalışmanın yapılmasında teşvik
edici olmaktadır.
KOBİ’ler bir ülke ekonomisi için son derece önemlidir. Çünkü büyük şirketlerin
destekleyicisi konumundadırlar. Yaşanan finansal krizler bazı KOBİ’lerin yok olup gitmesine
sebebiyet verirken, bazı KOBİ’ler içinse fırsata dönüşebilmektedir. Fakat genel olarak
baktığımız zaman birçok KOBİ finansal krizlerden olumsuz etkilenmekte ve işletmenin yok
olup gitmesine sebep olmaktadır.
Yapılan çalışma sonucu görülmektedir ki Rize ilinde ayakkabıcılık sektöründe faaliyet
gösteren KOBİ’ler üzerinde finansal krizin bir takım olumsuz etkileri bulunmaktadır. Anket
uygulanan KOBİ’lerin %85’lik bir kısmı finansal kriz esnasında moraller bozulduğunu, bunun
da personelin performansına yansıyarak yapılan işin kalitesini düşürdüğü cevabını vermiştir.
Fakat araştırmaya katılan KOBİ’lerin tamamı bu moral bozukluğunun gerek yöneticilerde
gerekse iş görenlerde herhangi bir psikolojik soruna neden olmadığı cevabını vermiştir.
KOBİ’lerin içeresinde bulunan bölümler arası ilişkiler düzeyi bozulmamıştır. Sadece %10‘luk
bir kısmının sahip olduğu bölümler arası ilişkiler düzeyi azalmıştır. Bölümler arası ilişkiler
düzeyinin bozulmamasında ki en büyük etken Rize’de bulunan KOBİ’lerin en fazla iki
bölümden oluşmasıdır. Rize’de ayakkabıcılık sektöründe faaliyet gösteren birçok KOBİ
ürünlerini toptancıdan alarak müşteriye ulaştırmaktadırlar. Finansal kriz esnasında toptancıların
fiyatı arttırdığı bu işletmelerin %85’lik bir kısmının koordinasyonunu yetersiz hale getirmiştir.
Bunun yanında işletmeler borçlanma darlığı yaşadıklarını, satışların düştüğünü ve yatım
Finansal Krizlerin Kobiler Üzerindeki… 39
projelerini erteledikleri yanıtlarını vermişlerdir. Anket uygulanan işletmelerin bazıları bu
gelişmelerde finansal krizin etkisi olduğu kadar mevsimlerinden etkisi olduğunu eklemişlerdir.
Özellikle satışların kış mevsiminde dramatik bir şekilde düşmesinde normal seyrinde gitmeyen
kış mevsimin etkisi olduğunu dile getirmişlerdir.
Sonuç olarak, finansal krizler Rize ilinde ayakkabıcılık sektöründe faaliyet gösteren
KOBİ’ler üzerinde bir takım olumsuz etkiler bırakmakla birlikte, işletmeleri iflasa
sürükleyecek kadar etkiye sahip olmamaktadır. Önceden alınacak bir takım tedbirlerinde
finansal krizin yol açtığı diğer olumsuz etkileri de azaltabileceği gözlenmektedir ve ele alınan
KOBİ’ler krize karşı kendilerini koruyabilecek savunma mekanizmaları geliştirebilmektedirler.
Bu durum kobilerin teorik beklentilere uygun olarak büyük işletmelere göre krizlere karşı daha
esnek bir yapıya sahip oldukları görüşünü de desteklemektedir.
Alaattin KIZILTAN, İmran SARIHASAN 40
KAYNAKÇA
Baştürk, M. E. (2005). Türkiye de 1990 Sonrası Yaşanan Ekonomik Krizlerin Sigorta Sektörün
de Fon Yaratma Fonksiyonu Üzerine Etkileri. Mevzuat Dergisi.
C., B. (1987). Managing a Crisis, A model for the lodging Industry. The Cornell HRA
Quarterly, 3, 10-15.
Çadırcı, H. (2011). 2008 Küresel Ekonomik Krizin Kobilere Etkisi Ve Isparta İli Örneği.
Yüksek Lisans Tezi. Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Çeviş, İ. (2005). Para Krizlerine Ampirik Bir Yaklaşım. Ankara: SPK Yayınları.
Delice, G. (2003). Finansal Kizler Teorik ve Tarihsel Bir Perspektif. Erciyes Üniversitesi
İkitsadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi(20), 57-81.
Duman, E. (2001). Krizlerin Anatomisi 1929 Ekonomik Buhranı ve 2008 Küresel Krizn
Karşılaştırılması. Yüksek Lisans Tezi. Karaman: Karamanoglu Mehmet Bey
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Erdoğan, B. (2006). Gelişmekte olan Ülkelerde FinansaL Krizler ve Finansal Kriz Modelleri.
Yüksek Lisans Tezi, 36. Kahramanmaraş: Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
Erdoğan, H. H. (2010). Global Mali Krizin Kobilerin Finansal Yapıları Üzerine Etkileri.iZMİR
İLİ TEKSTİL SEKTÖRÜNDE BİR ARAŞTIRMA. Yüksek Lisans Tezi. Ispartma,
Türkiye: Süleyman Demirel Üniversitesi.
Ergün, N. (2012). Kobiler ve Girişimcilerin Türk Ekonomisindeki Yeri ve Önemi. Kalkınma
Anahtar Verimlilik Dergisi.
Erol, M. (2010). Ekonomik Kriz ve Kobiler. Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi İİBF
Dergisi.
İşler, D. B. (2004). Türkiyedeki Krizler ve Çözüm Analizi Olrak E-Ticaret Uygulamarı. Yüksek
Lisans Tezi, 20. Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Mıshkın, F. (1996). Understanding Financial Crisis, A developing Country Perspective
"Annual World Bank Conference a Development Economics". 29-62. The World
Bank.
Mısırlı, G. M. (2005). Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerde Kriz Yönetimi, Çaycuma öR. ZKÜ
Sosyal Bilimler Dergisi, 1(1), 1-18.
R., L. (. (2008). Kriz Yönetimi. İstanbul, Türiye/İstanbul: Türkiye İş Yayınları.
Sayım Işık, K. D. (2004). TÜRKİYE EKONOMİSİNDE FİNANSAL KRİZLER:Bir Faktör
Analiz Uygulaması. D.E.Ü. İ.İ.B.F.Dergisi, 19(1), 45-69.
Sevim, C. (2012). Öncü Göstergeler Yaklaşımşlara Göre Finansal Krizler ve Türkiye Örneği.
Ankara, Türkiye.
Tekin, M. (2013). Kobilerin Ekonomi İçindeki Yeri ve Kredi Kalitesi.
Turan, Z. (2011). Dünyada ki ve Türkiyedeki Krizlerin Ortaya Çıkış Nedenleri ve Ekonomik
Kalkınmaya Etkisi. Niğde Üniveritesi İİBF dERGİSİ(1), 56-80.
Finansal Krizlerin Kobiler Üzerindeki… 41
Tutar, H. (2000). Kriz ve Stress Ortamında Yönetim. İstanbul: Hayat Yayınları, Yönetim Dizisi
14.
Yaman, Ö. (2010). Finansal Krizler ve Erken Uyarı Sistemleri. Yüksek Lisans Tezi, 14.
İstanbul: Kadir Has Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Yurdakul, H. (2015). 2008 Küresel Ekonomik Krizleri ve Türkiye'ye Etkisi. Ekonomi,
Sahipıran Ekonomik Yazıları.
Alaattin KIZILTAN, İmran SARIHASAN 42
EK 1
Araştırma Anket Soruları
Kes
inli
kle
Ka
tılm
ıyo
rum
Ka
tılm
ıyo
rum
Kıs
men
Ka
tılı
yo
rum
Ka
tılı
yo
rum
Kes
inli
kle
Ka
tılı
yo
rum
Finansal Kriz esnasında İşletmemizde genel olarak moraller
bozulmuştur.
Finansal Kriz esnasında yönetimde ve personelimizde
psikolojik sorunlar yaşadık.
Finansal Kriz esnasında işletmemizin bağlantılı olduğu
bölümler arası ilişkiler düzeyi azaldı.
Finansal kriz esnasında karar verme sürecimiz azaldı.
Finansal kriz esnasında koordinasyon yetersiz hale geldi.
Finansal Kriz esnasında kararlarımızın kalitesi bozuldu.
Finansal kriz esnasında işletmemiz için korku ve panik
yaşadık.
Finansal kriz esnasında örgüt içi iletişimiz 8bozuldu.
Finansal kriz esnasında yetki ve sorumluluklarda karmaşa
ortaya çıktı.
Finansal kriz esasında kriz le birlikte gelen değişime karşı
olumsuz bir durum ortaya çıktı.
Finansal kriz esnasında fiyatı daha uygun hammaddeye
yöneldik.
Finansal kriz esnasında öz savunmamız arttı.
Finansal kriz esnasında büyüme gücünde azalma meydana
geldi.
Finansal kriz esnasında yatırım projelerimizi erteledik.
Finansal kriz esasında borçlanma darlığı yaşadık.
Finansal kriz esnasında satışlarda azalma meydana
gelmiştir.
Satışların düşmesinde ikliminde etkisi bulunmaktadır.
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (RTEÜ Journal of Social Sciences) 3 : 43-48
[201?]
REFLECTION OF GROWTH POLES THEORY IN TURKEY AS
SUPPORTING PROGRAM FOR ATTRACTION CENTRES
Süleyman TOY Emine Bilgen EYMİRLİ Ozan GÜNDÜZ
ABSTRACT: Once popular and now effective, the theory of Growth Poles found places in many countries’
regional development agenda to some extents. Turkey is among the countries, which tried to give emphasis on the
Theory since its adoption by the world, in especially its development plans and studies preparing ground for the
Theory. However, after a long preparation process, Turkey decided to support financially the Theory by determining
12 city centres as Attraction Centres (AC) in less developed regions in a program i.e. Supporting Program for
Attraction Centres (SPAC). Present study aims to give brief information about the theory of GP, mention about its
reflection on Turkey as AC and summarize the results of the application of AC approach by looking inside a
financial support program for ACs, SPAC.
Keywords: supporting attraction centres program, Turkey, development agencies
1. INTRODUCTION
Turkey has never been isolated in its history from the socioeconomic developments in
the rest of the world, especially those happening in the West. After the foundation of modern
Turkish Republic, very dense and challenging efforts started to develop all parts of the country
socioeconomically. In this respect, Turkey searched, adjusted and adopted some policies which
were then updated and not far from the world’s agenda. Therefore, planned socioeconomic
development adventure of the Country is not a new phenomenon because the history of such
attempts may go back to the last period of Ottoman Empire (Tekeli 2009). In the first years of
modern Republic period, a central and governmental decision making (like İzmir Economy
Congress), planning and investing efforts were adopted and performed in convenience with the
understanding of that period (Akyıldız and Eroğlu 2004). Until 1960, which is accepted to be
the starting point of planned development period because Turkish State Planning Organisation
(SPO) was established in that year, such centralism continued and mainly governmental
investment in especially industry sector derived the main production activities of the Country
even though some exceptions were also witnessed such as external aids like Marshall (Kepenek
and Yenitürk 1994).
In planned period, the 1st National Five – Year Development Plan began to be
implemented in 1963 and Turkey followed the economic agenda of the world more closely
than ever. In that time, a relatively new development approach, “Growth Poles”, was debated
and applied in part in scientific and administrative sides. The experience of creating “Growth
Poles” started in the 1950s with Perroux (1950; 1955; 1961) and set a frame for development
programs in the entire world after especially World War II (Friedmann and Weaver 1979;
Richardson 1981; Barquero 1991).
Assoc. Prof. Dr. Atatürk University, Architecture and Design Faculty City and Regional Planning Department,
Erzurum, Turkey, [email protected]
Specialist, Head of Department, Northeast Anatolia Development Agency (KUDAKA), Erzurum Turkey
Specialist, Head of Department, Northeast Anatolia Development Agency (KUDAKA), Erzurum Turkey
Süleyman TOY, Emine Bilgen EYMİRLİ, Ozan GÜNDÜZ 44
The theory of “Growth Poles” (GP) developed in time by being adjusted to different
approaches and physical and spatial forms according to the regions and countries wiling to
apply such a theory (Christofakis and Papadaskalopoulos 2011; Gantsho 2008). Almost every
country has a source of information on regional development considering the Theory, which,
for example, in turn can be associated with “Attraction Centres” (AC). To some extent, the
growth pole theory set the discussion for the regional planning further on, which developed a
very strong influence in the world even until today by looking at economies as integrated
systems. Good literature supports on theory and applications especially in countries can be
found among the works belonging to the World Bank, UNCRD and OECD, which may serve
as references showing how the ACs were derived from the Theory’s itself.
The theory of GP considers the view that limited national sources cannot be equally
distributed to whole country and foresees the concentration of investments in selected centres.
In such an approach, with the investments, economic mobility will start and positive
exogeneity resulting from scale and accumulation economies can sustain growth and affect the
surrounding close proximity of the poles created positively (KB 2015).
As aforementioned, during the first years of Planned Period in Turkey from 1960s, main
efforts were spent on the expansion of economic activities and capital through mostly
governmental incentives by avoiding their accumulation at only certain points or centres (like
Istanbul) and aiming to develop sub-centres to create growth points in especially Anatolia
(Özgür, 2010), which is based strictly on the adoption of the GP theory. However; such an
approach mainly ignored the use of local potentials for regional development. With the
globalization process, local and regional values and actors gained importance and regional
development entered the agenda. National and international experiences gained from regional
and local development stories showed the obligation of replacing the central development
understanding with local and regional one in Turkey as it was in the world.
Reflection of this understanding in Turkey as regional development policy and
application is gradation of settlements by Turkish State Planning Organization in 1982 and
then the determination of 16 functional regions to serve as a growth pole. However, such an
approach could not be successful since no financial source was then left and no policy was
developed for these regions (KB 2015). Policy of creating GPs in less developed regions was
on the agenda in various planning periods in Turkey in order to reduce socioeconomic
development differences between the regions. In 9th Development Plan (2007-2013) of Turkey
where EU adaptation policies took overwhelmingly place and a regional development
understanding based on competitiveness was adopted, growth centres tried to be put into
practice through a national financial support program called Supporting Program for Attraction
Centres (SPAC; Gelici, 2014).
Present study aims to give brief information about the theory of GP, mention about its
reflection on Turkey as AC and summarize the results of the application of AC approach by
looking inside a financial support program for ACs, SPAC.
2. TURKISH SUPPORTING PROGRAM FOR ATTRACTION CENTRES
(SPAC) SPAC is accepted to be a reflection of GP theory in Turkey. I mainly results from a
developed and raised project preparation and management capacity together with earlier
nationwide studies like those by Turkish State Planning Organization (today’s Ministry of
Development) such as gradation of settlements and determination of 16 functional regions,
which serve as a base for this program. In 9th DP, mentioned above, a priority includes the
activation of regional development policy at central government level and mentions about the
determination of ACs “with high potentials for growing, application of public investments,
supplying services, spatial prioritization and focusing in especially less developed regions and
improvement of physical and social infrastructures and accessibility of these centres (KB
2015).
Reflection of Growth Poles Theory… 45
It is mentioned in also the 10th DP (2014-2018) that migration of human population in
Turkey has in recent years been from less developed regions to developed ones (especially
Istanbul) rather than intraregional movements since at regional level (NUTS I) there are no
developed ACs in East and West Blacksea and Middle-east and Northeast Anatolia Regions. In
order to cope with such a condition, beginning from 2008, some more developed cities in
middle and east of Turkey (e.g. Erzurum, Sivas and Diyarbakır) challenged to be an AC
through a financial support program (KB 2013). Turkish National Strategy for Regional
Development, an upper scale strategic document, mentions about ACs as “growth focuses”
which are planned to be developed in the less developed eastern part of the country serving as
an attractive centre for production and service sector, accelerating socioeconomic development
and enabling well balanced development (KB 2014). It is foreseen by supporting city centres
with development potentials in the scope of SPAC that development differences will appear in
the region where such ACs are located. Basic principle of SPAC is to support predetermined
strategic projects in order to benefit effectively from limited financial source.
1.1. General process of SPAC
SPAC was designed based on Turkey’s project preparation and management experience
it gained during EU process including the preparation of preliminary strategy document,
stakeholder analysis, preparation of program document and decision of Upper Planning Court
(KB 2015). Long-term objective of SPAC is to contribute to decreasing the differences in
socioeconomic development between nationwide regions by extending ACs to their
surrounding areas. Specific objective of the program is to accelerate socioeconomic
development in selected city centres in relatively less developed regions and prevent migration
to out-regions by expanding development to surrounding areas of ACs. SPAC is expected to
serve for following priorities:
To increase the contribution of regions to national economy by using their potentials
and locomotive sectors,
To improve physical and social infrastructure and accessibility of ACs,
To empower coordination between actors in ACs.
Responsible Turkish public institution for the implementation and monitoring and
evaluation of SPAC is Ministry of Development. ACs are accepted to be city centres to clearly
define spatial focusing by considering their socio-economic development order (must be
among the first 60 city centres), population (between 250.000 and 1.000.000), employment rate
of service sector (at least 53%), sheltering an airport and university and representing the
determined geographical regions (East, Southeast, Middle Anatolia and Blackea Regions of
Turkey). According to deep analysis conducted by considering the aforementioned criteria city
centres of Malatya, Elazığ, Erzurum, Van, Gaziantep, Diyarbakır, Şanlıurfa, Samsun, Trabzon,
Konya, Kayseri and Sivas (totally 12 cities) were determined to be attraction centres (KB 2015;
Figure 1).
Figure 1. Attraction centres (Gelici, 2014)
Süleyman TOY, Emine Bilgen EYMİRLİ, Ozan GÜNDÜZ 46
2. PROJECTS PREPARED AND APPLIED IN THE SCOPE OF SPAC
After the determination of 12 cities to be ACs in 2007 public investment program, pilot
project began to be implemented in Diyarbakır in 2008-2010 period by transferring 51 Million
Turkish Liras (about 17 million Euros). In Diyarbakır, 15 strategic projects were completed
between 2008 and 2010 for 27 months.
In addition, SPAC was also applied beginning in 2011 in Erzurum, Şanlıurfa and Van
city centres; in 2013 in Gaziantep and in 2015 in Elazığ, Sivas and Malatya by transferring 308
million TL (103 million Euros) to program from central budget in a period between 2011 and
2014 and in 2015 90 million TL (30 million Euros) was also transferred to the program.
In SPAC, so far 20 projects have been implemented in 4 city centres (Table 1).
Monitoring and evaluation process of these projects have been conducted by regional
development agencies (RDAS) since 2011 at local level. These RDAs are Karacadağ, East
Anatolia, Northeast Anatolia and Silkroad Development Agencies. Project applicants are
responsible for the implementation of the projects.
Table 1: SPAC projects being implemented
AC Number of Projects Budget TL
ERZURUM 4 161.916.615,13
DİYARBAKIR 9 26.065.595,11
ŞANLIURFA 4 50.174.165,55
VAN 3 78.973.184,00
Total 20 317.129.559,79
When considered the contents of the projects being applied in 4 ACs, it can be stated that
they are mainly related to tourism sector where physical infrastructure tried to be completed for
culture, congress and winter tourism to use their potentials.
Projects decided to be supported financially in Erzurum are wholly related to the
development of tourism i.e. Culture Road being implemented by Erzurum Grand Municipality;
Rehabilitation and Renovation of Üç Kümbetler (Three Tombs) and its surroundings being
implemented by Erzurum Yakutiye Sub-municipality; High Altitude Sportive Camping being
implemented by Erzurum Youth and Sports Administration and Loan Support Program for
Tourism implemented by KOSGEB (SMEs Support Institutions).
Projects decided to be supported financially in Diyarbakır are also related in great
majority to tourism. These are Restoration of Minaret of Şeyh Mutahhar Mosque implemented
by Governorate of Diyarbakır; Projecting Diyarbakır’s Cultural Heritage by Diyarbakır Culture
and Tourism Administration; Using Diyarbakır Houses in tourism by Diyarbakır Culture and
Tourism Administration; Renovation project of Ulu Cami and surrounding of Hanlar by
Diyarbakır Culture and Tourism Administration; Using Diyarbakır’s city wall in tourism by
Diyarbakır Culture and Tourism Administration; Promotion of Diyarbakır’s cultural heritage
by Governorate of Diyarbakır; Kulp Silk production Centre Kulp by Chamber of agriculture;
Restoration of Diyarbakır’s inner castle walls by Governorate of Diyarbakır and Projecting
Diyarbakır Şehzadeler House by Governorate of Diyarbakır.
In Şanlıurfa, projects are also related wholly to tourism sector. These projects are Using
Castle skirts (Kale Eteği) in tourism implemented by Special Provincial Administration of
Şanlıurfa; Street Facet Improvement and culture island by Special Provincial Administration of
Şanlıurfa; Promotion of Şanlıurfa’s Cultural Heritage by Governorate of Şanlıurfa; Projecting
GAP Valley project drawing by Special Provincial Administration of Şanlıurfa.
Reflection of Growth Poles Theory… 47
In Van, two of three projects are again related to tourism and one is different. These
projects are Textile city Project being implemented by Special Provincial Administration of
Van; Tuşba Fair and Congress Centre by Special Provincial Administration of Van and Urartu
Museum by Special Provincial Administration of Van.
3. CONCLUSIONS
Detractors of the GP theory as Gilbert (1974; 1976; 1977) and Moseley (1973; 1974)
expressed their concerns and warnings about possible consequences of an isolated approach to
the Growth Pole Theory, which were proven to be right later on, followed by many
governments that abandoned the trend on this theory (Breathnach, 1982; Conroy, 1973).
In this respect, Turkish SPAC experience based on the Theory seems not to be focused
on its aims to stimulate and accelerate socioeconomic development in less developed regions
by supporting strategic projects.
There are some situations that caused the program to deviate from its original objectives
such as the sector related to the projects decided on by local stakeholders. Concerns of SPAC
towards the development of strategic and the most benefitting projects through a local
participation seem not be removed when the types and applications of the projects are
evaluated since mainly the political actors, municipalities and governorates are effective on the
selection of the projects. They usually do not consider the management and operational models
of the project outputs of the projects which are in tourism sector sheltering high risks.
Because the amount of financial support transferred from central budget to the Program
since 2008 in 5 city centres (Diyarbakır, Şanlıurfa, Erzurum, Van and Gaziantep) is about 350
million TL (117 million Euros), this amount should have been used to move other financial
sources like those from private sector. However, decision makers from both local and central
levels could not decide on other possible investment types than public investment, such as
public – private partnerships (PPP) in spite of a huge amount of public finance transferred to
the ACs. In this respect, some contributions, at least, half of the public money might have been
provided from local or out national private sector institutions. So there may be an ownership
towards the projects to be implemented. In today’s conditions, in the scope of the projects
being implemented in mostly city centres covering large rates of private properties, more than
two third of the financial support was spent on expropriation price.
As a conclusion, SPAC experience of Turkey based on GP theory may be a good
preference and whistle a new breath to the regional development challenges in the Country, but
it may be started and supported financially earlier and stronger than today. Central
development policies should incessantly adopt and support the Theory and Program if it is
believed that such a local development approach will be beneficial. Sectors, owners,
stakeholders and decision makers of the SPAC projects desired to be strategic and contributors
should be reconsidered and regional development agencies should be included in the process
not as a monitoring and evaluation authority but also project developer since they are among
the local actors having, at the present situation, largest capacity and accumulation for potentials
of their regions and project preparation and management.
Süleyman TOY, Emine Bilgen EYMİRLİ, Ozan GÜNDÜZ 48
4. REFERENCES
Akyıldız, H. Eroğlu, Ö. 2004. Türkiye Cumhuriyeti Dönemi Uygulanan İktisat Politikaları. Süleyman
Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt 9 Sayı 1 Sayfa 43 – 62.
Barquero, V.A. (1991). Local Development, A strategy for the job creation. Athens: Papazisis.
Breathnach, P. (1982) The demise of growthcentre policy: the case of the Republic of Ireland, in: R.
Hudson and J. Lewis (Eds) Regional Planning in Europe, pp. 35±56. London: Pion.
Christofakis M. and Papadaskalopoulos A. 2011. The Growth Poles Strategy in Regional Planning: The
Recent Experience Of Greece Theoretical And Empirical Researches In Urban Management
Volume 6 Issue 2 / May.
Conroy, M. E. (1973) On the rejection of `growth center’ policy in Latin American regional
development planning , Land Economics, 49, pp. 371±380
Friedmann, J. and Weaver, C. (1979). Territory and Function: the evolution of Regional Planning.
London: Edward Arnold.
Gantsho M. S.V., 2008. Cities as Growth Poles Implications for Rural Development, the Annual
Meetings Seminar Held In Maputo, Mozambique May 14-15.
Gelici, Z. 2014. Türkiye’de Yeni Bir Bölgesel Politika Araci Olarak Cazibe Merkezlerini Destekleme
Programı. İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 139 sayfa.
Gilbert, A. (1974) Growth poles: the instant solution to regional problems?, in: R. S. THOMAN (Ed.)
Proceedin gs of the Commission on Regional Aspects of Development (Vol. I: Methodology and
Case Studies ), pp. 111±128.Toronto: Allister Publishing.
Gilbert, A. (1976) The arguments for very large cities reconsidered, Urban Studies , 13, pp. 27± 34.
Gilbert, A. (1977) The arguments for very large cities reconsidered: a reply, Urban Studies, 14, pp.
225±227.
KB 2013. Onuncu Kalkınma Planı. www.kalkinma.gov.tr
KB 2014. Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi (BGUS 2014 – 2023). Bölgesel Gelişme Yapısal Uyum
Genel Müdürlüğü. Ankara. 154 sayfa.
KB 2015. T.C. Kalkınma Bakanlığı Bölgesel Gelişme ve Yapısal Uyum Genel Müdürlüğü 2015 Yılı
CMDP Uygulama Usul ve Esasları ile ilgili 02-E.161 sayılı yazı
Kepenek, Y. ve Yenitürk N., 1994. Türkiye Ekonomisi. Remzi Kitabevi, İstanbul. 84 sayfa.
Moseley, M.J. (1973): Growth center: a shibboleth? Area, vol. 5:143-150
Moseley, M. J. (1974) Growth Centres in Spatial Planning . Oxford: Pergamon Press.
Özgür, M., (2010) Bölgesel Kalkınma, Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, Ankara.
Perroux, F. (1950). Economic space: theory and applications. Quarterly Journal of Economics, Vol. 64:
90-97.
Perroux, F. (1955). Note sur les notion de pole de croissance. Economie Appliquee 7(1-2), pp. 307-320.
Perroux, F. (1961). Larme motrice dans une region, et la region motrice, in: Theorie et Politique de l’
Expansion Regional, pp. 301± 327. Liege: Bibliotheque de l’ Institut de Sci- ence Econom ique de l’
Universitede Liege.
Richardson, H.W. (1981). National urban strategies in developing countries. Urban Studies 18(3), pp.
267-283.
Tekeli, İ., (2009). Modernizm, Modernite ve Türkiye’nin Kent Planlama Tarihi, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul.
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (RTEÜ Journal of Social Sciences) 3 : 49-62
[201?]
NURETTİN TOPÇU VE ALBERT CAMUS’DE AHLÂK:
İSYAN/BAŞKALDIRI AHLÂKI
ETHICS IN NURETTIN TOPCU AND ALBERT CAMUS:
ETHICS OF REVOLT
Ebru ÖNER
ÖZET: Bu çalışmanın amacı, birbirlerinden çok farklı kültür ve düşünceye sahip olan Nurettin Topçu ve
Albert Camus'nün geliştirdikleri ‘İsyan Ahlâkı’nın ne olduğunu, aralarındaki benzerlik ve farklılıklarını ortaya
koymaktır. ‘İsyan Ahlâkı’nı ahlakta irade olarak tanımlayan Nurettin Topçu, ahlâkın kaynağına sorumluluk
duygusunu yerleştirir. Bu nedenle Topçu'nun ‘İsyan Ahlâkı’nda, sonsuzluktaki huzura ulaşmaya çalışan bir irade ya
da hareket ettirici güç olan sorumluluk ve insanın kendi nefsine ve toplumun isteklerine karşı koyarak Tanrı yolunda
ilerlemesi söz konusudur. Albert Camus’nün ‘İsyan Ahlâkı’nın temelinde adaletin, eşitliğin olmadığı bu haksızlıklar
ve kötülüklerin hâkim olduğu saçma ve ölümlü yaşama karşı koymak vardır. Bunu yapmak sanat ile mümkün
olacaktır ve yine sadece sanat ile insanın evrensel düzende bir var olma nedeninin bulduğu gösterilebilir.
Anahtar Kelimeler: Ahlâk, isyan, isyan ahlâkı, irade, sorumluluk, sanat, Tanrı.
ABSTRAC: The aim of our study is to put forth what is the Ethics of Revolt, which developed by Nurettin
Topçu and Albert Camus who are different from each other in terms of the history of philosopy, and what are their
similarities/differences. Nurettin Topçu, who explains ethics of revolt as will in moral, places the sense of
responsibility to the centre of the morality. For this reason, according to his ethics of revolt there is an advance to
the way of God by setting against the self-soul and community demands with the will to reach of infinity or the
motive power of responsibility. There is setting against to the life,in which there is no justice,equality but dominated
by evil and injustice, absurd and fatal in the centre of Ethics of revolt by Albert Camus. It will be possible to doing
this with art and again it can be showed only with art that human being in the universal order reason of existance.
Key Words: Ethics, revolt, ethics of revolt, will, responsibility, art, God.
1. GİRİŞ
Genel olarak ahlâk, insan eylemlerinin nasıl olması gerektiğini belirleyen ve insan
ilişkilerini düzenleyen bir değerler alanını belirtmektedir. Toplumsal bir varlık olan insanın
eylemlerinin hemen hepsi ahlâk ile ilgili olmakla birlikte, bir eylemin ne kadar ahlâki olduğu
kişiden kişiye, toplumdan topluma, kültürden kültüre değişebilmektedir. Dolayısıyla birçok
ahlâk anlayışından, ahlaki tavırdan ve ahlak öğretisinden bahsedilebilir. Mutluluk ahlâkı, ödev
ahlâkı, faydacı ahlâk ve isyan ahlâkı bu farklı ahlâk anlayışlarına birer örnek oluşturmaktadır.
İsyan kavramı, genel olarak insanın içinde bulunduğu durumdan hoşnut olmayarak bu
duruma karşı koymasını ifade etmektedir. Toplumların tarihsel gelişimine bakıldığında tarih
boyunca birçok isyanın var olduğu görülmektedir. İnsanın insana, Tanrı'ya ve kendisine karşı
yaptığı birçok isyan söz konusudur. Bu isyanlara sırasıyla, Spartaküs, Prometheus ve Hallac
Mansur örnek olarak verilebilir.
*Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe Tarihi Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi,
Ebru ÖNER 50
İsyanın kaynağında var olan duruma ya da değerlere karşı bir 'hayır' bulunmakta iken
ahlâkın kaynağında büyük ölçüde var olan durum ya da değerlere karşı bir 'evet'
bulunmaktadır. Bu şekilde bakıldığında evet ve hayır gibi zıt kavramları içeren isyan ve ahlâk
kavramlarını bir araya getirmek olanaksız gibi gözükse de, evet ile hayır aslında birbirlerinden
ayrı düşünülemeyecek kavramlar (Gündoğan, 2015: 1) olması nedeniyle mümkündür. Bir
değere ya da duruma ‘hayır’ demek olan isyan kavramı aynı zamanda başka bir değere ya da
duruma evet demektir. Aynı zamanda bir değere ya da duruma evet demek olan ahlâk kavramı
başka bir değere ya da duruma hayır demektir. Bu nedenle her iki kavram birbirini
gerektirmekte birbirini ortaya çıkarabilmektedir. Ayrıca isyan ve ahlâk, ‘hayır’ derken de
‘evet’ derken de insanın yapıp etmelerinde belirleyici rol oynamakta ve özgür irade sonucu
ortaya konmaktadır.
Araştırma konumuzu oluşturan Nurettin Topçu ve Albert Camus, büyük ölçüde
birbirinden farklı, ancak derinlemesine incelendiğinde ortak özellikleri bulunan, isyan’a dayalı
bir ahlâk anlayışı ortaya koymuşlardır: İsyan Ahlâkı.
1.1. Nurettin Topçu’da İsyan Ahlâkı
Düşünce tarihimizin önemli düşünürlerinden biri olan Nurettin Topçu, Fransız filozof
Maurice Blondel’in kurduğu Hareket Felsefesine bağlıdır. Blondel insan hareketlerinin
doğrultusunun aile, toplum, devlet ve insanlık basamaklarından geçerek, Tanrı’ya doğru
ilerlemede olduğunu göstermiştir. Ayrıca o, akıl ile inancı bir tutarak, pozitif bilimlerden
felsefi hakikatlere ve dinin, deneyi aşan alanlarına kadar, her şeye ancak insan hareketlerinin
ortaya koyduğu imanla ulaşmanın mümkün olacağını iddia ederek din ile felsefeyi
yakınlaştırmaya çalışmıştır. (Topçu, 2010b: 20) Blondel’e benzer şekilde yaşayan insanlara,
topluma ve bütün bir âleme açılarak bir ‘iman hareketi’ ve ‘hamlesi’ ile yepyeni bir dünya
kurmayı ideal edinen Topçu, bu şekilde kurulacak yeni dünyanın temeline ahlâkı koyarak, bu
tür ahlâka da ‘isyan ahlâkı’ (Topçu, 2010b: 21) adını vermiştir.
İsyan ahlâkı, iradenin sonsuza ulaşmak gayesiyle her çeşit menfaat ve tutkuya, sonlu
olan iyilik ve mutluluğa dahi başkaldıran sorumluluk idealidir. (Topçu, 2010b: 24; Karaman,
2000: 114) Topçu’ya göre bir isyanın ortaya çıkabilmesi için hareket ve özgürlük gereklidir.
Özgürlük, bizi dışarıdan belirleyen nedenlerin yerine, benliğimiz tarafından belirlenen iç
nedenler koymaktan ibarettir. Bu durumda hareketimizi belirleyen etkiler, tarafımızdan
seçilmiş, kararlaştırılmış ve bir bakıma tayin edilmişlerdir. (Topçu, 2010b: 67) İnsanın
hareketi, eşyayı ve kendini değiştirmektir. İşte bu gerçek anlamda varlıklar âlemine ve kendi
benliğine karşı isyan etmektir. Bu, bizdeki Tanrı’nın bize karşı isyanıdır. Her özgür hareket, bir
isyandır (Topçu, 2010b: 72) ve hareketlerimizdeki hakiki hürriyet Tanrı’ya aittir. Tanrı’nın
hürriyetini kendinde duyan insan, önce kendi nefsine, sonra da başka insanlar arasındaki
zorbalıklara, alemşümul merhameti yok edici, bütün hareketlere karşı isyan (Topçu, 2010a: 73)
etmektedir. Böyle bir evrensel sorumluluk duygusuyla ortaya çıkan isyan, insanın kendisine
hükmetmesi ve doğru yola gitmesi için, Tanrı’nın istediği doğrultuda yapılmaktadır.
Evrensel sorumluluk ideali içinde bulunan insan, öncelikle bireyi pasifleştiren toplumsal
dayanışmaya karşı çıkarak bireyi özgürleştiren gerçek bir dayanışmayı savunur. Çünkü
toplumsal dayanışma bireyin özgürlüğünü kısıtlar ve boyun eğmeyi gerektirir. Devletçi ve
komünist dayanışma bu şekildedir. Gerçek dayanışmada ise insan, başkaları için, yeni güçlerle
yeni dayanaklar meydana getirmek suretiyle dayanışmayı yaratmış olur. İnsan esir doğar; kendi
hareketini yapmak suretiyle özgürlüğünü kazanır, bu da başka varlıkların kaderini bu harekete
bağlamak içindir. (Topçu, 2010b: 78) Dayanışma bireyin yarattığı bir harekettir, ancak birey
dayanışmayı istemekle kendi esirliğini de istemektedir. O toplumun her tarafına uzanarak
toplumdan yansıyan hareketlerden kendini sorumlu tutacak, sosyal hareket sisteminin
bütününden kendi hareketini yapmaya çalışacaktır. İnsanın özgürlüğü ancak kendisi için
giderek genişleyen bir sorumluluk yarattığı ölçüde mümkün olacak ve gerçekleşebilecektir.
(Topçu, 2010b: 85)
Nurettin Topçu ve Albert Camus’de Ahlak… 51
Evrensel sorumluluk ideali içinde bulunan insan ikinci olarak, tüm esaretler karşısında
gerçek bir hâkimiyete sahiptir. Hâkimiyet dayanışmanın devamı ve zorunlu bir
tamamlayıcısıdır. (Topçu, 2010b: 86) Fert dayanışma içerisinde kalmak için hürriyeti pahasına
hâkimiyeti kabul etmektedir. Hürriyeti pahasına diyor Topçu, çünkü halk hükümeti olarak
adlandırılan demokraside bile halk yetkisini devlete devrederek kendi hürriyetini ortadan
kaldırmakta ve hâkimiyet devlete ait olmaktadır. Topçu'ya göre devlet elinde bulunan
hâkimiyeti, asayiş kuvveti ya da zorba güç olarak değil, dayanışma hareketinin şuuru olarak ve
adaleti sağlayarak kullanmalıdır. Devletin görevi, ferdi hareketin verimini toplamak ve
evrensel olabilmek için ona yeterli güç ve enerjiyi sağlamaktan ibarettir. Gerçek devlet, ferdin
dayanışmadan hâkimiyete geçmesi için bir adım daha atmalıdır. Onun aklının, vicdanının
erişebileceği bütün hareketlerden kendini sorumlu tutmalı ve onlar üzerinde hâkimiyetini
kurmak istemelidir. (Topçu, 2010b: 91) Ancak böyle bir evrensel sorumlulukla fert esaretten
kurtulabilir. Topçu’ya göre evrensel sorumluluk ideali şu şekilde ortaya çıkmaktadır: Sosyal ya
da dayanışma hareketinin sorumluluğunu taşımak isteyen fert, toplumu ister ve yaratır.
Esirlikten kurtulmak için kendi ferdiyetinin yanında diğer fertlere de el uzatacaktır. Aslında
insanın kendi kurtuluşu yoktur, bulunduğu esirlikten evrensel hareket kurtarılmak istenir. İnsan
sadece kendi esirliğinden değil herkesin esirliğinden ıstırap duyar. Hareketi genişledikçe
evrensel hale gelecek şekilde ferdiyetini de genişletir. (Topçu, 2010b: 103) Şayet toplumu
yaratan fert sonunda toplumun kölesi olmuşsa, onun ideali, daha iyi bir toplum isteyerek ve
kendini toplum tarafından konulmuş sınırları aşmakta sorumlu sayarak, böylece hürriyeti ile
ferdiyetini genişletmek gayesiyle bu kölelikten, esirlikten kurtulmaktır. Toplum varlığını ve
evrimini böylesine fertlere borçludur. (Topçu, 2010b: 103-104) Toplumlar ve medeniyetler
diğer yabancı medeniyetlerin istilalarına karşı isyan edemeyip dış güçlerin baskısına boyun
eğerlerse bu onların sonu olur. Medeniyetlerin yıkılmasının en önemli nedeni, medeniyetleri
kuranların veya devam ettirenlerin vicdanlarındaki sorumluluk duygusunun azalması, giderek
yok olmasıdır. Topçu’ya göre bir devletin var oluş sebebi adaleti, merhameti ve sorumluluk
iradesini yaratmaktır. Bu fonksiyonu en iyi yerine getirebilen devlet şekilleri mutlakiyet ve
oligarşidir. Bir toplumda inkılâp, ancak şuurlarda sorumluluk iradesi yaratabilirse, mümkün ve
feyizli olabilir. (Topçu, 2010b: 107) Bu da ancak evrensel bir düşünce tarzı olan inanç ile
gerçekleşebilir. İnanç gerçek bilgidir ve benliğin eşya ile temasında varoluşun delilidir. İnanç
varlıkların birliğinin gerçekleştiği bir aydınlıktır. Varlıkları birbirine bağlayan içsel
münasebetlerin keşfedilmesidir; benliğin varlıkla birleşmesi ve “birlik içinde bile ayrılık”tır.
(Topçu, 2010b: 135) Düşünürümüz inancın sadece bize dış gerçekliği tanıtmakla kalmadığını,
kendimizi de tanımak için bir yol gösterici olduğunu savunur. Kendimizi tanıma yolundaki
diğer bir unsurun iman olduğunu, imandan da isyâna varılacağını belirtir.
Topçu’ya göre iman, estetik ve mistik olmak üzere ikiye ayrılır. Estetik iman iradenin
Tanrı’dan ibaret olan sonsuzluğa doğru yolculuğunda, sosyal kuruluş iradesinin daha ilerisinde,
Tanrı’ya daha yakın bir temaşa durağını oluşturan sanat hayatı, dini imanın eşiğine kadar
ilerliyor ve sanat her ileri hamlesinde dinin kucağına atılmak istiyor. İmanın kaynağından
doğan sanat iradesi bizi realitenin üstünde yaratıcı iktidara sahip kılıyor. (Topçu, 2010a: 60)
İşte sanatın özü böyle bir sonsuzluk iradesidir. Bu irade ruhumuzu sonsuzluğa teslim ettiği için
Tanrı’ya götüren yolculukta sanattan daha ileri duraklara, ahlâki yaşayışa doğru hamlelere
hazırlamaktadır. (Topçu, 2010a: 61)
Mistik iman bir inancın devamı ve uzantısıdır. Bir inancın iman halini alması için,
insanın ruhunda süreklilik kazanması ve hayatına da hâkim olması gerekir. İman inançtan
farklı olarak ruhu tek başına kaplayabilir. (Topçu, 2010b: 145) Bu anlamda iman bir aşktır.
İnanç gerçeklik hakkındaki en mükemmel bilgidir. İnanç aklın en yüksek hareketidir. İnanç,
imana ulaşınca mistik bir karakter kazanır. Mistik bilgi, hem insanın kendi hakkındaki bilgisi,
hem de varlıkların çokluğu içerisinde bile amaçlanmış somut bir ötenin, yani “zorunlu
biricik”in, ya da “En Yüce Varlık”ın bilgisidir. (Topçu, 2010b: 147-148) Mistik imanda önce
insanın kendisini bilmesi, sonra da nihai amaç olan Tanrının bilgisine erişme arzusu söz
konusudur.
Ebru ÖNER 52
Topçu’ya göre iradeyi, Birlik’e imanın araştırılmasına iten şey, onun olaylar
dünyasındaki kendi kendine yetersizliğidir. Gerçek ve hür hareket yolunda ilerlemek, alemin
kalbini kendi varlığına sığdırmaya çalışmaktır. (Topçu, 2010c: 17) Hareket imanda kendini
tamamlamaya çalışır; bu onun kendini bütünlemeye doğru, bir özlemidir. Aslında oraya kesin
bir şekilde asla ulaşılamaz ve bu birlik özleminin gücü daima artar. Blondel’in deyişiyle,
Tanrının yeterince bilindiğine hükmedildiği anda o, artık hiç bilinemez olur. (Topçu, 2010b:
177) İşte Fransız düşünürünün bu cümlesi, aynı zamanda “İsyan Ahlâkı”nın ve Topçu’nun
“isyan”ının da temelidir. (Ural, 2010: 219) Başlangıçta her şeyi doğada arayan irade kendi
hareketi ile kendi yetersizliğini fark eder ve doğaüstü varlık olan Tanrıya bağlanır. İradenin
doğaüstüne doğru yaptığı atılış hamlesi bizde Tanrı’nın hareketidir. Tanrı’nın eksik
hareketlerimizi tamamlayan hareketi, bu yetersizliğin, bu eksikliğin teyididir. Tanrı bize
samimiyetsizliğimizi bildirmekte, bize karşı isyan etmektedir. Bu Tanrılı benliğin Tanrısız
benliğe karşı isyanıdır. İsyan, Tanrı’nın bizdeki hareketidir. Benlik Tanrı’nın iradesine boyun
eğer. Hakiki hürriyet Tanrı’ya aittir ve bizde gerçekleşmiş, bir ölçüde bizim tarafımızdan
gerçekleştirilmiş ilahi hürriyettir. İsyan, hareketimizdeki Tanrı’nın hürriyetinin teyididir.
(Topçu, 2010b: 178)
Topçu, isyan kavramının iki şekilde anlaşıldığını vurgular. Birincisi, Stirner’in anarşist
isyanını, Rousseau’nun toplumsal kaynaklı ferdiyetçiliğinin isyanını ve Schopenhauer’in
kötümser iradeciliğini esas alan isyanını içerir. İkincisi ise Topçu’nun İsyan Ahlâkını oluşturan
Tanrı’nın insandaki isyanıdır. Birincisi nizam yıkıcılığı, ihtilalleri ve anarşiyi gerektirirken,
ikincisi evrensel bir nizamı gerektirir. Bu nedenle Topçu “isyan” kelimesiyle nizam yıkıcı
ihtilal ve anarşiyi değil, iradenin kendi içinde bulunduğu şartlara boyun eğmeyerek
başkaldırmasını kastetmektedir. İsyan hem tabii hem de sosyal determinizme karşı bir savaştır.
(Karaman, 2010: 107) Topçu kendi isyanı ile diğerlerinin farkını Stirner’den başlayarak şu
şekilde ortaya koymaktadır.
Stirner’in isyanının özünde egoizm yatmaktadır. Ona göre insanın kendi benliğinin
dışında hiç kimseye karşı sorumluluğu yoktur. Özgürlüğü kısıtlayacak her şeyin ortadan
kaldırılması gereklidir. Bu nedenle ahlâk, din, devlet ve toplum gereksizdir ve bunların
getirmeye çalıştığı her türlü düzene karşı isyan etmek gerekir. Topçu’ya göre Stirner’in bu
tavrı, her aşkın ve hâkim hareketi, insandaki her sosyal ve hatta ruhi ve şuurlu hareketi
inkârdan ibaret olan anarşizmdir ve bu tavrın sonucunda ortada sadece kendini tanıyan, kendi
dışında hiçbir şey beklemeyerek sadece kendisini isteyen, tamamıyla bencil bir benlik kalır.
(Topçu, 2010b: 185) Burada güç hüküm sürer ve benliği rahatsız eden her türlü hayaleti
ortadan kaldırır. Kendini kendi gözünden saklamakta olan benlik, kendini tanrılaştırmağa varır.
(Topçu, 2010b: 186) Stirner, bir taraftan tanrıyı inkâr ederken, bir taraftan insanı
tanrılaştırmaktadır.
Topçu’ya göre Stirner, mutluluğa ulaşmanın yolu olarak gördüğü anarşist isyanını
rasyonel bir şekilde temellendirirken, Rousseau mutluluğa ulaşmanın somut ve yaşanmış
tecrübe olduğunu savunmaktadır. Ona göre Rousseau’nun isyanının özü, Tanrılaştırılan
benliğin topluma ve medeniyete karşı isyan etmesidir. Ama bu anarşizme varmaz. (Topçu,
2010b: 191) Çünkü Stirner’in aksine Rousseau’da benlik bencil değildir. Çünkü benlik tek
başına yeterli değildir. Evrende bir düzenin olması gereklidir. Bu düzeni tabiatta bulan
Rousseau, tabiatta da Tanrı’yı keşfederek bu huzur dolu düzende mükemmel hürriyete ulaşır.
O kendindeki izzet-i nefsin adaletsizliğe başkaldırmakla başladığını, fakat kendi ruhunun
üzerine katlanarak adaletsizliği hor görmekle bittiğini, izzet-i nefsinin kendini üstün tutan
mukayeselerden ve tercihlerden vazgeçerek kendi iyiliğini istemekle yetindiğini, o zaman
ruhunun huzura, hemen hemen ilahi mutluluğa erdiğini belirtir. (Topçu, 2010b: 193) Topçu
Rousseau’nun insanın nefsine karşı Tanrı aşkını seçmesi noktasındaki isyanını, Stirner’in
isyanına oranla kendi isyanına daha yakın bulur. Ancak Rousseau’nun isyanı, bir yandan ferdin
nefsini yıkıp diğer yandan ferdi evrensel bir varlık haline getirmeye çalıştığı için başarıya
ulaşamamıştır.
Nurettin Topçu ve Albert Camus’de Ahlak… 53
Topçu, Schopenhauer’ın isyanının doğrudan varlığa yöneldiğini düşünür.
Schopenhauer’a göre var olmak kötülüğü istemektir ve bu temel kötülükten kurtulmak için
varlığı inkâr etmek gerekir. (Topçu, 2010b: 196) Kurtuluş, yaşama iradesinin bizzat kendisine
karşı isyanından, nirvana’ya sığınmaktan ibarettir. (Topçu, 2010b: 200) Bu nedenle de Topçu
kendi isyanına en yakın olarak Schopenhauer’ın isyanını görmektedir. Ama yine de Stirner ve
Rousseau gibi Schopenhauer’u da gerçek isyancı olarak görmemektedir. Çünkü onlar inkâr
ettikleri düzenle birlikte kendilerini de inkâr etmişlerdir. Stirner, kendi ferdiyetinin dar kalıpları
içerisinde hapsetmek iddiasıyla varlığı son derece kısır hale getirmiştir. Rousseau, insanın
tabiata yaptığı katkıyı reddederek kendi benliğine gömülmek suretiyle, ruh kargaşasından
korkmuş ve sığınak olarak sadece tabiatın bağrını görmüştür. Nihayet Schopenhauer, hiçbir
kurtuluş yolu bulamayarak kesin bir inkârla, isyan imkânını bile feda eder. (Topçu, 2010b:
201-202) Oysa iradenin inkârı kendi doğasına aykırıdır.
İsyan ahlâkı söz konusu olduğunda Topçu’nun düşünceleri ile Hallac’ın mistik
düşünceleri büyük ölçüde örtüşmektedir. Ona göre, Hallac’ın mistikliği, Tanrı’nın iradesine
boyun eğmek için bedene bağlı iradeden, bencil ve hayvani benlikten sıyrılmaya yöneliktir. Bu,
insanda ilkel halde mevcut olan benliğin kendinden yaşattığı arzularından tamamıyla
vazgeçmek, bizi bizden habersiz yaratan bir başkasına, muhakkak surette bizzat kendisini
isteyecek şekilde yönlendirene yeniden dönmemiz gayesiyle benliğin isteklerinden
vazgeçmektir. Bu şekilde insan, tabiatüstü bir varlığı isterken aslında kendi kendisini istemiş
olmaktadır. İnsan böylece sonunda Tanrı ile özdeşleşmektedir. (Topçu, 2010b: 203) Burada
insanın kendi benliğine karşı isyan etmesi anarşizmi, Tanrı’nın iradesine boyun eğmesi ise
uysallığı gerektirir. Ancak tek başına anarşizim de, uysallık da insanı yanılgıya götürür.
Topçu anarşist ile uysalın isyan hareketini, “İsyandaki anarşizm ve ihtilâl, insanda
evrensel bir sorumluluk haline gelen merhamet ile mukadderatına tek başına hâkim olan, o
olmasa bu mukadderatın yabancı hükmüne tabii olacağı Tanrı’dan medet uman imanın
sesinden başka bir şey değildir; bu yegâne Varlık olmasa iman bozulmuş olur. Bu hal her
esirlik hareketine karşı bizde isyan eden Tanrı’ya itaat etmektir, onun iradesine uymaktır”
(Topçu, 2010b: 205) şeklinde açıklamaktadır.
Topçu’ya göre, isyan eden adam adeta Tanrı’lık ile insanlık arasında bir geçit haline
gelmektedir. Bu insanlığın ilahi tabiata katılmasıdır. Bizdeki ulûhiyet ile biz toplumun ve saf
ferdiyetçiliğin dar kalıplarını aşarız. Kişiyi ne fert meydana getirir ne de toplum. (Topçu,
2010b: 204) Bu nedenle ferdiyetçiliğe de sosyalizme de karşı olan Topçu, bunların karşısında
insanın Tanrı’ya yükselişini kabul eden şahsiyetçiliği savunmaktadır.
Tabiat-üstü düzende evrensel davranamıyorsak esaret altındayız demektir. Tabiat-üstü,
menfaatten arınmış sayılabilecek her hareketin tek kaynağıdır. Topçuya göre özgür olan her
hareket anarşizm iken, ilahi irade karşısında bir itaatkârlıktır. Tam bir hürriyetle hareket
ederken, gerçekten isyan ederken, ne sadece insanlığımız, ne de sadece ulûhiyet vardır. Hem
insanlıktan hem de ulûhiyetten payımızı alırız. Var olmak ve isyancı olmak istiyorsak insanın
Tanrı’ya bir katılması oluruz. İnsan Tanrı ile bir hareket halindedir ve hareket, gerçek bir
isyandır. Hareket, isyanın özünü teşkil eden insanın Tanrı’ya bağlanması veya ona doğru
yükselişi, insanın kendini aşkın hal kazanmasıdır. (Topçu, 2010b: 205-206) Tasavvuf
felsefesinde olduğu gibi hareket insanın giderek Tanrı ile bir olmasıdır.
Topçu’ya göre isyan eden insan özgürdür ve bu özgürlüğün kaynağı, ahlâkiliğin
fışkırdığı Tanrı’nın iradesinde, başka bir ifadeyle Tanrı olma iradesindedir. Tanrı olmadan ne
gerçek bir ahlâk ne de gerçek bir isyan olamaz. (Topçu, 2010b: 206) Tüm dinlerin temelinde
ahlâk, nefse karşı isyan ve Tanrı’nın iradesine karşı da uysallık bulunmaktadır. Bunun en güzel
örneği mistik gelenekte vardır. Mistik, ulûhiyete ulaşmak için ıstırabı seçer ve o isyan halinde
olan bir uysaldır. İlahi irade önündeki bu uysallık, ruhu ilahi iradenin kaynağına götürür.
(Topçu, 2010b: 207) Böylece insan Birlik’in sırrına ererek, Hallac’ın deyimi ile “En-el Hakk:
Ben Hakikatim” bilincine erişecektir.
Ebru ÖNER 54
Topçu’ya göre isyan, fertte ve onun ihtirasında, kâinatın ve kendisinin hiçliğini ortaya
koyan küçümseme; aşk içinde sonsuza atılarak bedenini ve ruhunu hiçe sayarcasına ıstıraba
adanan harekettir. (Topçu, 2010b: 209) Ancak bu ıstırapta Tanrı’ya kavuşma ümidi vardır.
Ruh için bu ümit, canlı varlık için nefes almak gibidir. Ümidin bulunmadığı yerde ruh kurur ve
söner. (Topçu, 2006: 41) İsyan, kurtarıcı mutlağın eşiğinde bile, insanı elleri havada mutlağın
hareketini diler vaziyette tutan duadır; isyan bu uzanmış ellerde sembolleşen, Tanrı’yı
kendisine katılmaya ve kendi içinde isyana çağıran, ferdin tek başına asla cesaret edemediği
kurtarıcı hükmü O’na verdiren bu uysallık iradesidir. Bizim Tanrı’mız isyanın Tanrı’sıdır
(Topçu, 2010b: 210) ve ruhun kurtuluşu ancak ve ancak isyan ile mümkün olacaktır.
“Hürriyet, irade, merhamet ve sorumluluk, ahlâkî hayatın bütün bu faktörleri, tek bir
olguyu hazırlar; bunlar bizde tek bir olgunun, yani isyanın varlığıyla ortaya çıkarlar.
İnsanlığımızın cevherini isyan teşkil ediyor, o bize bütün hareketlerimizde hâkim oluyor. İsyan
esnasında, mukadderat ve zaruretin artık hiçbir manası yoktur.” (Topçu, 2010b: 212) Sadece
isyanın varlığı söz konusudur. Topçu, merhamet ve isyana karşı yapılan hareketi ahlâksızlık
olarak nitelendirirken, merhamet ve isyan gereği işlenen suçların ise ahlâksızlık olmadığını
belirtmektedir. Onun için asıl olan insanın ahlaki bir varlık olmasıdır ve ahlakın yolu, inanç,
iman ve isyandan geçmektedir.
1.2. Albert Camus’de Başkaldırı Ahlâkı
Camus’ye göre isyan, ‘hayır’ diyebilmektir. Peki, neye ‘hayır’ denecektir? İsyan
edilmesi gereken alan nedir? Bu alan Camus’un ilk eserlerinden olan Sisifos Söyleni ve
Yabancı’da ortaya konulan “saçma”* (Camus, 2010b: 24-26; Camus, 2010d) yaşamdır. İsyan,
adaletin, eşitliğin olmadığı bu haksızlıklar ve kötülüklerin hâkim olduğu saçma’ya karşı
koymaktır.
Saçma sadece bilinçte ya da sadece dünyada değil, insanın bilinci ile dünya’nın
karşılaştığı anda doğmaktadır. Camus’nün ifadesiyle saçma, insanın çağrısıyla dünyanın bu
akla uymaz susuşu arasındaki karşılaştırmadan doğar. (Camus, 2010b: 36)
Bir varoluşçu filozof olarak Camus, yaşamın anlamının arayışı içindedir. Yabancı adlı
eserinde hayatın saçmalığını ortaya koyan Camus, Sisifos Söyleni adlı eserinde saçmadan
kurtuluşun sözde yollarını göstererek, saçma’ya rağmen yaşamak gerektiğini vurgulamıştır.
Başkaldıran İnsan ve Veba adlı eserlerinde ise isyan’dan hareketle saçma dünyada evrensel bir
ahlâk geliştirmiştir.
Camus’ye göre insanların saçma’dan kurtulmasının sözde üç yolu vardır. Bunlar umut,
intihar ve isyan’dır. Umut, saçma dünyanın bilincine varan insanın bu dünyayı aşan bir güç
arayışıdır ki bu da Tanrı ya da din’dir. Bu dünya’yı aşmak ise saçmanın unsurlarından birini
ortadan kaldırmaktır. Oysa kurtuluş bu dünyadadır. Bu dünyanın dışında kurtuluş aramak,
dünyanın gerçekliğinden kaçmaktır. (Gündoğan, 1997: 80) Bununla birlikte Tanrı inancı
özgürlük ve kötülük problemlerini de beraberinde getirmektedir. Çünkü ya biz özgür değiliz ve
her şeye gücü yeten Tanrı kötülükten sorumludur, ya da biz özgür ve sorumluyuz, ama Tanrı
her şeye gücü yeten değildir. (Camus, 2010b: 60; Gündoğan, 1997: 81) Dolayısıyla Camus’ye
göre, insanlar tarafından bir umut olarak görülen Tanrı fikri veya din aslında bir çözüm
oluşturmamaktadır. Çünkü umut Tanrı’ya boyun eğmektir.
* Camus’ye göre saçma duygusunu insan şu dört alanda belirgin olarak hissetmektedir. Saçma duygusu ilk olarak,
insanın yaşamının tekdüzeliğini ve mekanikliğini fark etmesi ile ortaya çıkar. Saçma duygusunun hissedildiği
ikinci alan, zamandır. İnsan bir yandan geleceğe dayanmakta, gelecekten bir şeyler dilemekte, diğer yandan ise
zaman geçtikçe ölümünün yaklaştığını bilerek, zamanın geçmesini istememektedir.* İnsanın saçma duygusunu
hissettiği üçüncü alan bırakılmışlık ve yabancılık hissidir. İnsan kendine, başkalarına ve dünya’ya karşı
yabancıdır. Saçma duygusunun hissedildiği dördüncü alan ise, ölüm olgusudur. İnsanlar ölümü
deneyimleyemezler. Ancak başkalarının ölümüyle ilgili deneyimleri olabilir. Çünkü ölüm deneyimini yaşayan
insan artık bu dünyada olmamaktadır. Camus’ye göre ölüm, insan serüveninin ilkel ve kesin yanıdır ve saçma
duygusunun özünü oluşturur. Ölüm eninde sonunda geleceğine göre yaşamında bir anlamı yoktur.
Nurettin Topçu ve Albert Camus’de Ahlak… 55
Camus saçma’dan kurtulmanın diğer bir sözde yolunun intihar olduğunu ileri sürer. Ona
göre intihar durumunda saçmayı oluşturan unsurlardan biri olan bilincin yitimi söz konusudur.
Yani intihar edildiği zaman saçma ile birlikte insan da ortadan kalkacaktır. Yaşamak saçma’yı
yaşatmaktır. (Camus, 2010b: 58) İntihar, saçma’yı ölüme götürür.
Camus’nün sözde saçma’dan kurtuluş yollarından en önem verdiği unsur isyan’dır.
Sözde diyoruz, çünkü ona göre “saçma” kurtulunması, aşılması gereken bir şey değil, birlikte
yaşanması gereken bir gerçekliktir. İsyan, insanın kendi kendisi için sürekli biçimde
varoluşudur. Yalnızca ezici bir yazgının kesinliğidir, bu isyan kendisine eşlik etmesi beklenen
boyun eğişten de uzaktır. (Camus, 2010b: 59) İsyan saçmaya rağmen yine de yaşamı
seçmektir.
Camus yaşamı seçen saçma insanın değişik şekillerde ortaya çıkabileceğini, bunlardan
başlıcalarının Don Juan, Aktör, Fatih ve Yaratan Sanatçı olduğunu belirtir. Çapkın kahraman
Don Juan, aşkı niceliksel bir şeklide arttırmayı düşünmektedir. O ölümün farkındadır ama bunu
önemsememektedir. Aktör, her şeyin günün birinde ölmek zorunda olmasından en iyi sonucu
çıkarandır. (Camus, 2010b: 82) Geçici olan bu dünyadaki şanını öldükten sonra
sürdüremeyeceğini bildiği için kılıktan kılığa girerek sanatını bu dünyada tüketmeye çabalar.
Fatih, insanın kendinde başlayıp, kendinde bittiğinin, bunun ötesi olmadığının, bir şey olmak
istiyorsa bunun yaşam içinde olacağının farkındandır. Bu nedenle hep kendini aşmak ister.
Fatihler kendilerini Tanrı’nın eşiti gibi hisseder, insanlar arasında en yüksek olduklarını
düşünürler. Ama insanın isteyince yaptığından fazlasını yapamazlar. (Camus, 2010b: 91)
Çünkü fatih insan olmakla sınırlıdır ve insan için her şeyin sonunda ölüm vardır. Ölüm
karşısında yapılabilecek bir şey yoktur. Yaratan sanatçı, hem kendisinin hem de eserlerinin yok
olmaya mahkûm olduğunu bilen, buna rağmen kendisini sanatsal üretime adayan insandır.
Çünkü sanatsal üretim “saçma sevincin” bulunduğu üretimdir. (Gündoğan, 1997: 108) Yaratan
sanatçı için bir yaşamın anlamı, amacı ya da avuntusu yoktur. Bu nedenle eserleri insanın
özellikleri aşmayacaktır.
Camus’nün Don Juan’ı, Aktör’ü, Fatih’i ve Yaratan Sanatçısı bu dünyayı yaşayan, öte
dünyaya ya da Tanrı’ya inanmayan saçma ve trajik kahramanlardır. Amaçları saçmayı aşmak,
ondan kurtulmaya çalışmak yerine, saçmaya boyun eğmeden, saçmaya rağmen, saçmaya
başkaldırarak yaşamaktır. Saçmaya başkaldırmak, bir yaşam tarzı, dolayısıyla bir ahlâk ortaya
çıkarmaktadır. Ancak bu dört kahramanın isyan davranışından ortaya çıkan ahlâk, sadece bir
nicelik ahlâkını oluşmaktadır. Çünkü bu kahramanlar ölümün bilincindedir ve hayatlarını en iyi
şekilde değerlendirmek isterler. Önemli olan iyi yaşamak değil, çok yaşamaktır. (Gündoğan,
1997: 100)
Sisifos Söyleni’nde bir nicelik ahlâkı ortaya koyan Camus’de, Başkaldıran İnsan adlı
eseriyle birlikte nicelik ahlâkından nitelik ahlâkına geçiş, Veba adlı eserinde ise hümanist bir
dayanışma ahlâkı söz konusu olacaktır.
Başkaldıran İnsan’da Camus insanlardaki saçma duygusunun, hayata bir anlam
yükleyememenin sonucu olarak her şeyin mubah olarak görülebileceğini savunur. “Hiçbir şeye
inanılmıyorsa, hiçbir şeyin anlamı yoksa hiçbir değere evet diyemiyorsak, her şey olanaklıdır,
her şey önemsizdir.” (Camus, 2010a: 13) Eyleme yön verecek bir üst değer bulunmadığında,
kuralımız en güçlü biçimde davranmak olur. İnsanlar doğrular ve haksızlar diye değil, efendiler
ve köleler olarak ayrılır. Böylece nihilizme varılır ve öldürme de ayrıcalıklı yerini korur.
(Camus, 2010a: 13) Hâlbuki Camus intihara karşı olduğu gibi cinayete de nihilizm’e de
karşıdır. Öyleyse saçmalık’ın getirdiği her şeyin mubah olduğu düşüncesi’ne karşı çıkmanın
yolu ne olmalıdır? İşte Camus’de bu yol, isyan olacaktır.
Başkaldırı ahlâkı insan yaşamına ister istemez bir değer katmaktadır. Çünkü her isyanda,
haksıza karşı bir tiksintiyle birlikte, insanın kendi benliğinin herhangi bir yanına tam ve
birdenbire bir katılışı vardır. (Camus, 2010a: 21) İnsan var olmak için isyan etmek zorundadır.
(Camus, 2010a: 28) İsyan dünyanın saçmalığını, görünüşteki kısırlığını kavramış düşüncenin
Ebru ÖNER 56
ilk ilerleyişidir. Saçma deneyimde acı çekme bireysel iken isyan deviniminden sonra, ortak
olduğunun bilincine varılır. Gündelik acımızda isyan, düşünce düzeyinde, “cogito”nun
gördüğü işi görür. Başkaldırıyorum, öyleyse varız. (Camus, 2010a: 29) Camus’un ben
bilincinden biz bilincine ulaşan bu düşüncesi evrensel ahlâk kurma çabasın bir göstergesidir.
Camus tarihte üç çeşit isyanın görüldüğünü, bunların metafizik, tarihsel ve sanat
alanlarında olduğunu ileri sürer. O metafizik ve tarihsel isyanı eleştirirken, gerçek isyanın sanat
alanında gerçekleştiğini savunur.
Camus metafizik isyanın en güzel örneklerinden biri olarak Sisifos’u vermektedir.
Sisifos en başından beri tanrıları hor gören ölümlü bir bilgedir. Tanrıların sırlarını açıklaması
ve çağrılarını kulak ardı etmesi onları çok kızdırır. Bu nedenle Tanrılar Sisifos’u bir kayayı
durmamacasına bir dağın tepesine kadar yuvarlayıp çıkarmaya mahkûm etmişlerdi. Sisifos
kayayı tepeye kadar getirecek ama kaya tepeye gelince kendi ağırlığıyla yeniden aşağı
düşecekti. Bu yararsız ve umutsuz bir cezadır. (Camus, 2010b: 123) Ama Sisifos bilinçlidir,
yazgısının üstündedir ve kayasından daha güçlüdür. Güçsüz ve ayaklanmış Sisifos, düşkün
durumunun tüm enginliğini bilir; inişi sırasında bunu düşünür. Bunun için de trajik bir
kahramandır. (Camus, 2010b: 125)
Metafizik isyan, insanın kendi koşulunun ve bütün evrenin karşısına dikilmesidir.
(Camus, 2010a: 33) Bu isyan bir değer yaratmadır, parçalanmış adaletsiz bir dünya yerine
adaletli yeni bir düzen kurma çabasıdır. Metafizik isyan insana ölümden başka kader sunmayan
ve insanı bu dünyada eli kolu bağlı bir şekilde bırakan Tanrıya karşı, insanın isyanıdır.
(Gündoğan, 1997: 122) Bu Tanrıyı yok sayan değil, ancak Tanrının adaletsizliğini,
kötülüğünü hor gören bir başkaldırmadır. Tanrıya başkaldıran insan, Tanrının yerine geçmek
ister. Tanrının tahtı yıkıldıktan sonra, ayaklanmış kişi kendi koşulu içinde boşu boşuna arayıp
durduğu bir adaleti, düzeni, birliği kendi elleriyle yaratmanın, böylece Tanrının düşüşünü
doğrulamanın boynuna borç olduğunu kabul edecektir. O zaman gerekince cinayete de
başvurmak pahasına, insan egemenliğini kurtarmak için umutsuz bir çaba başlayacaktır.
(Camus, 2010a: 35)
Camus metafizik isyan örneklerinin ilkçağda Epiküros ve Lucretius’la ilk tohumlarının
atıldığını ancak 18. yüzyıldan sonra ise Sade, Dostoyevski ve Nietzsche ile sistemli bir şekilde
devam ettiğini belirtir. Epikuros ve Lukretius umuda karşı çıkarak, kutsal sözler söylemek
yerine yazgıya karşı sessiz kalmış, Tanrıyı yadsımadan onu kendi hayatlarından uzaklaştırmış
filozoflardır. Ayrıca Epiküros'ta başkaldırarak yaşamak, Tanrı gibi onurlu yaşamak olarak
değerlendirilmiş, Lukretius'ta insanın öldürülmesi ile Tanrının öldürülmesi eş tutulmuş
böylece, iki filozofta da kişisel Tanrı kavramı ortaya çıkmıştır.
Camus’e göre, Tevrat ile birlikte Hz. İbrahim’in, Hz Yakup’un ve Hz. İshak’ın Tanrı’ya
boyun eğmeleri söz konusudur. Hıristiyanlığın yayılmasıyla birlikte ise Hz. İsa
başkaldırmışların da sorunu olan başlıca iki sorunu, kötülük ve ölüm sorunlarını çözmeye
gelmiştir. Çözüm olarak Hz. İsa bunları kendi üzerine almıştır. İnsan-Tanrı’nın da sabırla acı
çektiğini, öldüğünü göstermiştir insanlara. Böylece kötülüğün ve ölümün suçu artık onun
sırtına yüklenmeyecektir. (Camus, 2010a: 35) Ancak 18. yüzyılda akıl Hıristiyanlığın karşısına
dikilip onu eleştirmeye başlayınca, Tanrı’ya boyun eğme davranışı, yerini isyana bırakacaktır.
Camus’ye göre 18. yy da Marguis de Sade ve Dostoyevski metafizik isyanı sanat alanına
uygulamışlardır. Sade, eserlerinde insanlara günümüzde yasal olarak görülen birbirlerini
öldürebilme hakkını vermiştir. Dostoyevski’nin metafizik isyanının kahramanı olan İvan,
Romantik isyanın bireyi ve kötülüğü göklere çıkararak kendinden yana tavır almasına karşın,
insanlardan yana tavır alır ve onların suçsuzlukları üzerinde durur. O adaleti Tanrıdan üstün
tutar ama Tanrıyı büsbütün yadsımaz. (Camus, 2010a: 62) İvan’ın isyanının amacı yargılama
ülkesinin yerini adalet ülkesine vermektir. Bunun için Hıristiyanlığa karşı da saldırıya geçer ve
bir aşk ilkesi olarak Tanrı’yı yadsır. Çünkü bu aşk biz günde on saat çalışan işçilere yapılan
adaletsizliği, çocukların doğrulanmaz ölümünü onaylattırır. Dolayısıyla İvan Hıristiyanlığın acı
Nurettin Topçu ve Albert Camus’de Ahlak… 57
ile gerçek arasına soktuğu bu derin bağımlılığı yadsır. (Camus, 2010a: 63) İvan’ın isyanı
dünyaya adaleti getirme çabasında olan bir isyan iken, Tanrının gücünü eline alan insanın
cinayetiyle son bulmaktadır.
Camus metafizik başkaldırma konusunda Stiner’den de söz eder. Ona göre Tanrı
düşmanı Stirner kutsala saldırıda elden geldiğince ileri gider. (Camus, 2010a: 67) Stirner’e
göre tek özgürlük ben’in özgürlüğüdür. İyilik bireyin yararlanabileceği şey, yasal olanda
bireyin yapabileceği her şeydir. Böyle bir isyan da daha öncekiler gibi cinayete varmaktadır.
(Camus, 2010a: 70) Stirner’in bu görüşleri siyasi bakımdan anarşizmi, ahlâki bakımdan tam bir
egoizmi ortaya çıkarmakta ve hakikati sadece bireye bağlamaktadır. (Gündoğan, 1997: 128-
129) Topçu’ya göre olduğu gibi Camus’ye göre de Stirner, Tanrı’nın yerini insana
bırakmaktadır.
Camus’ye göre metafizik başkaldırmanın en uç noktasında Nietzsche bulunur. Çünkü
Nietzsche’de Tanrı ölmüştür ve yerine üstün insan geçmelidir. Kendi ifadesiyle “Tanrı öldü!
Tanrı ölü! Onu öldüren biziz!..... Bu ancak eylemi gerçekleştirene yaraşır sayıldığı için bizim
Tanrı olmamız gerekmiyor mu?” (Nietzsche, 2003: 130) Nietzsche var olan bütün değerlere
özellikle yaşadığı çağdaki ahlâka ve Hıristiyanlığa başkaldırmakta, bunların yerine Üstün
İnsanın değerlerini koymaktadır. Camus’ye göre metafizik başkaldırı ve nihilizm ile yaratıcının
karşıtları olarak yaratılışı yeniden düzenlemeye girişilmiştir. Bunu yaparken arzu ve güç
dışında kural tanımadıkları için girişimleri intihar ya da cinayetle sonlanmış, isyanları
özgürlük-öldürücü olarak belirmiştir. (Camus, 2010a: 102) Böylece tanrının öldürülmesiyle
son bulan metafizik isyan, yerini tarihsel isyana bırakmıştır. (Gündoğan, 1997: 130)
Camus tarihsel başkaldırıyı insanlık tarihinde yaşanmış olan devrimlerle açıklar ve
tarihsel başkaldırıya örnek olarak önce Fransız Devrimini ele alır. Devrimden önce Kralın
dünyasal işlerde, adalet konusunda tanrısal bir yönü var olduğu düşünülürdü. Ancak inançsız
düşünce tanrıyı tartışma konusu etmeye başlayınca adalet sorunu ortaya çıkar. Adaleti
sağlamak için tanrının yeryüzündeki temsilcisine son yumruğu indirmek, tanrının yasasının
yerine doğanın yasasını koymak, (Camus, 2010a: 116) Fransız devriminin amacıdır. Kralı
öldürmek aynı zamanda Tanrının yeryüzündeki temsilcisini öldürmektir. Öyleyse Tanrı ilkeler
göğüne sürülmüş olacaktır ki bu da Camus’e göre, Kant’ın, Jacobi’nin ve Fichte’nin tanrısı
olacaktır. (Camus, 2010a: 123) Bu durumda yeryüzünü kim yönetecektir? Yeni tanrı kim
olacaktır? soruları ortaya çıkmaktadır. Camus’ye göre bunun yanıtı, isteminin doğanın ve aklın
istemiyle birleştiği oranda tanrı, halk olacaktır. (Camus, 2010a: 124) Artık aklın ve halkın
egemenliği söz konusudur. Ancak bu da istenilen sonucu vermeyecek, erdem dini adı verilen
insan dini ortaya çıkacak, halk adına devrimler yapan, kendini tanrı olarak gören diktatörler var
olacaklardır. Fransız Devrimi ile birlikte ilkeler göğüne sürülen tanrısal akıl Hegel’e kadar
olaylara yukardan bakacaktır. Hegel’in o zamana kadar soyut olan aklı somuta indirmesiyle
akıl, tarihsel olayların ırmağına karışmakta, onlar kendisine beden vermekte, kendisi de onları
aydınlatmaktadır. (Camus, 2010a: 135) Hegel ile birlikte Alman düşüncesi varlığın
tamamlanışını tarihin sonuna bırakır. Böylece Napolyon ve Napolyoncu filozof Hegel’le
etkenlik çağları başlar. Napolyona değin insanlar sadece uzam’ı ele alırken artık zaman ve
gelecek söz konusu olacaktır. Bu da Camus’ye göre isyan anlayışını değiştirecektir. (Camus,
2010a: 136) Çünkü Hegel, diyalektiğinin ilk aşamasında insan ve hayvanın ortak özelliğinin
ölüm olduğunu belirtirken, bunları ayıracak unsurunda isteyerek ölüm olduğunu söyler. Peki
niçin insan ölmek ister? Hegel’e göre tanınmak için. Var olma istemiyle birleşen bu tanınma
arzusu, herkesçe tanınmayla doygunluğa erişecek, böylece herkes herkesçe tanınmak
isteyeceğinden, yaşamak için savaş herkesin, herkesçe tanınmasıyla sona erecek, bu da tarihin
sonu olacaktır. (Camus, 2010a: 140) Camus’ye göre ise, bilincin var olmak için öteki’nin
ölümünü istemesi dinmez bir trajedidir ve saçma’dır. Çünkü bilinçlerden biri yok olunca, yok
eden bilinci tanıyacak bilinç kalmayacaktır. Tarihte öldürmeyi seçenlerle, köleleştirmeyi
seçenler, gerçeğine sırt çevrilmiş bir isyan adına bir biri ardından boy göstereceklerdir.
Ebru ÖNER 58
(Camus, 2010a: 148) Dolayısıyla yaşamak için savaş bitmeyeceği için, Hegel’in öngördüğü
savaşın bitimiyle tarihin sonlanması da söz konusu olmayacaktır.
Camus Fransız Devriminden sonra bireysel ve devlet terörizminin ortaya çıktığını
belirtir. Bireysel terörün örneği 1878 yılında başlayan Rus terörizmidir. Camus’e göre 19.
yüzyıldaki Rus terörizmi, bir grup aydının sessiz halk önünde zorba bir yönetimle
çarpışmasıdır. (Camus, 2010a: 149-150) Bunlar kendi canlarını hiçe sayarak öldürmek için
ölümü göze almışlardır. Camus’de ölmek de, öldürmek de istenen şeyler değildir. Ancak
burada Camus için önemli olan aydın liseli gençlerin zorbalığa başkaldırarak, dayanışma içinde
ahlâki bir değer oluşturmalarıdır.
Devlet terörizminin örnekleri ise İtalya’da Mussolli’nin liderliğini yaptığı faşizm,
Almanya’da Hitler’in önderliğinde nazizim, kaynağını Marx’tan alan ancak önderliğini
Stalin’in önderliğindeki komünizmdir. Camus’e göre devlet terörizmini savunanların ortak
yönleri, hiç bir şeyin bir anlamının bulunmadığı, tarihinde gücün rastlantısından başka bir şey
olmadığı düşüncesi üzerine bir devlet kurmalarıdır. (Camus, 2010a: 174) Mussollini ve Hitler
akıldışı bir terör gerçekleştirirken, Marx ve Stalin akılcı bir terör gerçekleştirmiştir.
Camus, Mussollini ve Hitler’in akıldışını tanrılaştırdıklarını (Gündoğan, 1997: 136-137)
faşist Mussollinin en üstün değer olarak devleti görüp onun adına, onun varlığı için cinayetler
işlediğini, Nasyonal Sosyalist olan Hitlerin ise ırkçılık adına cinayetler işlediğini belirtir.
Camus’e göre akılcı devlet terörünün ilkeleri Marx ile ortaya çıkmaya başlar, Stalin ile gerçek
hayata uygulanır. Marx ilke olarak devrimcidir. Her türlü insan ilişkilerinin kaynağına üretimi
yerleştirirken tarihsel oluşumun devrimsel olduğunu çünkü ekonominin devrimsel olduğu
belirtir. Marx, Hegel’in idealist, akla yürüyen diyalektiğinin yerine, üretime dayanan, sınıfsız
topluma doğru yürüyen ekonomik diyalektiği yerleştirir. Kapitalizm burjuva olduğu için, kendi
zıttı olan komünizme yer açacak bir devrimcidir. (Camus, 2010a: 190-191) Marx’a göre
proleterler, burjuva devrimini işçi devriminin bir koşulu olarak görebilir, görmeleri de gerekir.
Böylece Marx üretimin peygamberi olur ve bu noktada gerçekten çok gerekliliğe değer verir.
(Camus, 2010a: 196) Marx için ideal düzen olarak görülen komünizm, Camus’de insanlık
adına bir trajedidir. Çünkü Camus’nün asıl sorunu ölümdür. Marx’ın kurduğu sosyalist devlet
ütopyasında ise toplumda artık sorun kalmamıştır. Hâlbuki sorunsuz bir toplumda ölüm
bunalımı baş gösterecektir. Ölüm bunalımı, kendi işinden bunalmış bir emekçiden çok boş
gezeni etkileyen bir lükstür, toplumumuzun gerçek suçu da budur. Dolayısıyla her sosyalizm
bir ütopyadır ve ütopya Tanrı’nın yerini geleceğe verir. Gelecekle ahlâkı özdeşleştirir. Biricik
değer de geleceğe hizmet eden şeydir. Zorlayıcı ve dediği dedik olması da bundandır. (Camus,
2010a: 199) Marx’ın görüşlerini hayata geçirmek için Rus liderleri Lenin ve Stalin, ülkelerinde
sosyalist sistemi kurmak için zorba diktatör şeklinde davranmışlar, birçok cinayet işlemiş ya da
işletmişlerdir. (Gündoğan, 1997: 143) Dolayısıyla Marx’ın öngörülerini tarih doğrulamamış,
proleter devrim zorbalık ve cinayetle son bulmuş, sınıfsız toplum sadece bir ütopya olarak
kalmıştır. Camus gerek metafizik isyanın, gerekse tarihsel isyanın sonuçlarının umulanın
aksine yıkıcı sonuçlar doğurduğunu bu şekilde gösterdikten sonra, gerçek isyanın sanat
alanında gerçekleştiğini savunur. Çünkü ona göre isyan ve sanat'ın bir çok ortak özelliği vardır.
Öncelikle, isyan da sanat da yaratıcılık ister. Her isyanda metafizik bir birlik zorunluluğu, bunu
kavramanın olanaksızlığı, hatta hazır evrenin yerini tutacak bir evren kurma görülür. İsyan
gerekliliği biraz da sanatsal bir gerekliliktir. Bütün başkaldırmış düşünceler bir söz sanatı ya da
kapalı bir evren içinde belirlenir. Sanatçı da kendine göre yeniden kurar dünyayı. (Camus,
2010a: 241) Müzisyen besteleriyle, heykeltıraş heykelleriyle, ressam da tabloları ile yeni bir
dünya kurarak, gerçek dünyaya isyan ederler.
Camus’ye göre sanatta güzelliği yaratmak için hem gerçeğin yadsınması hem de kimi
yanlarının yüceltilmesi gerekir. Sanat gerçeğe karşı çıkabilir ama gerçekten kaçamaz. Sanatta
güzelliğin umudu olan, bu ölümlü ve sınırlı dünyayı sevdirten, onu her şeyden üstün gösteren
canlı bir aşkınlık vardır. Böylece sanat, sürekli oluş içinde kaçıp giden, ama sanatçının önceden
sezip tarihten koparmak istediği bir değere biçimini vermeye çalıştığı ölçüde bizi isyanın
Nurettin Topçu ve Albert Camus’de Ahlak… 59
kaynaklarına götürür. (Camus, 2010a: 243) Aslında sanat ölüme başkaldırmaktır. Çünkü
Camus’e göre “hepimiz ölüyoruz, ama sanat kalıyor.” (Camus, 2002: 219)
Camus için roman belki de isyan tutkusunu sanatsal düzlemde dile getiren en güzel
alandır. Roman bir tür gerçeğin yadsınmasıdır. Ama bu yadsıma basit bir kaçma değildir.
Şöyle ki, insan olduğu biçimiyle yadsır dünyayı, ama ondan sıyrılmaya da yanaşmaz. Bir
yandan dünyayı unutmaya çalışırken bir yandan da ona tümden sahip olamamanın acısını
çeker. Gerçek özlemi, yaşamına yön vermek ve yaşamı yazgı olarak tanımaktır. (Camus,
2010a: 245) İnsan dünyada bir kez var olmak için, bir daha hiç var olmamak gerektiğini bilir.
Bu nedenle de başka hayatları kıskanır. Bu yaşayışları dıştan gördükçe gerçekte bulunmayan,
ama kendilerine gerçekliği kuşku götürmez gibi gelen bir tutarlılık, bir birlik yüklerler onlara.
Yalnız en yüksek noktaları görünür bu yaşamların, ayrıntının bilincine varılmaz. (Camus,
2010a: 246) İşte roman böylece doğar. Var olmak için insan birlik ister. Roman biçem’i
olmayan yaşama biçim vermek, dünyada daha iyi yaşanabilmesini sağlamak amacındadır.
Roman dünyası dünyamızın insanın derin isteğine göre düzeltilmesidir. (Camus, 2010a: 247)
Roman kahramanları yazgılarının sonuna dek koşarlar, bizim hiçbir zaman
tamamlayamadığımızı bitirirler. (Camus, 2010a: 248)
Camus’ye göre, roman, ölçü üzerine yazgı yapar. Yaratışla yarışır böylece, geçici olarak
ölümü yener. Romanın özü sanatçının yaşamı kendine göre düzeltmesidir. Ahlâki ya da
biçimsel olmak bir yana, bu düzeltme her şeyden önce birlik ardında koşar, böylece metafizik
bir gereksinimi dile getirir. Roman bu düzeyde, özlemli ya da başkaldırmış bir duyarlığın
buyruğuna girmiş aklın bir çabasıdır. (Camus, 2010a: 249) Roman, evreni yeniden kurmaktır.
Bir yönüyle yaratıcısına karşı yaratığı seçmektir. Ama daha derin bir biçimde, ölümün ve
unutuşun güçlerine karşı, dünyanın ya da varlıkların güzelliğiyle birleşir. İsyan böylece yaratıcı
olur. (Camus, 2010a: 252) Yaratıcı isyan dünyaya kendi yasasını kendisi koymaktadır.
Camus’ye göre bir sanatçının seçtiği perspektif ne olursa olsun, tüm yaratıcıların ortak
ilkesi olarak kalan bir ilke vardır: aynı zamanda hem gerçeği, hem de gerçeğe biçimini veren
aklı varsayan bir biçimleştirme. Yaratıcı çaba dünyayı yeniden kurar bununla, her zaman da
sanatın ve karşı çıkışın belirtisi olan hafif bir çarpıtmayla kurar. (Camus, 2010a: 254) İsyanın
sesini belirten bu çarpıtmadır. Çağın önyargılarına aykırı gelse bile, sanatta en büyük biçem en
yüksek isyanın anlatımıdır. Sanatta, isyan gerçek yaratımda tamamlanır. (Camus, 2010a: 255)
Sanat dışında, tarih boyunca görülen isyanlar ölümle ya da öldürmekle sonuçlanmıştır.
Camus’ye göre isyanın olumsuz sonuçlarının nedeni sınırların ve ölçünün tanınmamasıdır.
Gerçek başkaldırmış kişinin istediği özgürlük başkasının hakkı ile sınırlıdır, kendi özgürlüğü
adına kimsenin canına kastetmeyen bir özgürlüktür.
Gelip geçici olan şu evrende doğayı ve güzelliği bilmezlikten gelen isyancılar, yapmak
istedikleri tarihten, emeğin ve varlığın onurunu sürgün ederler. Sanatçıların yaratımları ise, her
insanın gönlünde yatan özgürlük ve onur susuzluğunu gidermeye hazır bir dünyayı tarihte
yeniden kurmaya çalışırlar. (Camus, 2010a: 259) Bunu yapmak gerçek bir erdemdir. Camus
böylece sanatta var olan, dünyayı yeniden kurma çabası ile bir isyan ahlâkı da ortaya
koymaktadır.
Camus sanattaki en önemli isyan aracı olarak gördüğü romanın çok güzel bir örneğini
Veba adlı eseri ile vermiştir. Bu romanda Camus isyan ahlâkını, evrensel bir ahlâk olarak
ortaya koymuştur. Şöyle ki: romanın başkahramanı olan Dr. Rieux, şehre yayılan veba
salgınında, oradaki insanları iyileştirebilmek için, insanlar arasında bir dayanışma sağlayarak,
salgına karşı birlik ve beraberlik içerisinde mücadele etmiştir. (Camus, 2010c) Bu dayanışma
mücadelesi, insanın muktedirliğini aşmadan, Tanrıdan bir şey beklemeden yapılan bir isyan
ahlâkıdır. Görülüyor ki, Camus’un önerdiği isyan ahlâkı ne Tanrı’ya, ne devrime, ne de tarihe
dayalıdır. O bize dünya sınırları içinde, insancıl bir isyanı, yaratıcı romanlarda önermektedir.
Ebru ÖNER 60
2. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Bir İslam düşünürü olan Topçu’nun savunduğu tasavvuf düşüncesi ile İslam’ın
merkezcil yorumları arasında iki önemli fark bulunmaktadır. Bunlardan birincisi İslam’ın külli
- cüz’i irade ayrımı yapması karşısında Topçu’nun düşüncesinde insan iradesinin Tanrıyla
birleşmesi söz konusudur. İkinci fark, Tanrı’nın evrene içkin veya dışsal olması konusundadır.
İlk fark hakkında Topçu, insan iradesi ile Tanrı iradesi arasında yapılan ayrım yapay bir ayrım
olduğunu savunur. Ona göre aslında Tanrısallaşma, ahlaki hareketin tam ortasında
bulunmaktadır ve insanın özgürlüğü bu iki irade arasındaki ayrımı birliğe dönüştürmektedir.
(Mollaer, 2009: 202) “Hakikatte aleme yaygın bir irade ile bizim ona iştirak eden bir ruh
yapımız vardır.”(Topçu, 2010a:15) İkinci fark konusunda ise Topçu Tanrı’nın evrene dışsal
olması fikrini eleştirerek tasavvuf felsefesinin Vahdet-i Vücud anlayışını benimsemektedir.
Ona göre, “Allah’ı kainat dışına esirgemek O’nu dosdoğru tanımamaktır. O’na yarım iman
etmektir... Hakiki İslâm inancına göre her şeyde gözüken Allah’ı her şeyden ayrı düşünmek,
tezada düşmektir.” (Topçu, 2008: 170) Dolayısıyla Topçu’ya göre tam bir iman için vahdet-i
vücudcu olmak gerekir.
Topçu’ya göre isyan ahlâkı, insanın kendi özgür iradesi ile hem kendi nefsine karşı, hem
de toplumsal itaatkârlığa karşı, Tanrı’nın gösterdiği doğrultuda ilerleyen evrensel bir harekettir.
Dolayısıyla Topçu’nun isyan ahlâkı, determinizm ve egoizmden çok uzaktır ve ayrıca
Topçu’nun belirlediği ahlâki hareketin gayesi, mutluluk ve fayda ahlâklarının gayesini
oluşturan mutluluk, fayda ya da haz değil, insanı ölümlülükten kurtarıp yüceleştiren eylemde
bulunmaktır.
Camus’ye göre başkaldırı ahlâkı gerçek ahlâkî yaşayışın temelidir ve niceliğe değil
niteliğe dayalı olmalıdır. Çünkü nicelik ahlâkına göre oluşan bir yaşama yolu, gerçek bir
yaşama yolu olamaz. Bütün eylemlerin değer yargısı bakımından eşit görüldüğü bir nicelik
ahlâkı, hayata anlam yüklemek değildir. (Gündoğan, 1997:168) Camus’un Tanrı’ya karşı
çıktığı hümanizme varan başkaldırı ahlâkında, insan birey olarak özgürdür ve aynı zamanda
insanlık adına insanlar ile dayanışma içerisinde bulunmaktadır.
Topçu, isyanı öncelikle insanın kendi nefsine karşı yapılması gereken bir eylem olarak
ele alırken, Camus için isyan yaşamın kendisine karşı yapılan bir eylemdir. Topçu’da isyanın
amacı Tanrı’ya kavuşmak ve onunla bir olmaktır. Camus’de ise isyan Tanrı’ya karşı
yapılmakta, insan onun yerine geçmeyi istemektedir. İsyan insanın kendini Tanrı ilan
etmesidir. Topçu ahlâkını evrensel ölçülerde Tanrı’yı temel alarak spritüel bir tarzda ortaya
koyarken, Camus ahlâkını dünyevi ve insani ölçülerde ve materyalist bir tarzda ortaya
koymuştur.
Buraya kadar görüldüğü gibi Topçu ve Camus birbirlerinden çok faklı yaklaşımlarla
birer İsyan Ahlâkı geliştirmişlerdir. Ancak her iki ahlâkın önemli ortak özellikleri de
bulunmaktadır. Öncelikle Topçu ve Camus’nün İsyan Ahlâkı kendinde bir değer ve amaç
taşıyan bireyin varlığını gerektirir. (Gündoğan, 2015: 2) Bunun yanında her ikisi de bencilliğe
karşı oldukları gibi, bireysel iradenin özgürlüğünü desteklemektedirler. Ayrıca her iki
düşünürümüz için de isyanın ahlâki olarak nitelendirilebilmesi için hem kendi sorumluluğunu
üstlenmesi hem de bütün insanların sorumluluğunu üstlenmesi ve herkesi kucaklaması
gereklidir. İnsanın, insan olmak için gerçekleştirdiği eylemlerinde isyan, onun insan olmasının
da başlangıcını temsil eder. (Gündoğan, 2015: 3) Bireyin insanlık için duyduğu sorumluluk
duygusu onun, yine insanlık için yapacağı özgür isyanını doğurmaktadır. Bu anlamda isyan
ahlâkı insanı insan yapan harekettir. Son olarak Topçu ve Camus'nün en önemli ortak özelliği,
her ikisinin de isyan ahlâkı ile ölümlülükten kurtularak evrensele ve sonsuza ulaşmayı
amaçlamış olmalarıdır.
Nurettin Topçu ve Albert Camus’de Ahlak… 61
3. KAYNAKÇA
Camus, A. (2010a). Başkaldıran İnsan, çev: Tahsin Yücel, İstanbul: Can Yayınları.
Camus, A. (2002). Defterler 2,çev: Ümit Moran Altan, İstanbul: İthaki Yayınları.
Camus, A. (2010b). Sisifos Söyleni, çev: Tahsin Yücel, İstanbul: Can Yayınları.
Camus, A. (2010c). Veba, çev: Nedret Tanyolaç Öztokat, İstanbul: Can Yayınları.
Camus A. (2010d.) Yabancı, çev: Vedat Günyol, İstanbul: Can yayınları, 2010d.
Gündoğan, A.O. (1997). Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul: Birey Yayınları.
Gündoğan, A.O. (2015). Bir İsyan Ahlakı Mümkün müdür?, Erişim Tarihi:25.10.2015,
http://www.aliosmangundogan.com/Bildiriler.php.
Karaman, H. (2010). Nurettin Topçu, İstanbul:Dergâh Yayınları.
Karaman, H. (2000). Nurettin Topçu’da Ahlâk Felsefesi, İstanbul: Dergâh Yayınları.
Mollaer, F. (2009). İsyan Ahlâk’ının Etik ve Felsefi Temelleri / Ruhun Metafizik Ayaklanması, Nurettin
Topçu, (ed:İsmail Kara), Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
Nietzsche, F. (2003). Şen Bilim La Gaya Science, Çev. Levent Özşar, Bursa: Asa Kitapevi.
Topçu, N. (2010a). İradenin Davası Devlet ve Demokrasi, İstanbul: Dergâh Yayınları.
Topçu, N. (2008) İslâm ve İnsan / Mevlana ve Tasavvuf, İstanbul: Dergâh Yayınları.
Topçu, N. (2010b). İsyan Ahlâkı, İstanbul: Dergâh Yayınları.
Topçu, N. (2006). Varoluş Felsefesi Hareket Felsefesi, İstanbul: Dergâh Yayınları.
Topçu, N. (2010c). Var Olmak, İstanbul: Dergâh Yayınları.
Ural, B. (2010). Türk Muhafazakârlığı ve Nurettin Topçu Başkaldırı ve Uyum, İstanbul: Kriter Yayınları.
Ebru ÖNER 62
Extended Abstract
Disciplines about ethics which are determining human’s attitudes aganist themselves human, God
and whole existing like happiness ethics, duty ethics, pragmatic ethics, revolt ethics confront different
types.From these disciplines, revolt ethics is derived from human’s dissatisfied with present situation
and again appears like human’s revolt aganist themselves other human god or whole existings.
According to Topçu, revol ethics, is the ideal responsibility revolting to every type of profit and
passion finite happiness and goodness in the aim of to reach eternity of self-control.In order to reveal a
revolt movement and freedom is necessary. Freedom consists of putting inside reasons which are defined
from our ego instead of defining us from outside.This is,the revolt of God aganist us. Every free
movement is a revolt and the real freedom in our movements belong to God.The person who feels the
God’s freedom in himself revolts to,firstly one’s human soul then despotism among other people,all the
movements destroying universal mercy. The revolt which is revealed such a universal feel of universal
responsibility is performed on the direction of God’s will in order to rule over of people oneself and to
go on right way. If we want to exist and be a rebellious, we will a part of God. Human is in a movement
with God and this movement is a real revolt. The movement is the involvement of human to God who
presents the core of revolt or rising to him, coming to state of love to oneself.
Our God is revolts God and the release of soul will just be possible with revolt. In the base of
Topçu’s revolt ethic, there is a revolt of God in human. Revolt ethic is a human’s moral movement
against both his human soul and against social servility with his own free will moving in the way which
God shows. The aim of the moral movement here is to rescue human from mortality to sublime and to
reaach God.
According to Camus, revolt is saying “no” and is to withstand nonsense dominating injustice
and malices in which there is no justice, equality. Nonsense is born not only in conscious or in the world
but also in the movement of human conscious and world. As in the expression of Camus, nonsense borns
in the comparison between human’s call and the nonlogical silence of world. Camus is in the search of
revolt to nonsense and meaning of life.
Camus suggests three types of revolt having seen in history which are in the area of metaphysic,
history and art. While he criticises metaphysic and historic revolt, defence the real revolt taking place in
the area of art. Because the are a lot of common traits between revolt and art according to him. First of
all, both revolt and art requires creativeness in every revolt, a metaphysic unity obligation, the
impossibility of grasping this even setting up a universe which will substitute for ready universe is seen.
The necessity of revolt is a little artistic. All rebelled thoughts are determined in some figures of
speech or in a closed cosmos. Then, artist rebuilds the world in his or her own way.
According to Camus, to create beauty in art, both the denial of the truth and the glorification of
some parts of the truth are needed. Art can oppose the truth, but it can’t escape from the truth. In art,
there is a live transcendence which is the hope of the beauty and which make people love and value this
mortal and finite world above everything. Thus, art takes us to the resources of the revolt to the degree
that it tries to shape a worth that always escapes in an existence, but the artist wants to remove from the
history. Actually, art is to rebel the death. Camus reveals an ethics of revoltwith the struggle of
rebuilding the world which exists in art.
Topçu and Camus have developed Ethics of Revolt in very different ways. While Topçu sees the
revolt as a needed action against the self, it is an action against the life itself for Camus. For Topçu, the
purpose of revolt is to reach God and coalesce with Him. On the other side, according to Camus, the
revolt is against God, and human wants to take the place of Him. Revolt is that human announces
himself as God. While Topçu has shown his ethics in a spiritual way with universal measures based on
God, Camus has revealed his ethics in a materialist way with profane and humanistic measures.
Despite all these differences in revealing ethics of revolt, there are also important similarities in
the insights of ethics of both philosophers. First of all, ethics of revolt of Topçu and Camus requires the
existence of an individual who has value and purpose with himself or herself. In addition, both
philosophers are against self-centeredness and support the freedom of individual will. For both
philosophers, to call revolt as something ethic, revolt should undertake its own and all people’s
responsibilities and embrace everyone. The revolt in the actions of people to be human represents the
beginning of being human. The feeling of responsibility for humanity felt by individual gives birth to
free revolt made for humanity again. In this sense, ethics of revolt is a movement which makes
individual human. Finally, the best similarity between Topçu and Camus is that both aim at reaching the
universal and the infinite getting rid of mortality.
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (RTEÜ Journal of Social Sciences) 3 : 63-72
[201?]
İLK TÜRK DEVLETLERİNDE KADIN ALGISI VE
KADIN HAKLARI
PERCEPTION OF WOMEN AND WOMEN’S RIGHTS
IN THE FIRST TURKIC STATES
Okan AÇIL
ÖZ: Tarihin başlangıcından beri kadın erkek ile beraber, bazen eşit derecede, bazen haksızlığa uğrayıp
zulüm görerek ve bazen kutsal görülüp el üstünde tutularak yaşamını sürdürmüştür. Kadının statüsü coğrafyaya,
yaşanılan zamana ve kültüre göre toplumdan topluma değişkenlik göstermiştir. İşte tarihin Türk devirlerinde,
toplumda önemli bir unsur olarak yer alan kadının, toplumdaki algılanışını ve sahip oldukları hakları ortaya
koymayı amaçlayan bu makalede, yaklaşık bin yıllık dönemde, Avrupa’dan Çin’e kadar olan bölgede yaşamış olan,
İskitler, Büyük Hun ve Avrupa Hun Devletleri ve Göktürk Devleti dönemleri incelenmiştir. Eski Türk kadınının
devlet yönetiminde ve sosyal hayatta sahip olduğu haklar, Türk toplumundaki kadın algısı, Türk kadınının icra ettiği
görevler ve sahip olduğu statü kaynakların aktardığı bilgiler doğrultusunda bir araya getirilip sunulmaya
çalışılmıştır.
Anahtar Sözcükler: iskit, hun, göktürk, kadın hakları, eski türkler.
ABSTRACT: Since the dawn of time, women have coexisted with men sometimes equally, sometimes
opressed and cruelly treated and sometimes seen as divine and on a silver platter. The status of women has changed
in different societies based on geography, time and culture. In this article whose aim is to put forth the public
perception and rights of women, who were an important element of the society, in Turkic era, the Scythians, the
Great Hun and European Huns and the Göktürk states and governments, who lived in an area from China up to
Europe through an approximate timespan of a thousand years, have been examined. The rights possessed by the
ancient Turkic women in administration and social life, the perception of women in Turkic society, the tasks carried
out by Turkic women and their status have, through the information provided by the resources, been gathered and
attempted to be presented.
Keywords: scythian, hun, göktürk, women’s rights, old turkic.
GİRİŞ
Tarihin başlangıcından beri kadın ve erkek, her devirde, her coğrafyada, her kültürde
birbirlerini tamamlayarak yaşamış ve varlığını sürdürmüştür. Bu tamamlayış esnasında bazen
biyolojik ve fiziksel nedenlerden ötürü cinsiyete dayalı iş bölümü yapılmış, bazen kadın
oldukça ön plana çıkmış, anaerkil kültürler ortaya çıkmış ve doğurganlığı sebebiyle kutsallık
atfedilip tanrıçalaştırılmıştır. Ancak bazen de geri planda yaşamını sürdürmek zorunda kalmış
hatta köle, değersiz bir eşya, hiçbir hakkı olmayan bir nesne olarak görülmüştür. Tabi ki bu
farklılıklar yaşanılan toplumun anlayışına, dönem şartlarına ve coğrafyaya göre değişip
gelişmiştir. Çok eski devirlerden beri, devlet kurma geleneğine sahip olan Türk topluluklarında
da çeşitli faktörlerin etkisiyle kadına ait bir yer, bir konum oluşmuştur. İlk büyük Türk
devletleri olan İskitler, Hunlar ve Göktürkler dönemlerinde kadının nasıl algılandığına
bakmadan önce, dönem ve coğrafyanın ana hatlarını çizmek gerekmektedir.
Araştırma Görevlisi, İnönü Üniversitesi, Fen – Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Kampüs/Malatya-TÜRKİYE,
Okan AÇIL 64
Yapılan araştırmalar ve arkeolojik buluntular ışığında İskitlerin kökeni hakkında,
İranilik, Slavlık ve Ural – Altay ırkı nazariyeleri ortaya atılmıştır. Bu mesele ortaya çıktığından
beri ortaya atılan görüşlerin içinde en kuvvetlisi Ural – Altay ırkına mensup oldukları
nazariyesidir. Arkeolojik buluntular ve dil-din-örf-adet gibi kültürel unsurlar incelendiğinde
pek çok yabancı (Niebuhr, Mordtmann, Minns, Franke, Meyer, Ruben) ve yerli (Arsal,
Günaltay, Z.V. Togan, Kırzıoğlu, Guboğlu, Tarhan, Ögel, Öztuna, Koca) bilim insanı İskitlerin
kökeninin Ural – Altay ırkı ya da Türk olduğunu kabul etmişlerdir. Arkeolojik buluntular,
M.Ö. 8. Yüzyılın içerisinde Orta Asya’dan çıkıp, M.Ö. 7. Yüzyılda önemli bir güç haline gelen
İskitlerin, Tuna Nehri’nden, Çin’in batı sınırlarına kadar uzanan sahaya yayıldıklarını
göstermektedir (Durmuş, 2012: 59-62,93). Hunlar ise, Büyük Hun ( Asya ) ve Avrupa Hun
olmak üzere tarihte iki büyük devlet kurmuştur. İlk kez tüm Türkleri tek bayrak altında
toplamışlar ve Avrupa’nın bugünkü etnik yapısını oluşturan kavimler göçünde ana unsur olarak
bulunmuşlardır. Hunların çok daha eski devirlerden beri Çin kaynaklarında adları geçmekteyse
de, M.Ö. 318 yılında bir antlaşma metninde adının geçtiğini biliyoruz, devletin kuruluşu olarak
da M.Ö 220 Teoman zamanı temel alınır. Bunu başlangıç kabul edip, Daha sonraki devirlerde
kurulan Avrupa Hunları’nın 469 senesindeki yıkılışını son kabul ettiğimizde, farklı devletlerde
olsalar da Hunların bu devrede, Orta Asya’dan Orta Avrupa’ya kadar olan bölgede, siyasi
yaşamını sürdürdüklerini söyleyebiliriz. Tarihte Türk adını ilk kez devlet adı olarak kullanmış
olan Göktürkler, Bumin Kağan (542-552) döneminde kuruluşunu gerçekleştirmiş ve 745
senesinde yıkılana kadar (Taşağıl, 2014: 20,384), Orta Asya ve Çin’de hâkimiyet sürmüş bir
Türk devletidir. Dönem ve coğrafya ana hatlarıyla bu şekilde olmakla beraber, yaklaşık 1000
yıllık bir dönemde, Çin’den, Orta Avrupa’ya kadar olan coğrafyada yaşanmıştır.
Amacımız kıyaslamak olmamakla beraber, bu dönemde, farklı toplumların kadın
algılarından örnekler vermek Türk toplumundaki kadın algısının daha iyi anlaşılmasını
sağlayacaktır. Çin toplumunda kadın insan sayılmaz ve isim verilmezdi ve kız çocukları on
yaşından sonra sokağa çıkamazdı. Yeni doğan erkek çocuk pahalı kumaşlara, kız çocuk ise bez
parçalarına sarılırdı. İran’da ise Sasani devrinde kız kardeşle evlenmek serbestti. Kız kardeş ve
annelere saygı gösterilmezdi. Bilindiği gibi İslam öncesi Arap toplumunda kız çocuklarını diri
diri toprağa gömmek bir adet halini almıştı. Bir Avusturalyalı erkek, adet dönemlerinde kendi
yatağında yattığını gördüğü karısını öldürebilirdi. Kadın, evde erkeklerin yemek yediği odaya
girerse de ölümle cezalandırılabilirdi. Eski Hint Hukukuna göre kadın, evlenme, miras ve
diğer konularda hiçbir hakka sahip değildi. Kadın zayıf karakterli ve kötü ahlaklı kabul edilirdi.
İngiltere’de, 5. Yüzyıldan 10. Yüzyıla kadar erkekler, eşleri üzerinden ticaret yapma hakkına
sahipti. Söz konusu dönem İngiliz toplumunda kadınlar İncil’e el süremezlerdi (Özdener, 1988:
228,229). O dönemin dünyasında, farklı coğrafya ve kültürlerde kadının durumu bu şekilde
iken, bu toplumlarla yaklaşık olarak aynı dönemlerde hatta daha önceki dönemlerde yaşamış
olan bozkır Türk devletlerinde, kadına karşı şövalyelere yakışır tarzda bir saygı vardı. Çadıra
giren oğul babasından önce annesine saygı gösterirdi (Gumilev, 2013: 101).
KADININ TOPLUMDAKİ YERİ, HAK VE GÖREVLERİ
İşte bu oldukça geniş coğrafyada, oldukça uzun zaman diliminde kurulup yaşayan Türk
devletlerinin toplumlarında kadının yerinin oldukça önemli olduğunu görmekteyiz. Eski Türk
kadını erkeklerden kaçan, evin ancak harem kısmında yaşayan bir zümre değildi (Arsal, 2014:
338). Eski Türk toplumunda kadınlar hakları olmayan, pasif bir grup olmaktan çok uzaktır.
Sosyal ve siyasi hayatın her noktasında aktif olarak yer almış, saygı gösterilmiş ve değer
verilip, korunmuş bireyler olarak yaşamışlardır.
Eski Türk toplumunda hem erkek hem kadın eşit haklara sahipti ve cinsiyet ayrımı asla
yapılmıyordu. Kadınlar büyük bir serbestliğe sahipti. Ata binmek, avlanmak, dövüşmek ve
şaman ayinlerini düzenlemek gibi görevleri üstlenebilirlerdi. Boyları üzerinde çok etkili
oldukları ve hatta devlet içinde yüksek görevlere geldikleri dönemlerde olmuştur (Roux, 2013:
138). Devlet yönetiminde hatunluk hukukuna sahip Türk kadınının, eşinin yanında bir yeri ve
İlk Türk Devletlerinde kadın Algısı… 65
söz hakkı bulunmakla beraber zaman zaman bu konuda eşlerinin önüne geçtiklerini de
görmekteyiz (Kafesoğlu, 2007: 270). Hükümdarın yanında hatunu, resmi törenlere katılmış,
elçileri karışlamış ve yeri geldiğinde devletini temsil etmiş adeta bir diplomat vazifesi
görmüştür. Yönetim, askerlik, dini görevler ve devlet memuriyetinde bulunmuş bunun yanında
sosyal hayatta ve aile hayatında da önemli rollere sahip olmuşlardır.
Namus ve iffetine son derece düşkün olan eski Türk kadını her şeyden önce erkeğin
‘’evdeş‘’ i yani ev arkadaşı idi. Ev dâhil ailenin bütün varlığı eşlerin ortak malı kabul edilirdi.
Eşiyle birlikte ailenin bütün faaliyetlerine katılan Türk kadını erkekler gibi ata biner, silah
kullanıp avcılık yapar ve güreş tutardı. Türk erkekleri eşlerine " görklüm " yani güzelim
şeklinde, kadınları da onlara ‘’bey’’ diye seslenirlerdi. Toplum içinde de " altun özük "
(bedeni altın gibi kadın), " ertini özük " (bedeni inci gibi kadın), " arık " (temiz), " silig "
(namuslu) gibi güzel sıfatlarla anılıp, iltifat görmüştür. Ev içinde hâkimiyet kadına aitti. Ev
içinde, yemek pişirmek, temizlik yapmak, çocuklara bakmak, koyunları sağmak, sütten elde
edilen yiyecekleri hazırlamak, dikiş dikmek, keçe yapmak, kumaş dokumak, çadırı kurup
sökmek ve bazen kocasının atını eyerlemek kadının göreviydi (Koca, 2010: 120; Rasonyi,
1988: 58). Kadınların savaşta düşman eline geçmesi büyük bir utanç sayılırdı. Bu sebeple savaş
zamanlarında kadınları güvenlik altına almayı ihmal etmezlerdi. Eski Türklerde dönemin ve
yaşayışın gereği olarak savaş önemli bir rol oynadığından, savaş zamanlarında cephede
düşmanla çarpıştıkları olduğu gibi, daha geride evin idaresi için lazım olan bütün şeyleri
tedarik etme görevini de üstlendiklerini görüyoruz. Savaş zamanlarında oluşan bu durumun
barış zamanlarında da devam ettiğini söyleyebiliriz.
Eski Türk topluluklarının sözlü edebi ürünleri olan destanlarına bakıldığında kadınların
mevkiinin oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Türk mitolojisine göre kadın kâinatın
yaratılışının kilit noktasıdır. Buna göre; kâinat yaratılmadan önce her yer denizdi. Bu âlemde
yalnız yaratıcı-tanrı diyebileceğimiz Kayra Han Ülgün Ata vardı. Yalnızlıktan usandığı bir
sırada, denizde " Akine " yani " Beyaz Anne " göründü. İşte Ülgün Ata, Akine’yi görüp ondan
aldığı ilhamla kâinatı yarattı. Akine olmasa erkek tanrı Ülgün Ata ilhamsız kalıp, hiçbir şey
yaratamayacaktı. Yine Altay Dağ silsilesinde birçok destanda konu olan kadın adını taşıyan bir
dağ olduğunu biliyoruz. Bu Kadın dağı Altay Türklerinin kadınlık şerefine diktikleri bir abide
olarak görülmüştür (İnan, 1998: 274,257). Genel olarak bakıldığında birçok destanda
kahramanlar, başlarına gelen felaketlerden, eşlerinin ya da kız kardeşlerinin sadakat ve
gayretleri sayesinde kurtulur. Her kahramanın bir eşi vardır ve hiçbir şekilde birden fazla
evliliğe işaret yoktur (İzgi, 2014: 28). Eski Türk kadının toplumdaki bu yüksek derecesi
toplumun her kademesinde olduğu gibi yaşayışın bir yansıması olan sanat alanında da
kendisini göstermiştir.
Eski Türk Ceza Hukuku da kadının toplum içindeki aktif yaşantısını destekler nitelikte
gelişmişti. Sosyal hayatlarında rahat etmeleri ve güvende hissetmeleri için uygulamalar
bulundururdu. Evli kadınla zina yapanlar, cinsel saldırıda bulunlar idam edilirdi. Genç bir kızı
kirleten erkek ağır para cezasına mahkûm edilir ve kızla evlendirilirdi (Avcı, 2012: 17).
Hayatını bu anlayış içinde yaşayan Türk kadınının statüsüne ve görevlerine ek olarak
sahip olduğu bazı haklar da mevcuttu;
Eski Türk kadınının evlilik konusunda şu haklara sahipti. Kadına baskı ve zorlama
yapılmaz, isteklilik ile yuva kurulurdu. Kızlar 15–17 yaşlarından itibaren itibaren
evlenebilirlerdi (Baykara, 2001: 154). Ancak, küçük yaşlarda veliler çocuklarının evlenmesini
uygun görerek, evlendirebilirler. Fakat aynı evde karı-koca yaşantısına başlamadan önce
ergenlik çağına gelmeleri beklenirdi. Evliliklerde genel olarak bilindiği gibi dıştan evlenme
anlamına gelen " exogamie " esastı (Kafesoğlu, 2007: 228). Türklerde yakın kan akrabalığı
evlenmeye mani olduğu yani ensest ilişkiye izin verilmediği gibi sütkardeşler arasındaki
evliliğe de asla izin verilmezdi. Evlenmenin bir diğer önemli şartı güveyin, gelinin velilerine
bir miktar mal vermesiydi. Bu kız için verilen mala " kalın " denirdi. Bu mal genelde at veya
Okan AÇIL 66
koyunlardan oluşurdu (Komisyon, 1930: 432). Kalın kızın fiyatı olmaktan çok uzaktır.
Evlenme bir satım-alım muamelesi olarak görülmezdi. Kalının ödenmesi ve geri iadesiyle
alakalı bazı düzenlemeler vardı. Nişanlı kız babası evindeyken, nişanlısı ile karılık münasebeti
olmadan önce ölürse, kalın talep edilemez, verilmiş kısmı iade edilir. Nişanlılar arasında cinsel
münasebet olmuşsa, kız düğünden önce ölmüş olsa bile kalın ödenir. Nişanlanıp, kalının
tamamını vermiş güvey, evlenmekten vazgeçerse kalını geri isteyemez. Kız tarafı sebepsiz yere
kızı vermekten vazgeçerse kalını geri ödemek zorundadır (Arsal, 2014: 335). Bu
uygulamalardaki temel amaç kadın veya erkeğin hakkının korunmasıdır.
Türklerde genellikle tek eşlilik yani " monogamie " görülür (Kafesoğlu, 2007: 228),
kadınlık onuru kırılmazdı. Türk dilinde çoklu evlilik yani " polygamie " kelimesinin karşılığı
yoksa da sonradan Türkler birkaç kadınla evlenmeyi kabul etmişlerdir. Fakat kadınlardan
sadece biri baş kadın sayılırdı. Kocanın diğer zevceleri baş kadına hürmet ve itaat ederdi
(Arsal, 2014: 336). Çok eşliliğin aslında bir sosyal yardım olduğu görüşü de vardır (Baykara,
2001: 154). Burada çok eşliliğin genel olarak yönetici sınıfa has bir durum olduğunu, topluma
indirgenmiş örneklerinin yok denecek kadar az olduğunu belirtmekte yarar vardır. Babaların
vefatından sonra oğulların üvey anaları ile büyük biraderlerin vefatından sonra küçük
biraderlerin yengeleri ile amcaların vefatından sonra yeğenlerin yengeleri ile evlenmesi hukuki
bir vazife olarak algılanırdı. Hukuk tarihinde, bu hukuki âdetin ismi " levirat " tır (Arsal, 2014:
337). Ailede yardımlaşma, sosyal güvenlik esas olduğundan ölen kardeşin dul karısı ile
evlenilebilir. Bu uygulamaya yol açan sebepler, dul kalan eşin ve çocukların bakım
ihtiyaçlarını karşılamak, aile mülkünün parçalanmasını ve yabancıya gitmesini önlemek ve aile
içinde kalarak ölen kocanın ruhuna hizmet etmek sayılabilir. Ancak belirtmek gerekir ki
levirat, kadının da istemeyip kabul etmesiyle gerçekleşen bir adetti. Kadın levirata zorlanamaz,
eğer isterse bu adet uygulamaya geçirilirdi ( Ahmetbeyoğlu, 2014: 287). Kadının ilk kocası "
tun beg " sözüyle anılıyordu (Koca, 2010: 129). Bu, Türk kadını eşinden boşanması veya
eşinin vefat etmesi sonucunda dul kalınca tekrar evlenip, yuva kurma hakkına sahip olduğu
anlamına gelmektedir.
Eski Türk Kadınının boşanma hakkı da vardı. Kadın mutsuz veya yürümeyen bir
evliliği ölene kadar yürütmek zorunda değildi. Ancak keyfi bir şekilde evini terk edemez,
istediği zaman toplanıp babasının evine geri dönemezdi. Uygun sebepler ortaya çıktığında
kadın boşanma talebini dile getirebilir ve boşanabilirdi. Kocasının kendisine kötü davranış
göstermesi, kocasının başka bir kadınla gayrimeşru ilişkide bulunması ve kocanın cinsel
iktidarsızlığı gibi aile temelini sarsan durumlarda kadın boşanmak isteyebilir ve boşanırdı. Tabi
ki erkeğin de eşiyle boşanma hakkı vardı. Boşanma kocanın kabahati sonucunda olursa, koca
verdiği kalını geri talep edemezdi ve karısının çeyiz olarak getirdiği malı da iade etmeye
mecburdu. Boşanma kadının suçu neticesinde ise kalın erkeğe iade edilirdi (Arsal, 2014: 337).
Günümüz evlilik sözleşmelerine benzerlik gösteren bu uygulama, evlilik öncesi kız tarafına
verilen kalının sadece kadının bedeli ya da yetiştirme ücreti olarak algılanmaması gerektiğini
göstermektedir. Kalının varlığı; evliliğin daha sağlam zemine oturtulması, keyfi boşanmaların
önüne geçilmesi gibi amaçlara hizmet etmesi ve hem erkek hem kadın için boşanmaktan
caydırıcı bir unsur olması açısından önemlidir. Bir noktada evliliğin sigortası olarak da
görülebilir.
Evlenme ve boşanma konularındaki özgürlük ve hak sahipliklerinin yanında, Eski Türk
Kadın’ının mülk edinme, varislik ve miras hakkı da bulunmaktaydı. Türk ailesinde, aile içinde
kadının kendine ait mülkü vardı. Evlenen kadının baba evinden getirmiş olduğu çeyiz malı
üzerinde kocanın hiçbir tasarruf hakkı yoktu (Donuk, 1980/81: 165). Aile dışında da kadının
taşınır ve taşınmaz mallar üzerinde de tasarruf hakkı olduğunu biliyoruz. Hatunların
kendilerine ait sarayları – köşkleri, hizmetlileri ve malları vardı.
İlk Türk Devletlerinde kadın Algısı… 67
Aile büyüklerinin ya da eşin vefatından sonra kadın varis olarak görülmüş ve mirastan
hak ettiği payı almıştır. Eski Türk devletlerinde yöneticiliklerde, " kut " yani egemenlik
kudretine buna en layık sahip olurdu, kız çocukları dâhil hükümdarın her çocuğunun buna
hakkı vardı. Bir devletin en yüksek dereceli miras konusu olan yönetme hakkının varisliğinde
bile Türk kadının hakkı olup, hisse sahibi olması oldukça dikkat çekicidir.
Kocanın vefatından sonra karısı, kocasının malından 1/4 alır, bazı topluluklarda bu
hissenin 1/5 olduğunu görüyoruz. Kızların hisseleri de 1/10 olarak tespit edilmiştir. Buna ek
olarak miras paylaştırılmadan önce kadının getirmiş olduğu çeyiz kocasının verdiği kalından
fazla olmuş ise bu aradaki farkı da alırdı. Baba evinin varisi en küçük oğuldu. Bu baba evinde
kalan ve babanın servetine varis olan erkek, annesinin veya varsa üvey annesinin giderlerini
karşılamaya, evlenmemiş kız kardeşlerine sahip çıkıp evlendirmekle yükümlüdür. Buna
karşılık kız kardeşleri evlendiği zaman alınacak " kalın " ona ait olur. Ayrıca, evlenmiş ve
evlendiği zaman bir miktar çeyiz almış kızlar mirastan pay alamazdı (Arsal, 2014: 337). Evin
reisi öldükten sonra bile Türk kadını mağdur edilmemiş, hayatını devam ettirebilmesi için
mirastan paylarını alabilmişlerdir. Ayrıca baba ocağını tüttürmeye devam eden en küçük
oğulun anne, üvey anne ve evlenmemiş kız kardeşlerine bakıp, evlendirme yükümlülüğü
oldukça önemlidir. Her ne kadar bu öksüz kalmış kızların evlenince aldıkları kalını erkek
kardeşlerine vermek zorunda olmaları veya evlenip gitmiş kızların mirastan pay alamamaları
bir ayrım gibi görünse de benzer durum erkek çocuklar için de geçerlidir. Yetim kalan kızı
evlendirip kalını alan erkek kardeş ödenen kalına sahiptir ancak evlendikleri zaman kız
kardeşlerine çeyiz vermek zorundadırlar. Aynen evlendiği zaman çeyiz alıp giden kız
çocukların mirasta hisse sahibi olamadıkları gibi, babasından mal alarak ayrılıp müstakil bir ev
kurmuş olan oğullar da mirastan pay alamazdı. Görüldüğü üzere miras ve varislik konusunda
da kadının erkekten çok büyük bir farkı yoktur. Cinsiyet üzerine yapılmış haksızlık derecesinde
bir uygulama bulunmamaktadır ve mümkün olduğunca kadın erkek ayrımı yapılmadan her
bireye eşit davranılmaya çalışılmaktadır.
İskitler Döneminde Kadın
İskit (Saka) toplum yapısının önemli özelliklerinden biri kadınların bağımsız
olmasıydı. İskit kadınları hakkında Antik çağ yazarlarının genel değerlendirmesi, " askeri
harekâtlarda eşleriyle birlikte bulunan cesur bayanlara sahipler " şeklinde olmuştur.
Savaşlara katılan İskit kadınları tıpkı erkekler gibi savaş taktikleri kullanmaktaydılar. İskit
ordusu savaş taktiği gereği geri çekilirken bile at üzerinde dönerek çok keskin atışlar
yapabilirlerdi. Bunu sadece erkekler değil, bayanlarda yapabiliyordu (P’yankov, 2002: 931).
İskit kadınları ata binip ok atar, at üstünde kargı savururdu (Durmuş, 2012: 134). İskit kadını
savaş meydanında bile erkeğin gerisinde durmamış, onunla beraber omuz omuza çarpışmıştır.
Savaş meydanlarına inmeseler bile erkekler savaşla meşgulken, sürülerin ve evin idaresi
kadınların üstlenmek durumunda olduğu bir görevdi. Bu nedenle kadınların silahlı olması ve
onları kullanmayı bilmesi gerekiyordu (Sinor, 2002: 153). Tabi ki İskit kadınının, erkeğiyle eşit
durumda çarpışabilmesi ve silah kullanmayı öğrenebilmesi için ta küçük yaşlardan itibaren en
az erkeğin aldığı kadar savaş eğitimi alması gerekmektedir. Kadın ve erkeğin yaşam tarzı
gereği aynı anda savaşması gerektiğinden buna hazırlıklı oluyorlardı. İskit kadını asker olarak
yetiştirilmiş, silah eğitimi almıştı. Savaşlarda kadınların sayısı ve kuvveti önemli bir unsur
olmuştu (İnan, 1975: 25). Bu durum kadının eve kapalı, sadece ev işleriyle uğraşan bireyler
olmadığını göstermektedir.
Ceza uygulamalarına göre, İskit Kralı, emri altındakilerden birine suçu dolayısıyla
ölüm cezası verdiği zaman, suçluyla beraber varsa erkek çocukları da öldürülür ancak kız
çocuklarına dokunmazdı (Herodotos, 2006: 322). Sebebini net olarak bilmediğimiz bu
uygulamada kin ya da kan davası güdülmesinin önüne geçilmek istenmiş ya da ceza bir soy
kurutma cezası olduğu için kız çocukları tehdit unsuru olarak görülmeyip idam edilmemiş veya
kadınlara pozitif ayrımcılık yapılmış olabilir.
Okan AÇIL 68
İskit toplum yapısındaki kadının bu özgür ve aktif konumu evlilik konusunda da
kendisini göstermiştir. Levirat âdetinin bu dönemde var olduğunu görüyoruz. Oğullar çoğu
zaman babalarının eşlerini miras olarak alıyorlardı. Koca öldüğü zaman eşlerinden biri de
onunla beraber ölmek zorundaydı. Bu uygulamanın, dönemin inanışı gereği olarak, öteki
dünyada kocasına arkadaşlık etmesi anlayışıyla ilgili olduğu düşünülmektedir (Memiş, 2012:
63). İskit kadınları bir düğün ya da şenlik sırasında kendisine uygun gördüğü erkeğe şarap
badesi sunarak seçimini belirtirdi. Nikâh geleneklerine göre ise damat ve gelin sembolik bir
savaş düzenlemekteydi ve bu savaşı damat kazanmak zorundaydı (P’yankov, 2002: 931). Her
ne kadar evlilik konusunda özgürlük ve gönüllülükten bahsetsekte, savaşta üç düşman
öldürmedikleri sürece bekâr kalmak zorunda olduklarını da biliyoruz (Durmuş, 2012: 134).
Şüphesiz bu durum dönemin ve yaşanılan coğrafyanın şartlarının oluşturduğu durumlardan
biridir.
Hun ve Göktürk Dönemlerinde Kadın
Hun ve Göktürk devletlerinde de kadın bağımsız bireyler olarak hayatını yaşamıştı. Bu
devrelere ait bilgiler kadının da erkeği ile beraber aynı iş ve hakka sahip olduğunu
belirtmektedir. Türk kadını aile hayatında erkekle eşit durumdadır yani ana, baba ve
çocuklardan aynı derecede sorumludur.
Yönetimdeki Türk kadını örneklerini bu dönemde bolca bulmak mümkündür. Asya
Hunları zamanında, Çin İmparatorlarından Kao devrinde, kendisi bir kurtuluş ümidi bulmak ve
Mete’nin Hatunu’nun aracılığını elde edebilmek için, gizli olarak çok değerli hediyeler
gönderdiğini biliyoruz (Ögel, 1981: 406). Bu rica üzerine Hatun, Mete ile konuşur ve onu ikna
eder. Burada Çin İmparatoru’nun, Mete’nin Hatunu’nu kendisine denk sayarak muhatap
aldığını, çare olarak gördüğünü ve yardım dilediğini görüyoruz. Gene Asya Hunları devrinde,
Çinlilerle olan ilişkilerindeki belgelerde, Türk Hakanı yanında hatunun da resmen yer aldığı ve
devleti bu ikisinin birden temsil ettiği yer almıştır. Daha sonraki dönemde Avrupa Hunlarına
elçi olarak gelen Bizanslı yazar Priskos, Attila’nın huzuruna gittiğini anlatırken, Kraliçe
Rekka’nın kendisini karşıladığını yazar (İnan, 1975: 26). Hun ülkesine gelen elçiler kraliçeye
de hediyeler getirirdi. Elçileri kabul edip görüşürdü. Hükümdarın eşi olan hatundan başka
kadınların da devlet teşkilatında yeri vardı. Attila’nın kardeşi Bleda’nın ölümünden sonra, eşi
bulundukları köyün yöneticisi olmuştur (Ahmetbeyoğlu, 2001: 151). Ayrıca Hunlarda hatunlar,
sarayda devlet adamları gibi eğitilip yetiştirilir, komşu devletler ve devlet idaresi hakkında
geniş bilgilere sahip olurlardı (Ögel, 1981: 408). Göktürkler devrinde kağanın karısı Hatun
devlet işlerinde kocasıyla birlikte söz sahibidir. Emirnamelerin yalnız kağanın adına değil,
kağan ve hatun adına ortak imza edilmesi, resmi yazışmalarda kağanın hatundan ayrılmaması
buna bir örnektir (Gültepe, 2013: 181). Gene Göktürkler devrinde, 623 senesinin Ekim ayında
İl Kağan, Çin’e elçi göndererek İmparator’dan kardeşinin bir Çinli prensesle evlenmesini rica
etmiştir. İmparator buna karşılık, Ma-i şehrini kuşatmaktan vazgeçerse bu işin olacağını söyler.
Bunun üzerine İl Kağan kuşatmadan vazgeçmek ister. Fakat karısı İçeng Hatun buna karşı
çıkar, baskınlara devam edilmesi yönünde buyruk verir ve İçeng Hatun’un dediği olur. Bu
konuda sayısız örneğe sahibiz. Saydığımız örnekler bize gösteriyor ki, Hun ve Göktürk
devirlerinde kadın yönetimde erkek ile beraber bulunmakla kalmıyor, devletin çıkarlarının
zedeleneceği durumlarda karar mercii olarak görülüp emirleri uygulanıyor ve yetkisi kağanın
önüne geçiyor.
Yine Attila’nın Hatununun sarayda kendisine ait süslü ve gösterişli bir köşkte
oturduğunu, kendi hizmetine bakan özel erkânı olduğunu ve Bleda’nın eşinin yönettiği köyün
sahibesi olması (Ahmetbeyoğlu, 2011: 151) mülkiyet hakkına işaret eder. Asya Hunlarında
olduğu gibi (Kafesoğlu, 2007: 229), Avrupa Hunlarında da kadın, erkeği ile beraber ordu
birlikleri içinde hareket halindeki birliklerin bir ferdi olarak askeri alanda boy göstermiştir
(İnan, 1975:26). Yeri gelmişken at binip, silah kullanan Göktürk kadını adına Çinli bir şair
tarafından yazılmış şiiri de paylaşmak gerekmektedir ;
İlk Türk Devletlerinde kadın Algısı… 69
" Genç kızlar at üstünde gülümsüyorlar,
Yüzleri yeşim taşından tepsi gibi kıpkırmızı,
Kuşları ve hayvanları avlamak için süratle geliyorlar,
Çiçekler arasındaki ay, eğer üstündeki gençleri mest etmiş. " (Talaslıoğlu, Uykucu ve
Salman: 158);
Evlenme konusunda ise önceki bölümdeki bilgilere ek olarak şunları söyleyebiliriz;
Hunlarda ve Göktürklerde levirat usulünün yaygın olduğunu görüyoruz. Hunlarda, aile içi ilişki
kurulmasına önlem olarak, dışarıdan hatta dokuz göbekten bağlı olmayan evlenmeye de dikkat
edilirdi (Baykara, 2001: 154). Göktürklerde, yüksek bir mevkide olan bir kadın kendisinden
aşağı durumda olan bir erkekle evlenemezdi. Kadın ve erkek eşit durumda olunca töre, isteyen
erkeğe kızı vermeyi babaya emrederdi (Üçok, Mumcu ve Bozkurt: 33). Yine Göktürklerde,
evlenme çağına gelen genç kız, kılıçla dövüşüp yendiği erkekle değil, yenildiği erkekle
evlenirdi (İnan, 1975: 27). Bu adet de aynı zamanda Göktürk kadınının silah kullanma
alıştırmaları yaptığını - silah kullanmayı bildiğini de göstermektedir.
Ceza uygulamalarına baktığımız zaman, kadının sosyal hayatını rahat sürdürüp
tehditlerden uzak tutulması için caydırıcı cezalar verildiğini görüyoruz. Evli kadına tecavüz
etmek veya zina yapmak ölüm cezasını gerektirir. Genç kızları baştan çıkaranlarda hem ceza
görür hem de o kızla evlendirilirlerdi (Üçok, Mumcu ve Bozkurt: 33; Avcı, 2012: 15). Bu
uygulamalarla kadının onuru korunmaya çalışılmıştır.
Bahsedilen dönemden günümüze kadar gelen yazılı kaynaklar da kadına verilen öneme
ve toplumdaki yerine dair bilgiler içermektedir. Göktürkler kültürüne ait, Türklüğün en eski ve
en önemli eserlerinden biri olan Orhun Yazıtları’nın bir parçası olan ve 734 yılında ölen Bilge
Kağan adına, 735 yılında oğlu Tenri Kağan tarafından diktirilen abidede geçen;
" Yukarıda Türk Tanrısı, Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye, babam İltiriş Kağanı,
annem İlbilge Hatunu yukarı tutup kaldırdı. " (Ergin, 2003: 15)
İfadesinde, İltiriş Kağan ile İlbilge Hatun adları aynı cümlede eşit olarak kullanılmıştır. Türk
milletinin yok olmaması için Türk Tanrısı tarafından verilen lütuf ikisine birden verilmiştir.
Anne ile babanın yani kadın ile erkeğin aralarında - mecburi olan cümle içi sıralamadan başka -
bir öncelik ya da farklılık belirtilmemesi ve bu derecede önemli bir görevin kadın ile erkeğe
birlikte verilmesi dönemin Türk toplumunda cinsiyetçi ayrımın olmadığını düşündürmektedir.
Kitabede geçen bir başka ifade de ise Bilge Kağan;
" Sizler anam, hatun, hala ve teyzelerim, ablalarım, kadınlarım ve kızlarım "
şeklinde hitapta bulunarak toplumda kadının isim sahibi bireyler olarak algılandığını
göstermektedir. Sadece bu örnek bile bahsedilen dönemde kadının toplumsal mevkiini gözler
önüne sermeye yeterlidir.
Okan AÇIL 70
SONUÇ
Bozkır coğrafyasının yaşam şartları ile alakalı olarak Türk kadını, yaşadıkları dönemin
genel anlayışının aksine temel ve gelişmiş hakların hemen hemen hepsine sahip olarak
yaşamını sürdürmüştür. Kadınlar isim sahibi bireyler olarak, evlere hapsedilmemiş ve aktif
olarak sosyal hayata katılımları sağlanmıştır. Kadın isim sahibi bireyler olduğu gibi, güzel
sıfatlarla anılmıştır. Savaş meydanları dâhil hayatın her alanında erkeğiyle aynı noktada duran
Türk kadını için eve kapatılmak açıklama yapmaya bile gerek olmayan bir konudur. Kadın
kutsal ve temiz kabul edilirdi, mitolojilerinde, kâinatın yaratılışı konusunda bile üstün bir rol
sahibidir. Ayrıca biyolojik yapısı gereği oluşan durumlar için kadın hor görülmez, basit
sebeplerle cezalandırılmazdı. Bilindiği gibi kız evlat sahibi olmak kötü bir durum olarak
görülmezdi. Bu şekilde özgür insanlar olarak, kişiler hukukunun sağlamış olduğu haklara sahip
olmuşlardır.
Aile içindeki söz haklarına ek olarak, evlenme, boşanma, mülkiyet, miras ve varislik
haklarına da sahip bulunmaları aile hukukunun gerekliliklerini de sağlamaktadır. Aile içi
ilişkiye hiçbir şekilde sıcak bakılmazdı ve evlenme, miras ve diğer konularda açıklandığı üzere
gelişmiş haklara sahipti. Eski Türkler, kadını bir alım satım nesnesi olarak görmek bir yana,
savaşta düşman eline geçmesini bile büyük bir utanç sayıp, tek eşliliği ana prensip saymıştır.
Cinsiyet ayrımı, ev içinde ya da iktisadi hayattaki ağır işlerin erkekler tarafında yapılmasından
başka hemen hemen görülmemiş ve hiçbir devirde sosyal hayata kadını olumsuz etkileyecek
şekilde yansımamıştır. Bu haklar toplu olarak ele alındığında günümüz anlayışı ile medeni
hukuka sahip oldukları görülmektedir. Bilindiği gibi medeni hukuk özel hukukun en geniş
koludur. Dolayısıyla eski Türk toplumu kadınların özel hukuk haklarına saygı gösteren bir
toplum olmuştur. Bunun yanında gerek en üst düzeyde idari görevler gerekse memuriyet ve
askerlik gibi devlet memuriyetlerinde de görevlerde bulunabilmeleri, kamu hukuku içerisinde
de aktif olarak yer alabildiğini göstermektedir. Dolayısıyla eski Türk kadını hem özel hukukun
hem de kamu hukukunun tanımladığı hak ve görevlere büyük oranda sahipti.
İlk Türk Devletlerinde kadın Algısı… 71
KAYNAKLAR
Ahmetbeyoğlu, Ali (2001 ), Avrupa Hun İmparatorluğu, Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Ahmetbeyoğlu, Ali ( 2014 ), Sorularla Eski Türk Tarihi, İstanbul: Yeditepe.
Arsal, Sadri Maksudi ( 2014 ) , Türk Tarihi ve Hukuk, Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Avcı, Mustafa ( 2012 ), Türk Hukuk Tarihi Dersleri, Konya: Mimoza.
Baykara, Tuncer (2001), Türk Kültür Tarihine Bakışlar, Ankara: AKM Başkanlığı.
Donuk, Abdülkadir ( 1980/81 ). Çeşitli Topluluklarda ve Eski Türklerde Aile. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Tarih, 33, 147-168.
Durmuş, İlhami ( 2012 ), İskitler( 4. Baskı), Ankara: Akçağ.
Ergin, Muharrem ( 2003 ), Orhun Abideleri, Hisar.
Gumilev, L.N ( 2013 ), Eski Türkler( 4. Baskı), İstanbul: Selenge.
Gültepe, Necati ( 2013 ), Türk Kadın Tarihine Giriş(2.Baskı), Ankara: Ötüken.
Herodotos ( 2006 ), Tarih, Çev. Müntekim Ökmen (8. Baskı), İstanbul: İş Bankası Kültür
İnan, Abdülkadir ( 1998 ), Makaleler ve İncelemeler I (3. Baskı), Ankara: Türk Tarih Kurumu.
İnan, Afet ( 1975 ), Tarih Boyunca Türk Kadınının Hak ve Görevleri(3. Baskı), İstanbul: MEB.
İzgi, Özkan ( 2014 ), Orta Asya Türk Tarihi Araştırmaları, Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Kafesoğlu, İbrahim ( 2007 ), Türk Milli Kültürü ( 27. Baskı),İstanbul: Ötüken.
Koca, Salim ( 2010 ), Türk Kültürünün Temelleri 2( 3. Baskı) ,Ankara: Kültür.
Memiş, Ekrem ( 2012 ), İskitlerin Tarihi ( 3.Baskı ), Ankara: Altınpost.
Komisyon, Türk Tarihinin Ana Hatları ( 1930 ),İstanbul: İstanbul Devlet.
Sinor, Denis ( 2002) , Erken İç Asya Tarihi ( 3. Baskı), İstanbul: İletişim.
Taşağıl, Ahmet ( 2014 ), Göktürkler I-II-III ( 2. Baskı), Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Rasonyi, Laszlo (1988), Tarihte Türklük (2. Baskı), Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü.
Roux, Jean-Paul ( 2013 ), Türklerin Tarihi( 10. Baskı ), İstanbul: Kabalcı.
Ögel, Bahaeddin ( 1981 ), Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi I, Ankara: Kültür Bakanlığı.
Özdener, Kadri Süreyya ( 1988 ), İslam Öncesi Türklerde Kadının İçtimai Yeri, İstanbul Üniversitesi
Sosyoloji Konferansları, 22, 225-235.
P’yankov, Igor Vasilyeviç ( 2002 ),Sakalar, Türkler Ansiklopedisi c.1, Ankara: Yeni Türkiye.
Üçok, Mumcu ve Bozkurt ( 2011 ), Türk Hukuk Tarihi( 15. Baskı ), Ankara: Turhan.
Okan AÇIL 72
Extended Abstract
Since the dawn of history, man and woman have lived complementing each other in various
ways in order to survive. During this complement, sometimes men, sometimes women were, based on
their gender, forced into labour, and other times they co-existed as equals. We can see that in some eras
and cultures, women were at the forefront, even seen divine and turned into goddesses in matricentric
societies. We can also see that in other eras and cultures, women were in the background, obligated to
live their lives as an unvaluable or tradable object and a being with no rights at all. We know that these
changes in the status of women varied based on time, geography and the cultural features of the society.
In this work, the perception of women in the very first Turkic states will, in the light of factors
mentioned above, be reviewed through available resources and research. Firstly, we need to specify what
we mean by the first Turkic states and in which era and reagon they took place.
By first Turkic states we generally mean the states of Scythian, Hun and Göktürk. There have
been three views on the origin of Scythians based on research and archeological discoveries. These are
that they are of Persian origin, that they are of Slavic origin and that they are of Ural-Altaic origin. When
these discoveries and the language, religion and traditions are examined, the view that they are of Ural-
Altaic origin is the most strong among the three views. Many valued scientists such as Niebuhr,
Mordtmann, Minns, Franke, Meyer, Ruben, Arsal, Günaltay, Togan, Kırzıoğlu, Guboğlu, Tarhan, Ögel,
Oztuna, Koca have accepted that Sctythians are of either Ural-Altaic or Turkic origin. Archeological
discoveries show that they originated in Central Asia in 8th Century B.C., and in 7th Century B.C. they
were a major power. These discoveries also indicate that they lived in the area from the Danube River
up to western borders of China. Huns have formed two states, one being the Great Hun Empire and the
other European Hun State. Huns, who were the first to successfully gather all Turkic people under their
flag, were one of the main factor of the migration of tribes which shaped the ethnic structure of today’s
Europe. The information on Huns have existed for a long time in Chinese sources. We know that they
were involved in an international treaty in 318 B.C. and it has been accepted that they were founded
around 220 B.C. in the era of Teoman. When we accept this date as the beginning and the fall of
European Hun State in 496 as the end, we can say that, though as different states, the Huns were a
political presence from Central Asia up to Central Europe. As for Göktürks, who were the first in history
to use the name Turk in the name of their state, we see tha tthey were founded between 542 and 552 in
the era of Bumin Qahgan and that they ruled in Central Asia and China up until their fall in 745. This is
mainly the era and region to be examined by this paper and it takes place a timespan of approxiamtely
1000 years in an area from China up to Central Europe.
While we do not mean to compare, having a look at the perception of women in different
cultures will allow us to judge the status of women in Turkic states more correctly. In Chinese culture,
women were not considered human and they were not named. No women past the age of 10 would be
allowed outside. In Persia during the Sassanid era, men were allowed to marry their sisters. Women in
the families were not respected. Before Islam, in Arabic societies it was a tradition to bury women as
chidren alive. An Australian man could kill his wife if he saw her lying in his bed durng her period.
Women could be killed if she walked in the room where men were eating. In old Hindu law, women did
not possess any rights in the matters such as marriage or inheritance. They were considered to have weak
characters and bad morals. In England, men had the right to sell their wives between 5th up to 10th
Century. Women were not allowed to touch the Bible.
In the first Turkic states, who took place around the same age if not earlier, women were not a
passive group with no rights. They always had a place in socilal, political and military life. Women had
freedom and there were no gender discrimination. There were women in the uppermost stage of the state
as governers. In any household they had an equal say with men. They charged against the enemy on
horseback, with their swords drawn among men in battlefileds. They possessed rights of marriage,
divorce, inheritance and property. We can also see that traditions damaging women’s honour such as
marriage in the family or polygamy were avoided.
In the states mentioned, women were shown respect worthy of knights. A son who entered the
pavilion would greet his mother before his mother. The importance and status of women impacted the
language and good and positive adjectives were attributed to women. When we take a look at he
mythhology, we see that women had a significant part in creation. In the very fist written text of Turkic
people, women took their place as individulas of great tasks and responsibilities. Women were not
regarded as an object that can be bought or sold, or a group that possessed no rights. In their society,
Turkic women were both mothers, wives, sisters and governers diplomats and soldiers.
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (RTEÜ Journal of Social Sciences) 3 : 73-97
[201?]
FEN VE TEKNOLOJİ ÖĞRETMENLERİNİN
YAPILANDIRMACI ÖĞRENME UYGULAMALARI
(Gözlem, Görüşme ve Video-Kayıt İncelemesi)*
THE CONSTRUCTIVE LEARNING PRACTICES OF THE
SCIENCE AND TECHNOLOGY TEACHERS
(The Observation, Interview and Video-Record Examination)
Selami YANGIN*, Mustafa Sinan KARASU**
ÖZ: Bu araştırma, ortaokul fen ve teknoloji öğretmenlerinin yapılandırmacı öğrenme anlayışına yönelik
görüşlerini ve sınıf içi uygulamalarını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırmanın evrenini, Rize ili ve ilçelerinde
resmi ve özel okullarda görev yapmakta olan ortaokul fen ve teknoloji öğretmenleri; örneklemini ise 2011-2012
eğitim-öğretim yılında Rize ili Çayeli ilçesindeki 4 resmi ortaokulda görev yapan 6 fen ve teknoloji öğretmeni
oluşturmaktadır. Bu araştırmada, mevcut durumun ne olduğunu derinlemesine ortaya koymayı amaçlayan betimsel
araştırma yöntemlerinden ‘Örnek Olay Yöntemi’ kullanılmıştır. Geliştirilen veri toplama araçlarının geçerlilik ve
güvenirliğinin sağlanması amacıyla uzman görüşleri alınmıştır. Son hali verilen gözlem ve görüşme formları, 2011-
2012 eğitim-öğretim yılında Rize ili Çayeli ilçesindeki ortaokullarda görev yapan 6 fen ve teknoloji öğretmenine
uygulanmıştır. Araştırma sonucunda 6 öğretmenin yapılandırmacı öğrenme anlayışına yönelik görüşleri ve sınıf içi
uygulamaları uzman eşliğinde derinlemesine irdelenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Yapılandırmacılık, Fen ve Teknoloji, Görüşme, Gözlem, Video-Kayıt, Ortaokul,
Öğretmenler.
ABSTRACT: This research was made to determine in the levels of fulfilling the constructive teacher roles
of the primary school science and technology teachers. The context of this research consist of teachers who working
on official primary schools in the center of Rize and in the towns and the class teachers who teach the science and
the technology. The sample has made in 2011-2012 education year by six science and technology teachers in four
official primary schools. ‘’Case Study Method’’ from descriptive research methods has used for put forth the current
situation in this research. In order to ensure the validity and reliability of data collection instruments developed
expert opinion and previously taken tests were used for study. Then, given recent version of the test and observation
forms has implemented in 2011-2012 education year on 6 science and technology teachers from 4 primary schools
in Çayeli district of Rize. Teachers’ classroom practices and opinions for the constructivist learning approach
discussed in depth with experts.
Keywords: Constructivism, Science and Technology, Interview, Observation, Video-Record, Primary
School, Teachers.
1. GİRİŞ
Ülkemizde fen eğitiminde yaşanan en önemli gelişmelerden biri, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2005
yılında öğretim programlarını ve bu bağlamda fen programlarını tümüyle değiştirmesidir. Yeni program,
öğrencinin merkeze alındığı yapılandırmacı öğrenme anlayışına göre hazırlanmış ve 2005-2006 öğretim
yılından itibaren kademeli olarak tüm okullarda uygulanmaya başlanmıştır. Bu program sayesinde
önceleri idealizm ve realizm felsefi yaklaşımlarının benimsendiği uygulama sürecinden pragmatizm
görüşünün temele alındığı anlayışlara geçilmiştir. Geçen zaman içerisinde bu anlayışın öğrenme
ortamında istenilen düzeyde uygulanması ve eğitim sisteminin bütün öğelerince anlaşılır halde süreklilik
göstermesi beklenmektedir.
*Bu çalışma, Mustafa Sinan KARASU’nun yüksek lisans tez çalışmasından alınan verilerin biçimlendirilmesi ve revize edilmesi
ile oluşturulmuştur. *Doç. Dr., Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Rize-Türkiye, [email protected]. **Fen ve Teknoloji Öğretmeni, Milli Eğitim Bakanlığı, Türkiye, [email protected].
Selami YANGIN, Mustafa Sinan KARASU 74
Bununla beraber ülkemizde uygulamaya konulan yapılandırmacılığa dayalı programların
başarıyla uygulanmasında en önemli öğenin öğrenme sürecinin başrol oyuncusu konumunda olan
öğretmenler olduğu da bilinen bir gerçektir. Bu nedenle yapılandırmacı anlayışa göre düzenlenmiş
öğretim programları öğretmenlere, geleneksel anlayıştan farklı olarak yeni görev, sorumluluk ve roller
yüklemektedir. Öğretmenlerin bu rolleri gerçekleştirebilmeleri ve programı başarılı bir biçimde
uygulayabilmeleri için programın yapısı, felsefesi ve uygulanması hakkında bilgilendirilmeleri
gerekmektedir (Acat ve diğ., 2007). Böylece yapılandırmacılığın uygulanmasında yaşanan sorunlara
çözüm getirilebilecektir.
Yapılandırmacı öğretmen, açık fikirli, çağdaş, kendini yenileyebilen, bireysel farklılıkları dikkate
alan ve alanında çok iyi olmanın yanında, bilgiyi aktaran değil, uygun öğrenme yaşantılarını sağlayan ve
öğrenenlerle birlikte öğrenen bireydir (Selley, 1999; Akt. Şaşan, 2002). Yapılandırmacı öğretmen;
öğrencilerin sorduğu sorulara direkt cevaplar vermek yerine onları düşünmeye sevk ederek ve araştırarak
bilgiyi bulmalarını sağlamalıdır (Kılıç, 2001).
Yapılandırmacı anlayışa dayalı eğitim-öğretim ortamlarında verimliliği arttırmanın en önemli
yolu öğretmenlerin öğretim becerilerinin, davranışsal tutarlılıklarının, yönelimlerinin, kişisel inanç ve
değerlerinin göz önünde bulundurulmasıdır. 2004 yılından sonra yürütülen araştırmalarda ortaya konulan
tartışmalar yapılandırmacılığın uygulanması yönünde olmaya devam etmektedir. Eğitim sisteminde
beklenen dönüşümün gerçekleşmesi, her şeyden önce, eğitim sisteminin yürütücüsü konumundaki
öğretmenlerin söz konusu bu değişimleri benimsemeleriyle ilgilidir. Zira bireylerin bir olguya, konuya
ya da canlı nesneye ilişkin inançları, tutumları, görüşleri, anlayışları ile uygulamaları arasında önemli
düzeyde ilişki bulunmaktadır. Yapılan çalışmalarda belirtildiği üzere (Gülpınar, 2005; Bukova ve Alkan,
2005; Akpınar ve Aydın, 2007) öğretmenler tarafından benimsenmeyen bir model işlemiyor denilerek
tüm ortaya konulan modern yaklaşımlar da gözden düşebilir.
Yapılandırmacılığa ilişkin yapılan araştırmalarda (Farrington, 1991; Guzdial ve Kehoe, 1998;
Biggs, 1999; Lea, Stehanson ve Tray, 2003) kuramın yapısından kaynaklanan birtakım sorunların da
olduğu belirtilmiştir. Yapılandırmacı anlayış hakkında getirilen eleştiriler, söylenenlerin teorik olduğu,
uygulamada sürecin ileri sürüldüğü gibi işlemeyeceği ve söylenenlerin akademik kaygı ile üretilen
bilgiler olduğu yönünde yoğunlaşmıştır.
Bu bağlamda öğretmenlerin eğitimde yaşanan değişimleri benimsemeleri, bu anlayışa dayalı
uygulamaların yaygınlaşmasını kolaylaştırma ve farklılaşan öz-rolleriyle ilgili olarak karmaşa
yaşamamaları bakımından da önemlidir. Bu bakımdan öğretmenlerin, yapılandırmacılık ekseninde
eğitimde yaşanan değişimleri nasıl algıladıklarının bilinmesi her zaman için gerekmektedir.
1.5. Araştırmanın Amacı
Bu araştırmanın temel amacı, ortaokul fen ve teknoloji öğretmenlerinin yapılandırmacı öğrenme
ortamlarına ilişkin görüşlerini belirleyerek elde edilen görüşme verilerinin sınıf içi uygulamaları ile
tutarlı olup olmadığını çeşitli değişkenler bakımından incelemektir. Bu amaçla önce 6 fen ve teknoloji
öğretmenine yapılandırmacı öğrenme ortamına ilişkin görüşlerini belirlemek için bir görüşme formu
uygulanmıştır. Daha sonra bu görüşlere bağlı olarak 6 öğretmenin sınıf içi öğrenme ortamları izlenmiş
ve gözlem verileri elde edilmeye çalışılmıştır. Buna bağlı olarak öğretmenlerin görüşlerinin öğretim
uygulamalarına hangi şekilde etki ettiğini belirlemek amaçlanmıştır. Araştırmanın bu temel amacı
doğrultusunda ana problem cümlesi şu şekilde oluşturulmuştur: Ortaokul fen ve teknoloji
öğretmenlerinin yapılandırmacı öğrenme anlayışına yönelik görüşleri ve sınıf içi uygulamaları nasıldır?
Öğretmenlerin görüşleri ve sınıf içi uygulamaları arasında nasıl bir bağıntı bulunmaktadır?
1.6. Araştırmanın Önemi
Öğretmenlerin yapılandırmacı anlayışı sınıflarında uygulama biçimlerinin izlenmesi, onların
geçmişte bu anlayışa yönelik aldıkları eğitimin yeterlilik düzeyinin ve inanışları ile sınıf içi uygulamaları
arasındaki bağlantının belirleyicisi olabilecektir. Bu bağlamda bu çalışma ile öğretmenlerin konu ile
ilgili görüşlerinin tespit edilerek ardından derslerin video-kayıtlar alınarak takip edilmesi, bu çalışmayı
yapılandırmacı anlayışın uygulanmasına yönelik geçmişte yapılan araştırmalardan farklı kılmıştır. Zira
ele alınan değişkenlerin entegre edilerek duruma bütüncül biçimde bakan başka bir araştırmaya
rastlanılmamıştır. Buna göre araştırmanın literatüre özgün ve önemli açıklamalar sağlayacağı ve alanla
ilgili uzmanlara, öğretmenlere, Milli Eğitimde görevli insanlara gerekli bilgiler ileri süreceğinden dolayı
önemli olduğu düşünülmektedir.
Fen ve Teknoloji Öğretmenlerinin Yapılandırmacı Öğrenme Uygulamaları… 75
2. YÖNTEM
Bu bölümde araştırmanın yöntemi anlatılmaktadır. Bu amaçla sırasıyla “Araştırma Modeli”,
“Çalışma Grubu”, “Verilerin Toplanması” ile “Verilerin Analizi” açıklanmıştır.
2.1. Araştırmanın Modeli
Çalışma sadece nitel verilerin ele alındığı bir modelde desenlenmiştir. Bu amaçla mevcut
durumun ne olduğunu derinlemesine ortaya koyan betimsel araştırma yöntemlerinden ‘Örnek Olay
Yöntemi’ kullanılmıştır. Betimleme yöntemi, geçmişte ya da halen var olan bir durumu var olduğu
haliyle betimlemeyi amaçlayan araştırma yaklaşımıdır. Araştırmaya konu olan olay, kişi veya nesne,
kendi bulunduğu şartlar içinde ve olduğu gibi tanımlanmaya çalışılır (Karasar, 1999).
2.2. Çalışma Grubu
Araştırmanın evrenini, Rize ili ve ilçelerinde resmi ve özel okullarda görev yapmakta olan
ortaokul öğretmenleri; örneklemini ise 2011-2012 eğitim-öğretim yılında Rize ili Çayeli ilçesinde 4
resmi ortaokulda görev yapan 6 fen ve teknoloji dersi öğretmeni oluşturmaktadır. Bu öğretmenlerin ikisi
6. sınıf (A ve D öğretmen), ikisi 7. sınıf (E ve F öğretmen) ve ikisi de 8. sınıf (B ve C öğretmen)
düzeyinde öğretim yapmaktadır.
2.3. Verilerin Toplanması
Çalışmada veri toplamak amacıyla öğretmen görüşlerini belirlemek üzere hazırlanmış yarı
yapılandırılmış görüşme formu kullanılmıştır. Görüşme sürecinde öğretmenlere; yapılandırmacı
öğrenme anlayışı hakkındaki düşünceleri ve bilgileri, 2005’te uygulamaya konan öğretim programı
hakkındaki görüşleri, yeni programı uygulamada problemle karşılaşıp karşılaşmadıkları, karşılaştıkları
sorunların neler olduğu, programın yapılandırmacı uygulamayı yeterince açıklayıp açıklamadığı,
öğrenme ortamını nasıl düzenledikleri, öğretme–öğrenme sürecinde yeni anlayışlarla birlikte ne gibi
düzenlemeler yaptıklarını belirlemek amacıyla sorular yöneltilmiştir. Görüşme formuna ek olarak
çalışmada literatürden faydalanılarak elde edilmiş ve geliştiren araştırıcının da (Atila, 2012) izni alınmak
suretiyle uyarlanmış yapılandırmacı öğrenme gözlem formu da kullanılmıştır. Bunun yanında gözlem
formunun uygulanabilirliğine ilişkin iki öğretim üyesinin görüşüne başvurulmuştur. Gözlem formunda
öğrenci rolü (6 madde), öğrenme durumları (5 madde), öğretmen rolü (12 madde) ve ölçme-
değerlendirme (5 madde) gibi öğrenme-öğretme sürecinin temel öğelerini içeren ifadeler bulunmaktadır.
Bu öğelerin her birinin karşısında yapılandırmacı bir öğretim ortamında olması beklenen davranışlar ile
bu davranışların gözlenme düzeyleri yer almaktadır. Tanımlanan davranışın sınıf ortamında meydana
gelip gelmediğini, meydana gelmişse geleneksel anlayışa mı yoksa yapılandırmacı anlayışa mı uygun bir
şekilde meydana geldiğini belirlemeyi amaçlayan davranış düzeyleri dört farklı şekilde tanımlanarak
sınıflandırılmıştır.
2.4. Verilerin Analizi
Bu çalışmada yarı yapılandırılmış mülakatlardan elde edilen veriler, gözlem formları ve sınıf içi
video kayıt görüntüleri betimsel analize tabi tutulmuştur. Betimsel analize göre nitel araştırma verileri
dört aşamada analiz edilir (Battal, 2008):
(1) Betimsel analiz için bir çerçeve oluşturma,
(2) Tematik çerçeveye göre verilerin işlenmesi,
(3) Bulguların tanımlanması ve
(4) Bulguların yorumlanması.
Nitel verilerin çözümlenmesi, nicel araştırmalarda olduğu gibi kesin değildir. Patton’a (1987)
göre nitel veriyi çözümleme ve yorumlama süreci disiplinli bir çalışma ve yaratıcılık gerektirmektedir.
Dikkatli bir çalışma sürecini içeren nitel analizde veriyi organize etme, çözümleme ve yorumlamanın tek
doğru yolu yoktur. Bogdan ve Biklen’e (1992) göre, çözümlemeler; veri ile çalışma, onları organize
etme, belirli gruplara ayırma, örüntüleri araştırma, önemli noktaları keşfetme ve söyleneceklere karar
vermeyi içermektedir. Bu çalışmada alanyazın incelemesinden sonra nitel çözümlemenin hangi
aşamalarda ve nasıl gerçekleşeceğine karar verilmiştir.
Selami YANGIN, Mustafa Sinan KARASU 76
3. BULGULAR
Bu bölümde, araştırma verilerinin çözümlenmesiyle ortaya çıkarılan bulgular sunulmaktadır.
3.1. Gözlem ve Video-Kayıt İncelemesinden Elde Edilen Bulgular ve Yorum
Araştırmanın alt problemi, “Öğretmenler yapılandırmacı öğrenme anlayışına dayalı öğeleri sınıf
ortamında nasıl uygulamaktadırlar?” şeklindedir. Aşağıda bu alt probleme ilişkin gözlem sonuçları
analiz edilmiş ve sunulmuştur:
3.1.1. Gözlem yapılan dersliklerin fiziki yapıları nasıldır ve yapılandırmacı öğrenme
anlayışına uygunluk düzeyi nedir?
A Öğretmenin Sınıf Ortamının Fiziki Yapısına Yönelik Bulgular
Gözlem bulgularına göre, A öğretmeni fen ve teknoloji dersini bu ders için belirlenmiş bir
derslikte gerçekleştirmektedir. Dersi alan öğrenciler fen ve teknoloji dersliğine gelmektedirler. Okulda
fen ve teknoloji dersi için özel bir derslik ayrılmış olmasına rağmen etkinliklerde gerekli olan
malzemeler bu derslikte değil laboratuvarda bulunmaktadır. Derslikte fen ve teknoloji dersinde
kullanılacak teknolojik araç-gereç bulunmaktadır. Sınıf panoları öğrencilerin hazırlamış olduğu ürünler
açısından oldukça zengin bir içeriğe sahiptir. Tahtanın hemen yanında bulunan prizin kırık olması sınıf
ortamındaki öğrenciler açısından bir güvenlik sorunu içermektedir.
B Öğretmenin Sınıf Ortamının Fiziki Yapısına Yönelik Bulgular
B öğretmeni, uygulamalarını fen ve teknoloji dersi için düzenlenmiş olan derslikte yürütmektedir.
Bu dersi alan öğrenciler, dersliğe gelmektedir. Özel olarak tasarlanmış fen ve teknoloji dersliğinde
etkinliklerde kullanılacak gerekli araç-gereç ve malzemeler yeterince bulunmaktadır. Bunun yanında
derslikte teknolojik araç-gereçler de yer almaktadır. Buna karşın derslikte yeterli miktarda pano
bulunmamasından dolayı öğrencilerin hazırladığı modeller kapaksız dolapların içerisine görünecek
biçimde bırakılmıştır.
C Öğretmenin Sınıf Ortamının Fiziki Yapısına Yönelik Bulgular
C öğretmeni derslerini öğrencilerin kendi dersliklerinde işlemekte, dersi olan öğretmenler bu
dersliğe gelmektedir. Okulda bir adet fen ve teknoloji laboratuvarı olmasına rağmen tüm sınıflara yeterli
gelmemektedir. Etkinlikler için gerekli malzemeler uygulamanın yürütüleceği dersliğe aktarılmaktadır.
Dersliklerde derslerde kullanılacak teknolojik araç-gereç yeterli miktarda bulunmaktadır. Buna karşın
gözlem sürecinin gerçekleştirildiği derslikte yeteri kadar pano bulunmamasından dolayı genellikle
duvarlara yapıştırılmış şekilde öğrencilerin hazırladığı ürünler görülmektedir. Sınıf tahtasının yerden
yüksekliğinin yeterli olmaması öğretmenin tahtanın altını kullanmasını kısıtlamaktadır.
D Öğretmenin Sınıf Ortamının Fiziki Yapısına Yönelik Bulgular
D öğretmeni, uygulamalarını kendi branşı için düzenlenmiş olan derslikte yürütmektedir. Fen ve
teknoloji dersini alan öğrenciler, bu dersliğe gelmektedir. Fen ve teknoloji dersliğinde etkinliklerde
kullanılacak gerekli araç-gereç ve malzemeler bulunmaktadır. Bunun yanında teknolojik araç-gereç de
yeterince mevcuttur. Buna karşın derslikte yeteri kadar pano bulunmamasından dolayı öğrencilerin
hazırladığı ürünler duvarlara yapıştırılmış ya da dolaplara konmuştur.
E Öğretmenin Sınıf Ortamının Fiziki Yapısına Yönelik Bulgular
E öğretmeni, uygulamalarını fen ve teknoloji dersi için düzenlenmiş olan derslikte yürütmektedir.
Dersi alan öğrenciler, bu dersliğe gelmektedir. Özel şekilde oluşturulmuş fen ve teknoloji dersliğinde
etkinliklerde kullanılacak gerekli araç-gereçler yeterince bulunmamaktadır. Bu nedenle gereksinim
duyulan malzemeler varsa laboratuvardan temin edilmektedir. Derslikte teknolojik araç-gereç mevcuttur.
Öğrencilerin ortaya koyduğu ürünler ve projeler panolarda sergilenmektedir. Dersliğin büyüklüğünün
yetersiz olması, öğretmenin öğrenme ortamında dolaşmasını ve gruplara erişmesini güçleştirmektedir.
F Öğretmenin Sınıf Ortamının Fiziki Yapısına Yönelik Bulgular
F öğretmeni, fen ve teknoloji dersi uygulamalarını matematik dersi için düzenlenmiş olan
derslikte yürütmektedir. Fen ve teknoloji dersini alan öğrenciler, bu dersliğe gelmektedir. Okulda fen ve
teknoloji dersine ayrılmış bir fen ve teknoloji dersliği bulunmasına rağmen öğrenciler diğer sınıfların
kullandığı zamanlarda başka dersliklerde fen ve teknoloji dersini işlemektedirler. Tüm dersliklerde
Fen ve Teknoloji Öğretmenlerinin Yapılandırmacı Öğrenme Uygulamaları… 77
derslerde kullanılacak teknolojik araç-gereç bulunmaktadır. Dersliğin matematik dersi için düzenlenmiş
olmasından dolayı panolarda bu derse yönelik hazırlanmış projeler ve ürünler yer almaktadır.
3.1.2. Yapılandırmacı öğrenme anlayışının uygulanması sürecinde öğrenci davranışları
yapılandırmacı anlayışın temel öğeleriyle ne derece uyumludur?
Yapılandırmacı öğrenme anlayışının uygulanması sürecinde video-kayıt ile elde edilen
görüntüler gözlem formunda bulunan 6 farklı kod ile analiz edilmiştir. Öğrencilerin davranışlarına
yönelik 6 farklı kod bulunduğundan toplamda 72 davranış ortaya çıkarılmıştır. Buna göre öğrencilerin
öğrenme ortamında gözlemlenen davranışlarına bakılarak kodlanan 72 davranışın frekans ve yüzde
değeri şu şekilde belirlenmiştir; tanımlanan davranışın hiç gözlenmemesi (f=18; % 25), davranışın
geleneksel bir eğitim anlayışıyla yüzeysel olarak gerçekleştirilmesi (f=29; % 40,3), davranışın
yapılandırmacı öğrenme anlayışı göz önünde bulundurularak gerçekleştirilmeye çalışılması ancak
başarılı olunamaması (f=23; % 32), davranışın yapılandırmacı anlayışa uygun biçimde gerçekleştirilmesi
(f=2; % 2,7).
Öğrencilerin öğrenilen bilgiyi sorgulaması ile ilgili davranış boyutu gözlemlendiğinde, bu
davranışın 4 ders saati boyunca geleneksel bir eğitim anlayışı ile yüzeysel biçimde gerçekleştirildiği, 8
ders saati boyunca ise davranışın yapılandırmacı anlayış göz önünde bulundurularak uygulanmaya
çalışılmasına rağmen pek başarılı olunamadığı belirlenmiştir. A öğretmeni dışındaki tüm öğretmenlerin
bilgiyi doğrudan öğrencilerine aktarmadıkları, aksine sorgulama yoluyla öğrencilerinin bilgiye
ulaşmalarını sağladıkları gözlenmiştir.
Öğrencilerin fikirlerini sınıftaki akranlarına aktarması, savunması ve kanıtlamasına (öğrenciler
arası etkileşim) ilişkin davranış boyutu dikkate alındığında bu davranışın 5 ders saati boyunca
gerçekleştirilmediği, 5 ders saati boyunca geleneksel bir eğitim anlayışıyla yüzeysel olarak ortaya
konulduğu, 2 ders saati boyunca ise davranışın yapılandırmacı anlayış göz önünde bulundurularak
yapılmaya çalışıldığı, buna karşın pek başarılı olunamadığı gözlenmiştir. Davranışın yapılandırmacı
anlayışa tam uygun olarak gerçekleştirildiği ders saati belirlenememiştir. Tüm öğretmenlerin sınıflarında
öğrenciler U düzeni şeklinde oturmaktadır. Öğrenciler, küçük grup düzeni halinde veya tahtaya dönük
olmak üzere farklı düzenlerde yerleşme biçimlerine rağmen fikirlerini daha çok öğretmene aktardıkları
tespit edilmiştir. Bu bağlamda yapılandırmacı anlayışa bağlı olarak öğrenme ortamında baskın biçimde
gerçekleşmesi beklenen öğrenci-öğrenci arasındaki etkileşimlerin ve iletişimlerin yetersiz kaldığı ileri
sürülebilir.
Öğrencilerin kendilerine özgü bilimsel problem ifadelerini belirleyerek, kendi hipotez ve
varsayımlarını oluşturması ve daha sonra bunları test etmesine ilişkin davranış boyutu dikkate
alındığında, 6 ders saati boyunca davranışın sınıf ortamında hiç gerçekleştirilmediği, 4 ders saati
boyunca geleneksel bir eğitim anlayışıyla yüzeysel biçimde gerçekleştirildiği, 2 ders saati boyunca ise
davranışın yapılandırmacı öğrenme anlayışı göz önünde bulundurularak yerine getirilmeye çalışıldığı,
ancak başarılı olunamadığı belirlenmiştir. Davranışın yapılandırmacı anlayışa uygun olarak
gerçekleştirildiği ders saati bulunmamıştır. Bununla beraber, B öğretmenin hiçbir dersinde öğrencilerin
kendi problem ifadelerini oluşturmadığı, kendi hipotezlerini oluşturup test etmedikleri gözlenmiştir.
Öğrencilerin hem birbirleriyle hem de öğretmenleriyle iletişim içerisinde olmaları ile ilgili
gözlemlerde bu davranışın 5 ders saati boyunca geleneksel bir eğitim anlayışıyla yüzeysel olarak
gerçekleştirildiği, 7 ders saati boyunca ise yapılandırmacı anlayış göz önünde bulundurularak yapılmaya
çalışıldığı, ancak pek başarılı olunamadığı gözlenmiştir. Buna göre tüm gözlemlenen öğretmenlerin
derslerinde öğrencilerin konu ile ilgili olarak birbirleri ve öğretmenleri ile yeterli düzeyde iletişim
halinde olmadıkları belirtilebilir.
3.1.3. Yapılandırmacı öğrenme anlayışının uygulanması sürecinde öğrenme-öğretme
ortamında gerçekleşen öğrenme durumları yapılandırmacı anlayışın temel öğeleriyle ne derece
uyumludur?
Yapılandırmacı öğrenme anlayışının uygulanması sürecinde video-kayıt ile elde edilen görüntüler
gözlem formunda bulunan 5 farklı kod ile analiz edilmiştir. Video kayıtlara bağlı olarak her öğretmenin
bir ders saati için bir gözlem formu olmak üzere toplam 12 form doldurulmuştur. Öğrenme durumlarına
yönelik 5 farklı kod bulunduğundan toplamda 60 davranış ortaya konulmuştur. Buna göre gözlemlenen
öğrenme durumlarına bakılarak kodlanan 60 davranışın frekans ve yüzde değeri şu şekilde
belirlenmiştir; tanımlanan davranışın hiç gözlenmemesi (f=16; % 26,7), davranışın geleneksel bir eğitim
anlayışıyla yüzeysel olarak gerçekleştirilmesi (f=30; % 50), davranışın yapılandırmacı öğrenme anlayışı
göz önünde bulundurularak gerçekleştirilmeye çalışılması ancak başarılı olunamaması (f=12; % 20),
davranışın yapılandırmacı anlayışa uygun biçimde gerçekleştirilmesi (f=2; % 3,3).
Selami YANGIN, Mustafa Sinan KARASU 78
Öğrenmenin gerçek hayattan somut örnekler içermesi durumunun 2 ders saati boyunca sınıf
ortamında hiç gerçekleştirilmediği, 8 ders saati boyunca geleneksel bir eğitim anlayışıyla yüzeysel
olarak gerçekleştirildiği ve 2 ders saati boyunca ise yapılandırmacı anlayış göz önünde bulundurularak
yerine getirilmeye çalışıldığı, ancak pek başarılı olunamadığı belirlenmiştir. D öğretmenin dersinde
günlük hayatla konu arasında bağlantı kurmayı kolaylaştıracak örnekler hiç geçmemektedir.
Buna ek olarak, öğrenmenin yapılandırmacı anlayışa uygun biçimde temel kavramlar etrafında
gerçekleştirilmesi (fikirlerin bütün olarak sunulması) durumunun 7 ders saati boyunca geleneksel bir
eğitim anlayışıyla yüzeysel olarak gerçekleştirildiği ve 5 ders saati boyunca ise yapılandırmacı anlayış
göz önünde bulundurularak yapılmaya çalışıldığı, ancak pek başarılı olunamadığı belirlenmiştir. Tüm
öğretmenlerin fen ve teknoloji dersinde öğrenme temel kavramların etrafında şekillenmiş ve gelişmiştir.
Buna karşın uygulama sürecinin yapılandırmacı öğrenme anlayışından uzak olduğu ve öğretmen
merkezli yürütüldüğü gözlenmiştir.
Bilimsel kavram ve prensiplerin öğrencilerin ihtiyaç duymasından ötürü ortaya çıktığına ilişkin
anlayışın öğrenme ortamında yer verilmesine bakıldığında, 2 ders saati boyunca davranışın sınıf
ortamında hiç gerçekleştirilmediği, 5 ders saati boyunca geleneksel bir eğitim anlayışıyla yüzeysel
olarak yerine getirildiği, 4 ders saati boyunca yapılandırmacı anlayış göz önünde bulundurularak
uygulanmaya çalışıldığı, ancak pek başarılı olunamadığı ve sadece 1 ders saatinde davranışın
yapılandırmacı anlayışa uygun biçimde gerçekleştirildiği belirlenmiştir. Buna göre, E öğretmenin sınıfta
yaptığı deneysel aktiviteler sonrasında bilimsel kavram ve prensiplerin ortaya konulduğu gözlenmiştir.
Öğrenmelerin diğer ünite ve alanlarla ilişki kurulması davranışının 9 ders saati boyunca sınıf
ortamında hiç gerçekleştirilmediği ve 3 ders saati boyunca ise geleneksel eğitim anlayışıyla yüzeysel
biçimde sağlandığı gözlenmiştir. Buna göre öğretmenlerin öğrenme-öğretme ortamlarında işlenen konu,
kavram ya da temaları diğer ünite ve alanlarla bağlantılandırmada yeterli anlayışa sahip olmadıkları ya
da halen geleneksel anlayış içerisinde uygulamalarına devam ettikleri ileri sürülebilir.
3.1.4. Yapılandırmacı öğrenme anlayışının uygulanması sürecinde öğretmen davranışları
yapılandırmacı anlayışın temel öğeleriyle ne derece uyumludur?
Yapılandırmacı öğrenme anlayışının uygulanması sürecinde video-kayıt ile elde edilen görüntüler
gözlem formunda bulunan 12 farklı kod ile analiz edilmiştir. Öğretmenlerin davranışlarına yönelik
olarak 12 farklı kod bulunduğundan toplamda 144 davranış ortaya konulmuştur. Bu bağlamda uygulama
süreci gözlemlenen öğretmen davranışlarının yapılandırmacı anlayışa uygunluğuna bakılarak kodlanan
144 davranışın frekans ve yüzde değeri şu şekilde belirlenmiştir; tanımlanan davranışın hiç
gözlenmemesi (f=70; % 48,6), davranışın geleneksel bir eğitim anlayışıyla yüzeysel olarak
gerçekleştirilmesi (f=54; % 37,5), davranışın yapılandırmacı öğrenme anlayışı göz önünde
bulundurularak gerçekleştirilmeye çalışılması ancak başarılı olunamaması (f=16; % 11,1), davranışın
yapılandırmacı anlayışa uygun biçimde gerçekleştirilmesi (f=4; % 2,8).
Öğretmenlerin öğrencilerde bilişsel çelişkiler yaratması ve onların bildiklerine karşı meydan
okuması durumunun 8 ders saati boyunca hiç gerçekleştirilmediği ve 4 ders saati boyunca ise geleneksel
bir eğitim anlayışıyla yüzeysel biçimde yerine getirildiği belirlenmiştir. Öğretmenlerin hiç birinin
öğrencilerde bilişsel çelişkiler ve bildiklerine karşı meydan okuma davranışını yapılandırmacı anlayışa
uygun olarak gerçekleştirmediği gözlenmiştir. B, C ve F öğretmenlerin sınıflarında bu davranışın hiçbir
zaman gerçekleştirilmediği ileri sürülebilir.
“Öğretmen, farklı öğrenme stratejileri kullanıyor (grup tartışması, proje, sorgulama, rol yapma,
bağımsız çalışma vb.)” davranışının 9 ders saati boyunca hiç gerçekleştirilmediği, 2 ders saati boyunca
geleneksel eğitim anlayışıyla yüzeysel olarak uygulandığı ve sadece 1 ders saatinde yapılandırmacı
anlayışa uygun biçimde yerine getirildiği gözlenmiştir. Sadece E öğretmeninin 1 ders saatinde
oluşturduğu küçük gruplarla yapılandırmacı öğrenme anlayışına uygun olarak öğrencilerinin grup
tartışması yapmasına ve bağımsız çalışmalarına imkân verdiği belirlenmiştir.
“Öğretmen, öğrencilerin tepki ve isteklerine göre dersi yönlendiriyor” davranışının öğretmenler
tarafından 11 ders saati boyunca hiç gerçekleştirilmediği ve 1 ders saati boyunca ise geleneksel bir
eğitim anlayışıyla yüzeysel olarak yerine getirildiği gözlenmiştir. A öğretmeninin 1 ders saati hariç, B,
C, D, E ve F öğretmenlerin öğrencilerinin tepki ve isteklerine göre fen ve teknoloji dersini
yönlendirmedikleri belirlenmiştir.
Öğretmenin öğrencilerinin bilgi ve becerilerini geliştirecek şekilde bilgi ve iletişim teknolojilerini
kullanması davranışının 10 ders saati boyunca hiç gerçekleştirilmediği ve 2 ders saati boyunca ise
geleneksel bir eğitim anlayışıyla yüzeysel biçimde gerçekleştirildiği gözlenmiştir. A, C, E ve F
öğretmenlerin dersliklerinde iletişim ve bilgi teknoloji araçları bulunmasına rağmen bunları hiç
kullanmadıkları belirlenmiştir.
Fen ve Teknoloji Öğretmenlerinin Yapılandırmacı Öğrenme Uygulamaları… 79
3.1.5. Yapılandırmacı öğrenme anlayışının uygulanması sürecinde kullanılan ölçme-
değerlendirme yöntem ve teknikleri yapılandırmacı anlayışın temel öğeleriyle ne derece
uyumludur?
Yapılandırmacı öğrenme anlayışının uygulanması sürecinde video-kayıt ile elde edilen görüntüler
gözlem formunda bulunan 5 farklı kod ile analiz edilmiştir. Ders içi uygulama sürecinde kullanılan
ölçme-değerlendirme tekniklerinin yapılandırmacı anlayışa uygunluğu incelenmiştir. Öğrencilerin
davranışlarına yönelik olarak 5 farklı kod bulunduğundan toplamda 60 davranış ortaya konulmuştur.
Buna göre uygulama sürecinde gözlemlenen ölçme değerlendirme tekniklerinin yapılandırmacı öğrenme
anlayışına uygunluğuna bakılarak kodlanan 60 davranışın frekans ve yüzde değeri şu şekilde
belirlenmiştir; tanımlanan davranışın hiç gözlenmemesi (f=37; % 61,7), davranışın geleneksel bir eğitim
anlayışıyla yüzeysel biçimde gerçekleştirilmesi (f=20; % 33,3), davranışın yapılandırmacı öğrenme
anlayışı göz önünde bulundurularak gerçekleştirilmeye çalışılması ancak başarılı olunamaması (f=3; %
5), davranışın yapılandırmacı anlayışa uygun biçimde gerçekleştirilmesi (f=0; % 0).
“Farklı ölçme ve değerlendirme teknikleri kullanıyor” davranışının 6 ders saati boyunca sınıf
ortamında gerçekleştirilmediği, 5 ders saati boyunca geleneksel bir eğitim anlayışıyla yüzeysel biçimde
gerçekleştirildiği, 1 ders saati boyunca ise davranışın yapılandırmacı anlayış göz önünde bulundurularak
yapılmaya çalışıldığı, ancak pek başarılı olunamadığı belirlenmiştir. Öğretmenlerin yapılandırmacı
anlayışa uygun olarak öğrenen merkezli farklı ölçme ve değerlendirme tekniklerini pek kullanmadıkları
gözlenmiştir. C öğretmenin derslerinde geleneksel araçların dışında farklı bir ölçme-değerlendirme
tekniğini hiç kullanmadığı bulunmuştur. Bu bulgu, öğretmenlerin alternatif ölçme ve değerlendirme
araçlarına yönelik uygulama ve geliştirme bakımından yetersizliklerinin mevcut olduğu şeklinde
yorumlanabilir. Bununla beraber, öğretmenlerin ölçme ve değerlendirme için dereceli puanlama anahtarı
(rubrik) kullanma durumları dikkate alındığında, 12 ders saati boyunca bu araca hiç başvurulmadığı
gözlenmiştir. Başka bir deyişle hiçbir öğretmen sınıf içerisinde gelişen öğrenmelerin değerlendirilmesi
amacıyla dereceli puanlama anahtarı (rubrik) kullanmamaktadır.
Öğretmenlerin fen ve teknoloji dersinde öğrencilere üst düzey düşünme becerileri gerektiren
ödevler verme durumu göz önünde bulundurulduğunda 8 ders saati boyunca davranışın sınıf ortamında
gerçekleştirilmediği ve 4 ders saati boyunca ise geleneksel bir eğitim anlayışıyla yüzeysel olarak yerine
getirildiği belirlenmiştir. B ve D öğretmenlerinin ise öğrencilerin üst düzey düşünmelerini gerektirecek
herhangi bir ödev vermedikleri gözlenmiştir. Bunun yanında öğrencilerin kendi kendilerini veya
birbirlerini değerlendirme durumları ele alınırsa, bu davranışın 9 ders saati boyunca sınıf ortamında hiç
gerçekleştirilmediği, 1 ders saati boyunca geleneksel bir eğitim anlayışıyla yüzeysel biçimde
gerçekleştirildiği ve 2 ders saati boyunca ise yapılandırmacı anlayış göz önünde bulundurularak
yapılmaya çalışılmasına rağmen bunda pek başarılı olunamadığı tespit edilmiştir. A, C ve F
öğretmenlerin fen ve teknoloji derslerinde öğrencilerin kendi kendilerini veya birbirlerini değerlendirme
davranışı hiç görülmemektedir.
3.2. Yapılandırmacı Öğrenme Anlayışına İlişkin Mülakat Bulguları
Araştırmanın alt problemleri, “Öğretmenlerin yapılandırmacı öğrenme anlayışının sınıf ortamında
uygulanışına yönelik görüşleri nasıldır?”, “Öğretmenlerin yapılandırmacı öğrenme anlayışının sınıf
ortamında uygulanışı sırasında karşılaşılan sorunlara yönelik görüşleri nedir?” ve “Öğretmenlerin
yapılandırmacı öğrenme anlayışının sınıf ortamında uygulanışı sırasında karşılaşılan yetersizliklere
yönelik görüşleri nedir?” şeklindedir. Aşağıda bu alt problemlere ilişkin elde edilen bulgulara ve
yorumlara yer verilmiştir.
Soru 1: Fen ve Teknoloji dersinin genel amacı sizce nedir?
Öğretmenlerin mülakatlardaki düşüncelerine bakıldığında fen ve teknolojinin genel amacının
öğrencileri hayat hakkında bilinçlendirip, karşılaşabilecekleri olaylara karşı hazırlamak, hayata birey
kazandırmak olarak düşündükleri söylenebilir. Bu bağlamda öğretmenlere göre okul bireyleri günlük
yaşama hazırlayıcı olmalıdır. Okulda öğrenilenler günlük yaşama transfer edilmelidir. Bu görüş ve
felsefi anlayışlar öğrencilerin günlük yaşama hazırlanması gerektiğini, edinilen bilgi ve becerilerin
günlük yaşamda uygulanmasını öneren davranışçı öğrenmeye uygunluk gösterir. Zira yapılandırmacı
anlayışa göre okul bireyleri günlük yaşama hazırlamaktan çok günlük yaşamın kendisi olmalıdır.
Öğretmenlerin fen ve teknoloji dersinin amacına ilişkin ileri sürdükleri fikirlerin bu anlayışla
uyuşmadığı söylenebilir.
Soru 1a: Amaçlar hakkındaki fikirlerinizi nereden edindiniz?
Öğretmenlerin fen ve teknoloji dersinin genel amaçlarına yönelik düşüncelerini genellikle hizmet
öncesi eğitimden edindikleri tespit edilmiştir. Bunun yanında fen ve teknoloji öğretim programını
okuyarak ya da öğretmenlik deneyimlerine dayanarak anlayış geliştiren öğretmenler de
Selami YANGIN, Mustafa Sinan KARASU 80
bulunabilmektedir. Bu sonuçlara dayanarak öğretmenlerin fen ve teknoloji dersinin genel amacına ilişkin
düşüncelerini lisans eğitimleri sırasında büyük ölçüde oluşturduğu söylenebilir.
Soru 1b: Fen ve Teknoloji öğretim programı sizce bu amaçları karşılıyor mu?
Fen ve teknoloji öğretim programının genel amaçları karşılama konusunda öğretmenlerin 3’ü
kısmen karşıladığını, 2’si hiç karşılamadığını, 1’i ise karşıladığını ileri sürmüştür. Bu sonuçlara göre
öğretmenler fen ve teknoloji öğretim programının amaçların karşılanması bağlamında eksik yönlere ve
yetersizliklere sahip olduğunu belirtmişlerdir.
Soru 1c: Ders kitapları bu amaçları karşılamada yeterli mi?
Ders kitaplarının genel amaçları karşılaması konusunda öğretmenlerin yarısı karşıladığını, diğer
yarısı ise kısmen karşıladığını düşünmektedir. Öğretim programının amaçları karşılamada yetersiz
olduğunu düşünen öğretmenler olmasına rağmen ders kitaplarının amaçları karşılamada daha başarılı
olduğu söylenebilir. F öğretmenin, “ders kitapları müfredata uygun ancak müfredat fenin amacına
uygun değil” görüşüne dayanarak temel sorunun öğretim programından kaynaklandığı söylenebilir. Bu
bakımdan öğretmenlere göre ders kitapları ve diğer yayınlar bağlamında sorunun bulunmadığı,
kitaplarda yeterli içeriğin (deneyler, etkinlikler vb.) yer aldığı ancak programın yazılı materyallerin çok
gerisinde içeriğe sahip olduğu ileri sürülebilir.
Soru 1d: Sizce öğrenciler bu amaçlardan yeteri kadar haberdar mı?
Öğretmenlerin beşi öğrencilerin amaçlardan haberdar olmadığını düşünmektedir. Öğretmenler,
sistem gereğince öğrencilerde fen ve teknoloji dersine yönelik genel amaçlar konusunda farkındalık
oluşturulmak istense de uygulanan prosedürlerin buna izin vermediğini zira öğrenciler tarafından fen
derslerinin sadece SBS (Seviye Belirleme Sınavı) olarak düşünüldüğünü ifade etmişlerdir. Buna
dayanarak öğrencilerin amaçlardan haberdar edilmesinin gerekliliği ileri sürülebilir.
Soru 1e: Sınıfta ve laboratuvarda kullandığınız araç-gereçler öğrenenlerin bu amaçları
kazanmasında yeterli oluyor mu?
Görüşme verilerine göre sınıfta ve laboratuvarda kullanılan araç-gereçlerin amaçları
kazandırmada öğretmenlerin üçünün yeterli olduğunu, diğer üçünün ise yeterli olmadığını düşündükleri
görülmüştür. Buna karşın yeterli olduğunu düşünen öğretmenler ise araç-gereçlerle desteklenmiş
etkinliklerin öğrencilerin kendisi tarafından yürütülmediğini, bu nedenle istenilen amaca yine
ulaşamadıklarını belirtmişlerdir. Öğretmenlerin bu düşüncelerinden hareketle araç-gereç konusunda
sıkıntı olmamasına rağmen öğrencilerin bu araç-gereçleri bilinçli bir şekilde kullanmaktan uzak
oldukları söylenebilir.
Soru 2: Fen ve Teknoloji dersini işlerken hangi yöntem ve teknikleri kullanıyorsunuz?
Fen ve teknoloji dersini işlerken kullanılan yöntem-tekniklere bakıldığında öğretmenlerin
çoğunlukla düz anlatım yöntemini uyguladıkları, bunun yanında soru-cevap ve problem çözme
yöntemlerini de kullandıkları belirlenmiştir. Ayrıca öğretmenler fen ve teknoloji dersinde deney, buluş,
tartışma, beyin fırtınası, poster hazırlama ve kavram haritası gibi araç, yöntem ve teknikleri de
kullandıklarını ileri sürmüşlerdir. Dolayısıyla öğrenciyi merkeze alan yapılandırmacı öğrenme anlayışına
uygun yöntem ve tekniklerin kullanımının yetersiz olduğu ya da hiç başvurulmadığı söylenebilir.
Soru 2a: Yöntem ve teknikleri, hangi öğeleri göz önünde bulundurarak belirliyorsunuz?
Öğretmenlerin kullandıkları yöntem ve teknikleri belirlerken göz önünde bulundurdukları öğelere
bakıldığında öncelikle konu veya içeriğin özelliği ardından öğrencilerin seviyelerinin dikkate alındığı
ifade edilmiştir. Bunun yanında bir öğretmen ise kullandığı yöntem ve tekniği belirlerken kendi ruhsal
ve sağlık durumunun belirleyici etken olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca zaman ve öğrenci sayısı gibi
etkenler de dikkate alınabilmektedir. Buna karşın yöntem ve tekniklerin belirlenmesinde öğretmenler
tarafından kazanımların hiç dile getirilmediği görülmüştür. Kazanımların yapılandırmacı öğrenme
anlayışının uygulanması sırasında en az öğrenciler ve konu/tema kadar önemli olduğu söylenebilir. Zira
öğrenme ortamlarının tasarımı kazanımın yapısına göre farklılık gösterebilir.
Soru 2b: Yöntem ve teknikler hakkındaki bilgilerinizi nereden edindiniz?
Elde edilen görüşme verilerine göre öğretmenlerin 4’ü (% 66,6) öğretim yöntemleri ve teknikleri
hakkındaki bilgilerini üniversite eğitimleri sırasında edindikleri ortaya çıkmıştır. Buna karşın
öğretmenlerin yine 4’ü yapılandırmacı öğrenme anlayışının gerektirdiği öğrenen merkezli yöntem ve
teknikleri konusundaki donanımlarını seminer ve hizmet içi eğitimler sırasında aldıklarını ileri
sürmüşlerdir. Öğretmenlerin bir kısmı da yöntemler ve teknikler konusundaki anlayışlarını ilgili
dokümanları okuyarak geliştirmektedirler. Bu bağlamda öğretmenlerin öğretim yöntem ve teknikleri
konusunda edinimlerin devamlı olarak gelişim gösterdiği ve eğitimin bir süreç şeklinde devam etmesinin
öğretmenlere meslek hayatı boyunca katkı sağladığı söylenebilir.
Fen ve Teknoloji Öğretmenlerinin Yapılandırmacı Öğrenme Uygulamaları… 81
Soru 2c: Yöntem ve tekniklerin sınıf içinde uygulanışları hakkında doğru bilgilere sahip
olduğunuza inanıyor musunuz? Nasıl?
Görüşme verilerine göre öğretmenlerin 3’ü öğretim yöntem ve tekniklerinin sınıf içinde
uygulanışına ilişkin doğru bilgilere, geri kalan 3’ü de kısmen doğru bilgilere sahip olduklarını
düşünmektedirler. Öğretmenler arasında yöntem ve teknikleri doğru biçimde kullandığını düşünenler, bu
durumun nedenini istenilen sonuca etkili biçimde ulaşmaya bağlamışlardır. Bu bağlamda yöntem ve
teknikler konusunda doğru bilgilere sahip olmanın yapılandırmacı öğrenme anlayışının öğrenme ortamı
uygulamalarında öğrenciler üzerinde istendik yönde etkili biçimde sonuçları ortaya çıkarmada önemli bir
faktör olduğu söylenebilir.
Soru 2d: Kullandığınız yöntem ve tekniklerin olumlu ve olumsuz yönleri nelerdir?
Kullanılan yöntem ve tekniklerin olumlu ve olumsuz yönlerine bakıldığında öğretmenlerin
eğlenceli, akılda kalıcı, öğrenmeyi kolaylaştırıcı ve aktif katılımı sağlamayı olumlu yön olarak
görmektedir. Olumsuz tarafların ise zaman, sınıf yönetiminin zorlaşması, isteksizlik ve sıkılma olduğu
ileri sürülmüştür. Yöntem ve tekniklerin kullanımında olumlu sonuçlar olabildiği gibi bazı durumlarda
olumsuz yönlerinin de bulunduğu söylenebilir.
Soru 2e: Sınıfta kullandığınız bir yöntem veya tekniğin uygulanışını sistematik bir şekilde özetler
misiniz?
Öğretmenlerin kullandıkları yöntem ve teknikleri sistematik özetleri incelendiğinde aynı yöntemi
kullandıklarını ifade eden A ve C öğretmenin, yöntemi farklı şekillerde kullandıkları görülmektedir.
Yöntemin sınıf koşulları, zaman, öğrenci ve öğretmen faktörlerinden etkilendiği ve bunlara bağlı olarak
şekillendiği söylenebilir. Örnekte F öğretmeninin görüşü verilmiş ve dersi işlemesi şematize edilmiştir.
“F Öğretmen: Buluş yöntemini kullanıyorum. Aşamaları şu şekildedir:”
Soru 3: Programın hedeflediği gibi “öğretmen merkezli” anlayıştan “öğrenen merkezli” anlayışa
geçişi sağlayabildiniz mi? Varsa bu konudaki zorluklarınız nelerdir?
Programın hedeflediği anlayış değişikliğini öğretmenlerin görüşlerine göre büyük çoğunluğunun
sağlayamadığı görülmüştür. Geçişi tam olarak sağlayabildiğine inanan sadece bir öğretmenin olduğu
belirlenmiştir. Geçişin yeterli biçimde sağlanamadığını düşünen öğretmenler sorunun öğrencilerden
kaynakladığını ifade etmişlerdir. Ayrıca öğrenme ortamlarına bağlı olarak alt yapı eksikliği ve çevre
koşullarının yetersiz olduğunu da belirtmişlerdir. Öğrenen merkezli anlayışa geçişin etkili ve anlamlı bir
şekilde sağlanmasında öğretmenlere verilen hizmet içi eğitimlerin yanı sıra öğrencilere de bu konuda
bilgilendirme yapılması gerekliliğinin bulunduğu ileri sürülebilir.
Soru 3a: Geçişi sağlamada en çok hangi etmenler sizi zorladı?
Öğretmenlere göre öğrenen merkezli anlayışa dayalı öğrenme ortamına geçişin sağlanmasını
etkileyen etmenler, araç-gereç, öğrenci (dersi amacından uzaklaştırmaya çalışma, ilgi azlığı, öğrenmeye
karşı güdülenme yetersizliği, sorumsuz davranma, etkinlikleri oyun olarak algılama, derse hazır olmama
vb.), velinin olumsuz bakışı, konu (içerik) fazlalığı, bilgi yoğunluğu, zaman yetersizliği ve programın
içeriği ile amacının tutarsızlığı olarak ifade edilmiştir. Bu etmenlerin en başında öğrenci faktörü olduğu
görülmektedir. Bu bağlamda öğrencilerin yeni yaklaşımdaki öğrenen rolüne uyum sağlayamadıkları ve
bundan dolayı öğretmenlerin yapılandırmacı anlayışı uygularken zorlandıkları söylenebilir.
Soru 3b: Öğrenenlerin de bu değişimi fark ettiğine inanıyor musunuz?
Görüşme yapılan altı öğretmenden sadece ikisi öğrenen bireylerin bu değişimi fark ettiklerini
düşünmektedir. Buna karşın öğrenenlerin değişimin farkında olmadığını düşünen öğretmenlerin % 80
oranında olduğu görülmektedir. Öğrenenlerin öğrenme ortamında uygulanan işlemlerle birlikte yeni
anlayışı sembolleyen geçişe yönelik farkındalığının bu denli düşük olduğu bir durumda yaklaşımın
başarılı olmasının zor olabileceği söylenebilir.
Soru 3c: Zorlukların üstesinden gelmek için neler yaptınız?
Öğretmenlerin zorlukların üstesinden gelmek için farklı yollar takip ettikleri belirlenmiştir.
Görüşme verilerine göre öğretmenler, problemlerin çözümünü zamana bırakmalarının yanında ana
amaçla yan amaçları belirgin bir şekilde ayırmaya çalışıp öğrencileri sınav stresine karşı rahatlatmaya
çalıştıklarını, farklı yöntemler ve görseller kullandıklarını, yönlendirici sorularla istenilen sonuca
Selami YANGIN, Mustafa Sinan KARASU 82
ulaşmayı sağladıklarını, kendilerini geliştirmek için hizmet içi kurslara katıldıklarını ve deneyimli
meslektaşlarından öneriler aldıklarını ileri sürmüşlerdir. Bu bağlamda uygulanan yollardan başarılı
olunan prosedürlerin öğretmenler arasında zümrelerde ve hizmet içi eğitimlerde aktarılması ve
paylaşılması zorlukları aşamayan öğretmenlere yardımcı açıklamalar sunabilir.
Soru 4: Yeni öğretim programı uygulanırken diğer öğretmenlerle işbirliği yapıyor musunuz?
Yeni öğretim programının uygulaması sırasında fen ve teknoloji öğretmenlerinin tamamının diğer
öğretmenlerle işbirliği yaptıkları belirtilmiştir. Özellikle Teknoloji ve Tasarım, Matematik, Türkçe ve
Resim öğretmenleri ile paylaşımlarda bulunulmaktadır. Öğretmenlerin farklı branşlarda olmasına
rağmen birbirleri ile devamlı olarak işbirliği içerisinde olduğu söylenebilir.
Soru 4a: En çok hangi branştaki öğretmenlerle işbirliği yapıyorsunuz?
Önceki soruya ilişkin verilen cevapları destekler yönde öğretmenlerin öncelikle Matematik,
ardından Teknoloji ve Tasarım dersi öğretmenleriyle işbirliğine gittikleri belirlenmiştir. Fen ve
Teknoloji dersinin Matematik dersiyle konu (içerik) ve amaç (düşünme becerileri, problem çözme
becerileri vb.) bakımından yakın ilişkisinin öğretmenler arası işbirliğine de yansıdığı söylenebilir.
Soru 4b: Diğer öğretmenler sizden ne tür yardımlar istiyor?
Diğer öğretmenlerin fen ve teknoloji öğretmenlerinden istedikleri yardımlar, genellikle fen ve
teknoloji konu sırasının bilgilendirilmesi, ders etkinlikleri, laboratuvar malzemelerinin kullanımı ve
Türkçe dersi yazılı dokümanlarında yer alan okuma parçalarında geçen kavramların anlamı üzerine
olmaktadır. Öğretmenlerden istenen yardımlara bakıldığında sınıf öğretmenleri ve diğer branş
öğretmenlerinin yapılandırmacı anlayışın başarılı biçimde uygulanmasında fen ve teknoloji öğretmenleri
ile ilişkilerinin azımsanamayacak ölçüde olduğu söylenebilir.
Soru 4c: En son hangi öğretmenden ne tür bir yardım aldığınızı paylaşır mısınız?
Görüşülen öğretmenlerin üçü sindirim sistemi modeli/maketi yapabilmek için teknoloji ve
tasarım öğretmeninden yardım aldıklarını belirtmişlerdir. Bunun yanı sıra diğer öğretmenler matematik
konusunun seviyeye uygun yollarla anlatılması konusunda yardım aldıklarını söylemişlerdir. Bu
sonuçlara bağlı olarak durum, öğretmenlerin aslında benzer içerikler ya da kazanımların öğrenenlere
kazandırılmasında benzer sorunlarla karşılaşabildikleri ve bu sorunları benzer çözüm yolları ile
aşabildikleri şeklinde yorumlanabilir.
Soru 5: “Fen Bilgisi” dersine teknoloji boyutu eklenerek ders adının “Fen ve Teknoloji” olarak
değiştirilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Öğretmenler fen bilgisi dersinin adının fen ve teknoloji olarak değişimiyle beraber öğrenme
ortamında da değişimler olduğunu ifade etmişlerdir. Öğrencilerin fene yönelik bakış açısının değiştiğine
inanan öğretmenler, ayrıca eski anlayışa göre daha fazla el becerisi ve teknolojik bakımdan daha aktif
olacakları durumlara yöneldiklerini ileri sürmüşlerdir. Bununla beraber bu değişimin hem olumlu hem
de olumsuz yönleri bulunabilmektedir. Zira bir öğretmene göre öğretici ders boyunca sürekli bilgisayar
kullanıyorsa öğrenenlerin ilgisi dağılabilir ve öğrenme sıkıcı hale gelebilir. Bu nedenle teknoloji
kullanımı dersi daha verimli ve ilgi çekici hale getirdiğinden dolayı yeri geldikçe yer verilmesinin
önemli olduğu belirtilmiştir. Ayrıca bu anlayışla beraber içeriğin günlük yaşamla daha fazla
ilişkilendirildiğini düşünen öğretmenler de bulunmaktadır. Bu bağlamda dersin sadece isim olarak
değiştiğini düşünen öğretmenler olabildiği gibi dersin isminin değişmesinin içeriğine daha uygun
olduğunu belirten öğretmenler de bulunabilmektedir.
Soru 5a: Bu değişiklik ne gibi sonuçlar getirdi?
Öğretmenler yeni anlayışın öğrenme ortamına gelişi ve bu anlayışa bağlı uygulamaların değişimi
ile beraber konuların somutlaştığını ve güncelleştiğini, teknoloji kullanımının (bilgisayar ve internet,
projeksiyon cihazı gibi) yaygınlaştığını ve dersin günlük hayatla daha fazla ilişkilendirildiğini
belirtmişlerdir. Fen dersinin aslında günlük hayatla ilişkisinin teknoloji ile daha fazla sağlandığı
söylenebilir. Bunun yanında görüşme yapılan öğretmenler içerisinde yeni anlayışın getirdiği değişimin
önemli bir şey oluşturmadığını düşünenler de bulunmuştur. Bu bağlamda yapılandırmacı anlayışa dayalı
öğrenme ortamının sınıf atmosferini önemli düzeyde değiştirdiği düşünülmekle birlikte hiçbir şeyin
değişmediğini öngören öğretmenler de bulunabilmektedir. Bundan dolayı öğretmenlerin eski ve yeni
anlayışa dayalı öğrenme ortamlarında farklılaşan öğeler yönünden bilgilendirilmesine gerek
duyulabileceği söylenebilir.
Soru 5b: Ders kitapları ve laboratuvarlar açısından neler değişti?
Ders kitapları ve laboratuvarlar açısından öğretmenler farklı bakış açılarına dayanarak değişimi
irdelemişlerdir. Ders kitaplarının sorgulayıcı ve sorgulayan bireyi pekiştirmek için teknolojik araç-gereç
kullanmaya daha çok teşvik ettiğini belirten öğretmenler, ayrıca etkinlik ve bölüm sayısının arttığını bu
yüzden zaman yetersizliğinin önemli bir problem olarak öne çıktığını ileri sürmüşlerdir. Laboratuvarlar
ile ilgili görüşlere bakıldığında ise ders kitaplarının aksine çok fazla değişiklik olduğu
Fen ve Teknoloji Öğretmenlerinin Yapılandırmacı Öğrenme Uygulamaları… 83
düşünülmemektedir. Deney sayısının arttığı, deneylerin günlük yaşama daha yakın hale getirildiği,
günlük hayatta kullanılan bazı araç-gereçlerin laboratuvarlarda daha sık kullanıldığı, internet gibi yoğun
bilgi sahasından yararlanılarak yapılamayan deneylerin rahatlıkla yapılabilmesinin sağlandığı ve
laboratuvar zorunluluğunun ortadan kaldırıldığı ifade edilmiştir. Bu bağlamda ders kitaplarının ham
bilgilerden sıyrılarak öğrencileri sorgulamaya yönlendiren ve öğrendiklerimizin hayatımızın neresinde
yer aldığını görmede yol gösterici nitelikte görsel özelliklere sahip oldukları, laboratuvarların ise fen
derslerinin amaçlarına uygun biçimde yapılandırmacı anlayışa dayalı revize edilmesi gerektiği
söylenebilir.
Soru 5c: Öğretim uygulamaları açısından değişen şeyler oldu mu?
Öğretim uygulamaları açısından öğretmenlerin çoğunluğu değişim olduğunu ifade etmişlerdir.
Yapılandırmacı anlayışa dayalı öğrenme ortamlarında bilgi yoğunluğunun azaltıldığı, öğrencilerin aktif
oldukları etkinliklere yönlendirildiği, klasik dinlemeden kurtuldukları, öğrenmede görselliğin ve
kalıcılığın arttığı, bilgi paylaşımının yerel düzeyden ziyade Türkiye genelinde sağlandığı, içeriğin
günlük hayatla daha çok ilişkilendirildiği öğretim yöntem ve tekniklerinin uygulanması ile değişimin
gerçekleştiği ifade edilmiştir. Bu kapsamda öğretim uygulamalarının kapsamının genişleyerek her yere
ulaşabildiği söylenebilir. Buna karşın öğretim uygulamalarında bir şey değiştiğini düşünmeyen
öğretmenler de bulunabilmektedir.
Soru 6: Yapılandırmacı öğrenme anlayışına dayalı uygulamalarda, sınıfınızda sıklıkla hangi
istenmeyen durumlarla karşılaşıyorsunuz?
Yapılandırmacı öğrenme anlayışına dayalı uygulamalar sırasında sınıfta karşılaşılan istenmeyen
durumlar ile ilgili olarak öğretmenlerin çoğu öğrencilerin kendi arasında konuşmasını öngörmektedir.
Bunun yanı sıra öğrencilerin derse ilgilerinin azalması, sorumluluklarını yerine getirmemeleri ve sınıf
yönetiminin zorlaşması da istenmeyen durum olarak görülmektedir. Bu bağlamda ileri sürülen faktörler
arasında korelasyon kurulabilir. Zira yapılandırmacı anlayış öğrenenlerin aktif olmasını, yaparak
yaşayarak öğrenmesini gerektirmektedir. Bu amaçla öğrencilerin birbirleriyle iletişim kurmaları, bilgi
paylaşımında bulunmaları ve işbirlikçi çalışmalar yürütmeleri sınıf ortamında arzu edilmeyen gürültüye
sebep olabilir. Bundan dolayı görüşmede bulunulan öğretmenlerin ileri sürdüğü öğrenciler arasında
konuşmaların gerçekleşmesi, aslında öğrencilerin öğrenme güdülerinin bir yansıması olarak
düşünülebilir. Bu gürültüyü keserek derse devam etmek isteyen bir öğretmen öğrencilerin derse yönelik
motivasyonunu ve tutumunu olumsuz yönde etkileyebilir. Bu nedenle bu faktörler (ilgi azlığı,
sorumluluğunu yerine getirmemesi ve gürültü) üzerine yorum yapmak için farklı verilere ihtiyaç
duyulduğu belirtilebilir.
Soru 6a: Bu durumda nasıl müdahaleler uyguluyorsunuz?
Görüşme verilerine göre öğretmenlerin yarısının öğrenme ortamı içerisinde karşılaştıkları
sorunları çözmede öncelikle konuyu merkeze aldıkları belirlenmiştir. Bununla beraber farklı görseller
kullanarak ve deneyler yaptırarak öğrencilerin dikkatini tekrar konuya çekmeye çalışan öğretmenler de
bulunmaktadır. Ayrıca beden dili, sözlü iletişim ve olumsuz pekiştireç kullanma yoluyla sınıf ortamını
disipline ederek öğrencilerin dikkatinin öğrenilen konuya çekilmeye çalışıldığı da belirtilmiştir. Bu
kapsamda öğrenenin merkezde olduğu yaklaşımda öğretmenin müdahale tarzının çok kısıtlı olduğu,
bundan dolayı sınıf ortamında istenmeyen problemlerin çözümünün güçleşebileceği söylenebilir.
Soru 6b: Yapılandırmacı öğrenme anlayışının sınıf içinde uygulanması ile istenmeyen
davranışlar arasında bir bağlantı var mıdır?
Görüşme verilerine göre öğretmenlerin tümü yapılandırmacı anlayış ile sınıf içi istenmeyen
davranışlar arasında bir bağ olduğuna inanmaktadır. Bunun nedenleri arasında öğrencilerin yeni
yaklaşımı serbestlik olarak algılaması ve derse hazır olarak gelmemesi gösterilmiştir. Yapılandırmacı
öğrenme anlayışının üzerinde inşa edildiği olguların öğrencilere etkili biçimde yansıtılmamasından ötürü
öğrenen bireylerin kendi üzerine düşen sorumluluğu bilmemeleri veya yerine getirmemeleri istenmeyen
sınıf içi davranışların ortaya çıkmasına neden olduğu söylenebilir.
Soru 6c: İstenmeyen davranışlar sizce hangi değişkenlere göre değişiklik gösteriyor?
İstenmeyen davranışları ortaya çıkaran değişkenlere bakıldığında öğretmenler konu (içerik) ve
öğrenim görülen sınıf düzeyi gibi öğeleri ifade etmişlerdir. Bunun yanı sıra uygulanan öğretim yöntem
ve teknikleri ile öğrencilerin zihinsel-fiziksel donanımın da bu değişkenler arasında yer aldığı
görülmektedir. Bu bağlamda istenmeyen davranışların azaltılması için sınıf düzeyi ve konuya uygun
öğrenme-öğretme yöntem ve tekniklerinin seçilmesi gerektiği söylenebilir.
Soru 7: Yapılandırmacı öğrenme anlayışının uygulandığı Fen ve Teknoloji dersinin
değerlendirmesinde karşılaştığınız zorluklar nelerdir?
Öğretmen görüşlerine göre yapılandırmacı öğrenme anlayışının klasik değerlendirme
yöntemlerine karşın öğrenen merkezli, süreç temelli performansı dikkate alan alternatif ölçme ve
Selami YANGIN, Mustafa Sinan KARASU 84
değerlendirme araçlarının kullanılmasını gerektirmesi çeşitli zorluklara neden olduğu belirtilmiştir. Tüm
değerlendirme araçlarını kullanmak zaman açısından sıkıntılara yol açabilmektedir. Bunun yanında
öğrenci sayısının fazlalığı bu yaklaşımın gerektirdiği değerlendirmeyi kısıtlayan faktörlerden biri olarak
düşünülmektedir. Ayrıca öğretmenlerin öğrenen merkezli anlayışa dayalı uygulamaların
değerlendirilmesi konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığı, bu amaçla katılım gösterilen seminerlerin de
konu ile ilgili yeterlilikleri etkili biçimde kazandıramadığı ifade edilmiştir. Bu kapsamda ölçme ve
değerlendirmenin yapılandırmacı öğrenme anlayışının önemli aşamalarından biri olduğu düşünülürse
programda buna ayrılan zamanın ve konu hakkındaki bilgilendirmenin yeniden gözden geçirilmesi
gerektiği söylenebilir.
Soru 7a: Hangi ölçme-değerlendirme araçlarını kullanmaktasınız?
Öğretmenlerin kullandıkları ölçme araçlarına bakıldığında öğretmenlerin tamamının birden fazla
sayıda ölçme aracı kullandığı görülmektedir. Görüşme verileri içerisinde benzer biçimde dikkate alınan
cevaplar, proje ve performans görevleri, klasik testler ve boşluk doldurma türü testler olarak
belirlenmiştir. Bunun yanında yapılandırılmış grid, doğru-yanlış, eşleştirme, kavram haritası, dallanmış
ağaç, kompozisyon ya da hikâye yazdırma, şiir yazdırma gibi teknikleri kullanan öğretmenlerin de
olduğu tespit edilmiştir. Buna göre yapılandırmacı öğrenme anlayışının en önemli ayaklarından kabul
edilen değerlendirmenin sürece yayılması konusunda öğretmenlerin sıkça kullandıkları ölçme araçlarının
bu anlayışı temsil ettiği söylenebilir.
Soru 7b: Ölçme ve değerlendirme araçlarını hangi sıklıkta kullanmaktasınız?
Öğretmenlerin ölçme ve değerlendirme araçlarını kullanma sıklıklarına bakıldığında
yapılandırmacı öğrenme anlayışının süreç değerlendirmesine verdiği önemle eşdeğer olarak gerekli
sıklıkta olduğu söylenebilir. Zira proje ve performans ödevlerinin değerlendirilmesinin yanında dönem
boyunca sıklıkla ölçme ve değerlendirme yapılması öğrencilerin konu ile ilgili bilgi ve becerilerinin
sürekli biçimde izlendiği şeklinde yorumlanabilir.
Soru 7c: Ölçme ve değerlendirme araçlarını kullanırken yaşadığınız güçlüklerin üstesinden
gelebilmek için neler yapıyorsunuz?
Görüşme verilerine göre öğretmenlerin ölçme ve değerlendirme aşamasında yaşadığı güçlükleri
aşma yöntemlerine bakıldığında öğrenci seviyesine ve sayısına dikkat ederek sınavların hazırlandığı
belirtilmiştir. Öğretmenler öğrencilerin ilgilerini ve yeteneklerini de göz önünde bulundurduklarını ifade
etmişlerdir. Ayrıca ölçme araçlarının doğru yönde kullanılmasını içeren hizmet içi eğitimlere
katıldıklarını da ileri sürmüşlerdir. Bunun dışında öğretmenler boşluk doldurma, doğru–yanlış,
eşleştirme, açık uçlu sorular ve çoktan seçmeli soruların yanında performans ve proje ödevlerine de
ağırlık vererek çeşitliliği sağladıklarını bildirmişlerdir. Bu bağlamda öğretmenlere göre ölçme ve
değerlendirme araçları kullanılırken en başta dikkat edilen faktörün öğrencilerin demografik özellikleri
(ilgi, yetenek, seviye, sayı vb.)’dir.
4. TARTIŞMA, SONUÇ VE ÖNERİLER
4.1. Tartışma ve Sonuç
Bu çalışmada 6 fen ve teknoloji öğretmeninin fen dersleri açısından yapılandırmacı anlayış
çerçevesinde eğitim-öğretimde planlama, uygulama ve değerlendirme boyutlarında hangi etkinliklere
dâhil olduğu araştırılmıştır. Araştırma Rize ili Çayeli ilçesinde 2011-2012 eğitim-öğretim yılında
gerçekleştirilmiştir. Araştırmada veri toplamak amacıyla “Mülakat Formu” ve “Gözlem Formu”
kullanılmıştır. Elde edilen verilerin istatistiksel analizleri yapılmış ve bulgular doğrultusunda aşağıdaki
sonuçlara ulaşılmıştır.
Nitelikli, çağın gereklilikleriyle donatılmış bireyler yetiştirmek, ancak nitelikli eğitim
programları, nitelikli program uygulayıcıları ve gerekli maddi altyapı ile mümkün görünmektedir.
Eğitim programlarının uygulanabilirliğini, etkililiğini, olumlu ve olumsuz yönlerini belirleyecek olanlar,
programların uygulayıcısı konumunda olan öğretmenlerdir. Bir ülkede planlanıp uygulamaya geçirilen
programlar ne kadar iyi hazırlanırsa hazırlansın programların uygulayıcıları olan öğretmenler eğer
programlara uygun özellikler ile donatılmamışlarsa, programların pratikte başarılı olması mümkün
değildir. Bu bağlamda bu tez çalışmasında öğretmenlerin 2005 programı çerçevesinde yenilenen fen ve
teknoloji dersi öğretim programına yönelik öğrenme-öğretme uygulamaları yapılandırmacı anlayış ele
alınarak değerlendirilmiş, programın yürürlüğe girmesinden itibaren öğretmenler üzerinde halen
süregelen sorunlar ve yetersizlikler sınıf içi etkinliklere dayandırılarak irdelenmek istenmiştir.
4.1.1. Yapılandırmacı Öğrenme Anlayışına Dayalı Öğelerin Uygulanışı
Yapılandırmacı öğrenme-öğretme anlayışı çerçevesinde 6 fen ve teknoloji öğretmeni belli başlı
ana temalara göre izlenmiştir. Yapılan gözlemlerin temel başlıkları dikkate alınarak araştırmanın ikinci
Fen ve Teknoloji Öğretmenlerinin Yapılandırmacı Öğrenme Uygulamaları… 85
amacı olan yapılandırmacı öğrenme anlayışına dayalı öğelerin öğretmenler tarafından sınıf ortamında
uygulamaları dikkate alınmıştır.
Çalışmada video-kayıt ve gözlem formlarının değerlendirilmesi sonucunda öğrenme-öğretme
ortamlarının fiziki yapılarında yetersizlikler ve eksiklikler bulunduğu belirlenmiştir. Sınıfların içerisinde
yapılandırmacı öğrenme anlayışının uygulanmasını sağlayacak alt yapı eksiklikleri belirgin bir şekilde
ortaya çıkmıştır. Alt yapı eksiklerinin yanı sıra tüm sınıflarda bilgisayar ve projeksiyon cihazı olmasına
rağmen sadece B öğretmenin dersinin çok kısa bir zamanında teknolojiyi kullandığı görülmüştür. Konur,
Sezen ve Tekbıyık (2010) tarafından yapılan çalışmada, Fen ve Teknoloji öğretmenlerinin çoğunluğu
teknolojik araçların okullarında yeterli olduğunu, ancak derslerinde bu teknolojik araçları kullanabilme
noktasında problem yaşadıkları ileri sürülmüştür. Derslerin fen ve teknoloji sınıflarında veya
öğrencilerin sınıflarında işlendiği, bu sınıfların fiziki yapılarının yapılandırmacı öğrenme ortamına pek
uygun olmadığı gözlenmiştir. A, C, E ve F öğretmenlerinin sınıflarında etkinlik yapacak yeterli
malzemelerinin olmadığı, C ve E öğretmenlerinin ise deneylerde kullanacakları malzemeleri okulun
laboratuvarından dersliğe taşıdıkları tespit edilmiştir. A öğretmenin ders yaptığı sınıfta tahtanın hemen
yanında bulunan elektrik prizinin yuvasından tamamen çıkması öğrencilerin ders sırası ve sonrası can
güvenliğini tehdit edici bir unsur olduğu görülmüştür. B ve D öğretmenlerinin derslerini yürüttükleri
sınıfın oturma düzeninin U şeklinde olması öğrencilerin birbirleri ile kolay iletişim kurmalarını
sağlamaktadır. E öğretmenin sınıf düzenini küme şeklinde tasarlamış olması öğrencilerin birbirleri ile
iletişimini kolaylaştırmasına ve işbirlikli öğrenme ortamı sunmasına rağmen dersliğin fiziki
büyüklüğünün yeterli olmaması öğretmen ile öğrenciler arasındaki iletişimi olumsuz yönde etkilemiştir.
B ve D öğretmenlerinin öğrenme-öğretme ortamlarındaki ışık düzeyinin de yetersiz olduğu
belirlenmiştir. Tüm bunlar yapılandırmacı öğrenme anlayışına uygun fiziki yapılar bakımından
dersliklerin eksik ve yetersiz yönlerinin bulunduğu anlamına gelmektedir. Atila (2012), Çınar ve diğ.
(2006), Dindar ve Yangın (2007) ile Doğan (2010) çalışmalarında, okulların ve öğrenme-öğretme
ortamlarının yapılandırmacı öğrenme anlayışına uygun fiziki şartlarının uygun olmadığını ifade
etmişlerdir.
Öğrencilerin öğrenme-öğretme ortamındaki yapılandırmacı öğrenme anlayışına uygun olan
davranışları tam olarak göstermedikleri video-kayıtların incelenmesi sonucu bulunmuştur ve ders
sırasında onlardan beklenen davranışları büyük oranda geleneksel anlayışta gerçekleştirdikleri
görülmüştür. Modern anlayışlar çerçevesinde öğrenen bireylerin derste sorgulayan, fikir üreten ve
ürettiği fikirleri geliştireceği argümanlarla savunan bir davranış göstermeleri gerekmektedir. E
öğretmenin sadece 1 ders saati haricinde öğrencilerin tamamen pasif durumda oldukları ve öğretmenin
dersin akışına yön vermesini bekledikleri tespit edilmiştir. A ve B öğretmenlerinin derslerinde
öğrencilerin kendilerinden beklenen davranışları hiç gerçekleştirmedikleri izlenmiştir. Atila (2012)
yaptığı çalışmada, derslerin hemen hemen tamamında öğrencilerin çoğunlukla bilgiyi kısa süreli olarak
sorguladıklarını, sorgulanan bilgiye cevabın öğretmen tarafından verildiğini, geleneksel bir uygulamanın
baskın olduğunu ortaya koymuştur.
Yapılandırmacı öğrenme anlayışının öğrencilerden beklediği davranışlardan biri de yapılan
etkinliklerin sonuçlarının açıklanmasıdır. E öğretmen hariç öğrencilerin hiçbirinde bu davranışın
yapılandırmacı öğrenme anlayışına uygun olarak yerine getirilmediği görülmüştür. Video-kayıtlardan
elde edilen verilere göre öğrenme-öğretme ortamlarında yapılandırmacı öğrenme anlayışının aksine
geleneksel uygulamaların daha baskın olduğu belirlenmiştir. Bunun yanı sıra gözlem bulgularına
dayanarak öğrenme-öğretme ortamlarında beklenen yapılandırmacı öğrenme durumlarının bir kısmının
hiç görülmediği, bir kısmının ise tam olarak yapılandırmacılığa uygun yürütülmediği ortaya
konulmuştur. Atila (2012)’nın yaptığı çalışma bunu destekler niteliktedir. Buna karşın yapılandırmacı
anlayışa göre öğrenmenin etkili ve anlamlı olabilmesi için, öğrencinin öğrenme sürecine aktif olarak
katılması ve kendi öğrenmesiyle ilgili sorumluluk alması gerekmektedir.
Yapılandırmacı öğrenme anlayışına göre öğrenmelerin gerçek hayatla ilişkilendirilmesi gerektiği
halde öğrenme ortamında bunun pek gerçekleşmediği görülmektedir. D öğretmenin dersinde öğrenmenin
gerçek hayattan hiç örnekler içermediği gözlenmiştir. A, B, C, E ve F öğretmenlerin derslerinde ise
davranış geleneksel bir anlayışla yüzeysel olarak geçilmiştir. Eğitimin önemli işlevlerinden birisi,
öğrencilerin sınıfta öğrendiği bilgileri günlük yaşamla ilişkilendirebilmelerine yardımcı olmaktır
(Özmen, 2004; akt. Atila, 2012). Öğrenme durumunun temel kavramlar etrafında gerçekleşmesi
gerekirken bu durumun geleneksel bir anlayışla yüzeysel olarak gerçekleştiği görülmektedir.
Öğretmenlerden hiçbirinin yapılandırmacı öğrenme anlayışına uygun olarak bu davranışı göstermediği
gözlenmiştir. Bunun yanı sıra video-kayıtlara göre öğrenme-öğretme ortamında işlenen konunun diğer
Selami YANGIN, Mustafa Sinan KARASU 86
ünite ve alanlarla bağlantısı hiçbir sınıfta etkin biçimde sağlanamamıştır. Sadece E öğretmen ilişkiyi
geleneksel bir anlayışla gerçekleştirmiştir.
Video-kayıtlar incelendiğinde yapılandırmacı öğrenme anlayışının öğretmenlerden beklediği
rollere ilişkin davranışların büyük çoğunluğunun hiç gösterilmediği, bazı davranışların geleneksel
anlayışla yüzeysel gerçekleştiği, az sayıdaki bazı davranışların ya yapılandırmacılığa uygun
gösterilmeye çalışıldığı ancak başarılı olunmadığı ya da yapılandırmacılığa uygun olarak gösterildiği
gözlenmiştir. Bu sonuçlar, Atila’nın (2012) çalışma sonuçlarıyla örtüşmektedir. Yapılandırmacı öğrenme
anlayışına uygun olarak öğretmenlerden beklenen davranışlardan bilişsel çelişkiler yaratma ve
öğrencilerin bildiklerine karşı meydan okuma davranışının büyük oranda sınıfta hiç görülmediği
bulunmuştur.
Fen ve teknoloji dersinde öğretim materyallerinin ders sırasında sıklıkla kullanılması
gerekmektedir. Akpınar ve Ergin (2005)’in belirttiği gibi öğretimin öğrencilerin ilgisini çekecek hale
gelmesi için süreç araçlarla desteklenmelidir. Buna karşın A ve F öğretmenlerinin derslerinde öğretim
materyali hiç kullanmadıkları, diğer öğretmenlerin ise geleneksel anlayış içerisinde kullandıkları
gözlenmiştir. Öğretim materyallerini yapılandırmacı anlayışa uygun şekilde kullanan öğretmen
bulunmamaktadır.
Yapılandırmacı anlayışın temelini oluşturan öğrenen, öğrenme sürecinde merkeze alınmalıdır.
Öğrenenin tepki ve isteklerine göre dersin yönlendirilmesi önemlidir. Video-kayıtlar incelendiğinde
öğrenenin tepki ve isteklerine göre A öğretmen hariç, hiçbir öğretmen gerekli yönlendirmede
bulunmamıştır. A öğretmen de yönlendirmeyi geleneksel anlayış çerçevesinde yüzeysel biçimde
yapmıştır. Atila (2012) tarafından yapılan araştırmada da benzer sonuçlara ulaşılmıştır.
İletişim çağını yaşadığımız günümüzde sınıf ortamında bilgi ve iletişim araçlarının kullanımı
önemli bir konudur. Yapılandırmacı anlayışa göre teknoloji, öğrenenlerin kendi bilgilerini
oluşturmalarına, aktif öğrenmelerine, problem çözme becerilerini geliştirmelerine ve alternatif çözümler
üretmelerine destek olmalıdır (Özmen, 2004; akt. Atila, 2012). Öğretmenlerin sınıflarında bilgisayar ve
projeksiyon olmasına rağmen genel olarak teknolojik araç-gereçleri kullanmamakla beraber A ve D
öğretmenlerinin geleneksel anlamda yüzeysel olarak bir ders saatinin belli bölümünde konu ile ilgili
bilgi vermek için teknolojiden yararlandıkları gözlenmiştir. Projeksiyon cihazından perdeye yansıtılarak
konu ile ilgili tanım ve bilgilerin ders sırasında sunum olarak öğrencilere gösterilmesi, teknolojinin
yapılandırmacı öğrenme anlayışına uygun biçimde kullanımı anlamına gelmeyeceği söylenebilir.
Değişen fen ve teknoloji öğretim programındaki en önemli değişikliklerden biri ölçme ve
değerlendirme olarak söylenebilir. Video-kayıtlardan elde edilen bulgular incelendiğinde öğretmenlerin
derslerinde farklı ölçme ve değerlendirme tekniklerini yapılandırmacı anlayışa uygun şekilde
kullanmadıkları görülmektedir. C ve F öğretmenlerinin derslerinde farklı ölçme ve değerlendirme
tekniklerini hiç kullanmadıkları gözlenmiştir. Öğretmenlerin hiçbiri ölçme ve değerlendirme için
dereceli puanlama anahtarı (rubrik) kullanmamıştır. Öğrencilerin ders sırasında kendi kendilerini veya
birbirlerini değerlendirme davranışı incelendiğinde A, C ve F öğretmenlerinin derslerinde hiç
gerçekleşmediği, diğer öğretmenler de ise yapılandırmacı anlayışa uygun şekilde değerlendirmenin
yürütülmediği görülmüştür. Bu bağlamda öğretmenlerin alternatif ya da öğrenen merkezli ölçme ve
değerlendirme araçlarını geliştirme, kullanma ve uygulama boyutunda önemli düzeyde güçlüklerinin
bulunduğu ileri sürülebilir.
4.1.2. Yapılandırmacı Öğrenme Anlayışının Sınıf Ortamında Uygulanışına Yönelik
Görüşler
Bu bölümde araştırmanın üçüncü amacı olan, fen ve teknoloji dersinde günümüze değin yapılan
değişimler ve bu değişimler çerçevesinde etkilenen öğrenme-öğretme öğelerine yönelik öğretmen
görüşlerini belirlemek istenmiştir. Bu amaç bağlamında öğretmenlere yedi ana soru ve farklı sayıda alt
sorular yöneltilmiştir. Bu sorulara yönelik verilen cevaplara bağlı elde edilen bulgular kapsamında
aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır.
Fen ve teknoloji dersinin genel amacı ile ilgili olarak öğretmenlerin mülakatlardaki düşüncelerine
bakıldığında fen ve teknolojinin genel amacının öğrencileri hayat hakkında bilinçlendirip
karşılaşabilecekleri olaylara karşı hazırlamak, hayata birey kazandırmak olarak düşündükleri
bulunmuştur. Bu bağlamda öğretmenlere göre okul bireyleri günlük yaşama hazırlayıcı olmalıdır.
Okulda öğrenilenler günlük yaşama transfer edilmelidir. Bu görüş ve felsefi anlayışlar öğrencilerin
günlük yaşama hazırlanması gerektiğini ve edinilen bilgi ve becerilerin günlük yaşamda uygulanmasını
öneren davranışçı öğrenmeye uygunluk göstermektedir. Zira yapılandırmacı anlayışa göre okul bireyleri
Fen ve Teknoloji Öğretmenlerinin Yapılandırmacı Öğrenme Uygulamaları… 87
günlük yaşama hazırlamaktan çok günlük yaşamın kendisi olmalıdır. Öğretmenlerin fen ve teknoloji
dersinin amacına ilişkin ileri sürdükleri fikirlerin bu anlayışla uyuşmadığı söylenebilir. Kaptan (2005),
yeni programın eğitimde çağı yakalamak adına pozitif bir gelişme olduğunu ve amaçlandığı gibi
uygulandığında Türk Milli Eğitimine katkı sağlayacağını belirtmiştir. Araştırmacıya göre, programdaki
saptanan eksiklikler zaman içerisinde giderilebilir, fakat programın uygulanmasının hazırlanmasından
çok daha zor olduğu gerçeğinin unutulmaması gerektiği önerilmiştir. Zira program ve sistemler
değişmekle birlikte öğretmenlerin sahip oldukları felsefeye dayalı anlayışlar sisteme uygun biçimde
değişim göstermedikçe başarının gelmesi söz konusu değildir.
Öğretmenlerin amaçlar hakkındaki fikirlerini nereden temin ettiklerine ilişkin düşünceleri ele
alındığında genellikle hizmet öncesi eğitim sürecinde edindikleri belirlenmiştir. Bunun yanında fen ve
teknoloji öğretim programı kılavuzunu okuyarak ya da öğretmenlik deneyimlerine dayanarak fikir elde
eden öğretmenler de bulunabilmektedir. Bu sonuçlara dayanarak öğretmenlerin fen ve teknoloji dersinin
genel amacına ilişkin düşüncelerinin oluşumunda lisans eğitiminin oldukça önemli olduğu söylenebilir.
Buna karşın Arı (2010) tarafından yapılan çalışmada öğretmen adayları, ilköğretim programını
uygulayabilmeleri için gerekli bilgi ve donanımı yeterince kazanmadan mezun olmaktadırlar. Bu
nedenle lisans öğretmen yetiştirme programlarının gözden geçirilerek uygulamalı kapsamlar kazandırma
yönünde çalışmalar düzenlenmelidir.
Fen ve teknoloji öğretim programının bu amaçları karşılayıp karşılamadığına yönelik
düşüncelerde öğretmenlerin büyük kısmı kısmen karşıladığını ileri sürmüştür. Öğretmenlere göre fen ve
teknoloji öğretim programının amaçları karşılaması bağlamında halen eksik yönlere ve yetersizliklere
sahip olduğu belirtilmiştir. Yapılandırmacı öğrenme anlayışına göre şekillendirilen yeni öğretim
programlarını değerlendirmeye yönelik yapılan çalışmalarda, öğretmenlerin yeni programdaki
kazanımların öğrencilerin bilişsel, duyuşsal, psikomotor gelişim düzeylerine ve hazırbulunuşluk
düzeylerine uygun olduğunu, mevcut koşullarda gerçekleştirilebilir nitelikte olduğunu, öğrenmede fırsat
eşitliği sağladığını ve kazanımlardaki ifadelerin yeterince açık, anlaşılır ve tutarlı olduğunu düşündükleri
(Özdemir, 2006; Bulut, 2006; Gündoğar, 2006; Ateş ve Akdağ, 2006) tespit edilmiştir. Yine Şahin,
Turan ve Apak (2005) yapmış oldukları bir araştırmada, yeni fen ve teknoloji programının amaç ve
kazanımlarının yapılandırmacı eğitim anlayışındaki amaç ve kazanımlarla uyumlu olduğunu ve
öğretmenler tarafından uygulamada da yüksek düzeyde başarılabildiğini ifade etmişlerdir.
Ders kitaplarının bu amaçları karşılamada yeterli olup olmadığını ele alan soruya verilen cevaplar
değerlendirildiğinde öğretmenlerin bir kısmı karşıladığını, diğer yarısı ise kısmen karşıladığını
düşünmektedir. Öğretim programının amaçları karşılamada yetersiz olduğunu düşünen öğretmenler
olmasına rağmen ders kitaplarının amaçları karşılamada daha başarılı olduğu ileri sürülmüştür. F
öğretmenin, “ders kitapları müfredata uygun ancak müfredat fenin amacına uygun değil” görüşünden
temel sorunun öğretim programından kaynaklandığı söylenebilir. Bu bakımdan öğretmenlere göre ders
kitapları ve diğer yayınlar bağlamında pek sorunun bulunmadığı, kitaplarda yeterli içeriğin (deneyler,
etkinlikler vb.) yer aldığı ancak programın yazılı materyallerin gerisinde içeriğe sahip olduğu ileri
sürülebilir. Buna karşın Önen ve diğerleri (2011) tarafından yürütülen çalışmada öğretmenler, gerek
yapılandırmacı öğrenme anlayışının uygulanabilirliği, gerekse kitapların yeterliğine ilişkin çeşitli
eksikliklerin olduğunu belirtmişlerdir. Benzer sonuçlar Çınar, Teyfur ve Teyfur’un (2006) yapmış
oldukları araştırmada da tespit edilmiştir.
Öğrencilerin bu amaçlardan yeteri kadar haberdar olup olmadığının değerlendirildiği soruda
öğretmenlerin neredeyse tümü öğrencilerin amaçlardan haberdar olmadığını düşünmüştür. Öğretmenler,
sistem gereğince öğrencilerde fen ve teknoloji dersine yönelik genel amaçlar konusunda farkındalık
oluşturulmak istense de uygulanan prosedürlerin buna izin vermediğini zira öğrenciler tarafından fen
derslerinin sadece SBS (Seviye Belirleme Sınavı) sınavlarına hazırlık basamağı olarak düşünüldüğünü
ifade etmişlerdir. Buna dayanarak öğrencilerin amaçlardan haberdar edilmesinin gerekliliği ileri
sürülebilir. Yurdakul’un (2004) araştırmasına göre öğrenmenin sorumluluğu öğrencidedir. Öğrenme-
öğretme süreci gerçek yaşamla ilişkilidir. Hoşgörür’e (2002) göre ise öğretmen rehberlik rolünü
üstlenerek bir bakıma öğrenmeyi kolaylaştırmaktadır. Buluş’un (2009) yapmış olduğu araştırmada da
yapılandırmacı anlayışın uygulanabilmesi için okulların fiziki şartlarının düzenlenmesinin,
öğretmenlerin ve öğrencilerin hazır olmasının, sınav tipinin değiştirilmesinin gerekliliği vurgulanmıştır.
Sınıfta ve laboratuvarda kullanılan araç-gereçlerin öğrenenlerin bu amaçları kazanmasında yeterli
olup olmadığını ele alan bulgulara bakıldığında görüşme verilerine göre öğretmenlerin yarısı yeterli
olduğunu, diğer yarısının ise yeterli olmadığını düşündükleri görülmüştür. Buna karşın yeterli olduğunu
düşünen öğretmenler ise araç-gereçlerle desteklenmiş etkinliklerin öğrencilerin kendisi tarafından
Selami YANGIN, Mustafa Sinan KARASU 88
yürütülmediğini, bu nedenle istenilen amaca yine ulaşamadıklarını belirtmişlerdir. Öğretmenlerin bu
düşüncelerinden hareketle araç-gereç konusunda sıkıntı olmasa dahi öğrencilerin bu araç-gereçleri
bilinçli olarak kullanmaktan uzak oldukları söylenebilir. Doğan (2010) tarafından yürütülen çalışmada
elde edilen sonuçlara göre fen ve teknoloji öğretmenleri; etkinliklerin uygulanması için zamanın yetersiz
olmasını, Bakanlığın konuları belirlemesini, velilerin öğrencilerin çalışmalarıyla ilgilenmemelerini,
sınıfların kalabalıklığını, laboratuvarların, sınıfların fiziki durumunun ve kütüphanelerin yetersizliğini
önemli sorunlar olarak görmüşlerdir.
Yapılandırmacı öğrenme anlayışı, sınıfta değişik yerleşim düzenlerinin uygulanmasını ve okulun
her yerinden yararlanılmasını gerektiren bir yaklaşımdır. Etkinliklerin sınıf dışına taşmasını bu bağlamda
laboratuvar, okul bahçesi vb. farklı alanlardan yararlanılmasını gerektirmektedir. Yaşar (1998)’a göre
yapılandırmacı sınıflar, öğrencilerin zengin öğrenme yaşantıları geçirmelerine olanak sağlayacak bir
şekilde düzenlenir. Brooks ve Brooks’a (1999) göre, bu sınıflarda öğrenciler, genellikle gruplar halinde
çalışırlar. Yurdakul’un (2004) yaptığı araştırmada da benzer sonuçlara varılmıştır. Yapılandırmacı
öğrenme anlayışının uygulandığı fiziksel ortam teknoloji, kaynak ve materyal zenginliği; geniş ve rahat
yapısıyla kullanışlı bir öğrenme çevresidir. Bu ortam öğrenme becerilerinin ortaya çıkmasını önemli
ölçüde etkilemektedir. Dolayısıyla bu uygulamaların öğrencilerin bireysel ve grup çalışmalarına olanak
sağlayacak bir sınıf düzenlemesini gerektirdiği söylenebilir.
Fen ve teknoloji dersi esnasında hangi yöntem ve tekniklerinin kullanıldığı sorusu ele alındığında
öğretmenlerin çoğunlukla düz anlatım yöntemini uyguladıkları, bunun yanında soru-cevap ve problem
çözme yöntemlerini de sıklıkla kullandıkları belirlenmiştir. Ayrıca öğretmenler fen ve teknoloji dersinde
deney, buluş, tartışma, beyin fırtınası, poster hazırlama ve kavram haritası gibi yöntem ve teknikleri de
kullandıklarını ileri sürmüşlerdir. Buna karşın video-kayıt bulguları bu görüşleri yeterince
desteklememektedir. Dolayısıyla öğrenciyi merkeze alan yapılandırmacı anlayışa uygun yöntem ve
tekniklerin kullanımının yetersizliği uygulamanın başarısız olabileceği sonucunu doğurabilir. Yılmaz
(2006) tarafından yürütülen tez çalışmasında öğretmenlerin genel olarak sınıflarda yapılandırmacı
öğrenme ortamları oluşturdukları görülmüştür. Ancak özellikle yapılandırmacı öğrenmenin kavramsal
çelişkiler ve materyaller ile kaynakların çözüme götürmeyi amaçlaması boyutlarında öğretmenlerin
kısmen yapılandırmacı öğrenme ortamı düzenledikleri bulunmuştur. Ayrıca, yapılandırmacı öğrenme
ortamı düzenleme açısından cinsiyete göre bir farklılık olmadığı ve deneyimin yapılandırmacı öğrenme
ortamı düzenleme açısından bir farklılık yaratmadığı sonucuna varılmıştır. Buna karşın Erdoğan (2007)
ise araştırmasında, öğretmenlerin eski programda daha çok soru-cevap yöntemlerini kullandıklarını, yeni
program ile öğrenci merkezli yöntemler kullandıklarını vurgulamıştır.
Uygulanacak öğretim yöntem ve tekniklerinin belirlenmesinde hangi öğelerin göz önünde
bulundurulduğu değerlendirildiğinde öncelikle konu/tema veya içeriğin özelliği ardından öğrencilerin
seviyelerinin dikkate alındığı ifade edilmiştir. Bunun yanında bir öğretmen ise kullandığı yöntem ve
tekniği belirlerken kendi ruhsal ve sağlık durumunun belirleyici etken olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca
zaman ve öğrenci sayısı gibi etkenler de dikkate alınabilmektedir. Demir ve Şahin (2009) tarafından
yapılan araştırmada yapılandırmacılık yaklaşımının amacına ulaşması için sınıftaki ideal öğrenci
sayısının 20-25 arasında olması gerekmektedir. Ayrıca aynı çalışmada öğretmenlerin okullardaki ve
sınıflardaki fiziki şartların yapılandırmacılığın uygulamasına uygun olmadığı görüşünde oldukları
belirlenmiştir. Buna karşın bu çalışmada yöntem ve tekniklerin belirlenmesinde öğretmenler tarafından
kazanımların hiç dile getirilmediği görülmüştür. Kazanımların yapılandırmacı anlayışın uygulanması
sırasında en az konu/tema ve öğrenciler kadar önemli olduğu söylenebilir. Zira öğrenme ortamlarının
tasarımı, kazanımın yapısına ve öğrenenin süreç sonunda neyi edineceğine göre farklılık gösterebilir.
Uygulanan öğretim yöntem ve tekniklere yönelik bilişsel anlayışların kazanılmasında hangi
kaynaklardan yararlanıldığı ele alındığında elde edilen görüşme verilerine göre öğretmenlerin
çoğunluğunun bilgilerini üniversite eğitimleri sırasında edindikleri ortaya çıkmıştır. Buna karşın
öğretmenlerin yine büyük kısmı yapılandırmacı öğrenme anlayışının gerektirdiği öğrenen merkezli
yöntem ve teknikleri konusundaki donanımlarını seminer ve hizmet içi eğitimler sırasında edindikleri
ileri sürmüşlerdir. Öğretmenlerin bir kısmı da yöntemler ve teknikler konusundaki anlayışlarını ilgili
dokümanları okuyarak geliştirmektedirler. Bu bağlamda öğretmenlerin öğretim yöntem ve teknikleri
konusunda edinimlerinin devamlı olarak gelişim gösterdiği ve eğitimin bir süreç şeklinde devam
etmesinin öğretmenlerin meslek hayatı boyunca katkı sağladığı söylenebilir. Mertoğlu (2011), fen ve
teknoloji öğretmenlerinin büyük bir çoğunluğunun yapılandırmacılığı uyguladığını ve yapılandırmacı
anlayışla ilgili eğitim aldıklarını belirtmiştir. Buna rağmen öğretmenlerin çoğu aldıkları eğitimi yetersiz
görmekte ve yapılandırmacı anlayışla ilgili hizmet içi eğitime ihtiyaç duymaktadır. Ayrıca öğretmenler
yapılandırmacı uygulamada kullanılan yöntem ve tekniklerin çoğunu bildiklerini ifade etmiştir.
Fen ve Teknoloji Öğretmenlerinin Yapılandırmacı Öğrenme Uygulamaları… 89
Yöntem ve tekniklerin sınıf içinde uygulanışları hakkında doğru bilgilere sahip olduklarına ilişkin
inançları sorguladığında görüşme verilerine göre öğretmenlerin yarısı öğretim yöntem ve tekniklerinin
sınıf içinde uygulanışına ilişkin doğru bilgilere, geri kalanı da kısmen doğru bilgilere sahip olduklarını
düşünmektedirler. Öğretmenler arasında yöntem ve teknikleri doğru biçimde kullandığını düşünenler, bu
durumun nedenini istenilen sonuca etkili biçimde ulaşmaya bağlamışlardır. Bu bağlamda yöntem ve
teknikler konusunda doğru bilgilere sahip olmanın yapılandırmacı anlayışın öğrenme ortamı
uygulamalarında öğrenciler üzerinde istendik yönde etkili biçimde sonuçları ortaya çıkarmada önemli bir
faktör olduğu söylenebilir. Özenç (2009) tarafından yapılan tez çalışmasında sınıf öğretmenleri,
kendilerini yapılandırmacı öğrenme anlayışını uygulamada yeterli algılamışlardır. Ayrıca öğretimi
planlama, öğretim süreci, ölçme ve değerlendirme ile ilgili alt boyutlarda da yeterli görmüşlerdir.
Kullanılan yöntem ve tekniklerin olumlu ve olumsuz yönlerine yönelik düşünceler ele
alındığında; olumlu yönler, eğlenceli, akılda kalıcı, öğrenmeyi kolaylaştırıcı ve aktif katılımı sağlama,
olumsuz yönler ise zaman, sınıf yönetiminin zorlaşması, isteksizlik ve sıkılma olarak ileri sürülmüştür.
Yöntem ve tekniklerin kullanımı sırasında mutlaka olumlu yönleri olduğu kadar bazı durumlarda
olumsuz yönlerinin de ortaya çıkması olağan görülebilir. Bozdoğan ve Altunçekiç (2007) ile Metin ve
Özmen (2009) tarafından yapılan çalışmalarda da yapılandırmacı öğrenmenin uygulamadaki olumsuz
özellikleri olarak malzeme sıkıntısının yaşanması, sınıf hâkimiyetinin ve düzenin sağlanamaması
şeklinde ifade edilmiştir. Ayrıca Keser (2003) yapılandırmacı yaklaşımı uygulayabilmede gerekli
unsurlardan biri olan öğrenme ortamının (araç-gereç, materyal, uygun mekân vb.) sağlanamamasının
uygulamalarda aksaklığa neden olabileceğini vurgulamıştır. Bunun yanında Saydam (2009) çalışmasında
öğretmenlerin yapılandırmacı yaklaşımın öğretimde kısmen uygulandığına ilişkin görüş bildirdiklerini
ve yapılandırmacı yaklaşıma ilişkin tutumlarının olumlu olduğu sonucuna varmıştır.
Sınıfta kullanılan bir öğretim yöntem veya tekniğin uygulanışını sistematik olarak özetlemesi
istendiğinde aynı yöntemi kullandıklarını ifade eden A ve C öğretmenin yöntemi farklı şekillerde
uyguladıkları görülmüştür. Bir yöntemin uygulamaya konuluş biçimine teknik adı verilmektedir.
Yöntemin uygulama biçiminin sınıf koşulları, zaman, öğrenci ve öğretmen faktörlerinden etkilendiği ve
bunlara bağlı olarak şekillendiği söylenebilir.
“Öğretmen merkezli” anlayıştan “öğrenen merkezli” anlayışa geçişin sağlanıp sağlanmadığı ve
bu konudaki zorlukların neler olduğunun belirlenmek istendiği soruda, öğretmenlerin büyük çoğunluğu
programın hedeflediği anlayış değişikliğini sağlayamadıklarını ileri sürmüştür. Geçişi tam olarak
sağlayabildiğine inanan sadece bir öğretmenin (A) olduğu belirlenmiştir. Geçişin yeterli biçimde
sağlanamadığını düşünen öğretmenler sorunun öğrencilerden kaynakladığını ifade etmişlerdir. Ayrıca
öğrenme ortamlarına bağlı olarak alt yapı eksikliği ve çevre koşullarının yetersiz olduğunu da
belirtmişlerdir. Öğrenen merkezli anlayışa geçişin etkili ve anlamlı bir şekilde sağlanmasında
öğretmenlere verilen hizmet içi eğitimlerin yanı sıra öğrencilere de bu konuda bilgilendirme yapılması
gerekliliğinin bulunduğu ileri sürülebilir. Akar ve Yıldırım (2004) tarafından yapılandırmacı yaklaşım
ile ilgili yapılan araştırmanın bulgularına göre geleneksel öğretim yöntemlerinden yapılandırmacı
öğretim ortamlarına geçmenin çok da kolay bir süreç olmadığını, motivasyon ve öğrenmeye katkı
sağladığı anlaşıldığı halde, bunun öğretmenlere yükümlükler getirdiği görülmüştür. Benzer bir yorumun
bu araştırmanın bulgularına yönelik de yapılabileceği söylenebilir. Çünkü yapılandırmacı öğrenme
anlayışına yönelik öğretmenlerin tutumları olumlu olduğu halde, yapılandırmacılığın kısmen
uygulanabildiğine yönelik bir görüş birliği hâkimdir. Bu durum yapılandırmacı anlayışı temele alan
öğretimin süreç içinde uygulanırken sıkıntı yaşandığı, kolay bir geçiş dönemi olmadığı ve bir öğretim
programının uygulayıcısı olarak öğretmenlerin sorumluluklarının aslında çok yoğun olduğu şeklinde
yorumlanabilir. Yalın Uçar (2008) yapılandırmacı öğrenme yaklaşımına ilişkin öğretmen ve
yöneticilerin görüşlerini ele aldığı araştırmasında eğitim programının uygulanma sürecinde karşılaşılan
problemlerin giderilmesi için, öncelikle uygulanmakta olan eğitim programına ilişkin ülke çapında
bilimsel bir problem analizinin yapılması ve yapılandırmacı öğrenme yaklaşımını oluşturan öğelerin bir
bütün olarak tüm eğitimciler tarafından nitelikli hizmet içi eğitimler yoluyla anlaşılmasının sağlanması
gerektiğini belirtmiştir. Yıldırım ve Dönmez (2008) tarafından yapılan araştırmada da öğretmenlere
sürece yayılmış ve sürekliliği olan bir hizmet içi eğitim verilmesi gerektiği vurgusu yapılmıştır.
“Öğrenen merkezli” anlayışa geçişin sağlanmasında en çok hangi etmenlerin zorladığına ilişkin
düşünceler ele alındığında, araç-gereç, öğrenci (dersi amacından uzaklaştırmaya çalışma, ilgi azlığı,
öğrenmeye karşı güdülenme yetersizliği, sorumsuz davranma, etkinlikleri oyun olarak algılama, derse
hazır olmama vb.), velinin olumsuz bakışı, konu (içerik) fazlalığı, bilgi yoğunluğu, zaman yetersizliği ve
programın içeriği ile amacının tutarsızlığı gibi öğeler ifade edilmiştir. Bu etmenlerin en başında öğrenci
faktörü olduğu belirlenmiştir. Bu bağlamda öğrencilerin yeni yaklaşımdaki öğrenen rolüne yeterince
Selami YANGIN, Mustafa Sinan KARASU 90
uyum sağlayamadıkları ve bundan dolayı öğretmenlerin yapılandırmacı anlayışı uygularken zorlandıkları
söylenebilir. Öğrenenlerin bu değişimi fark etmeleri ile ilgili olarak görüşme yapılan altı öğretmenden
sadece ikisi öğrenen bireylerin bu değişimi fark ettiklerini düşünmektedir. Buna karşın öğretmenlerin
büyük kısmı öğrenenlerin değişimin farkında olmadığını ileri sürmüştür. Öğrenenlerin öğrenme
ortamında uygulanan işlemlerle birlikte yeni anlayışı sembolleyen geçişe ilişkin farkındalığının bu denli
düşük olduğu bir durumda yaklaşımın başarılı olmasının zor olabileceği söylenebilir.
Öğrenenlerin bu değişimi fark etmelerine yönelik karşılaşılan sorunların üstesinden gelmek için
yapılan prosedürler hakkında öğretmenlerin farklı yollar takip ettikleri belirlenmiştir. Görüşme verilerine
göre öğretmenler, problemlerin çözümünü zamana bırakmalarının yanında, ana amaçla yan amaçları
belirgin bir şekilde ayırmaya çalışıp öğrencileri sınav stresine karşı rahatlatmaya çalıştıklarını, farklı
yöntemler ve görseller kullandıklarını, yönlendirici sorularla istenilen sonuca ulaşmayı sağladıklarını,
kendilerini geliştirmek için hizmet içi kurslara katıldıklarını ve deneyimli meslektaşlarından öneriler
aldıklarını ileri sürmüşlerdir. Bu bağlamda uygulanan yollardan başarılı olunan prosedürlerin
öğretmenler arasında zümrelerde ve hizmet içi eğitimlerde aktarılması ve paylaşılması zorlukları
aşamayan öğretmenlere yardımcı açıklamalar sunabilir. Bu amaçla Özdemir (2005), yapmış olduğu
araştırmada yeni programla ilgili hizmet içi eğitim alan öğretmenlerin kendilerini hizmet içi eğitim
almayan öğretmenlere göre daha yeterli hissettiklerini ortaya koymuştur.
Yeni (2005) öğretim programı uygulanırken diğer öğretmenlerle işbirliği yapılmasına yönelik
olarak fen ve teknoloji öğretmenlerinin tamamının diğer öğretmenlerle işbirliği yaptığı belirlenmiştir.
Özellikle teknoloji ve tasarım, matematik, Türkçe ve resim öğretmenleri ile paylaşımlarda
bulunulmaktadır. Öğretmenlerin farklı branşlarda olmasına rağmen birbirleri ile devamlı olarak işbirliği
içerisinde olduğu söylenebilir. Bu kapsamda en çok hangi branştaki öğretmenlerle işbirliği yapıldığına
ilişkin görüşler ele alındığında önceki soruya ilişkin verilen cevapları destekler yönde öğretmenlerin en
çok matematik, ardından teknoloji ve tasarım dersi öğretmenleriyle işbirliğine gittikleri belirlenmiştir.
Fen ve teknoloji dersinin matematik dersiyle konu (içerik) ve amaç (düşünme becerileri, problem çözme
becerileri vb.) bakımından yakın ilişkisinin öğretmenler arası işbirliğine de yansıdığı söylenebilir.
Diğer alandaki öğretmenlerin fen ve teknoloji öğretmenlerinden ne tür yardımlar istediği ele
alındığında genellikle fen ve teknoloji konu sırasının bilgilendirilmesi, ders etkinlikleri, laboratuvar
malzemelerinin kullanımı ve Türkçe dersi yazılı dokümanlarında yer alan okuma parçalarında geçen
kavramların anlamı üzerine olmaktadır. Öğretmenlerden istenen yardımlara bakıldığında sınıf
öğretmenleri ve diğer branş öğretmenlerinin yapılandırmacı anlayışın başarılı biçimde uygulanmasında
fen ve teknoloji öğretmenleri ile ilişkilerinin azımsanamayacak ölçüde olduğu söylenebilir. Bu bağlamda
son zamanlarda hangi öğretmenden ne tür bir yardım alındığına ilişkin görüşlere bakıldığında
öğretmenlerin yarısı sindirim sistemi modeli/maketi yapabilmek için teknoloji tasarım öğretmeninden
yardım aldıklarını belirtmişlerdir. Bunun yanı sıra diğer öğretmenler matematikle ilişkili konuların
(örneğin, sürat, hız, basit makineler vb.) seviyeye uygun anlatılması konusunda matematik
öğretmenlerinden yardım aldıklarını söylemişlerdir. Bu sonuçlara bağlı olarak durum, öğretmenlerin
aslında benzer içerikler ya da kazanımların öğrenenlere kazandırılmasında benzer sorunlarla
karşılaşabildikleri ve bu sorunları benzer çözüm yollarıyla aşabildikleri şeklinde yorumlanabilir.
“Fen Bilgisi” dersine teknoloji boyutu eklenerek ders adının “Fen ve Teknoloji” olarak
değiştirilmesi hakkında öğretmenlerin düşüncelerine bakıldığında fen bilgisi dersinin adının fen ve
teknoloji olarak değişimiyle beraber öğrenme ortamında da değişimler olduğu ileri sürülmüştür.
Öğrencilerin fene yönelik bakış açısının değiştiğine inanan öğretmenler, ayrıca eski anlayışa göre daha
fazla el becerisi ve teknolojik bakımdan daha aktif olacakları durumlara yöneldiklerini belirtmişlerdir.
Bununla beraber bu değişimin hem olumlu hem de olumsuz yönleri bulunabilmektedir. Zira bir
öğretmene göre öğretici ders boyunca/her derste sürekli olarak bilgisayar kullanıyorsa bu durumun
öğrenenlerin ilgisini dağıtıp sıkıcı olabileceğini, bu nedenle yeri geldikçe teknolojinin kullanılmasının
dersi daha verimli ve ilgi çekici hale getirdiği için önemli olduğunu söylemiştir. Ayrıca bu anlayışla
beraber içeriğin günlük yaşamla daha fazla ilişkilendirildiğini düşünen öğretmenler de bulunmaktadır.
Bu bağlamda dersin sadece isim olarak değiştiğini düşünen öğretmenler olabildiği gibi dersin isminin
değişmesinin içeriğine daha uygun olduğunu belirten öğretmenler de belirlenmiştir. Gömleksiz ve Bulut
(2007) yaptıkları araştırmada öğretmenlerin % 90’ının yeni Fen ve Teknoloji Dersi Öğretim Programı
(FTDÖP)’nın öğrencileri daha araştırmacı, sorgulayıcı bireyler haline getirdiğini ve yeni program ile
bilimsel düşünebilen, muhakeme eden öğrencilerin sayısının arttığını belirtmiştir.
Program değişikliğinin ne gibi değişiklikler getirdiğine yönelik düşünceler ele alındığında
öğretmenler yeni anlayışın öğrenme ortamına gelişi ve bu anlayışa bağlı uygulamaların değişimi ile
Fen ve Teknoloji Öğretmenlerinin Yapılandırmacı Öğrenme Uygulamaları… 91
beraber konuların somutlaştığını ve güncelleştiğini, teknoloji kullanımının (bilgisayar ve internet,
projeksiyon cihazı gibi) yaygınlaştığını ve dersin günlük hayatla daha fazla ilişkilendirildiğini
belirtmişlerdir. Fen dersinin aslında günlük hayatla ilişkisinin teknoloji ile sağladığı söylenebilir. Bunun
yanında görüşme yapılan öğretmenler içerisinde yeni anlayışın getirdiği değişimin önemli bir şey
oluşturmadığını düşünenler de vardır. Bu bağlamda yapılandırmacı anlayışa dayalı öğrenme ortamının
sınıf atmosferini önemli düzeyde değiştirdiği düşünülmekle birlikte hiçbir şeyin değişmediğini öngören
öğretmenler de bulunabilmektedir. Bundan dolayı öğretmenlerin eski ve yeni anlayışa dayalı öğrenme
ortamlarında farklılaşan öğeler yönünden bilgilendirilmesine gerek duyulabileceği söylenebilir. Erdoğan
(2007), araştırmasında öğretmenlerin eski fen dersi programının teorik ağırlıklı, günlük yaşamdan uzak
olduğunu ve programda soyut bilgilerin yer aldığını vurgularken; yeni fen ve teknoloji dersinin
konularının kolay, anlaşılır, somut, gerçek yaşam ile ilişkili ve öğrencilerin gelişim düzeylerine uygun
bir şekilde yeniden düzenlendiğini ileri sürmüştür.
Ders kitapları ve laboratuvarlar açısından değişim değerlendirildiğinde öğretmenler farklı bakış
açılarına dayanarak değişimi irdelemişlerdir. Ders kitaplarının sorgulayıcı ve sorgulayan bireyi
pekiştirmek için teknolojik araç-gereç kullanmaya daha çok teşvik ettiğini belirten öğretmenler, ayrıca
etkinlik ve bölüm sayısının arttığını bu yüzden zaman yetersizliğinin önemli bir problem olarak öne
çıktığını ileri sürmüşlerdir. Laboratuvarlar ile ilgili görüşlere bakıldığında ise ders kitaplarının aksine
çok fazla değişiklik olduğu düşünülmemektedir. Deney sayısının arttığı, deneylerin günlük yaşama daha
yakın hale getirildiği, günlük hayatta kullanılan bazı araç-gereçlerin laboratuvarlarda daha sık
kullanıldığı, internet gibi yoğun bilgi sahasından yararlanılarak yapılamayan deneylerin rahatlıkla
yapılabilmesinin sağlandığı ve laboratuvar zorunluluğunun ortadan kaldırıldığı ifade edilmiştir. Bu
bağlamda ders kitaplarının ham bilgilerden sıyrılarak öğrencileri sorgulamaya yönlendiren ve
öğrendiklerimizin hayatımızın neresinde yer aldığını görmede yol gösterici nitelikte görsel özelliklere
sahip oldukları, laboratuvarların ise fen derslerinin amaçlarına uygun biçimde yapılandırmacı anlayışa
dayalı revize edilmesi gerektiği söylenebilir. Erdoğan (2007) araştırmasında, geçen senelerde sınıfta
yapılan aktivitelerin yeni program ile uygulamalı olarak laboratuvarda yapılmaya başlandığını ileri
sürmüştür. Öğretmenler aynı zamanda grup çalışmaları ile sınıf içindeki öğretmen-öğrenci ve öğrenci-
öğrenci arasındaki iletişimin arttığını ileri sürmüştür. Bununla beraber, bu tez çalışmasının gözlem
bulguları ele alındığında bazı okullarda fen ve teknoloji için ayrı bir derslik tasarlanmasına rağmen
laboratuvar malzemelerinin bu dersliklere dâhil edilmediği, bu nedenle deneysel aktivitelerin yapılacağı
durumlarda gerekli malzemelerin laboratuvarlardan bu dersliğe taşındığı belirlenmiştir. Araç-gereçlerin
dersliğe aktarılması öğretmenlere güç gelebildiğinden zaman zaman laboratuvar etkinliğinden
vazgeçerek sadece demonstrasyon (gösteri) yöntemi ile konuyu öğrencilere aktardıkları izlenmiştir.
Öğretim uygulamaları açısından değişen öğeler incelendiğinde öğretmenlerin çoğunluğu gözle
görülür değişim olduğunu ifade etmişlerdir. Yapılandırmacı anlayışa dayalı öğrenme ortamlarında bilgi
yoğunluğunun azaltıldığı, öğrencilerin aktif oldukları etkinliklere yönlendirildiği, klasik dinlemeden
kurtuldukları, kullanılan görselliğin ve kalıcılığın arttığı, bilgi paylaşımının yerel düzeyden ziyade
Türkiye genelinde sağlandığı, içeriğin günlük hayatla daha çok ilişkilendirildiği öğretim yöntem ve
tekniklerinin uygulanması ile değişimin gerçekleştiği ifade edilmiştir. Bu kapsamda öğretim
uygulamalarının kapsamının genişleyerek her yere ulaşabildiği ve farklı uygulamalara rahatlıkla
aktarılabildiği söylenebilir. Buna karşın öğretim uygulamalarında bir şey değiştiğini düşünmeyen
öğretmenler de bulunabilmektedir. Diğer taraftan Erdoğan’a (2007) göre öğretmenler, yeni programın
olumlu yanını öğrenciye yaparak-yaşayarak öğrenme fırsatı sağlaması olarak görmüşlerdir.
Öğretmenlere göre uygulama olanaklarının sağlanması, teorik bilginin gerçek yaşam ile
ilişkilendirilmesi, öğrenme sürecinin öğrenciye kalıcı bilgi sağlaması, öğrencilerin öğrenme sürecine
aktif bir şekilde katılımının sağlanması ve sınıf içinde etkili bir iletişimin gerçekleşmesi programın diğer
güçlü yanlarıdır.
Yapılandırmacı öğrenme anlayışı uygulamalarında, sınıflarda sıklıkla hangi istenmeyen
durumlarla karşılaşıldığına yönelik düşünceler ele alındığında öğretmenlerin çoğu öğrencilerin kendi
arasında konuşmasını belirtmiştir. Bunun yanı sıra öğrencilerin derse ilgilerinin azalması,
sorumluluklarını yerine getirmemeleri ve sınıf yönetiminin zorlaşması da istenmeyen durum olarak ileri
sürülmüştür. Bu bağlamda ileri sürülen faktörler arasında korelasyon kurulabilir. Zira yapılandırmacı
anlayış öğrenenlerin aktif olmasını, yaparak yaşayarak öğrenmesini gerektirmektedir. Bu amaçla
öğrencilerin birbirleriyle iletişim kurmaları, bilgi paylaşımında bulunmaları ve işbirlikçi çalışmalar
yürütmeleri sınıf ortamında öğretmenin oluşmasını arzu etmeyeceği gürültüye sebep olabilir. Bundan
dolayı görüşmede bulunulan öğretmenlerin ileri sürdüğü öğrenciler arasında konuşmaların gerçekleşmesi
öğrencilerin öğrenmek istemelerinin bir yansıması olarak düşünülebilir. Bu gürültüyü keserek derse
Selami YANGIN, Mustafa Sinan KARASU 92
devam etmek isteyen bir öğretmen öğrencilerin derse yönelik motivasyonunu ve tutumunu olumsuz
yönde etkileyebilir. Bu nedenle bu faktörler (ilgi azlığı, sorumluluğunu yerine getirmemesi ve gürültü)
üzerine yorum yapmak için farklı verilere ihtiyaç duyulduğu belirtilebilir.
Sınıflarda istenmeyen durumlarla karşılaşıldığında öğretmenlerin uyguladıkları müdahalelere
bakıldığında öğretmenlerin yarısının öğrenme ortamı içerisinde karşılaştıkları sorunları çözmede
öncelikle konuyu merkeze aldıkları belirlenmiştir. Bununla beraber farklı görseller kullanarak ve
deneyler yaptırarak öğrencilerin dikkatini tekrar konuya çekmeye çalışan öğretmenler de bulunmaktadır.
Ayrıca beden dili, sözlü iletişim ve olumsuz pekiştireç kullanma yoluyla sınıf ortamını disipline ederek
öğrencilerin dikkatinin öğrenilen konuya çekilmeye çalışıldığı da belirtilmiştir. Bu kapsamda öğrenenin
merkezde olduğu yaklaşımda öğretmenin müdahale tarzının çok kısıtlı olduğu, bundan dolayı sınıf
ortamında istenmeyen problemlerin çözümünün güçleştiği söylenebilir.
Yapılandırmacı öğrenme anlayışının sınıf içindeki uygulanması ile istenmeyen davranışlar
arasında bir bağlantının olup olmadığına ilişkin ileri sürülen fikirler değerlendirildiğinde öğretmenlerin
tümü yapılandırmacılık ile sınıf içi istenmeyen davranışlar arasında bir bağ olduğuna inanmaktadır.
Bunun nedenleri arasında öğrencilerin yeni yaklaşımı serbestlik olarak algılaması ve derse hazır olarak
gelmemesi gösterilmiştir. Yapılandırmacı anlayışın üzerinde inşa edildiği olguların öğrencilere etkili
biçimde yansıtılmamasından ötürü öğrenen bireylerin kendi üzerine düşen sorumluluğu bilmemeleri
veya yerine getirmemeleri istenmeyen sınıf içi davranışların ortaya çıkmasına neden olduğu ileri
sürülebilir.
Öğrenme ortamında istenmeyen davranışların hangi değişkenlere göre farklılık gösterdiği ele
alındığında öğretmenler konu (içerik) ve öğrenim görülen sınıf düzeyi olarak ifade etmişlerdir. Bunun
yanı sıra uygulanan öğretim yöntem ve teknikleri ve öğrencilerin yapısının da bu değişkenler arasında
yer aldığı görülmektedir. Bu bağlamda istenmeyen davranışların azaltılması için sınıf düzeyi ve konuya
uygun öğrenme-öğretme yöntem ve tekniklerinin seçilmesi gerektiği söylenebilir.
Yapılandırmacı öğrenme anlayışının uygulandığı fen ve teknoloji dersinin değerlendirmesinde
karşılaşılan zorluklar/sorunlar ile ilgili olarak öğretmenler klasik değerlendirme yöntemlerine karşın
yapılandırmacılığın öğrenen merkezli, süreç temelli performansı dikkate alan alternatif ölçme ve
değerlendirme araçlarının kullanılmasını gerektirmesi olarak belirtmişlerdir. Tüm değerlendirme
araçlarını kullanmak zaman açısından sıkıntılara yol açabilmektedir. Bunun yanında öğrenci sayısının
fazlalığı bu yaklaşımın gerektirdiği değerlendirmeyi kısıtlayan faktörlerden biri olarak düşünülmektedir.
Ayrıca öğretmenlerin öğrenen merkezli anlayışa dayalı uygulamaların değerlendirilmesi konusunda
yeterli bilgiye sahip olmadığı, bu amaçla katılım gösterilen seminerlerin de konu ile ilgili yeterlilikleri
etkili biçimde kazandıramadığı ifade edilmiştir. Bu kapsamda ölçme ve değerlendirmenin
yapılandırmacılığın önemli aşamalarından biri olduğu düşünülürse programda buna ayrılan zamanın ve
konu hakkındaki bilgilendirmenin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği söylenebilir.
Fen ve teknoloji derslerinde kullanılan ölçme-değerlendirme araçlarına bakıldığında
öğretmenlerin tamamının birden fazla sayıda ölçme aracı kullandığı ileri sürülmüştür. Görüşme verileri
içerisinde benzer biçimde dikkate alınan cevaplar, proje ve performans görevleri, klasik testler ve boşluk
doldurma türü testler olarak belirlenmiştir. Bunun yanında yapılandırılmış grid, doğru-yanlış, eşleştirme,
kavram haritası, dallanmış ağaç, kompozisyon ya da hikâye yazdırma, şiir yazdırma gibi teknikleri
kullanan öğretmenlerin de olduğu bulunmuştur. Buna göre yapılandırmacı anlayışın en önemli
ayaklarından kabul edilen değerlendirmenin sürece yayılması konusunda öğretmenlerin sıkça
kullandıkları ölçme araçlarının bu anlayışı temsil ettiği söylenebilir. Buna karşın Bednarski (1997)
yaptığı çalışmasında öğretmenlerin yapılandırmacı düşünceye sahip olduklarını, ancak kullandıkları
değerlendirme biçimleri ile bunu yansıtmadıklarını belirtmiştir (Akt. Dündar, 2008). Yapıcı ve
Demirdelen (2007) tarafından yapılan çalışmada, öğretmenler eski ve klasik ölçme değerlendirme
alışkanlıklarına devam etmektedirler. Dindar ve Yangın (2007) öğretmenlerin temelde davranışçı
yaklaşımı bünyesinde barındıran amaçlara daha çok eğilim gösterdiklerini ve büyük çoğunluğun
uygulama sürecinde bazı sorunlar yaşadıklarını belirtmişlerdir.
Ölçme ve değerlendirme araçlarını kullanma sıklığı değerlendirildiğinde öğretmenlerin
yapılandırmacı anlayışın süreç değerlendirmesine verdiği önemle paralel olarak gerekli sıklıkta olduğu
söylenebilir. Zira proje ve performans ödevlerinin değerlendirilmesinin yanında dönem boyunca sıklıkla
ölçme ve değerlendirme yapılması öğrencilerin konu ile ilgili bilgi ve becerilerinin sürekli biçimde
izlendiği şeklinde yorumlanabilir. Buna karşın Çelikkaya, Karakuş ve Demirbaş (2010) tarafından
yürütülen çalışmada öğretmenlerin öğrenci başarısının belirlenmesinde, kendilerini daha yeterli olarak
gördükleri geleneksel ölçme değerlendirme araçlarını tercih ettikleri bulunmuştur. Aynı araştırmada en
Fen ve Teknoloji Öğretmenlerinin Yapılandırmacı Öğrenme Uygulamaları… 93
çok dikkati çeken unsurlardan biri ise yeni programla birlikte ölçme değerlendirme araçları içinde yer
alan proje ve onun tamamlayıcısı sayılan araştırma raporlarının kullanımında karşılaşılan sorunlardır.
Özellikle bilimsel süreç becerilerinin öğrenciye en çok kazandırıldığı proje geliştirme ve araştırma
raporu hazırlama evreleri, veli desteğinin az olması, öğrencilerin seviyelerinin proje hazırlama için
yetersiz olması, öğrenci isteksizliği ve maliyetin fazlalığı gibi karşılaşılan sorunlar yüzünden
öğretmenler tarafından nadiren kullanıldığı ileri sürülmüştür. Ercan ve Altun (2005) yapmış oldukları
araştırmada, öğretmenlerin alternatif değerlendirme tekniklerini uygulayabilirliği sorgulanmış ve
öğretmenlerin % 100’ünün bu tekniklerin hepsini her zaman kullanmadığı ortaya konulmuştur.
Ölçme ve değerlendirme araçlarının kullanımında yaşanan güçlüklerin üstesinden gelebilmek için
yapılan prosedürlere bakıldığında öğretmenlerin öğrenci seviyesine ve sayısına dikkat ederek sınavları
hazırladıkları belirtilmiştir. Öğretmenler öğrencilerin ilgilerini ve yeteneklerini de göz önünde
bulundurduklarını ifade etmişlerdir. Ayrıca ölçme araçlarının doğru yönde kullanılmasını içeren hizmet
içi eğitimlere katıldıklarını da ileri sürmüşlerdir. Bunun dışında öğretmenler boşluk doldurma, doğru-
yanlış, eşleştirme, açık uçlu sorular ve çoktan seçmeli soruların yanında performans ve proje ödevlerine
de ağırlık vererek çeşitliliği sağladıklarını bildirmişlerdir. Bu bağlamda öğretmenlerin ölçme ve
değerlendirme araçlarını kullanırken en başta dikkat ettikleri faktörü öğrencilerin demografik özellikleri
(ilgi, yetenek, seviye, sayı vb.) olarak ileri sürdükleri söylenebilir.
4.2. Öneriler
Bu araştırmanın sonuçlarına göre sunulan öneriler şunlardır:
4.2.1. Uygulamaya Yönelik Öneriler
1. Yapılandırmacılığın gerektirdiği alt yapının ivedilikle oluşturulması gerekmektedir. Tüm
okulların gerekli donanımlara kavuşturulması, araç-gereç desteğinin, laboratuvar imkânlarının ve
internet erişiminin sağlanması gerekmektedir. Bunun yanında yeterli araç-gereçlerle desteklenerek
oluşturulan fen ve teknoloji dersliği ile kapsamlı bir öğrenme-öğretme ortamı tasarımlanabilir.
2. Yılda iki kez ilçe genelinde yapılan branşların zümre çalışmalarında öğretmenlerin kendi
derslerinde yaptıkları çalışmaları sunmaları yönünde planlama yapılabilir.
3. Öğretmenlerin yapılandırmacı anlayışı derslerinde daha etkili uygulamaları için lisans
eğitimleri sırasında, uygulama boyutuna daha fazla zaman ve önem verilebilir.
4. Yapılandırmacı anlayış öğretmenlerin farklı öğretim yöntemlerini derste uygulayabilmesini
gerektirir. Öğretim yöntemlerinin derste etkili bir biçimde kullanılması, dersin etkililiği açısından
önemlidir. Öğretmenlere farklı öğretim yöntemlerine yönelik kapsamlı hizmet içi eğitimi verilebilir.
5. Yapılandırmacı öğrenme ortamı ve sınıf içi etkinlikleri düzenleme konusunda, çeşitli etkinlik
ve proje konularını kapsayan alanlarda öğretmenlere yardımcı kitaplar-yayınlar hazırlanabilir.
4.2.2. Yapılacak Araştırmalara Yönelik Öneriler
1. Bu araştırma sadece fen ve teknoloji dersi veren ortaokul 6, 7 ve 8. sınıf fen ve teknoloji branş
öğretmenleriyle yapılmıştır. Aynı araştırma ilkokul ve ortaokul programında bulunan diğer derslere
yönelik öğretmenlerle de yapılabilir. Yapılandırmacı anlayışın sadece fen ve teknoloji dersinde
kullanılmadığı düşünülerek diğer derslerde de benzer araştırmalar yürütülebilir.
2. Bu çalışma, devlet okullarında yapılmıştır. Farklı sosyo-ekonomik düzeyde öğrencilerin
bulunduğu okullarda da çalışmalar yürütülebilir.
3. Öğretmenlerin yapılandırmacı öğrenme uygulamalarını sınamayı amaçlayan ölçme araçları
geliştirme çalışması yapılabilir.
4. Araştırmada veri toplama aracı olarak “Mülakat Formu” ve “Gözlem Formları” kullanılmıştır.
Bu çalışma öğretmenlerin yapılandırmacı öğrenme ortamı düzenleme becerisini ölçen farklı bir ölçekle
ve diğer formlarla da yapılabilir.
5. Yapılandırmacı anlayış, Türkiye’de 2005-2006 eğitim-öğretim yılından beri uygulanmaktadır.
Yurt içinde ve yurt dışında bu konuyla ilgili pek çok araştırma bulunmaktadır. Fakat araştırmaların çoğu
yapılandırmacı anlayışın akademik başarıya etkisini araştıran veya mevcut durumu ortaya çıkarmaya
çalışan çalışmalardır. Hem mevcut durumu ortaya koyan hem de mevcut durumu iyileştirmek için
yapılanları inceleyecek kapsamlı bir meta-analiz çalışma yapılabilir.
6. Yapılandırmacı anlayışın gelişimini sağlamak ve eksiklerini tespit etmek için veli, öğrenci,
öğretmen ve idarecilere yönelik araştırmalar yürütülebilir.
Selami YANGIN, Mustafa Sinan KARASU 94
5. KAYNAKLAR
Acat, M. B., Anılan, H. ve Anagün, Ş. S. (2007). Yapılandırmacı öğrenme Ortamlarının
Düzenlenmesinde Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri. VI. Ulusal Sınıf Öğretmenliği
Sempozyumu, Eskişehir, 27-29 Nisan 2007, 479-484.
Akpınar, B. ve Aydın, K. (2007). Eğitimde Değişim ve Öğretmenlerin Değişim Algıları. Eğitim ve Bilim
Dergisi, 32, Sayı 144.
Akpınar, E. ve Ergin, Ö. (2005). Yapılandırmacı Kuramda Fen Öğretmeninin Rolü. İlköğretim-Online,
4(2), 55-64.
Arı, A. (2010). Öğretmen Adaylarının İlköğretim Programıyla İlgili Eğitim Fakültelerinde Kazandıkları
Bilgi ve Beceri Düzeylerine İlişkin Görüşleri. Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim
Fakültesi Dergisi, 29, 251-274.
Ateş, Ö. ve Akdağ, Z. (2006). Fen ve Teknoloji Dersinde Öğretmenlerinin Karşılaştıkları Problemler ve
Bu Problemlerin Nedenleri. 7. Ulusal Fen Bilimleri ve Matematik Eğitimi Kongresi, Ankara, 07-
09 Eylül 2006.
Atila, M. E. (2012). Fen ve Teknoloji Dersi Öğretim Programındaki Yapılandırmacılığa Dayalı Öğelerin
Öğretmenler Tarafından Algılanışı ve Uygulanışı. Doktora Tezi. Atatürk Üniversitesi, Fen
Bilimleri Enstitüsü, Erzurum, Türkiye, XVI + 263.
Battal, C. F. (2008). Yapılandırmacı Yaklaşıma Dayalı Fen Ve Teknoloji Programının Uygulanmasına
İlişkin Öğretmen Görüşlerinin İncelenmesi. Yüksek Lisans Tezi. Selçuk Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Konya, Türkiye, VI + 132 sayfa.
Biggs, J. B. (1999). Teaching for Quality Learning at University. Open University Pres, Buckingham.
Bogdan, R. C. ve Biklen, S. K. (1992). Qualitative Research for Education: An Introduction to Theory
and Methods, Ally - Bacon, London.
Bozdoğan, A. E. ve Altınçekiç, A. (2007). Fen Bilgisi Öğretmen Adaylarının 5E Öğretim Modelinin
Kullanılabilirliği Hakkındaki Görüşleri. Kastamonu Eğitim Dergisi, 15, 579-590.
Brooks G. and M G. Books. (1999). The Courage to be Constructivist. Educational Leadership,
November, 18-24.
Bukova, E. ve Alkan, H. (2005). Yeniden Yapılandırılan İlköğretim Programı Pilot Uygulamasının
Değerlendirilmesi. Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 5(2), 385-425.
Buluş, E. K. (2009). İlköğretim Okullarındaki Fen Öğretmenlerinin Fen ve Teknoloji Programına İlişkin
Görüşleri. Türk Fen Eğitimi Dergisi, 6(1), 133-148.
Bulut, İ. (2006). Yeni İlköğretim Birinci Kademe Programlarının Uygulamadaki Etkililiğinin
Değerlendirilmesi. Doktora Tezi. Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ, Türkiye,
V+ 485 sayfa.
Çınar, O., Teyfur, E. ve Teyfur, M. (2006). İlköğretim Okulu Öğretmen ve Yöneticilerinin
Yapılandırmacı Eğitim Yaklaşımı ve Programı Hakkındaki Görüşleri. Eğitim Fakültesi Dergisi, 7,
47-64.
Demir, S. ve Şahin, S. (2009). İlköğretim Okullarında 1-5. Sınıflarda Yapılandırmacılık Yaklaşımına
Göre Oluşturulan Eğitim Programlarının Uygulanmasında Öğretmenlerin Karşılaştığı Sorunlar.
Journal of Qafqaz University, 26, 158-171.
Dindar, H. ve Yangın, S. (2007). İlköğretim Fen ve teknoloji Dersi Öğretim Programına Geçiş Sürecinde
Öğretmenlerin Bakış Açılarının Değerlendirilmesi. Kastamonu Eğitim Dergisi, 15, 185-198.
Doğan, Y. (2010). Fen ve Teknoloji Dersi Programının Uygulanması Sürecinde Karşılaşılan Sorunlar.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, VII, 86-106.
Dündar, Ş. (2008). İlköğretim Sosyal Bilgiler Dersi Öğrenme Ortamlarının Yapılandırmacı Özellikler
Açısından Değerlendirmesi. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, Eğitim
Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, Türkiye.
Ercan, F. ve Altun, S. A. (2005). İlköğretim Fen ve Teknoloji Dersi 4. ve 5. Sınıflar Öğretim Programına
İlişkin Öğretmen Görüşleri. Eğitimde Yansımalar: VIII Yeni İlköğretim Programlarını
Değerlendirme Sempozyumu, Kayseri, 14-16 Kasım 2005, 311-319.
Fen ve Teknoloji Öğretmenlerinin Yapılandırmacı Öğrenme Uygulamaları… 95
Erdoğan, T. (2007). İlköğretim 3. Sınıf Türkçe Dersi Öğretmen Kılavuz Kitabı ve Öğrenci Çalışma
Kitabının Yapılandırmacı Yaklaşıma Uygunluğu. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Dergisi, 14, 163-172.
Farrington, I. (1991). Student-Centred Learning: Rhetoric and Reality. Journal of Further and Higher
Education, 15(3), 16-21.
Gömleksiz, M. N. ve Bulut, İ. (2007). Yeni Fen ve Teknoloji Dersi Öğretim Programının Uygulamadaki
Etkililiğinin Değerlendirilmesi. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 32, 76-88.
Guzdial, M. and Kehoe, C. (1998). Apprenticeship-Based Learning Environments: A principled
approach to Providing Software-Realized Scaffolding Through Hypermedia. Journal of
Interactive Learning Research, 9(3/4), 289-336.
Gülpınar, A. (2005). Beyin/Zihin Temelli Öğrenme İlkeleri ve Eğitimde Yapılandırmacı Modeller.
Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 5(2), 271-306.
Gündoğar, A. (2006). 2005-2006 Yılında Değişen İlköğretim Programının Uygulanma Durumu
(Adıyaman İli Örneği). Yüksek Lisans Tezi. Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ,
Türkiye, VI + 158 sayfa.
Hoşgörür, V. (2002). Sınıf Yönetiminde Yapısalcı Yaklaşım. Eğitim Araştırmaları, 9, 73-78.
Kaptan, F. (2005). Fen ve Teknoloji Dersi Öğretim Programıyla İlgili Değerlendirme. Eğitimde
Yansımalar: VIII Yeni İlköğretim Programlarını Değerlendirme Sempozyumu, Kayseri, 14-16
Kasım 2005, 283–298.
Karasar, N. (1999). Bilimsel Araştırma Yöntemi. Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.
Keser, Ö. F. (2003). Fizik Eğitimine Yönelik Bütünleştirici Öğrenme Ortamı ve Tasarımı.
Yayımlanmamış Doktora Tezi. Karadeniz Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Trabzon.
Kılıç, G. B. (2001). Oluşturmacı Fen Öğretimi. Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri Dergisi, 1, 7-22.
Konur, K., Sezen, G. ve Tekbıyık, A. (2010). Fen ve Teknoloji Derslerinde Yapılandırmacı Yaklaşıma
Dayalı Etkinliklerde Öğretim Teknolojilerinin Kullanılabilirliğine Yönelik Öğretmen Görüşleri.
Eğitim Teknolojileri Araştırma Dergisi, 1(2).
Lea S., Stehanson D. and Tray J. (2003). Higher Education Students’ Attitudes To Student-Centered
Learning: Beyond Educational Bulimia. Studies in Higher Education, 28(3), 321-334.
Mertoğlu, H. (2011). Fen ve Teknoloji Öğretmenlerinin Öğretim Stillerinin ve Yapılandırmacı Öğrenme
Ortamına İlişkin Algılarının Öğretim Uygulamalarına Etkileri. Doktora Tezi. Marmara
Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, Türkiye, IX+269 sayfa.
Metin, M. ve Özmen, H. (2009). Sınıf Öğretmeni Adaylarının Yapılandırmacı Kuramın 5E Modeline
Uygun Etkinlikler Tasarlarken ve Uygularken Karşılaştıkları Sorunlar. Necatibey Eğitim
Fakültesi Elektronik Fen ve Matematik Eğitimi Dergisi, 3, 94-123.
Önen, F., Erdem, A., Uzal, G. ve Gürdal, A. (2011). Teachers’ Views On The Applicability of The
Constructivist Curriculum And The Efficiency of Related Books: Tekirdağ Case. Necatibey
Eğitim Fakültesi Elektronik Fen ve Matematik Eğitimi Dergisi, 5, 115-137.
Özdemir, M. S. (2005). İlköğretim Okullarındaki Öğretmenlerin Yeni İlköğretim Programlarına (I.-V.
sınıflar) İlişkin Görüşleri. XIV. Ulusal Eğitim Bilimleri Kongresi, Denizli, 28-30 Eylül 2005,
573-581.
Özdemir, H. (2006). İlköğretim Okulları 4. ve 5. Sınıf Fen Bilgisi Öğretim Programlarında Karşılaşılan
Sorunlar Ve Çözüm Önerilerine İlişkin Öğretmen Görüşleri (Konya İli Örneği). Yüksek Lisans
Tezi. Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, Türkiye, VII+67 sayfa.
Özenç, M. (2009). Sınıf Öğretmenlerinin Yapılandırmacı Yaklaşım ile İlgili Yeterlik Düzeylerinin
İncelenmesi. Yüksek Lisans Tezi. Marmara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İstanbul,
Türkiye, XI+169 sayfa.
Patton, M. Q. (1987). How to Use Qualitative Methods In Evaluations. Newbury Park Sage
Publications, California.
Saydam, G. (2009). Sınıf Öğretmenlerinin Yapılandırmacı Öğretim Uygulamalarına İlişkin Görüş Ve
Tutumları. Yüksek Lisans Tezi. Adnan Menderes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Aydın,
Türkiye, X+136 sayfa.
Selami YANGIN, Mustafa Sinan KARASU 96
Şahin, İ., Turan, H. ve Apak, Ö. (2005). Yeni İlköğretim Birinci Kademe Fen ve Teknoloji Programının
Stake'nin Uygunluk Modeliyle Değerlendirilmesi. XIV. Ulusal Eğitim Bilimleri Kongresi,
Denizli, 28-30 Eylül 2005.
Şaşan, H. H. (2002). Yapılandırmacı Öğrenme. Yaşadıkça Eğitim Dergisi, 74-75.
Yapıcı, M. ve Demirdelen, C. (2007). İlköğretim 4. Sınıf Programına İlişkin Öğretmen Görüşleri.
İlköğretim Online, 6(2), 204-212.
Yaşar, Ş. (1998). Yapısalcı Öğrenme-Öğretme Süreci. Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi,
8(1-2), 68-75.
Yıldırım, M. C. ve Dönmez, B. (2008). Yapılandırmacı Öğrenme Yaklaşımı Uygulamalarının Sınıf
Yönetimine Etkileri Üzerine Bir Çalışma. İlköğretim Online, 7(3), 664-679.
Yılmaz, B. (2006). Beşinci Sınıf Öğretmenlerinin Fen ve Teknoloji Dersinde Yapılandırmacı Öğrenme
Ortamı Düzenleme Becerileri. Yüksek Lisans Tezi. Yıldız Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul, Türkiye, VI+85 sayfa.
Yurdakul, B. (2004). Yapılandırmacı Öğrenme Yaklaşımının Öğrenenlerin Problem Çözme Becerilerine,
Biliş Ötesi Farkındalık ve Derse Yönelik Tutum Düzeylerine Etkisi İle Öğrenme Surecine
Katkıları. Doktora Tezi. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, Türkiye,
XV+549 sayfa.
Fen ve Teknoloji Öğretmenlerinin Yapılandırmacı Öğrenme Uygulamaları… 97
Extended Abstract
This research was made to determine in the levels of fulfilling the constructive teacher roles of
the primary school science and technology teachers. The context of this research consist of teachers who
working on official primary schools in the center of Rize and in the towns and the class teachers who
teach the science and the technology. The sample has made in 2011-2012 education year by six science
and technology teachers in four official primary schools.
‘’Case Study Method’’ from descriptive research methods has used for put forth the current
situation in this research. In order to ensure the validity and reliability of data collection instruments
developed expert opinion and previously taken tests were used for study. Then, given recent version of
the test and observation forms hasimplemented in 2011-2012 education year on 6 science and
technology teachers from 4 primary schools in Çayeli district of Rize.
Teachers’ classroom practices and opinions for the constructivist learning approach discussed in
depth with experts. In addition to the constructivist learning approach knowledge levels were analyzed
by SPSS statistically programme.
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (RTEÜ Journal of Social Sciences) 3 : 98-112
[201?]
YABANCILARA TÜRKÇE ÖĞRETİMİNDE OKUMA ÖĞRETİMİ
YÖNTEMLERİNİN OKUDUĞUNU ANLAMAYA ETKİSİ
THE EFFECT OF TEACHING READING METHODS TO
READING COMPREHENSION IN THE SCOPE OF TEACHING
TURKISH TO FOREIGNERS
Nurettin YILDIZ*
ÖZ: Bu araştırmada, Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenmek isteyen öğrencilerin okuma öğrenme
yöntemlerine göre okuduğunu anlama seviyeleri sınanmaya çalışılmıştır. Bu çalışma, Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesinde Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen öğrencilerin A1 seviyesinde ve yeterlik sınavında aynı puan
aralığında, aynı millete mensup 52 öğrenci ile gerçekleştirilmiştir. Çalışma için üç grup oluşturulmuş, 1. gruba ses
temelli cümle öğretimi; 2. gruba sözcük temelli cümle yöntemi; 3. gruba öykü yöntemli okuduğunu anlama öğretimi
gerçekleştirilmiştir. Öğretim süreci toplamda 5 hafta, 45 saat sürmüştür. Araştırma yarı deneysel yöntemle
desenlenmiştir. Verilerin analizleri SPSS (21) paket programından yararlanılarak analiz edilmiştir. Analiz
sonucunda ara sınavda sözcük temelli okuduğuna anlama öğrenme yöntemi diğer okuduğunu anlama yöntemlerine
göre anlamlı farklılık gösterirken, son testte ses temelli cümle öğretimi yöntemi lehine anlamlı bir sonuç tespit
edilmiştir. Cinsiyet açısından okuduğunu anlama yöntemlerinde kız öğrenciler lehine bir sonuca varılırken, YTB
(Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı) kapsamında burslu eğitim alan öğrencilerin durumuna göre
anlamlı bir farklılık olmadığı tespit edilmiştir.
Anahtar sözcükler: Yabancı öğrencilere Türkçe öğretimi, okuma öğretim yöntemleri, okuduğunu
anlama.
ABSTRACT: In this study, reading comprehension level of the students who want to learn Turkish as
a foreign language is tried to be evaluated in the context of their reading and learning styles. This study was
conducted at Kahramanmaraş Sütçü İmam University, with 52 students who were from the same nation, learning
Turkish as a foreign language at A1 level and at the same score interval depending on the outcome of the
preliminary test. Three groups were generated for the study, and for the first group sound-based, for the second
group lexis-based and for the third group story-based comprehension teaching were carried out. The teaching
process lasted for 5 weeks, 45 hours. The research is a quasi-experimental design type of research. Data were
analyzed by the help of SPSS (21) package program. As a result of the analysis, while lexis-based method shows a
meaningful difference compared to the other teaching methods in reading comprehension in the phase of mid-test,
sound-based method shows a meaningful difference compared to the others in the phase of post-test. In the context
of gender, it is revealed that girls are more successful in language learning than boys; however there is no
meaningful difference in reading comprehension in the context of YTB (The Presidency of Abroad Turks and
Relatives Communities) according to situation of scholarship students.
Key words: Teaching Turkish to foreigners, teaching methods in reading, reading
comprehension.
* Yrd. Doç. Dr., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi, Kahramanmaraş-
Türkiye, [email protected]
Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi… 99
1. GİRİŞ
Okuma, ses organları ve göz aracılığı ile algılanan şekiller dizisinin beyin tarafından
değerlendirilmesi (Özbay, 2007, s. 4); yazar ve okur arasında aktif ve etkili bir iletişimi gerekli
kılan dinamik bir anlam kurma süreci (Akyol, 2006, s. 29); fiziki unsurlarla, zihni unsurların da
işin içinde olduğu karmaşık bir süreç (Akçamete, 1989, s. 735); yazılı veya basılı işaretleri
önceden belirlenmiş kurallara uyarak seslendirme (Rozan, 1982, s. 19) olarak tanımlanmıştır.
Rozan’ın da belirttiği gibi yazılı ve basılı işaretlerin seslendirilmesi süreci olarak
değerlendirilen okumada ilk basamağın alfabe olduğu söylenebilir. TDK’ye (2011, s. 72) göre
alfabe “bir dilin seslerini gösteren, belirli bir sıraya göre dizilmiş belli sayıda harfin bütünü,
yazı abc”dir. Alfabenin iki yönü vardır. Bunlar: harf boyutu (1), ses boyutu (2). Ses, konuşma
organlarından anlamlı sözcük ve cümleler halinde çıkması (Selen, 1979), harf ise konuşma
organlarından çıkan bu seslerin şekiller sayesinde görülmesidir. Dünyadaki bütün dillerde
sesler ortaktır, farklılık ise seslerin gösterilme biçimleridir.
PISA ve UNESCO’nun son yıllarda okuma-yazma becerisi üzerine yaptıkları
araştırmalar neticesinde okuduğunu anlamada geride kalan ülkeler, okuduğunu anlamada
başarı sağlayan Finlandiya, Kore, Kanada ve Avustralya (MEB-EARGED, 2005, s. 114) gibi
ülkelerin bu başarıyı nasıl yakaladıklarını sorgulanmaya başlanmış ve onların hangi okuma
yöntemlerini kullandıklarını incelemişlerdir. Okuma öğretiminde kullanılan analiz, sentez ve
karma yöntemleri tartışılmaya başlanmış ve dünyada günümüze kadar çok sayıda okuma
öğretim yöntemleri denenmiş, Türk Milli Eğitim Sistemi de dünyadaki gelişme ve değişimlerle
birlikte okuma öğretim yöntemlerini değişik dönemlerde uygulamıştır. Ana dili Türkçe olan
öğrencilere 2005-2006 eğitim-öğretim yılından itibaren okuma öğretim yöntemi olarak ses
temelli cümle yöntemi uygulanmaktadır. Koç’a (2012) göre okuma öğretim yöntemlerini üç
ana başlık altında toplamak mümkündür: Sentez yöntemler (1), analiz yöntemler (2), karma
yöntemler (3).
Sentez yöntemler: Harf yöntemi, ses yöntemi, hece yöntemleridir.
a) Harf yöntemi, önce sesli harflerin öğretildiği daha sonra sessiz harf öğretiminin
gerçekleştiği yöntemdir. Gray’ a göre harf yönteminde öğrenci önce alfabe sırasına göre büyük
ve küçük harfleri öğrenir daha sonra ünlü harf ile ünsüzü birleştirir “ab, eb, ıb…” şeklinde
heceleyerek okur (Gray, 1964’ten akt. Güleryüz, 1997, s. 1). Yabancılara Türkçe öğretiminde
de alfabe öğretimi önem arz etmektedir. Yabancıların öğrenecekleri dile ait harfleri tanıma ve
seslendirme, alfabe öğretiminin ilk basamağıdır. Özellikle farklı alfabe kullanan öğrencilerin
harflerin telaffuzundan kaynaklanan anlam yanlışlarının önlemesi için alfabe öğretimi
önemlidir.
b) Ses yöntemi, bu yöntem harfleri tanıtmak yerine sesleri tanımak üzerine
kurulmuştur. Türkçe, yazıldığı gibi okunan, okunduğu gibi yazılan bir dil olmasından dolayı bu
yönteme uygun diller arasındadır. Cemiloğlu’na (2000, s. 64) göre bu yöntemle okuma yazma
öğrenen öğrenciler cümle kurma seviyesine geldiklerinde zorlanmaktadırlar. Bu yöntem, önce
seslerin öğretimi daha sonra da sesler yoluyla hece ve kelimelerin öğretilmesine dayalı olan bir
okuma öğretimi tekniğidir. Bu yöntem daha çok okunuşu ile yazılışı farklı olan diller için
uygun görülmüştür (Güneş, 2000). Alfabedeki seslerin öğretilmesi için öğretilecek sesin sık
geçtiği kelimeler seçilerek bu kelimelerin telaffuz ettirilme çalışması yapmak faydalı olabilir.
Bu yöntemde anlamlı bütün oluşturacak birkaç ses verildikten sonra seslerden hecelere,
kelimelere, cümlelere ve metinlere ulaşılmaktadır (Akyol, 2011, s. 87).
c) Hece yöntemi, bu yöntemde okumaya hecelerle başlanır daha sonra kelime öğretilir.
Harfleri öğrencilerin sezmesi gerekir. Bu durum öğrencilerin fazladan enerji sarf etmesine ve
dikkat dağınıklığına sebep olabilir. Daha çok Portekiz ve bazı Afrika ülkelerinde çocuklara ve
yetişkinlere yönelik okuma çalışmalarında kullanılmaktadır (Güneş, 2000).
Analiz yöntemleri: Sözcük yöntemi, cümle yöntemi, öykü yöntemidir.
a) Sözcük yöntemi, öğrencilerin anlamı rahat şekilde bileceği kelimeler seçilir ve
kelimelerle kısa cümleler kurulur. Bu şekilde o sözcükler öğrencilere okutulmuş olur.
Nurettin YILDIZ 100
Cemiloğlu’na (2000, s. 79) göre Türkçe gibi eklemeli dillerde sözcük yöntemi öğretiminde
zorluklar çıkabilir. Çünkü “kök”e gelen eklerin öğretiminde zorluklarla karşılaşılabilir.
b) Cümle yöntemi, ülkemizde de uzun süre kullanılan bir yöntemdir. Bu yöntemde
öğrencilere kısa cümleler, cümlede geçen kelimeler, kelimeler hecelere bölünerek okuma
öğretimi sağlanması hedeflenmiştir. Okuma öğretiminde bu yöntem sayesinde cümlenin
tamamı görüldüğü için diğer yöntemlere göre daha hızlı olduğu sonucuna varılmıştır.
Türkçenin eklemeli yapısından kaynaklanan durumlarda yabancılara Türkçe öğretiminde
cümlenin kalıp hâlinde öğretilmesi daha faydalı olabilir. Yapılan araştırmalarda psikologlar
tarafından harf gibi anlamsız simgeler yerine anlamlı cümleciklerin çocukların zihninde daha
kalıcı olduğu belirtilmektedir.
c) Öykü yöntemi, diğer yöntemlere göre daha tümden gelen bir yöntemdir. Bu
yöntemde kısa cümlelerden oluşan bir öykü cümlelere ayrılır, cümlelere ayrılan öykü
kelimelere, kelimeler hecelere, heceler seslere ayrılarak okuma öğretimi gerçekleştirilir. Bu
yöntem, okuyanda mükemmele yakın bir düşünce sisteminin oluşmasını sağlaması yönüyle çok
önemlidir (Baştürk, 2004). Cemiloğlu’na (2000, s. 71) göre bu yöntemde en önemli sorun
sınıfların mevcududur. Kalabalık sınıflarda bu yöntemden istenilen seviyede başarı elde etmek
zordur.
Karma yöntemler: Karışık yöntem, seçkin yöntem, bilinçlendirme yöntemi. Bu
yöntemler harf-fonetik, fonetik-hece, cümle-harf, kelime-hikâye-cümle gibi sentez
yöntemlerinin bir araya getirilip oluşturulan bir yöntemdir (Koç, 2012, s. 2264).
Ana dil, kendisinden başka diller veya lehçelerden türemiş olan dil; ana dili ise
çocuğun ailesinden ve içinde yaşadığı topluluktan edindiği dildir. Yabancı dil ise ana dilin
dışında olan dillerden her biridir (TDK, 2011, s. 119, 2496). Her dilin kendine ait
özelliklerinden dolayı yabancı dil öğrenirken öğrenilen dile ait farklı öğretim yöntemlerinin
kullanılması gerekmektedir. Türkçe çok zengin, maksadı en güzel, en ayrıntılı biçimde ifadeye
muktedir ve en önemlisi çok düzenli bir sistemli dil olmasına rağmen dil öğretiminde bu
sistemi oluşturan yapıların dilden hareketle belirlenmediği için istenilen amaca
ulaşılmamaktadır (Börekçi, 1997). Yabancılara Türkçe öğretiminde hedef kitleyi; Latin
Alfabesi dışında sağdan sola veya soldan sağa doğru okunup yazılan alfabelerle okuma-yazma
bilenler/bilmeyenler, Türkiye Türkçesi dışında Türkçe için Latin alfabesiyle okuma yazma
bilenler/bilmeyenler, Türkçe dışında başka bir dilde Latin alfabesi ile okuma-yazma
bilenler/bilmeyenler şeklinde sınıflandırabiliriz (Demirci, 2015, s. 341). Bu araştırmada
çalışma grubu olarak Suriyeli öğrenciler seçilmiştir. Bundan dolayı Arap alfabesi ile Türkçe
karşılaştırıldığında, metinlerin yazılış yönünden Latin harfleri soldan sağa, Arap harfleri
sağdan sola yazılır. Alfabelerin haricinde Arapçadaki ses sayısı ile Türkçedeki ses sayıları da
aynı değildir. Ayrıca Türkçede mevcut olan ancak Arap Alfabesinde olmayan “p, o, ö” gibi
seslerin telaffuzunda ve verdiği anlamın kavratılmasında zorluklarla karşılaşılmaktadır. Sol
beyinde bulunan okuma nöronları önce kelimenin harflerini incelemekte, harfleri tek tek
seslere dönüştürmektedir ve dönüştürdüğü bu sesleri birleştirerek hece ve kelime olarak
algılamaktadır. Daha sonra kelime zihinsel dille veya yüksek dille seslendirilerek tanınmakta
ve anlamını bulmaktadır, böylece beyin kelimeyi bir bütün olarak tanımaktadır (Dehaene, akt.
Güneş, 2013, s. 11).Yabancılara Türkçe öğretirken önce ses hissettirilmeli, sesten heceye
ulaşılmalı, sesin geçtiği kelimeler vurgulanmalı ve cümle içerisinde de o sesler verilmelidir
(Demirci, 2015). Bundan dolayı sesin telaffuzu yanlış yapılınca okunan o kelimenin manası da
anlaşılamamaktadır. Kara (2010) ve Karababa’nın (2009) da ifade ettiği gibi Türkçe
öğrenmeye gelen yabancı öğrenci grupları içerisinde en fazla zorlanan yukarıda belirtilen
sebeplerden dolayı Araplardır. Dil öğretiminde yabancı dil öğretimi yapılacak milletin dil
özellikleri göz önünde bulundurularak dil öğretim programı oluşturulabilir.
Yabancı dil öğretimindeki amaç, öğretilen yabancı dili doğru olarak anlayabilmek,
okuyabilmek ve konuşup yazabilmektir (Ceyhan, 2007, s. 14). Yabancı dil öğretimi konusu,
bugün bile bütün dünyada çözülemediği bir gerçektir. Bunun nedeni ise öğretim
programlarında izlenen yöntemlerin gereğince ve yeterince düzenlenmemiş olması
gösterilebilir (Başkan, 2006, s. 12). Yabancı dil öğretiminde istenilen seviyenin
Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi… 101
yakalanabilmesi için ilk yapılacak şey dil öğretim yönteminin doğru seçilmesidir. Yabancı dil
öğretiminin başarısı şu dört temel unsurun bir araya gelmesi ile mümkündür: Yöntem, eğitim
araçları, eğitim ortamı, öğretim tekniği (Hengirmen, 1999, s. 13). Yabancı dil öğretiminde
yöntem öğretilecek dilin özellikleri bulundurularak oluşturulmalı, eğitim araçları dil öğretimi
donanımına sahip olmalı, sınıfların fiziki yapıları ve sınıf mevcutları göz önünde
bulundurulmalıdır. Bu ilk üç unsur gerçekleştikten sonra hangi öğretim tekniği/teknikleri
kullanılacağı belirlenmelidir. Yabancı dil öğretiminde kullanılabilecek bazı öğretim teknikleri
şunlardır: “1. Sunum tekniği, 2. Mikro öğretim, 3. Küme çalışmaları, 4. Oyun etkinlikleri, 5.
Bireyselleştirilmiş öğretim, 6. Programlı öğretim, 7. Tartışma, 8. Şarkılar, 9. Şiirler, 10.
Bilmece, bulmaca, tekerleme, 11. Yazma, 12. Konuklar, 13. Geziler, 14. Atasözü ve
deyimlerin kullanımı, 15. Kültürel uyum, 16. Yazışma-iletişim, 17. Mizah, 18. Karikatürler,
19. Görsel, işitsel araçların kullanılması (Dobson, 1988’den akt. Ceyhan, 2007, s. 115-116).
Albayrak (2010, s. 34) ise Türkçe öğretim yöntemlerini şöyle sınıflandırmıştır: 1. Sözel
yöntem, 2. Dolaysız yöntem, 3. Birim yöntem, 4. Durumsal yöntem, 5. Bilişsel yöntem, 6.
İşitsel-dilsel yöntem, 7. İşitsel-görsel yöntem, 8. Danışmanlı dil öğretimi yöntem, 9.
Esinlenmeli dil öğretimi yöntem, 10. İşlevsel-kavramsal yöntem, 11. İletişimsel yöntem.
Bu yöntemlerde ulaşılmak istenen maksat doğru şeklide okumayı
gerçekleştirebilmektir. Okumada ulaşılmak istenen hedef ise okuduğunu anlamadır. Anlama,
dinleme, okuma ve görsel okuma yoluyla elde edilen bilgiler üzerinde düşünme, sebeplerini
sorgulama, çıkarımda bulunma ve değerlendirme (Güneş, 2007, s. 229) olarak düşünüldüğünde
tam ve doğru bir anlamanın gerçekleşmesi için kelime, cümle ve paragrafların doğru bir
biçimde okunması gerekmektedir. Okunan bir metnin anlaşıldığını gösteren ölçütler şunlardır:
a) Yazarın sözlerini anlayıp ana düşünceyi kavrayabilmek b) Yazarın doğrudan anlatmadığı
ama sezdirdiği düşünceleri kavrayabilmek c) Okunanı doğruluk, gerçeklik ve değer yönleriyle
ölçebilmek d) Anladığını, duyduğunu davranışlarında uygulayabilmek (Gray & Rogers’ten akt.
Göğüş, 1978, s. 72).
1.1. Çalışmanın Amacı
Türkçe öğrenmeye talep gün geçtikçe artmaktadır. Bu talebin doğru ve güzel bir
şekilde karşılanması gerekmektedir. Yabancılara Türkçe öğretiminin istenilen düzeyde
olmadığı bir gerçektir (Alyılmaz, 2010). Son zamanlarda yabancılara Türkçe öğretimine
yönelik araç ve gereçler artsa da yabancılara Türkçe öğretiminde metodoloji sıkıntısının bunun
da ötesinde program eksikliğinin olduğu literatür taramasında da (Albayrak, 2010; Bölükbaş,
2011; Demir, 2015; Kara, 2010; Karababa, 2009) tespit edilmiştir. Bu çalışma, Suriyeli
öğrencilerle birlikte yürütülmüş ve Suriyeli öğrencilerin dil özellikleri göz önünde
bulundurularak okuduğunu anlama yöntemleri denenmiştir. Bu araştırmada yabancı
öğrencilerin Türkçe okuma yöntem çeşitlerinden hangisi kullanıldığında okuduğunu anlamada
daha başarılı olacağı sınanmaya çalışılmıştır. Bu amaç etrafında aşağıdaki sorulara cevap
aranmaya çalışılmıştır:
1. Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenenlere uygulanan okuma yöntemleri sonucunda
okuduğunu anlamada farklılık var mıdır?
2. Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenenlere uygulanan okuma yöntemleri sonucunda
cinsiyete göre okuduğunu anlamada farklılık var mıdır?
3. YTB (Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı) kapsamında TÖMER’de
yabancı dil öğrenenler ile YTB imkânlarını kullanmadan TÖMER’de yabancı dil
öğrenenler arasında okuduğunu anlamada farklılık var mıdır?
Nurettin YILDIZ 102
2. YÖNTEM
Bu bölümde araştırmanın modeline, çalışma grubuna, veri toplama araçlarına ve
verilerin analizine ilişkin açıklamalara yer verilmiştir.
2.1. Araştırmanın Modeli
Araştırma yarı deneysel yöntemle desenlenmiştir. “Bazı düzenlemeler (deneysel
desenler), neden-sonuç ilişkisi bağlamında, genellenebilir sonuçlar vermede diğerlerine göre
yetersiz kalır. Böylesi düzenlemelerle yapılmış araştırmalara da yarı deneysel araştırmalar
denir” (Can, 2014, s. 14). Araştırma deneme modellerinden deney gruplu ön test, ara test ve
son test modelindedir. Deneme modelleri, neden-sonuç ilişkilerini belirlemek amacıyla
doğrudan araştırmacının kontrolü altında, gözlenmek istenen verilerin üretildiği araştırma
modelleridir (Karasar, 2007, s. 87).
2.2. Çalışma Grubu
Araştırmanın çalışma grubu 2015-2016 öğretim yılında Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi TÖMER’de Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen 52 Suriyeli öğrenci ile
gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın çalışma grubu, uygun örnekleme yöntemi ile belirlenmiştir.
Bu örnekleme yönteminde araştırmacı, ihtiyaç duyduğu büyüklükteki bir gruba ulaşana kadar
en ulaşılabilir olan yanıtlayıcılardan olmak üzere örneklemini oluşturmaya başlar ve en fazla
tasarruf sağlayacak bir durum, örneklem üzerinde çalışır (Cohen & Manion, 1994). Çalışma
grubu oluşturulurken gruplardaki farklı milletler ve ön testte başarı puanı yüksek olanlar
araştırmaya dâhil edilmemiştir. Bu değerlendirmeden sonra çalışma grubunun özellikleri Tablo
1’deki gibi oluşmuştur.
Tablo 1: Araştırma Gruplarının Özellikleri
Grup Sınıf
Mevcudu
Araştırmaya Katılan
Öğrenci Sayısı Kız Erkek YTB’li YTB’siz
1 21 17 7 10 9 8
2 22 18 6 12 9 9
3 20 17 8 9 9 8
Toplam 63 52 21 31 27 25
YTB’li: Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’ndan burs imkânından yararlanan öğrenciler.
YTB’siz: Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’ndan burs imkânından yararlanan öğrenciler.
Grupların homojen dağılıp dağılımını belirlemek için gruplara ön test uygulanmıştır.
Gruplara uygulanan ön test bulguları Tablo 2’de verilmiştir.
Tablo 2: Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi Yöntemlerinin Okuduğunu
Anlamaya Etkisinin Ön Test Puanlarının ANOVA Sonuçları
Varyansın
Kaynağı
Kareler
Toplamı sd
Kareler
Ortalaması F P
Gruplar arası .215 2 .107 .212 .810
Grup içi 24.785 49 .506
Toplam 25.000 51
p>.05
Yabancılara Türkçe öğretiminde okuduğunu anlama ön test puanlarının sonuçlarını
belirten Tablo 2 incelendiğinde p>.05’ten büyük olduğu ve gruplar arasında anlamlı farkın
olmadığı tespit edilmiştir.
Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi… 103
2.3. Veri Toplama Aracı
Veri toplama uygulamaları üç boyutta ele alınabilir. Bunlar öğretimin başında, öğretim
sürecinde ve sonunda yapılacak değerlendirmelerdir. Bu değerlendirmeler için tutum ölçekleri,
başarı testleri, gözlem formları gibi araçlar kullanılabilir (Yıldız, 2008, s. 355). Araştırmada
Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenenlere uygulanan okuma yöntemleri sonucunda okuduğunu
anlamada farklılığını ölçmek için araştırmacı tarafından başarı testleri geliştirilmiştir.
Bu araştırmada ön test, ara test ve son test için üç ayrı başarı testi geliştirilmiştir.
Başarı testi geliştirilirken alan taraması yapılmış ve taslak bir başarı testi oluşturulmuştur.
Oluşturulan bu başarı testi, alan uzmanlarına sunulmuş ve onların yaptığı dil ve yapı
düzeltmelerinden sonra pilot uygulama yapılmıştır. Başarı testlerinin sakıncası olmasına
rağmen başarıyı ölçebilmekte önemli bir araç olmaya devam etmektedir. Öğrencilerin bilişsel
seviyelerini ölçmek için, bir üst öğrenim kurumlarına yerleştirmede eleme yapmak için birçok
ülkede çoktan seçmeli sorulardan oluşan testler tercih edilmektedir (Pressley, M., Yokoi, L.,
Van Meter, P., Van Etten, S. and Freebern, G. 1997). “Öğrenci başarısının ölçülmesinde
kullanılan ölçme araçları; geçerlilik, güvenirlilik, objektiflik, örnekleyicilik, kullanışlılık ve
ayırt edicilik özelliklerine sahip olmalıdır” (MEB, 1995, s. 703).
Bir testteki maddelerin ayırıcılık gücü -1 ile +1 arasındadır. Madde ayırt ediciliğinin
yüksek olması testin geçerliliğini arttırmaktadır (Tekin, 2004). Pilot uygulaması sonucu
öğrencilerin verdikleri cevaplar değerlendirilmiş, yanlış cevaplar “0”, doğru cevaplar “1”
olarak değerlendirilmiştir. Araştırmacı madde analizini ITEAMAN 4.3’ü kullanarak yapmıştır.
Testlerin güvenirliliği 15 madde üzerinden Kuder-Richardson 20 (KR-20) formülü kullanılarak
hesaplanmıştır. Güvenirlilik, testte elde edilen sonuçlara ait bir özelliktir (Thompson, 2003’ten
akt. Demircioğlu, 2007). Yabancı dil öğretiminde ölçme araçları oldukça fazla önem
taşımaktadır. Çünkü dil öğretimi çok boyutludur. Beceriler, dil yapıları, sözcük bilgisi, konu,
söylem bilgisi gibi farklı alanlar ele alınmaktadır (Altmışdört, 2010).Başarı testleri için pilot
uygulama yapılmıştır. Pilot uygulama araştırmaya dâhil edilmeyen Kahramanmaraş Sütçü
İmam Üniversitesi TÖMER’de yabancı dil olarak Türkçe öğrenen A1 kurunda 4. grup üzerinde
gerçekleştirilmiştir. Üç başarı testi de uygulama yapılmadan 2 gün önce 4. gruba uygulanmış
böylece pilot uygulamanın yapıldığı 4. grup ile diğer gruplar arasındaki dil öğrenim eğitimi
alma farkı giderilmeye çalışılmıştır.
Tablo3: Pilot Uygulama Testlerinin Uygulanma Zamanı ve Güvenirlik Sonuçları
Test N Uygulama Zamanı Madde Sayısı Cronbach Alfa
Ön test 17 14/10/2015 15 .91
Ara test 16 04/11/2015 15 .84
Son test 17 18/11/2015 15 .87
Pilot uygulama sonucunda geliştirilen başarı testlerinin güvenilir olduğu Tablo 3’e
bakarak söylenebilir.
2.3.1. Uygulama Süreci
Beş hafta süren uygulama araştırmacı tarafından gerçekleştirilmiştir. Uygulamanın
araştırmacı tarafından gerçekleştirilmesi ile öğretmen farklılığından kaynaklanabilecek sınıflar
arası eşitsizlik giderilmeye çalışılmıştır.
Toplam 3 sınıfa her hafta 9 saat toplamda 45 ders saati, okuma öğretimi yöntem
çeşitleri kullanılarak ders süreci tamamlanmıştır. Uygulama güvenirliğinin hesaplanmasında
aşağıdaki formül kullanılmıştır (Billingsley ve diğ., 1980’den akt. Katrancı, 2012).
Gözlenen Uygulamacı Davranışı
Uygulama Güvenirliliği = ------------------------------------------- X 100
Planlanan Uygulamacı Davranışı
Nurettin YILDIZ 104
Bu formüle göre yapılan bu araştırmanın uygulamasının güvenilir olduğu söylenebilir.
Ölçme araçlarının tamamen güvenli olduğu söylenemez. Bundan dolayı her ölçme
uygulamasından sonra güvenirlilik analizi tekrarlanmalıdır (Şencan, 2005’ten akt. Yıldız, 2015,
s.111). Bu yüzden uygulama yapılan grupların maddelerine güvenirlilik analiz tekrarlanmıştır.
Tablo 4’te gruplara uygulanan test zamanları ve güvenirlilik bulguları verilmiştir.
Tablo 4: Başarı Testlerinin Uygulanma Zamanı ve Güvenirlik Sonuçları
Test Gruplar Uygulama Zamanı Madde Sayısı Cronbach Alfa
Ön test 1-2-3 16/10/2015 15 .89
Ara test 1-2-3 06/11/2015 15 .92
Son test 1-2-3 20/11/2015 15 .85
Ölçeklerin güvenilirliğinin, ölçme aracından ziyade ölçümlerin özelliği olmasından
hareketle araştırmadaki testlerin tekrarlanması gereği neticesinde başarı testleri tekrarlanmış ve
Cronbach Alfa sayısı ön testte: .89, ara testte: .92, son testte: 85 bulunmuştur. Genel olarak .70
ve üzeri olan ölçeklerin güvenilir kabul edildiğinden (Büyüköztürk, 2013, s. 183) bu başarı
testlerinin güvenilir olduğu söylenebilir. 2.4. Verilerin Analizi
Araştırmanın amaçları doğrultusunda elde edilen nicel veriler SPSS (21) paket
programından yararlanılarak analiz edilmiştir. Gruplar arası ön test-ara test ve son test başarı
testleri arasındaki sonuçların değerlendirilmesi için tek yönlü varyans analizi (One-way
ANOVA); cinsiyetin ve YTB’li olup olmama durumunun okuduğunu anlamaya olan etkisinin
belirlenmesi için ilişkisiz örneklem t-testi uygulanmıştır.
3. BULGULAR
Bu bölümde araştırmada elde edilen bulgulara yer verilmiştir. Elde edilen bulgular
araştırmanın problem cümlelerine uygun şekilde verilmiştir.
Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenenlere uygulanan okuma yöntemleri sonucunda
okuduğunu anlamada farklılık var mıdır? Biçiminde oluşturulan birinci alt probleme ait
bulgular Tablo 5 ve 6’da verilmiştir. Tablo 5: Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi Yöntemlerinin Okuduğunu
Anlamaya Etkisinin Ara Test Puanlarının ANOVA Sonuçları
Varyansın Kaynağı Kareler Toplamı sd Kareler Ortalaması F p
Gruplar arası 14.174 2 7.087
Grup içi 32.519 49 .664 10.679 .000
Toplam 46.692 51
p<.05
Tablo 5 incelendiğinde ANOVA analiz testi tablosuna göre anlamlılık değeri .05’ten
küçük olduğu görülmektedir. Dolayısıyla grupların ara testten aldıkları puanlar arasında
anlamlı bir farklılığın olduğu söylenebilir. Bu anlamlı farklılığın nasıl olduğu Tablo 6’da
verilmiştir.
Tablo 6: Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi Yöntemlerinin Okuduğunu
Anlamaya Etkisinin Ara Test Puanlarının Betimleyici İstatistik Sonuçları
Gruplar N Ortalama SS P Anlamlı Fark
1 17 4.529 1.067 .020 2-1
2 18 5.333 .487 .000* 2-3
3 17 4.050 .759 .186
Toplam 52 4.576 .956
*p<.05
Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi… 105
1: Ses temelli cümle öğretimi yöntemine göre okuduğunu anlama öğretimi gerçekleştirilen sınıf.
2: Sözcük temelli cümle öğretimi yöntemine göre okuduğunu anlama öğretimi gerçekleştirilen sınıf.
3: Öykü yöntemine göre okuduğunu anlama öğretimi gerçekleştirilen sınıf.
Tablo 6 incelendiğinde 2. grubun diğer 1. ve 3. gruplara göre; 1. grubun 3. gruba göre
ara sınavda başarı ortalamasının anlamlı farklılık gösterdiği tespit edilmiştir.
Tablo 7: Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi Yöntemlerinin Okuduğunu
Anlamaya Etkisinin Son Test Puanlarının ANOVA Sonuçları
Varyansın Kaynağı Kareler Toplamı sd Kareler Ortalaması F p
Gruplar arası 48.266 2 24.133 42.548 .000*
Grup içi 27.792 49 .567
Toplam 76.058 51
p<.05
Tablo 7 incelendiğinde son test puanlarının tek yönlü varyans analiz tablosuna göre
anlamlılık değeri .05’ten küçük olduğu görülmektedir. Dolayısıyla grupların son testten
aldıkları puanlar arasında anlamlı bir farklılığın olduğu söylenebilir. Bu anlamlı farklılığın
nasıl olduğu Tablo 8’de verilmiştir.
Tablo 8: Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi Yöntemlerinin Okuduğunu
Anlamaya Etkisinin Son Test Puanlarının Betimleyici İstatistik Sonuçları
Gruplar N Ortalama SS p Anlamlı Fark
1 17 6.764 .903 .000* 1-2,3
2 18 5.866 .516 .004 2-3
3 17 4.500 .760 .000
Toplam 52
*p<.05
Tablo 8 incelendiğinde 1. grubun diğer 2. ve 3. gruplara göre; 2. grubun 3. gruba göre
ara sınavda başarı ortalamasının anlamlı farklılık olduğu tespit edilmiştir.
Grupların kendi içerisinde ön-ara ve son testten aldıkları puanları tespit etmek için t-
testi yapılmıştır. Ön-ara ve son teste ait t-testi bulguları tablo 9’da verilmiştir.
Tablo 9: Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi Yöntemlerinin Okuduğunu
Anlamaya Etkisinin Ön Testin Ara-Son Testle İlişkili t-Testi Sonuçları
Ön test Son test
Gruplar N Sd t p Sd t p
1 17 16 -8.82 .000 16 -19.33 .000
2 18 14 -11.82 .000 14 -16.10 .000
3 17 19 -9.75 .000 19 -7.32 .000
p<.05
Tablo 10: Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi Yöntemlerinin Okuduğunu
Anlamaya Etkisinin Ön Testin Ara-Son Testle İlişkili t-Testi Ortalamaları
Ön test Ara test Son test
Gruplar N X SS X SS X SS
1 17 2.53 .717 4.53 1.067 6.76 .903
2 18 2.40 .736 5.33 .487 5.87 .516
3 17 2.55 .686 4.05 .759 4.50 .760
Tablo 9-10 incelendiğinde 1. grup ön test ortalaması X=2.53 iken ara test ortalaması
X=4.53’e yükselmiş son testte ise X= 6.76’ya yükselmiştir; 2. grupta ise ön test ortalaması
X=2.40 iken ara test ortalaması X=5.33’e yükselmiş son testte ise X=5.87’ye yükselmiştir; 3.
Nurettin YILDIZ 106
grupta ise ön test ortalaması X=2.55 iken ara test ortalaması X=4.05’e yükselmiş, son testte ise
X=4.50’ye yükselmiştir. Bu sonuçlar neticesinde tüm gruplara uygulanan öğretim yöntemleri
okuduğunu anlamada başarıyı arttırdığı söylenebilir; ancak 1. gruba uygulanan okuma öğretimi
yöntemleri ön test ile ara test arasında diğer okuma öğretim yöntemlerine göre anlamlı bir fark
olmasa da son testte anlamlı bir farklılık olduğu tespit edilmiştir.
Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenenlere uygulanan okuma yöntemleri sonucunda
cinsiyete göre okuduğunu anlamada farklılık var mıdır? Biçiminde oluşturulan ikinci alt
probleme ait bulgular Tablo 11’de verilmiştir.
Tablo 11: Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi Yöntemlerinin Okuduğunu
Anlamaya Etkisinin t-Test Puanlarının Cinsiye Göre Analizi
Cinsiyet N X SS Sd t P
Kız 21 6.428 1.535 50 4.357 .000*
Erkek 31 4.838 1.098
p<.05
Tablo 11 incelendiğinde tüm gruplara uygulanan okuma öğretim yöntemlerinin
okuduğuna anlamaya etkisinin cinsiyete göre kızlar lehine anlamlı bir sonuca varıldığı tespit
edilmiştir.
YTB (Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı) kapsamında TÖMER’de
yabancı dil öğrenenler ile YTB imkânlarını kullanmadan TÖMER’de yabancı dil öğrenenler
arasında okuduğunu anlamada farklılık var mıdır? Biçiminde oluşturulan üçüncü alt probleme
ait bulgular Tablo 12’de verilmiştir.
Tablo 12: Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi Yöntemlerinin Okuduğunu
Anlamaya Etkisinin t-Test Puanlarının YTB Durumuna Göre Analizi
YTB Durumu N X SS Sd t p
YTB’li 28 5.678 1.334 50 .278 .782*
YTB’siz 24 5.583 1.000
p>.05
Tablo 12 incelendiğinde tüm gruplara uygulanan okuma öğretim yöntemlerinin
okuduğuna anlamaya etkisinin YTB (Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı) durumuna
göre p>.05 olduğu tespit edilmiştir. Bu duruma göre YTB’li öğrenciler ile YTB’siz öğrenciler
arasında anlamlı bir fark olmadığı sonucuna varılmıştır.
Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi… 107
4. TARTIŞMA, SONUÇ VE ÖNERİLER
Bir dilin yabancı dil öğretiminde öğrenilecek dilin genel özellikleri, öğrenen kişinin
sahip olduğu dilin özellikleri kadar kullanılan yöntem ve teknikler de önem arz etmektir.
Yapılan bu araştırmada Arap alfabesini kullanan Suriyeli öğrencilerin okuma öğretim
yöntemlerine göre okuduğunu anlamada farklılık olup olmadığı sınanmaya çalışılmıştır.
Okuma öğretim yöntemleri yüzyıllardır üzerinde düşünülen ve uygulamalar yapılan bir alandır.
Yüzün üzerinde okuma öğretim yönteminden bahsedilmektedir. Bunlar son dönemde üç ana
başlık altında toplanmıştır: sentez yöntemi (1), analiz yöntemi (2), karma yöntem (3).
Araştırmada bu üç yöntem içinde en çok tercih edilen ve MEB’in de dönem dönem kullandığı
okuma yöntemleri denenmiştir. Türk Milli Eğitim sistemi 2005 yılına kadar cümle temelli
okuma öğretim yöntemini kullanırken, 2005-2006 eğitim-öğretim yılından itibaren ses temelli
cümle öğretim yöntemini kullanmaya başlamıştır. Ses temelli cümle öğretim yöntemi ile
öğrenciler tüm dil becerilerini öğrenmede ve geliştirmede daha faydalı olacağı inancı ile
uygulanmıştır (MEB, 2005, 254). Bu bağlamda yabancılara Türkçe okuma öğretirken hangi
yöntem(ler)in kullanılacağı literatür taraması sonucunda da görüldüğü üzere belirlenmediği
tespit edilmiştir. Bu araştırma bu yönü ile kendinden önceki araştırmalardan ayrılmaktadır.
Araştırma, oluşturulan üç grup üzerinden yürütülmüştür. Birinci gruba ses temelli
cümle öğretim yöntemi ile okuma öğretimi gerçekleştirilmiş, ikinci gruba sözcük temelli cümle
öğretimi yöntemi, üçüncü gruba öykü yöntemi ile okuma öğretim yöntemi gerçekleştirilmiştir.
Kısa cümleli ve kısa metinlerde, yani A1 başlangıç seviyesinde ilk 18 saatlik öğretimin
sonunda yapılan ara testte sözcük temelli cümle öğretimi yöntemi ile okuma öğretim yöntemi
uygulanan grubun okuduğunu anlama seviyesi daha yüksek çıkmıştır. Diğer öğretim
yöntemleri, ses temelli cümle öğretim yöntemi ön test 2.53’ten ara testte 4.53’e ve öykü
yönteminin ön test 2.55’ten ara testte 4.05’e yükselse de sözcük temelli cümle öğretim
yönteminde ön test 2.40’tan ara testte 5.33’e yükselerek diğer iki okuma öğretim yöntemine
göre anlamlı farklılık oluşturmuştur. Araştırma sonucunda ara test verileri neticesinde
yabancılara Türkçe okuma öğretim yöntemlerine göre okuduğunu anlama durumu kısa zaman
diliminde (18 saatlik kurs dönemi) sözcük temelli cümle öğretiminin başarılı olduğu
söylenebilir.
Araştırmanın son testinde ise tüm gruplarda son test lehine anlamlı bir farklılığın
oluştuğu tespit edilmiştir. Birinci gruba uygulanan ses temelli cümle öğretim yöntemi ön testi
2.53’ten son testte 6.76’ya, sözcük temelli cümle öğretim yöntemi uygulana ikinci grupta ön
test 2.40’tan son testte 5.87’ye, öykü yönteminin uygulandığı üçüncü grupta ön test 2.55’ten
son testte 4.50’ye yükselmiştir. Bu sonuçla uzun süreli (A1 kuru / 45 saat) yabancılara okuma
öğretim yöntemlerinden okuduğunu anlamaya etkisine bakıldığında uygulanan üç okuma
öğretim yöntemlerinden ses temelli cümle öğretim yönteminin daha olumlu sonuç verdiği
söylenebilir. Ses temelli cümle öğretim yöntemi, cümle temelli ve öykü temelli okuma
yöntemlerine göre okuma hızı daha yavaştır. Türk öğrencilerinde olduğu gibi (Koç, 2012)
yabancı öğrencilerde sese ağırlık vermekten okudukları metinleri anlayamamaktadırlar; ancak
zamanla sesleri doğru kullanma alışkanlık haline geldiğinde okuduğunu anlama seviyesi
artmaktadır. Yabancı dil öğretiminde alfabe öğretimi önemli bir yere sahiptir. Araştırmada
Arap alfabesini kullanan Suriyeli öğrencilerin Türkçede olan ancak Arap alfabesinde olmayan
“ö, ü, ş, ç, ı, ğ, p” harflerini bazen kullanmadıkları bazen de anlayamadıkları tespit edilmiştir
(Bölükbaş, 2011; Demirci, 2015; Er, Biçer ve Bozkırlı, 2012; Subaşı, 2010; Okatan, 2012).
Araştırmada da elde edilen sonuçlardan anlaşılacağı üzere başlangıç seviyesinde alfabeden
kaynaklanan anlam hataları anlamlı bir farklılık oluşturmazken dil öğrenim süresi arttıkça
harflerin telaffuzunda doğan anlam kargaşası kelimelerin anlamında önemli olmaktadır. Ayrıca
Türkçe öğrenen yabancı öğrencilerin sessiz ile biten kelimelerden sonra gelen sesli harfleri
söylemedikleri bunun neticesinde de okudukları o kelimenin manasını doğru kavrayamadıkları
tespit edilmiştir. Türkçenin, Arap alfabesine göre yapı bakımından farklı olması da öğretim
yöntemini etkileyen diğer bir etmendir. Türkçenin sondan eklemeli bir dil olması ve bu dil
yapısı neticesinde eklerin doğru okunmaması manayı etkilemektedir. Bu dil yapısı ile ilk kez
Nurettin YILDIZ 108
karşılaşan Arap alfabe yapısını bilen öğrenciler bir takım okuma yanlışları yapmakta ve bunun
neticesinde de anlamada yanlışlıklara sebep olmaktadır. … göz(de) bir öğrenci, yerin göz bir
öğrenci, …d(ö)nd(ü)m sana, yerine …d(o)nd(u)m sana okuyabiliyor, …çalışkan bir(i)dir gibi
ek ve sesli harf yanlış okumaları önemli seviyede okuduğunu anlamayı etkilemektedir. Bu
araştırma bu yönüyle Demirci (2015), Yellok ve Büyükikiz’in (2010) yaptıkları araştırmalar ile
benzerlik göstermektedir.
Yabancılara Türkçe öğretiminde cinsiyet açısından dil öğreniminde kız öğrencilerinin
erkek öğrencilere oranla daha başarılı olduğu bu araştırmada tespit edilmiştir. Yabancılara
Türkçe öğretiminde cinsiyet açısından okuduğunu anlama durumu literatür taramasında tespit
edilememiştir. Bu yönüyle bu araştırma alana katkı sağlayabilir.
TÖMER’de Türkçe öğrenmek için başvuran öğrencilerin bir bölümü burs başvurusu
neticesinde herhangi bir ücret ödemeden dil öğrenim hizmeti alırken bir kısmı ise kendi
imkânlarını ile dil öğrenim kurslarından faydalanmaktadırlar. Burs imkânlarından faydalanan
yabancı öğrencilere YTB’li (Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı), burs
imkânlarından faydalanamayan öğrenciler ise YTB’siz öğrenciler olarak ifade edilmektedir.
YTB durumunun Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenmede motivasyon üzerindeki etkisi bu
araştırmada tespit edilmeye çalışılmıştır. Yabancı dil öğreniminde motivasyon önemli bir yer
tutmaktadır. Motivasyon karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu yüzden çok değişik şekillerde tanımı
olmuştur. Ryan & Deci (2000), motivasyonu amaçsal davranışları ve niyeti harekete geçiren
bir dürtü; Ames & Ames (1984) ise istekle birlikte amaca ulaşmak için bir arzu olarak
tanımlamışlardır. Dil öğreniminde motivasyonu etkileyen birçok etmenden YTB durumuna
göre değerlendirilen bu araştırmada anlamlı bir farklılık olmadığı tespit edilmiştir.
Öğretim programları eğitimin temel unsuru olmasından dolayı yabancılara Türkçe
öğretim stratejilerinin, yöntemlerinin, tekniklerinin, amaç ve hedeflerinin belirlenmesi ve
doğrultuda yabancı dil öğretim programının oluşturulması gerekmektedir. Yabancı dil olarak
Türkçe öğrenen öğrenicilere öncelikle Türk alfabesinin seslerinin doğru öğretilmesi ve kendi
ana dillerinin farklılıklardan kaynaklanan hataların giderilmesi çalışmaları yapılmalıdır.
Ses temelli cümle yöntemi, dil öğreniminin başlangıcında zor olsa da, dil öğreticileri
tarafından daha fazla zaman ayırmaları gerekmektedir. A1 kuru sonu ve diğer kurlarda daha
yüksek seviyede başarı elde edilmesinden dolayı ses temelli cümle öğretim yöntemi üzerinde
durulması gereken bir okuma öğretim yöntemidir.
Yabancılara Türkçe öğretim yöntemleri ile ana dili Türkçe olan öğrencilere uygulanan
okuma yöntemleri birbirinden ayrılmalı ve Türkçe öğrenen yabancılara uygun okuma
yöntemleri kullanılmalıdır.
Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi… 109
5. KAYNAKLAR
Akçamete, G. (1989). Üniversite öğrencilerinin okumalarının değerlendirilmesi. Ankara Üniversitesi
Eğitim Bilimler Dergisi, 22(2), 735-753.
Akyol, H. (2006). Türkçe öğretim yöntemleri. Ankara: Kök Yayıncılık.
Akyol, H. (2011). Türkçe ilk okuma yazma öğretimi. Ankara: Pegem Yayınları.
Albayrak, F. (2010). Türkçe öğrenen Moğol öğrencilerin yazılı anlatım yanlışlarının dil bilgisi açısından
değerlendirilmesi (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Atatürk Üniversitesi: Erzurum
Altmışdört, G. (2010). Yabancı dil öğretiminde nasıl bir ölçme-değerlendirmeye ihtiyaç vardır.
Kuramsal Eğitimbilim, 3(2), 175-200.
Alyılmaz, C. (2010). Türkçe öğretiminin sorunları. Turkish Studies, 5(3), 728-746.
Ames, C. & Ames, R. (1984). Systems of student and teacher motivation: Toward a qualitative
definition. Journal of Educational Phsychology, 76, 535-556.
Başkan, Ö. (2006). Yabancı dil öğretimi ilkeler ve çözümler. İstanbul: Multılıngual.
Baştürk, M. (2004). Dil edinim kuramları ve Türkçenin anadili olarak edinimi. Ankara: Pegema
Yayıncılık.
Bölükbaş, F. (2011). Arap öğrencilerin Türkçe yazılı anlatım becerilerinin değerlendirilmesi. Turkish
Studies, 6(3), 1357-1367.
Börekçi, M. (1997). Türk dilinin en büyük sorunlarından biri: Dil bilimin dil öğretimine yansımamış
olması. Dil Dergisi, 56, 12-17, 139.
Büyüköztürk, Ş. (2013). Sosyal bilimler için veri analizi el kitabı. Ankara: Pegem Akademi.
Can, A. (2014). SPSS ile bilimsel araştırma sürecinde nicel veri analizi. Ankara: Pegem Akademi
Cemiloğlu, N. (2000). İlkokuma yazma öğretimi. Ankara: Nobel Yayın Dağıtımı.
Ceyhan, E. (2007). Yabancı dil öğretimi teknolojisi. İstanbul: Morpa Kültür yayınları.
Cohen, L. & Manion, L. (1994). Research methods in education. London: Routledge Falmer
Demirci, M. (2015). B1 seviyesinde Türkçe öğrenen Suriyeli öğrencilerin sesli okuma becerisiyle ilgili
tespitler. Turkish Studies, 10(7), 333-358.
Demircioğlu, G. (2007). Geçerlilik ve güvenirlilik. E. Karip (Ed.), Ölçme ve değerlendirme (ss. 51-79).
Ankara: Pegem Akademi.
Er, O., Biçer, N. ve Bozkırlı, K. Ç. (2012). Yabancılara Türkçe öğretiminde karşılaşılan sorunların ilgi
alan yazını ışığında değerlendirilmesi. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi,
1(2), 51-69.
Güleryüz, H. (1997). Programlanmış ilkokuma yazma öğretimi. Ankara: Pegem yayınları.
Güneş, F. (2000). Okuma yazma öğretimi ve beyin teknolojisi. Ankara: Ocak Yayınları.
Güneş, F. (2007). Türkçe öğretimi ve zihinsel yapılandırma. Ankara: Nobel yayın Dağıtımı.
Güneş, F. (2013). Türkçe öğretimi yaklaşımlar ve modeller. Ankara: Pegem Akademi Yayınları.
Göğüş, B. (1978). Orta dereceli okullarda Türkçe ve yazın eğitimi. Ankara: Gül Yayınevi.
Hengirmen, M. (1999). Yabancı dil öğretim yöntemleri ve TÖMER yöntemi. Ankara: Engin Yayınevi.
Kara, M. (2010). Gazi Üniversitesi TÖMER öğrencilerinin Türkçe öğrenirken karşılaştıkları sorunlar ve
bunların çözümüne yönelik öneriler. Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, 8(3), 661-696.
Karababa, Z. C. (2009). Yabancı dil olarak Türkçenin öğretimi ve karşılaşılan sorunlar. Ankara
üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 42(2), 265-277.
Karasar, N. (2013). Bilimsel araştırma yöntemi. Ankara: Nobel Yayıncılık.
Katrancı, M. (2012). Üstbiliş stratejileri öğretiminin dinlediğini anlama becerisine ve dinlemeye yönelik
tutuma etkisi (Yayımlanmamış doktora tezi). Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
Koç, R. (2012). Okuma yazma öğretimi yöntemleri ve “ses temelli cümle yöntemi” uygulaması. Turkish
Studies, 7(4), 2259-2268.
MEB. (1995). İlkokul öğretim programı. Ankara: Milli Eğitim Basımevi.
MEB. (2005). İlköğretim Türkçe dersi (1-5. Sınıflar) öğretim programı ve kılavuzu. Ankara: Milli Eğitim
Basımevi.
Okatan, H. İ. (2012). Polis akademisi güvenlik bilimleri fakültesinde okuyan yabancı uyruklu
öğrencilerin Türkçe öğrenme sorunları. Polis Bilimleri Dergisi, 14(4), 79-112.
Özbay, M. (2007). Türkçe özel öğretim yöntemleri II. Ankara: Öncü Kitap.
Pressley, M., Yokoi, L., Van Meter, P., Van Etten, S. & Freebern, G. (1997).Some of the reasons why
preparing for exams is so hard: What can be done to make it easier? Educ. Psychol. Rev., 9(1),
1-38.
Rozan, N. (1982). Okuma alışkanlığında öğretmenlerin rolü. Eğitim ve Bilim, 7(39), 19-23.
Nurettin YILDIZ 110
Ryan, M. & Deci, E. L. (2000). Intrinsic and extrinsic motivations: Classic definitions and new
directions. Contemporary Educational Psychology, 25, 54-57.
Selen, N. (1979). Söyleyiş sesbilim, akustik sesbilim ve Türkiye Türkçesi. Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
Subaşı, D. A. (2010). TÖMER’de yabancı dil olarak Türkçe öğrenen Arap öğrencilerin
kompozisyonlarda hata analizi. Dil Dergisi, 148, 7-16.
TDK (2011). Büyük Türkçe sözlük. Ankara: TDK.
Tekin, H. (2004). Eğitimde ölçme ve değerlendirme. Ankara: Yargı yayınları.
Yellok, V. S. ve Büyükikiz, K. K. (2010). Türkçe öğrenen yabancıların okuma sırasında yaptıkları
hatalar üzerine tespitler, yabancı dil olarak Türkçenin öğretiminde yeni çalışmalar. 8. Dünyada
Türkçe Öğretimi Sempozyumu Bildirileri, 224-234, Ankara.
Yıldız, N. (2015). Dinleme stratejileri öğretiminin beşinci sınıf öğrencilerinin dinlediğini
anlama becerilerine etkisi (Yayımlanmamış doktora tezi). Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi, Çanakkale.
Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Öğretimi… 111
Extended Abstract
Reading can be described as the evaluation by the brain of a series of figures that perceived by
vocal organs and eyes, a dynamic sense-building process that necessitates an active and effective
communication between writer and reader, or vocalization of written or published symbols in obedience
to the rules that have been identified before. It can be said that the first step in reading, which is
considered as the vocalization process of written or published symbols, is alphabet. Alphabet has two
dimensions. These are Letter dimension (1), and Sound dimension (2). Sound is the meaningful
outcomes of speaking organs in the form of words or sentences, as for letter is to be seen of these sounds
by the help of some special symbols. In all the languages in the world, sounds are common, but the
difference is originated by the shaping of these symbols. Analysis, synthesis and mixed method which
are used in teaching reading skills were discussed, and up to now, many methods in teaching reading
were experienced in world-size extent. Also Turkish education system has experienced different types of
methods in teaching reading skills in different periods along with the changes and developments in the
world. It is possible to discuss the methods of teaching reading skills under three major topics: Synthesis
methods (1), analysis methods (2) and mixed methods (3). The main aim in teaching a foreign language
is to understand, read, speak and write it correctly. The achievement in teaching a foreign language can
only be possible by banding together these four core elements: method, teaching tools, physical setting
and teaching technique. The very first step to achieve the success in teaching a foreign language is to
choose the right method.
The demand for learning Turkish has been rising day by day. Then, this case necessitates
satisfying this demand effectively. This study was carried out with Syrian students, and the reading
comprehension methods conforming to their special linguistic features were tried. In this research, it is
attempted to define the method which fits better in Turkish reading to foreign students in reading
comprehension. For this aim, the questions below are tried to be answered:
1. Is there any difference in reading comprehension among the reading methods applied to the
students who learn Turkish as a foreign language?
2. Is there any gender-based difference in reading comprehension among the reading methods
applied to the students who learn Turkish as a foreign language?
3. Is there any difference in reading comprehension between the foreign language learners in
TÖMER who benefit from YTB and the foreign language learners in TÖMER who do not
benefit from YTB?
The research is a quasi-experimental design type of research. A pre-mid-posttest model
including an experimental group is used in the research.
The research is carried out with 52 Syrian students who learn Turkish as a foreign language at
Kahramanmaraş Sütçü İmam University TÖMER in 2015-2016 academic year. The study group of the
research is determined by using convenience sampling method. Gathered data were analyzed by the
help of SPSS (21) package program
The methods and techniques used in teaching a language as a foreign language is also important
as well as the general features of the target language and the mother tongue of the learner. In this
research, it is attempted to define if there is any difference in reading comprehension according to
teaching methods in reading of Syrian students who use Arabic alphabet. Three groups were generated
for the study, and for the first group sound-based, for the second group lexis-based and for the third
group story-based comprehension teaching were carried out. As a result of the mid-test which is taken at
the end of the 18-hour teaching period of A1 starter level, in short sentences and in short texts, it comes
in sight that the comprehension level of the groups, which are taught by the help of the lexis-based and
teaching reading methods, is higher. In the context of the other teaching methods, while the sound-based
sentence teaching method shows an increase from 2.53 for pre-test to 4.53 for mid-test and story-based
method from 2.55 for pre-test to 4.05 to mid-test, lexis-based teaching method shows higher increase
than the others by 2.40 for pre-test and 5.33 for mid-test, then this method reveals more meaningful
difference than the other two methods.
As a result of the mid-test data of the research, lexis-based method can be seen as more
effective than the other teaching methods in reading comprehension in a short period (18-hour course
period). In the post-test phase of the research, there is a meaningful difference in all groups on behalf of
post-test. Sound-based method shows an increase from 2.53 for pre-test to 6.76 for post-test, lexis-based
method from 2.40 for the pre-test to 5.87 for the post-test and story-based method from 2.55 for pre-test
to 4.50 for post-test. Taking into account all of these and considering the effects of teaching reading
Nurettin YILDIZ 112
methods to foreign learners, it can be said that sound-based method is more effective in long-term ( A1
level). When compared with lexis-based and story-based methods, sound-based sentence teaching
method is slower by means of teaching reading.
As well as Turkish students, foreign students also cannot understand that they read because of
concentrating on sound, but in time, when they go in for using the sounds right, the comprehension level
goes up. In the scope of gender in teaching Turkish to foreigners, it is revealed in this research that girls
are more successful in language learning than boys. Some of the students who appeal to TÖMER for
learning Turkish benefit from language learning service without paying any costs, while the others
benefit from the same service with their own means. In this research, it is revealed that there is no
meaningful difference in reading comprehension in the context of YTB.
Teaching Turkish methods to foreigners and reading methods applied to the students who speak
Turkish as the mother tongue should be separated, and new reading methods which would be suitable for
foreign learners of Turkish should be enhanced and practiced.
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (RTEÜ Journal of Social Sciences) 3 : 113-127
[201?]
İLKOKUL ÖĞRENCİLERİNİN SOSYAL UYUMLARI İLE ANNE-BABA
STRES DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ
A STUDY OF PRIMARY SCHOOL STUDENTS’ SOCIAL ADAPTIONS AND
PARENTS’ LEVEL OF STRESS
Abdullah IŞIKLAR1, Mehmet BİLGİN
2, Mehtap BİLGİN
3
ÖZ: Bu çalışmanın amacı, ilkokullarda öğrenim gören öğrencilerin sosyal problemleri
ile anne-baba stres düzeylerini akademik başarı, aile geliri ve öğrencinin süreğen
hastalığa sahip olup olmama durumlarına göre incelemektir. İlişkisel tarama modelinde
yürütülen araştırmaya Kayseri ili Melikgazi ilçesinde öğrenim gören 460 ilkokul
öğrencisi ve anne ve babaları katılmıştır. Araştırmada tesadüfi örnekleme yöntemi
kullanılmıştır. Araştırma verileri, Anne-Baba Stres Ölçeği ve Okul Sosyal Davranış
Ölçeği kullanılarak elde edilmiştir. Verilerinin analizinde ise t testi, F testi ve Pearson
momentler çarpım korelasyon katsayısı teknikleri kullanılmıştır. Verilerin analizi
sonucunda, akademik başarısı düşük olan öğrencilerin anne-baba stres düzeylerinin
yüksek olduğu bulunmuştur. Aile gelir düzeyi yükseldikçe anne-baba stres
düzeylerinin azaldığı bulunmuştur. Çocuklarında süreğen hastalık olan anne-babaların
stres düzeylerinin daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Anne-baba stres düzeyi ile okul
sosyal davranış ölçeğinin ilişki, özdenetim ve akademik alt boyutu puanları arasında
negatif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Anne-baba stres düzeyi ile okul sosyal
davranış ölçeğinin saldırgan, anti-sosyal ve yıkıcı alt boyut puanları arasında pozitif
yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Elde edilen bu bulgular literatür ışığında
yorumlanarak tartışılmış ve araştırmadan elde edilen sonuçlara göre önerilerde
bulunulmuştur.
Anahtar Sözcükler: Stres, sosyal uyum, ilkokul, öğrenci
ABSTRACT: The purpose of this study is to investigate students’ social problems
attending primary school and their parents’ level of stress by the variables academic
achievement, income and whether or not students have a chronic disease. 460 primary
school students and their parents in Melikgazi, Kayseri participated in the research,
which was conducted by the relational screening model. The random sampling method
was used in the research. The data were obtained by using the Parents’ Stress Scale and
School Social Behavior Scale. In the analysis the data, t test, F test and Pearson
product-moment correlation coefficient techniques were used. As a result of the
1 Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi Reh. Psik. Dan. Abd. [email protected]
2 MEB Öğretmen
3 MEB Öğretmen
Abdullah IŞIKLAR, Mehmet BİLGİN, Mehtap BİLGİN 114
analysis of the data, it was found that parents of students who have low academic
achievement have high level of stress. It was established that as income increases
parents’ level of stress decreases. Parents whose children have a chronic disease were
found to have a high level of stress. A negative significant correlation was found
between parents’ level of stress and the sub scale scores of relation, self-control and
academic achievement in the School Social Behavior Scale. A positive significant
correlation was found between parents’ level of stress and the sub scale scores of
aggression, antisocial and disruption in the School Social Behavior Scale. The findings
were discussed in line with the relevant literature and suggestions were made.
Keywords: Stress, social adaption, primary school, student.
GİRİŞ
Bireyin çevreye uyum sağlaması ve çevreyle uyum içinde yaşaması için bir
takım yeterliliklere ve becerilere sahip olması gerekir. Bunların başında ise sosyal
yeterlilikler ve sosyal beceriler gelmektedir. Sosyalleşme, bireyin, içinde yaşadığı
toplumun normlarını, değerlerini, kendisinden beklenen rolleri, tutumları ve davranış
yapılarını, toplumsal etkileşim için gerekli becerileri, benlik ve kimlik duygusunu
kazanma, içinde yaşadığı kültürü içselleştirme sürecidir. Sosyalleşme sürecinde,
kişilerin sosyal gelişimini olumlu ve olumsuz yönde etkileyen çeşitli faktörler vardır.
Küçük yaşlardan itibaren bireyin çevresiyle kurduğu ilişkilerin niteliği, iletişim
kurabilme yeteneği ve ayrıca çevrenin izlenimi sosyalleşme sürecinde etkili
faktörlerdir. Bazı çocukların diğerlerine göre daha sosyal olmasında bu durumlar
önemli bir yer teşkil eder (Coşkun, 2012). Çocuk birlikte yaşadığı insanlarla
yardımlaşmayı, paylaşmayı, işbirliği yapmayı başarır ve duygularını yaşadığı kültüre
uygun bir biçimde ifade edebilir (Çağdaş ve Seçer, 2002).
Bireyin başkaları ile iyi ilişkiler kurmasında, toplumsal kurallara uymasında,
sorumluluk yüklenebilmesinde, başkalarına yardım etmesinde, haklarını
kullanabilmesinde sosyal becerilerin önemi büyüktür (Çubukçu ve Gültekin, 2006).
Bugün eğitim sürecinde akademik becerilerle birlikte çocukların sosyal gelişimlerinin
de temel olduğundan yola çıkarak sosyal becerilerin gelişmesi önem kazanmıştır.
Çünkü bu becerilerin kazanılmaması çocuğun okul başarısında, sosyal ilişkilerinde ve
uyum güçlüklerinde etkili bir faktör olabilmektedir (Akkök, 1999).
İlkokul çağında öğretmen öğrenci ve aile ilişkisinin sağlıklı kurulması,
öğretmenlerin çocuk ruh sağlığının önemini ve bunun eğitimdeki yerini bilmesi büyük
önem taşımaktadır. Bireyin davranış repertuarında bazı sosyal becerilerin olmaması
olarak ifade edilebilecek olan sosyal beceri yetersizliği (Çadır, 2008), okulda ve
yaşamın her alanında bireyi etkilemektedir. Problem davranışlar ise, sıklıkla, bireyin
çevresindekilere, kendisine veya eşyalara zarar verici nitelikte olacaktır (Cai, Kaiser,
Hancock; 2004; Hamre ve Pianta, 2008). Tüy (1999), sosyal beceri eksikliğinin,
saldırganlık, anti-sosyal davranışlar ve hiperaktivite gibi dışsallaştırılmış problemlerle
ilişkili olduğunu ifade etmiştir.
Çocukların uyum yeteneği sınırlıysa, problem davranışlara eğilim
gösteriyorlarsa ve anne-babalar bu noktada çocukları ile nasıl etkileşime geçecekleri
konusunda sınırlı düzeyde bilgiye sahiplerse, bu durum anne-baba çocuk ilişkisinin
İlkokul Öğrencilerinin Sosyal Uyumları… 115
kalitesini düşürmektedir. Böylece çocuğun davranış problemleri ve anne-babanın
yaşadığı stres, karşılıklı olarak birbirini pekiştirmektedir (Lauth ve Heubeck 2010).
Uyumlu ve özgür bir ailede, tutarlı ve sağlıklı ilişkiler içinde yetişen çocuk,
özerk bir birey olarak yetişkin yaşamına ulaşabilir (Yavuzer, 2009). Çocuğun kişilik
yapısının oluşmasında anne-baba etkisinin önemli bir yeri ve değeri vardır (Yörükoğlu,
1989). Çocuk, kültürel değerlerini, temel alışkanlıklarını, gelişim görevlerine karşı
yaklaşımlarını aile ortamında kazanır. Çocuğun olumlu bir benlik tasarımı
oluşturmasında, yeterlilik duygusu kazanmasında anne-babası ile etkileşiminde aldığı
geribildirimler çok önemli rol oynar (Akkaya, 2008).
Özellikle çocukların okula başlaması ile birlikte anne-baba çocuk ilişkilerinin
yeni bir boyut kazandığı, anne-baba görev ve sorumluluklarının yeniden gözden
geçirilmesi gerektiği araştırmacılar tarafından vurgulanmaktadır. Freeman (2006),
ailenin çocuk üzerindeki etkilerinin son derece önemli olduğunu ve ailelerin yeterlilik
düzeylerinin birbirlerinden farklı olduğunu belirtmiştir. Hocaoğlu (2009) ebeveynlerin
çeşitli özelliklerinden dolayı, çocukların yeterli sosyal beceriye sahip olmalarında
kritik bir öneme sahip olduklarını, ergenlik döneminde gösterilen sosyal uyum ve
başarının daha önceki dönemlerde kazanılan sosyal becerilerle ilgili olduğunu ve
ebeveynlerin bazı psikososyal özelliklerinin bu etkiyi pekiştirdiğini ifade etmiştir.
Çocukların bireysel farklılıklarının göz ardı edilmesi, ilgi ve düzeylerine
uymayan beklentilerle karşı karşıya bırakılması, uygun ve düzenli rehberliğin
yapılamaması, yanlış disiplin ve eğitim uygulamaları çocuktaki uyumsuzlukların
belirlenmesindeki önemli etkenlerdir (Dökmen, 2000; Çağlar, 1981; Oswald, Cohen,
Best, Jensen ve Lyons, 2001).
Anne-baba çocuk ilişkileri çerçevesinde son yıllarda sıklıkla araştırılan
konulardan birisi anne-baba olmaya ilişkin stres yani ebeveyn stresi kavramıdır
(Gabriel ve Bodenmann 2006). Stres, bireyin dengesini bozan ve uyum sürecini
olumsuz yönde etkileyen iç ve dış uyaranlara karşı, bedenin verdiği fiziksel ve
psikolojik tepkiler olarak tanımlanabilir (Franke, Jagla, Salewski, ve Jager, 2007). Aile
sistemi açısından değerlendirildiğinde, anne-baba çocuk etkileşiminde, anne-babanın,
çocuk sahibi olmanın gerektirdiği görevlere uyum sağlamaya karşı verdikleri fizyolojik
ve psikolojik tepkilerden oluşan süreçler bütünü, ebeveyn stresi olarak tanımlanabilir
(Blacher ve Mclntyre, 2006).
Olumsuz anne-baba tutumlarının, okul başarısı (Duchesne ve Ratelle, 2010),
kaygı (Erkan, 2002), benlik saygısı ile atılganlık seviyesi (Ünüvar, 2007), özerklik
gelişimi (Beyers ve Gossens, 1999), problem çözme becerisi (Arı ve Seçer, 2003) gibi
özelliklerle ilişkisinin olduğunu gösteren çalışmalar yer almaktadır.
Birçok araştırma çocuğun göstermiş olduğu problem davranışların, demografik
değişkenlerin yanı sıra aile içi ilişkiler, ebeveynlerin stres düzeyleri gibi farklı
değişkenlerden de etkilendiğini göstermektedir (Hastings ve Brown, 2002; Blacher ve
Mclntyre, 2006). Deater-Deckard (1998) ebeveyn stresini etkileyen durumun yine
ebeveyn davranışları olduğunu ifade etmiştir.
Anne-babaların ebeveynliğe yüklediği anlamlar, ebeveynlik görev ve
sorumluluklarının anne-baba üzerinde yarattığı etki ebeveyn stresinin yaşanmasına
neden olan etkenler arasında değerlendirilebilir (Gülaldı, 2010). Ebeveyn davranışları
çocukların sosyal uyum davranışlarını doğrudan etkileyebilmektedir (Paczkowski ve
Baker, 2007). Araştırmalarda, ebeveynlerin öz yeterlilik inançları ile çocukların
problem davranışları arasında ilişki olduğu Coleman ve Karraker, 1998; Hastings ve
Brown, 2002; Beck, Daley, Hasting, ve Stevenson, 2004; Paczkowski ve Baker, 2007)
Abdullah IŞIKLAR, Mehmet BİLGİN, Mehtap BİLGİN 116
görülmektedir. Coleman ve Karraker (2003) ise, öz yeterlilikleri yüksek olan ebeveyn
çocuklarının daha az olumsuz davranış sergilediğini ve sosyal ortamlarda daha uyumlu
olduklarını ifade etmişlerdir.
Bu araştırmada, ilkokulda sosyal uyum problemi yaşayan öğrencilerin anne-baba
stres düzeylerinin; aile geliri, öğrenci akademik başarısı ve öğrencinin süreğen
hastalığa sahip olup olmamasına göre farklılık gösterip göstermediği incelenmiştir. Bu
doğrultuda aşağıdaki sorulara cevap aranmıştır.
1.Aile gelir düzeyine göre anne-babaların stres düzeyi farklılaşmakta mıdır?
2.Öğrencinin akademik başarısına göre anne-baba stres düzeyi farklılaşmakta
mıdır?
3.Öğrencinin süreğen hastalığa sahip olup olmamasına göre anne-baba stres
düzeyi farklılaşmakta mıdır?
4. Öğrenci okul sosyal uyum düzeyi ile anne-baba stres düzeyi arasında anlamlı
bir ilişki var mıdır?
YÖNTEM
Araştırmanın Modeli
Bu araştırmada, ilkokullarda sosyal uyum problemi yaşayan öğrencilerin anne-
baba stres düzeyleri incelenmiştir. Araştırmada ilişkisel tarama modeli kullanılmıştır.
İlişkisel tarama modelleri, iki veya daha çok sayıdaki değişken arasında birlikte
değişim varlığını ve/veya derecesini belirlemeyi amaçlayan araştırma modelleridir
(Karasar, 2007).
Evren ve Örneklem
Araştırmanın evreni Kayseri ili Melikgazi ilçesinde ilkokula devam eden öğrenci
ve anne-babalarından oluşmaktadır. Araştırma, Şehit Jandarma Komando Er Hacı
Aydıncı, Ayşe Ahmet İnci, 80. Yıl Cumhuriyet, Mustafa Kemal ve Mehmet
Mihraboğlu İlkokullarında öğrenim gören tesadüfi örnekleme yöntemiyle belirlenmiş
460 öğrenci anne-babalarına araştırmanın ölçekleri uygulanmıştır.
Veri Toplama Araçları
1-Kişisel Bilgi Formu:
Araştırmacılar tarafından geliştirilen kişisel bilgi formu kullanılmıştır.Araştırmaya
katılan öğrencilerin aile gelir düzeyleri, asgari ücret baz alınarak sınıflandırılmıştır.
Öğrencinin akademik başarı değerlendirme verileri sınıf öğretmenlerinin görüşlerine
göre değerlendirilmiştir. Öğrencilerin süreğen hastalığı olup olmama durumlarına ilişkin
bilgiler ise raporlu olan hastalıklar süreğen hastalık olarak kabul edilmiştir.
2- Anne-baba stres ölçeği
Anne-baba stres ölçeği anne-babaların günlük yaşamda çocukları ile ilişkilerinde
yaşadıkları stresi değerlendirmeye olanak sağlayacak şekilde dörtlü Likert modeline
uygun olarak Kaymak Özmen ve Özmen (2012) tarafından geliştirilmiştir. Ölçek tek
boyutlu ve 16 maddeden oluşmaktadır. Anne-Baba Stres Ölçeği (ABSÖ)’nün geçerlik
çalışmaları kapsamında yapı geçerliği incelenmiştir. Ortaya çıkan tek boyutlu yapının
doğrulayıcı faktör analizi ile yeniden değerlendirilmesi sonucunda model veri
uyumunun iyi olduğunu gösteren kriter değerleri (X2=252.98 (N=438, sd=104,
İlkokul Öğrencilerinin Sosyal Uyumları… 117
p=.000), X2/sd=252.98/104=2.43, RMSEA=0.05, RMR= 0.03, RMS= 0.04, GFI= 0.93,
AGFI=0.91 ve CFI= 0.91) biçimindedir. ABSÖ’ nün iç tutarlılık güvenirliği için
hesaplanan Cronbach Alfa değeri .85 ve Spearman Brown İki yarı test güvenirliği .82
olarak hesaplanmıştır. Ölçekte yer alan tüm maddeler için madde toplam korelasyonları
ise .34 ile .58 arasında değişmektedir. Madde analizi kapsamında elde edilen t
değerlerinin anlamlı olduğu (p<.001) görülmüştür.
3-Okul Sosyal Davranış Ölçeği:
Okul Sosyal Davranış Ölçekleri (School Social Behavior Scales), sınıf
öğretmenleri veya okuldaki diğer öğretmenlerin, okul öncesi ve ilköğretim çağındaki
öğrencilerini teker teker değerlendirebilmelerine olanak sağlayacak şekilde beşli Likert
modeline uygun olarak Merrell (1993) tarafından geliştirilmiştir. Ölçekler toplam 65
maddeden oluşmaktadır. Okul Sosyal Davranış Ölçekleri Sosyal Yeterlilik ve
Olumsuz Sosyal Davranışlar formu olmak üzere iki alt ölçekten oluşmaktadır. Sosyal
Yeterlilik Ölçeği'nde; Kişiler arası İlişkiler (14 madde), Özdenetim Becerisi (10
madde) ve Akademik Beceriler (8 madde) olmak üzere üç alt ölçekte toplanan 32
madde yer almaktadır. Olumsuz Sosyal Davranışlar Ölçeği ise; Saldırgan Sinirli (14
madde), Antisosyal-Agresif (10 madde), Yıkıcı-Talepkar (9 madde) olmak üzere üç alt
ölçekte toplanan 33 maddeden oluşmaktadır. Merrell (1993) tarafından geliştirilen
Okul Sosyal Davranış Ölçeği 'nin Türkçe 'ye uyarlanması, geçerlik ve güvenirlik
çalışmalarını Yüksel (2009) yapmıştır.
Okul Sosyal Davranış Ölçeği'nin 'Sosyal Yeterlilik Ölçeği'nin korelasyon
katsayıları(r= .88 ve r= .44) arasında değiştiği ' Olumsuz Sosyal Ölçeği' nin korelasyon
katsayıları ise (r=.92 ve r=.48) arasında değiştiği belirlenmiştir.
Verilerin Analizi
Araştırma verilerinin analizinde ilkokul öğrenci ailelerinin demografik
özelliklerinin belirlemek için t testi, öğrenci anne-baba stres düzeylerinin aile gelirine
göre farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek için F testi, öğrencilerin akademik
başarılarına göre anne-baba stres düzeyleri arasındaki farklılığı belirlemek için F testi
ve öğrencilerin süreğen bir hastalığa sahip olup olmama durumlarına göre anne-baba
stres düzeylerinin farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek için t testi, anne-baba stres
düzeyleri ile ilkokul öğrencilerinin okula sosyal uyum düzeyleri arasındaki ilişkiye
yönelik korelasyon analizi yapılmıştır.
Abdullah IŞIKLAR, Mehmet BİLGİN, Mehtap BİLGİN 118
BULGULAR
Anne-baba stres düzeylerini belirlemek için aile gelir düzeyi, öğrencinin akademik
başarı düzeyi ve öğrencinin süreğen bir hastalığı olup olmama durumuna göre tek
boyutlu olan Anne-baba Stres Ölçeği uygulanmıştır. İlkokullarda sosyal uyum
problemi yaşayan öğrenci ailelerinin stres düzeylerinin aile gelirine göre fark olup
olmadığı Tablo 1'de verilmiştir.
Tablo 1. Anne-baba stresinin ailenin gelirine göre farklılık olup olmadığına ilişkin
F Testi sonuçları
Boyut Gelir Düzeyi N X Ss F P
Anne-Baba
Stresi
0-950 272 42,31 7,77
33,565* ,000 951-3000 122 37,04 8,89
3001 ve üstü 66 34,72 7,44
*p< 0.05
Anne-baba stres düzeyi aile gelirlerine göre incelendiğinde gelir düzeyi 0-950
olan ailelerin anne-baba stres düzeyi aritmetik ortalaması (X= 42,31), gelirleri 951-
3000 olan ailelerin anne-baba stres düzeyi aritmetik ortalaması (X= 37,04) ve gelirleri
3001 ve üstü olan ailelerin anne-baba stres düzeyi aritmetik ortalaması (X=34,72)
olarak belirlenmiştir. Ortalamalar arasında anlamlı farklılıklar bulunmuştur. Anne-baba
stresinin aile gelir düzeylerine göre farklılığın hangi gruptan kaynaklandığını
belirlemek için anlamlılık analizi yapılmıştır. Tablo 2'de anne-baba stresinin aile
gelirlerine göre farklılığın hangi gruplardan kaynaklandığını belirlemek için çoklu
karşılaştırma testine ilişkin bulgulara yer verilmiştir.
Tablo 2. Gelir düzeyine göre ortaya çıkan farklılığın hangi gruptan
kaynaklandığına ilişkin çoklu karşılaştırma testi sonuçları
Boyut (I) gelir (J) gelir
Ortalamalar
arasındaki
fark (I-J)
SH p
Anne-baba
Stresi
0-950 951-3000 5,263 ,875* ,000
3001 ve üstü 7,585 1,103* ,000
951-3000 3001 ve üstü 2,321 1,228 ,143
*p< 0.05
Anne-baba stresinin aile gelir düzeyine göre puanlar incelendiğinde, aile
gelirleri 0-950 arası olan ailelerin, aile gelir düzeyleri 951-3000 arası ve 3001 ve üstü
olan ailelere göre stres düzeyleri anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Gelir düzeyi
düşük aileler gelir düzeyleri orta ve yüksek olan ailelerden daha fazla stres yaşadıkları
görülmektedir. Gelir düzeyleri 951-3000 olan aileler ile gelirleri 3001 ve üstü olan
aileler arasında stres düzeyi açısından anlamlı ilişki bulunamamıştır.
İlkokul Öğrencilerinin Sosyal Uyumları… 119
Tablo 3. Anne-baba stresinin öğrencinin akademik başarısına göre farklılık olup
olmadığına ilişkin F Testi sonuçları
Boyut Akademik başarı N X Ss F P
Anne-baba
Stresi
düşük 105 45,92 7,25
108,659* ,000 orta 233 40,14 6,58
yüksek 122 32,04 4,58
*p<0.05
Anne-baba stres düzeyi öğrencinin akademik başarısına göre incelendiğinde
akademik başarısı düşük olan öğrenci anne-babaların stres düzeyi aritmetik ortalaması
(X= 45,92), akademik başarısı orta olan öğrenci anne-babaların stres düzeyi aritmetik
ortalaması (X= 40,14), ), akademik başarısı yüksek olan öğrenci anne-babaların stres
düzeyi aritmetik ortalaması (X= 32,04) olarak belirlenmiştir. Ortalamalar arasında
anlamlı farklılıklar bulunmuştur. Anne-baba stresinin öğrencinin akademik başarısına
göre farklılığın hangi gruptan kaynaklandığını belirlemek için anlamlılık analizi
yapılmıştır. Tablo 4'de anne-baba stresinin aile gelir düzeyine göre farklılığın hangi
gruplardan kaynaklandığını belirlemek için çoklu karşılaştırma testine ilişkin bulgulara
yer verilmiştir.
Tablo 4.Anne-baba stresinin öğrencinin akademik başarısına göre farklılaşmanın
hangi gruptan kaynaklandığına ilişkin çoklu karşılaştırma testi sonuçları
Boyut (I) akademik
başarı
(J) akademik
başarı
Ortalamalar
arasındaki
fark (I-J)
SH p
Anne-baba
Stresi
düşük orta 8,09* ,833* ,000
yüksek 13,87* ,943* ,000
orta yüksek 5,78* ,792* , 000
*p< 0.05
Öğrencinin akademik başarısına göre Anne-baba Stres Ölçeği puanları
incelendiğinde, akademik başarısı düşük öğrencilerin anne-babaların stres düzeyi,
akademik başarısı orta ve yüksek öğrencilerin anne-babaların stres düzeyinden anlamlı
düzeyde yüksek olarak bulunmuştur. Akademik başarısı orta düzeyde olan öğrencilerin
anne-babaların stres düzeyi, akademik başarısı yüksek olan öğrencilerin anne-babaların
stres düzeylerinden anlamlı düzeyde yüksek olarak bulunmuştur.
Tablo 5. Anne-baba stresinin öğrencinin süreğen bir hastalığı olup olmamasına
ilişkin t Testi sonuçları
Boyut Sürekli Hastalık N X Ss t P
Anne-baba
stresi
Hayır 366 34,19 7,77 -7,555 ,000
Evet 94 41,27 8,19
*p< 0.05
Abdullah IŞIKLAR, Mehmet BİLGİN, Mehtap BİLGİN 120
Çocuklarında süreğen hastalık olup olmama durumuna göre Anne-baba Stres
Ölçeği puanları incelendiğinde çocuklarında süreğen hastalık olan anne-babaların
yaşadıkları stres düzeyi aritmetik ortalaması (X =41,27), çocuklarında süreğen hastalık
olmayan anne-babaların aritmetik ortalaması ise (X =34,19) bulunmuştur. Ortalamalar
arasında (t= -7,555 p<.001) düzeyinde anlamlı bir fark bulunmuştur. Çocuklarında
süreğen hastalık olan anne-babaların stres düzeyleri çocuklarında süreğen hastalık
olmayan anne-babalara göre daha yüksektir.
Tablo 6. Anne-baba stres düzeyi ile ilkokul öğrencilerinin okula sosyal uyum
düzeylerine ilişkin korelasyon analiz sonuçları
İlişki Özdenetim Akademik
Başarı Saldırgan Antisosyal Yıkıcı
Anne-
baba
Stresi
r -,260**
-,264**
-,243**
,130**
,155**
,153**
p ,001 ,001 ,001 ,008 ,002 ,002
N 460 460 460 460 460 460
*p< 0.05
Tablo 6'da Anne-Baba Stres ölçeği puanları ile Okula Sosyal Uyum ölçeği alt
boyut puanları arasındaki ilişki incelenmiştir. Anne-baba stres düzeyi ile ilişki (r=-,260
p<.001), özdenetim (r= -,264 p<.001) ve akademik (r=-,243p<.001) alt boyut puanları
arasında negatif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Anne-babaların stres düzeyleri
yükseldikçe ilkokul öğrencilerinin sosyal ilişki, özdenetim ve akademik başarıları
azaldığı görülmektedir. Anne-baba stres düzeyi ile saldırgan (r=,130 p<.05), antisosyal
(r=,155 p<.001) ve yıkıcı (r=,153 p<.001) Okula Sosyal Uyum ölçeği alt boyut
puanları arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Anne-babanın stres
düzeyi yükseldikçe ilkokul öğrencilerinin saldırgan, antisosyal ve yıkıcı davranışlarının
da arttığı görülmektedir.
İlkokul Öğrencilerinin Sosyal Uyumları… 121
TARTIŞMA
Araştırmanın bulguları incelendiğinde, gelir düzeyi düşük aileler gelir düzeyleri
orta ve yüksek olan ailelerden daha fazla stres yaşadıkları sonucuna ulaşılmıştır. Düşük
sosyoekonomik gelir düzeyine sahip ailelerden gelen çocukların anti-sosyal davranışlar
gösterdiği (Trentacorta ve Shaw, 2007), ailenin gelir durumunun düşük olması zor ve
yetersiz yaşamı, yüksek stresi, arttırdığı (Dufrene, Doggett, Henington, ve Watson,
2007; Doctoroff ve Arnold, 2004; Putnam ve Stifter, 2005), ailenin sosyoekonomik
durumu, aile içi ilişkiler, ebeveynlerin stres düzeyleri gibi farklı değişkenlerden
etkilendiği (Hastings ve Brown, 2002; Olsson ve Hwang, 2002; Blacher ve Mclntyre,
2006) bulunmuştur. Bu bulgular araştırmanın sonucu ile paralellik göstermektedir.
Diğer taraftan ekonomik açıdan refah düzeyi yüksek olan ailede yetişen bireylerin,
benlik saygılarının ve özgüveninin yüksek olduğu belirlenmiştir (Veselska, Geckova,
ve Gajdosova, 2009). Sosyoekonomik düzeydeki iyileşmenin bireylerin yaşam
koşulları, çevre şartları, beslenmeleri, giyimleri gibi yaşam standartlarını artırdığı,
böylece sosyal uyumu olumlu yönde etkilediği söylenebilir. Araştırmada akademik
başarısı düşük olan öğrenci anne-babaların stres düzeyi, akademik başarısı orta ve
yüksek olan öğrenci anne-babalardan anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Anne-
babanın geleceği olarak gördüğü çocuğun düşük akademik başarı göstermesi stresi
arttırdığı (Hemmeter, Ostrosky, Fox; 2006; Kwon, 2007), akademik başarısı düşük
çocukların sosyal uyumlarının azaldığı (Ray ve Elliott, 2006), aile içi ilişkileri olumsuz
etkilediği (Marzano ve Marzano, 2003; Semmel ve Gao, 1992) bulunmuştur. İlkokul
öğrencilerinin akademik başarılarının düşük olması ailelerin yaşam şekillerini ve
ilişkilerini olumsuz yönde etkilediği düşünülmektedir. Çocuklarında süreğen hastalık
olan anne-babaların, çocuklarında süreğen hastalık olmayan anne-babalara göre stres
düzeyi daha yüksektir. Engelli ve süreğen hastalığı olan çocuğa sahip anne-babaların
depresyon, anksiyete ve stres düzeyinin daha yüksek olduğu (Conk ve Yıldırım, 2005;
Çoşkun ve Akkaş, 2009; Dereli ve Okur, 2008; Keskin, Bilge, Engin ve Dülgerler,
2010), sürekli suçluluk duygusu yaşadıkları (Yıldırım-Doğru, Durmuşoğlu ve Turan,
2006), ailedeki stresin en temel kaynağı olduğu (Girli, 1995; Floyd ve Gallagher, 1997;
Oh ve Lee, 2009), karamsarlık yaşadıkları (Coşkun ve Akkaş, 2009), çeşitli psikolojik
problemler yaşadıkları (Lawoko ve Soares, 2002), ebeveynlerin yaşam kalitelerini
düşürdüğü (Goldbeck 2006) bulunmuştur. Süreğen hastalığı olan çocuğa sahip ailelerin
yaşam stilleri birçok açıdan zarar görmekte ve sosyal yaşama aile ve çocuk uyum
sağlamakta zorlandığı düşünülmektedir. Araştırmanın anne-baba stres düzeyi ile okul
sosyal uyum ölçeğinin ilişki, özdenetim ve akademik başarı alt boyutları arasındaki
ilişkinin ise negatif yönde olduğu görülmektedir. Anne-babaların stres düzeyi
yükseldikçe çocukların sosyal ilişkiye girme becerileri, özdenetimleri ve akademik
başarı düzeyleri düşmektedir. Aile ortamlarında stres arttıkça çocuklarda problem
davranışların arttığı (Akkül, Öztop, Özdemir, Ünalan, ve Şahin 2009), anne-babanın
olumsuz davranışlarının çocukların sosyal beceri düzeyini olumsuz yönde etkilediği
(Hocaoğlu (2009), ailedeki stresin çocukların akademik başarısını düşürdüğü (Aslan,
2008; Bozkurt ve Harmanlı, 2002), aile stresinin çocukların iç denetim odaklarını
negatif yönde azalttığını (Akkuş 2005; Paczkowski ve Baker, 2007) bulmuşlardır.
Anne-babaların stres düzeyinin yüksek olması çocuklarda gelişim özelliklerini olumsuz
yönde etkilediğini araştırmalar göstermektedir. Bu bulgular araştırmanın sonucunu
destekler niteliktedir.
Abdullah IŞIKLAR, Mehmet BİLGİN, Mehtap BİLGİN 122
Anne-baba stres düzeyi yükseldikçe çocukların saldırgan, antisosyal ve yıkıcı
davranışlarının da arttığı görülmektedir. Araştırmalarda yüksek ailesel stresin
çocuklarda saldırganlığı ve yıkıcı davranışları arttırdığı (Hemmeter, Ostrosky, Fox;
2006; Kwon, 2007), gelir düzeyi düşük stresli ailelerin çocuklarının daha saldırgan
olduğu (Kwon, 2007) bulunmuştur. Ayrıca stresi yüksek ailelerdeki çocukların
antisosyal davranışlar (Trentacosta ve Shaw, 2008), gösterdiği belirlenmiştir. Bu
bulgular araştırma sonuçlarını destekler niteliktedir. Araştırmanın sonuçları ışığında
aşağıdaki öneriler geliştirilmiştir.
1- Çocukların gelişimlerine aile stresinin etkisinin daha açık bir şekilde ortaya
konmasına yönelik çalışmalar yapılması önerilmektedir.
2-Anne-babaların stres düzeylerini etkileyen faktörleri belirlemeye yönelik ve
stres düzeyinin azaltılmasına yönelik çalışmalar yapılması önerilmektedir.
3-Aile stresine maruz kalan çocukların davranışlarını olumlu yönde geliştirecek
deneysel çalışmalar yapılması önerilmektedir.
İlkokul Öğrencilerinin Sosyal Uyumları… 123
KAYNAKÇA
Akkaya, S. (2008). Ortaöğretim lise öğrencilerinde rekabetçi tutum ile ana-baba tutumları
arasındaki ilişki düzeyi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Sakarya Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya.
Akkök, F. (1999). İlköğretimde Sosyal Becerilerin Geliştirilmesi Anne-Baba El Kitabı.
İstanbul: Özgür Yayınlar.
Akkuş, Z. (2005). İlköğretim 5.sınıf öğrencilerinin sosyal becerilerinin özsaygı ve denetim
odağı ile ilişkisi.Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara.
Akkül, N., Öztop, D., Özdemir, Ç., Ünalan, D. ve Şahin, H. (2009). İntihar girişiminde bulunan
6-16 yaş grubuna ait 2002-2006 yılları başvuru kayıtlarının değerlendirilmesi. Fırat
Sağlık Hizmetleri Dergisi, 4 (11), 159-172.
Arı, R. ve Seçer, Z. Ş. (2003). Farklı ana baba tutumlarının çocukların psikososyal temelli
problem çözme becerilerine etkisinin incelenmesi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 10, 451–464
Aslan, D. (2008). Özel okullarda (Avcılar ve Beylik düzü bölgesindeki özel okullar) öğrenim
görmekte olan 16-18 yaş grubundaki öğrencilerin bazı kişilik özellikleri ile denetim
odağı düzeylerinin karşılaştırılması. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Yeditepe
Üniversitesi, İstanbul.
Beck, A., Daley, D., Hastings, R. P., & Stevenson, J. (2004). Mothers’ expressed emotion
towards children with and without intellectual disabilities. Journal of Intellectual
Disability Research, 48(7), 628-638.
Beyers, W. & Goossens, L. (1999). Emotional autonomy, psychosocial adjustment and
parenting: Interactions, moderating and mediating effects. Journal of Adolescence, 22,
753–769.
Blacher, J., & McIntyre, L. (2006). Syndrome specificity and behavioural disorders in young
adults with intellectual disability: Cultural differences in family impact. Journal of
Intellectual Disability Research, 50, 184–198.
Bozkurt, N. ve Harmanlı Z. (2002). İlköğretim öğrencilerinin denetim odağı düzeylerinin bazı
değişkenler açısından karşılaştırılması. Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi
Dergisi, 14, 29-37.
Cai, X., Kaiser, A.P. & Hancock, T.B. (2004). Parent and teacher agreement on child behavior
checklist ıtems in a sample of preschoolers from low-income and predominantly
african-american families. Journal of Clinical Child and Adolescent Psychology. 33(2),
303-312.
Coleman, P. K., & Karraker, K. H. (1998). Self-efficacy and parenting quality: Findings and
future applications. Developmental Review, 18(1), 47-85.
Coleman, P. K., & Karraker, K. H. (2003). Maternal self‐efficacy beliefs, competence in
parenting, and toddlers' behavior and developmental status. Infant Mental Health
Journal, 24(2), 126-148.
Conk, Z. ve Yıldırım, F. (2005). Zihinsel yetersizliği olan çocuğa sahip anne/babaların stresle
başa çıkma tarzlarına ve depresyon düzeylerine planlı eğitimin etkisi. Cumhuriyet
Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 9(2), 1-10.
Coşkun, M. (2012). Gençlerin kimlik gelişimi ve sosyalleşme sürecine televizyon dizilerinin
etkisi. Akademik Bakış Dergisi, 28, 1-21.
Coşkun, Y. ve Akkaş, G. (2009). Engelli çocuğu olan annelerin sürekli kaygı düzeyleri ile
sosyal destek algıları Arasındaki ilişki. Ahi Evran Üniversitesi Kırşehir Eğitim
Fakültesi Dergisi(KEFAD), 10(1), 213-227.
Çadır, D. (2008). Zihinsel engelli öğrenciler için müzik terapi yöntemine göre hazırlanan
sosyal beceri öğretim programının etkililiğinin incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi. Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bolu.
Abdullah IŞIKLAR, Mehmet BİLGİN, Mehtap BİLGİN 124
Çağdaş, A. ve Seçer, Z. (2002). Çocuk ve ergende sosyal ve ahlak gelişimi. 1. Baskı. Ankara:
Nobel Yayınevi.
Çağlar D. (1981). Uyumsuz çocuklar ve eğitimi. 3. Basım. Ankara: Ankara Üniversitesi
Basımevi.
Çubukçu, Z. ve Gültekin, M. (2006). İlköğretimde öğrencilere kazandırılması gereken sosyal
beceriler. Bilig Bahar, 37, 155-174
Deater-Deckard, K. (1998).Parenting stress and child adjustment: some old hypotheses and
new questions. clinical psychology, Science and Practice,5(3), 314-332.
Dereli, F. ve Okur, S. (2008). Engelli çocuğa sahip olan ailelerin depresyon durumunun
belirlenmesi, Yeni Tıp Dergisi, 25, 164-168.
Doctoroff, G.L. and Arnold, D.H., (2004). Brief report. Parent-rated externalizing behavior in
preschoolers: The predictive utility of structured ınterviews, teacher reports, and
classroom observations. Journal of Clinical Child and Adolescent Psychology, 33(4),
813-818.
Dökmen Y. Z. (2000). Çocuğunuzun ruh sağlığı. Türk Psikoloji Bülteni, 3(7), 72-76.
Duchesne, S. & Ratelle, C. (2010). Parental behaviors and adolescents’ achievement goals at
the beginning of middle school: Emotional problems as potential mediators. Journal of
Educational Psychology, 102 (2), 497–507.
Dufrene, B.A., Doggett, R.A., Henington, C., & Watson, T.S. (2007). Functional assessment
and ıntervention for discruptive classroom behaviors in preschool and head start
classroom. Journal Behaviors Education. 16, 368-388.
Erkan, Z. (2002). Sosyal kaygı düzeyi yüksek ve düşük ergenlerin ana baba tutumlarına ilişkin
nitel bir çalışma. Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10(10),
120-133.
Floyd, F, J. & Gallagher, E. M. (1997). Parental stress, care demands, and use of support
services for school age children with disabilities and behavior problems. Family
Relations, 46(4), 359-372.
Franke, G. H., Jagla, M., Salewskı, C. & Jager, S. (2007). Psychologisch diagnostische
verfahren zur erfassung von stress und krankheitsbewältigung im deutschsprachigen
raum.“Zeitschrift für Medizinische Psychologie,16, 41-55.
Freeman, C. R. (2006). Relative Contributions of Mastery, Maternal Affective States, and
Childhood Difficulty to Maternal Self-Efficacy. Unpublished Doctoral Dissertation.
University of Nevada, Reno
Gabrıel, B. ve Bodenmann, G. (2006b).Stress und coping bei paaren mit einem
verhaltensauffälligkeiten kind.Zeitschrift für Klinische Psychologie
undPsychotherapie,35(1), 59-64.
Girli, A. (1995). Normal zekalı kardeşlerin zihinsel engelli kardeşe yönelik kabul düzeyinin
belirlenmesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir.
Goldbeck L (2006). The impact of newly diagnosed chronic paediatric conditions on parental
quality of life. Qual Life Res, 15(11) 21–31.
Gülaldı, Demet (2010). Erken çocuklukta serebral palsili ve otistik çocuk annelerinin ebeveyn
stres düzeylerinin yaşam doyumları ile ilişkisinin incelenmesi, Maltepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
Hamre, B.K., & Pianta, R.C., (2008). Teacher’s perceptions of conflict with young students:
looking beyond problem behaviors. Social Development. 17(1), 115-136.
Hastings, R. P., & Brown, T. (2002). Behavior problems of children with autism, parental self-
efficacy, and mental health. American Journal on Mental Retardation, 107, 222-232.
Hemmeter, M.L., Ostrosky, M., & Fox, L., (2006). Social and emotional foundations for early
learning: a conceptual model for ıntervention. School Psychology Review. 35(4), 583-
601.
Hocaoğlu, A. (2009). Zihinsel Engelli ergenlerin okul içi sosyal yeterlilik düzeyleri ve problem
davranışları ile anne-babalarının sosyal beceri düzeylerinin karşılaştırılarak
İlkokul Öğrencilerinin Sosyal Uyumları… 125
incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Eğitim
Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Karasar, N. (2007). Bilimsel araştırma yöntemi, (17. Baskı). Ankara: Nobel Yayınları.
Keskin, G., Bilge, A., Engin, E. ve Dülgerler, Ş. (2010). Zihinsel engelli çocuğu olan anne-
babaların kaygı, anne-baba tutumları ve başa çıkma stratejileri açısından
değerlendirilmesi, Anadolu Psikiyatri Dergisi, 11, 30-37.
Kwon, J.Y., (2007). The relationship between parenting stress, parental ıntelligence and child
behavior problems in a study of Korean preschool mothers. Journal of Early Child
Development and Care, 177(5), 449-460.
Lauth, G. W. & Heubeck, B. (2010). Sosyal davranış problemi olan çocukların anne-babalarına
yönelik anne-baba eğitimi programı(Çev: S. Kaymak Özmen). Ankara: Kök Yayınları.
Lawoko S. & Soares JJF (2002). Distress and hopelessness among parents of children with
congenital heart disease, parents of children with other diseases and parents of healthy
children. J Psychosom Res, 52, 193-208.
Marzano, R. J. & Marzano, J. S. (2003). The key to classroom management. Educational
Leadership, 61(1), 6-17.
Merrell, K. W.(1993). Using behavior rating scales to assess social skills and antisocial
behavior inschool settings: Development of the School Social Behavior. Scales. School
Psychology Review 22(1),115-134
Oh, H. & Lee, E.O. (2009). Care giver burden and social support among mothers raising
children with developmental disabilities in South Korea. International Journal of
Disability, Development and Education, 56(2), 149-167.
Olsson, M. B., & Hwang, C. P. (2002). Sense of coherence in parents of children with different
developmental disabilities. Journal of Intellectual Disability Research, 46, 548–559.
Oswald DP, Cohen R, Best A, Jensen C & Lyons J. (2001).Child strengths and the level of care
for children with emotional and hehavioral disorders. Journal of Emotional and
Behavioral Disorders. 9, 192-200.
Özmen, S. K. ve Özmen, A. (2012). Anne-baba stres ölçeğinin geliştirilmesi. Milli Eğitim
Bakanlığı Dergisi, 196, 20-36.
Paczkowski, E., & Baker, B. L. (2007). Parenting children with and without developmental
delay: The role of self-mastery. Journal of Intellectual Disability Research. 51, 435-
444
Putnam, S.P. & Stifter, C.A., (2005). Behavioral approach-ınhibition in toddlers: prediction
from ınfancy, positive and negative affective components, and relations with behavior
problems. Child Development, 76(1), 212-226.
Ray, C. E. & Elliott, S. N. (2006). Social adjustment and academic achievement: a predictive
model for students with diverse academic and behavior competencies. School
Psychology Review, 35(3), 493-501.
Semmel, M. & Gao, X. (1992). Teacher perception of the classroom behaviors of nominated
handicapped students in china. Journal of Special Education, 25, 415-430.
Trentacorta, C.J., Shaw, D.S. (2008), “Maternal predictors of rejecting parenting and early
adolescent antisocial behavior”, Abnormal Child Psychology, 36(2), 247-259.
Tüy, S. (1999). 3-6 Yaş Arası işitme engelli ve işiten çocukların sosyal beceri ve problem
davranışları yönünden karşılaştırılmaları. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Ünüvar, A. (2007). Lise öğrencilerinin algıladıkları ana-baba tutumları ile kendine saygı
düzeylerinin incelenmesi.Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.
Veselska, Z., Geckova, A. M., Gajdosova, B. & et all. (2009). Socio- economic differences in
self-esteem of adolescents influenced by personality, mental health and social support,
European Journal of PublicHealth, 20, 6 647-652.
Yavuzer, H. (2009). Ana-baba ve çocuk. (20. Baskı). İstanbul: Remzi Kitabevi.
Abdullah IŞIKLAR, Mehmet BİLGİN, Mehtap BİLGİN 126
Yıldırım Doğru, S., Durmuşoğlu, N. ve Turan, E. (2006). Zihin ve işitme engelli çocukların
ailelerinin kaygı düzeyi ve yaşam kaliteleri yönünden karşılaştırılması. I. Uluslararası
Ev Ekonomisi Sürdürülebilirlik Gelişme ve Yaşam Kalitesi Kongresi (22-24 Mart,
Ankara), 377-82.
Yörükoğlu, A. (1989). Değişen toplumda aile ve çocuk. (3.Baskı). İstanbul: Özgür Yayın
Dağıtım.
Yukay-Yüksel, M. (2009). Okul Sosyal Davranış Ölçeklerinin (OSDÖ) Türkçeye
Uyarlanması. Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 3, 1605-1650.
İlkokul Öğrencilerinin Sosyal Uyumları… 127
Extended Abstract
Socializing is a process that an individual internalizes the norms of society that he/she
lives in, values, roles that are expected from him/her, attitudes and behaviour structures,
required abilities for the social interaction, self-respect, acquiring of the sense of identity, and
the culture that he/she inhabits. In the process of socializing, there are many positive and
negative factors that affect social developing of the people. From young ages, quality of the
relationships that an individual makes with his/her social environment, ability of
communicating and also impression of the environment are important factors in the socializing
process. Individual’s relationship with others, obeying the social rules, taking responsibilities,
helping others, having his/her rights social abilities are so important (Çubukçu and Gültekin,
2006). Social ability inadequacy, some social ability lack in the individual’s repertoire affects
the individual at school and in every sphere of life (Çadır, 2008). If the children’s adaptation
ability is restricted, pretend to problematic attitudes and in this point if parents have a limited
knowledge about how to make an interaction with their children, this situation decreases parent
and child relationship quality. Thus the stress that parents experience and child’s attitude
problems mutually practices each other (Lauth and Heubeck 2010). Hocaoğlu (2009) stated
that because of parents’ various characteristics, when they do not have enough social ability
they will have a critical importance, social adaptation and success that is shown in the
adolescence period is about the social abilities that are acquired at the previous periods and
parents’ some psychosocial characteristics practices this effect.
Stress can be defined as physical and psychological reactions against inner and
external stimulus that are effecting the individual’s equilibrium and negatively affects the
adaptation process ( Franke, Jagla, Salewski and Jager, 2007). When it is evaluated in terms of
family system, in parent and child interaction, consisting of parents’ physiologic and
psychological reactions processes can be defined as parent stress ( Blacher and Mclntyre,
2006). Many research show that child’s problematic attitudes are affected from demographic
variances and also domestic relationships ( Hastings and Brown, 2002; Blacher and Mclntyre,
2006)
Mother and fathers’ assigning meanings to parenting can be evaluated among the
effects that parenting mission and responsibilities creates an effect on mother and father
(Gülaldı, 2010).
In this research, primary school students’ social problems and their parents stress levels
are examined according to the situation that if there is any issue about family income and
student’s chronic illness or not. To the study, which is done in the relational scanning model,
there are 460 primary school students, who study in Kayseri province, Melikgazi district, and
their parents attended. In the analyzing of the data; t test, F test and Pearson moments
multiplication correlation coefficient techniques are used.
In consequence of the data, it is found that students with low academic success have
parents with high level stress. It is found that while family income level is increasing, on the
other hand parents’ stress levels decreases. Parents who have children with chronic illness have
higher stress levels. There is a negative meaningful relationship found between parent stress
level and school social attitude scale’s relation, self-audit and academic sub-dimension points.
There is also a positive meaningful relationship found between parent stress level and school
social attitude scale’s aggressive, antisocial and destructive sub-dimension points.