İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki...

24
YENİ TÜRKİYE 88/2016 1 İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü Bilim Epistemolojisi ve Sosyolojisi Açısından Tarihi Bir Değerlendirme Alparslan Açıkgenç* ‘One of the most deplorable things in history, said Dr. J. W. Draper, the author of “The Intellectual Development of Europe”, is the systematic way in which European writers have contrived to put out of sight the scientific obligations to the Arabs.’ Henry George Farmer. Historical Facts for the Arabian Musical Influence, “Forward” (London: William Reeves Bookseller Limited, tarihsiz), sayfa v. Tercümesi makale içerisinde verilmiştir. İslâm bilim geleneğinin doğuş serü- veni, özellikle eskiçağ Yunan medeniyeti ile karşılaştırılınca bize çok şey göstermektedir. Bu makalemizde Batı medeniyetinde bilim geleneğinin nasıl doğduğunu ve bu geleneğin İslâm bilim geleneğine neler borçlu olduğunu ele almaya çalışacağız. Bu durumda ilk önce İslâm bilim geleneğinin bize öğrettiği bilimsel faaliyetlerin zihnî alt yapısını nazara vermeye çalışacağız. Bu tür çalışmalar maalesef ilim dünyasında pek yoktur ve neredeyse tama- men ihmal edilmiştir. Zira zihnimizde bilim yaparken kullandığımız hâlâ gizli kalmış olan bazı yapıları bulmaya çalışmamız gerekir ki, bunları kullanarak bir medeniyette bilim ge- leneğinin nasıl oluştuğunu açıklayabilelim. Bununla ilgili ilk çalışmamız İslam bilim gele- neğinin doğuşunu inceleyen Islamic Scientific Tradition in History adıyla Malezya’da kitap olarak yayınlandı. 1 Bu çalışmamızda yaptığı- mız işlemin adı, aslında “bilim epistemoloji- si”dir. Epistemoloji, ‘bilgi elde etme işlemle- rini anlatan felsefe dalı’dır. Bu kelimenin tam Türkçe karşılığı olarak “bilimin bilgi nazari- yesi” diyebiliriz. Diğer bir ifadeyle bu maka- lemizde de önce yapmaya çalışacağımız iş, her hangi bir insanın, bilimsel faaliyet yapar - ken kullandığı bilgi melekelerinin ve zihinsel işlemlerin neler olduğunu ortaya koymaya ça- lışmaktır. Bunu nasıl başarabiliriz? Bilimsel faaliyetin ne türden bir dav- ranış olduğunu belirlersek faaliyeti belirleyen zihinsel tutumu dünyagörüşü nazariyemize dayanarak bulabiliriz. Bilimsel faaliyet etrafı- mızda olup biteni anlayıp tasvir etmeye ça- lışma işinden ibaret değil midir? O hâlde et- rafımızda olup biten “kâinat” olduğuna göre bu faaliyetler bütünlüğünü bir ressamın bir manzarayı tasvir etmeye çalışırken yaptığı fa- aliyetlere benzetebiliriz. Zira her iki faaliyette de “olan” bir şeyin belli bir şekilde tasviri söz konusudur. Ressam, tasvirini çizgilerle ifade etmeye çalışırken; bilim adamı, tasvirini daha soyut bir şekilde kavramlarla ifade etmeye çalışmaktadır. Ressam, karşısındaki bir man- zarayı veya olan bir şeyi tasvir edebilmek için önce kendine duracağı bir “yer” belirler. Yeri belirlerken manzaranın en iyi nasıl görülece- ğini esas alır veya kendine göre bazı ilkeleri zihninde canlandırarak duracağı yeri bunlara göre belirlemeye çalışır. Resmi çizmek için belirlemeye çalıştığı bu yer, “bakış açısı”dır. Ressamın manzarayı tasviri için sadece durup manzarayı göreceği en iyi yeri seçmesi bu tas- vir için yeterli değildir. Çünkü resmi bir tu- (*) Prof. Dr., Medeniyetler İttifakı Enstitüsü, Fatih Sultan Mehmet vakıf Üniversitesi, İstanbul. (1) Tarihte İslam Bilim Geleneği (Kuala Lumpur: Penerbit IKIM, 2014).

Transcript of İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki...

Page 1: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

1

İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü Bilim Epistemolojisi ve Sosyolojisi Açısından Tarihi Bir Değerlendirme

Alparslan Açıkgenç*

‘One of the most deplorable things in history, said Dr. J. W. Draper, the author of “The Intellectual Development of Europe”, is the systematic way in which European writers have contrived to put out of sight the scientific obligations to the Arabs.’

Henry George Farmer. Historical Facts for the Arabian Musical Influence, “Forward” (London: William Reeves Bookseller Limited, tarihsiz), sayfa v. Tercümesi makale içerisinde verilmiştir.

İslâm bilim geleneğinin doğuş serü-veni, özellikle eskiçağ Yunan medeniyeti ile karşılaştırılınca bize çok şey göstermektedir. Bu makalemizde Batı medeniyetinde bilim geleneğinin nasıl doğduğunu ve bu geleneğin İslâm bilim geleneğine neler borçlu olduğunu ele almaya çalışacağız. Bu durumda ilk önce İslâm bilim geleneğinin bize öğrettiği bilimsel faaliyetlerin zihnî alt yapısını nazara vermeye çalışacağız. Bu tür çalışmalar maalesef ilim dünyasında pek yoktur ve neredeyse tama-men ihmal edilmiştir. Zira zihnimizde bilim

yaparken kullandığımız hâlâ gizli kalmış olan bazı yapıları bulmaya çalışmamız gerekir ki, bunları kullanarak bir medeniyette bilim ge-leneğinin nasıl oluştuğunu açıklayabilelim. Bununla ilgili ilk çalışmamız İslam bilim gele-neğinin doğuşunu inceleyen Islamic Scientific Tradition in History adıyla Malezya’da kitap olarak yayınlandı.1 Bu çalışmamızda yaptığı-mız işlemin adı, aslında “bilim epistemoloji-si”dir. Epistemoloji, ‘bilgi elde etme işlemle-rini anlatan felsefe dalı’dır. Bu kelimenin tam Türkçe karşılığı olarak “bilimin bilgi nazari-yesi” diyebiliriz. Diğer bir ifadeyle bu maka-lemizde de önce yapmaya çalışacağımız iş, her hangi bir insanın, bilimsel faaliyet yapar-ken kullandığı bilgi melekelerinin ve zihinsel işlemlerin neler olduğunu ortaya koymaya ça-lışmaktır. Bunu nasıl başarabiliriz?

Bilimsel faaliyetin ne türden bir dav-ranış olduğunu belirlersek faaliyeti belirleyen zihinsel tutumu dünyagörüşü nazariyemize dayanarak bulabiliriz. Bilimsel faaliyet etrafı-mızda olup biteni anlayıp tasvir etmeye ça-lışma işinden ibaret değil midir? O hâlde et-rafımızda olup biten “kâinat” olduğuna göre bu faaliyetler bütünlüğünü bir ressamın bir manzarayı tasvir etmeye çalışırken yaptığı fa-aliyetlere benzetebiliriz. Zira her iki faaliyette de “olan” bir şeyin belli bir şekilde tasviri söz konusudur. Ressam, tasvirini çizgilerle ifade etmeye çalışırken; bilim adamı, tasvirini daha soyut bir şekilde kavramlarla ifade etmeye çalışmaktadır. Ressam, karşısındaki bir man-zarayı veya olan bir şeyi tasvir edebilmek için önce kendine duracağı bir “yer” belirler. Yeri belirlerken manzaranın en iyi nasıl görülece-ğini esas alır veya kendine göre bazı ilkeleri zihninde canlandırarak duracağı yeri bunlara göre belirlemeye çalışır. Resmi çizmek için belirlemeye çalıştığı bu yer, “bakış açısı”dır. Ressamın manzarayı tasviri için sadece durup manzarayı göreceği en iyi yeri seçmesi bu tas-vir için yeterli değildir. Çünkü resmi bir tu-

(*)Prof.Dr.,MedeniyetlerİttifakıEnstitüsü,FatihSultanMehmetvakıfÜniversitesi,İstanbul.

(1) Tarihte İslam Bilim Geleneği (Kuala Lumpur: Penerbit IKIM, 2014).

Page 2: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

2

val üzerine çizeceği için ressam, bakış açısını belirledikten sonra ayrıca tuvaline uygun bir çerçeve temin etmek zorundadır. Dışarıdaki manzara, bir açıdan sınırsız olduğu hâlde res-sam zorunlu olarak bu sınırsız “olan”a kendi tuvali nispetinde bir sınır belirleyecektir. Bu sınırı, tuvalindeki çerçeveye göre tespit ettiği için buna “çerçeve” diyebiliriz. Aslında bakış açısı ve çerçeve ressamın tasvirini yapması için yeterli görünse dahi hâlâ bir takım ek-siklikler söz konusudur. Çünkü resmi çizebil-mesi ve var olanı tuvalinde tasvir edebilmesi için bir takım ilkeler ve “tasvir anlayışları bü-tünlüğüne” ihtiyacı vardır. Meselâ, belirlediği çerçevede manzaranın hangi yönüne vurgu yapması, renk tonlarını nasıl seçmesi ve hangi nesneyi tasvirin merkezine alması resmi daha iyi göstereceğine karar vermesi gerekmekte-dir. Bu gereksinimlerin hepsi de aslında ressa-mın zihnînde bir bütünlük oluşturduğundan bir çerçevedir; ancak önceki çerçeveye göre belli alanları içermesi açısından daha dardır. Bu yüzden buna “alansal çerçeve” diyebiliriz. İşte ressam, bu üç tutumla tasvirini tuvaline aktaracak donanımları elde etmiş olacaktır: 1. bakış açısı; 2. çerçeve, 3. alansal çerçeve. Yukarıda verdiğimiz ressam ve resim örneği ile irtibatlı olarak dünyagörüşü nazariyemizle zihinsel çerçeveleri belirlememiz mümkün-dür. Bilimin bilgi nazariyesi de bu çerçevele-rin tahlilinden ibarettir.

I. Bilimin Bilgi Nazariyesi

Yukarıdaki benzetmemizi bilimsel fa-aliyetler için uygulayabiliriz. Çünkü bilim adamı da aslında bir ressamdır ve önünde olan belli bir sorun veya konuyu inceleyip onu kavramsal olarak tasvir etmeye çalışır. Bu açıdan onun da burada “zihinsel tutum” olarak anlatmaya çalıştığımız böyle üç zihin-sel çerçeveye ihtiyacı vardır. Bu çerçeveleri belirlerken en dar çerçeveden hareket etme-miz bu zihinsel tutumların daha doğru bir şe-kilde ortaya çıkmasını sağlayacaktır. O hâlde belli bir sorunun belli bir bilimde ele alınma-sından başlayabiliriz. Sorun hangi bilim ala-

nında olursa olsun belirlenen zihinsel tutum değişmeyecektir. Ancak bu tutumun belli bi-limlerdeki içeriği değişecektir. Örnek olarak bir fizikçinin atom nazariyesinde protonla-rın mahiyetlerini incelemesini ele alalım. Bu sorunu, fizikçi nasıl bir zihinsel tutumla ele alabilir? Elbette fizik biliminde oluşturulan kavramlar, nazariyeler ve bilgiler ışığında akıl yürüterek bunu gerçekleştirmeye çalışacaktır. Demek ki, fizikte bulunan kavramlar, nazari-yeler ve bilgi birikimini, öğrenirken fizikçinin zihninde oluşturduğu bilgisel bütünlük onun zihninde bir “alansal çerçeve” oluşturmakta-dır. Bu çerçeve aslında zihinsel bir tutumdur, çünkü davranışlarımızı tutumlarımız belirle-diğine göre fizikçinin de kendi biliminde na-sıl davranması gerektiğini bu çerçeve belirle-yecektir. Her bilimde fizikte olduğu gibi bir alansal çerçeve mevcuttur. Bu açıdan tüm bi-limleri kuşatabilmesi için bu zihinsel tutuma o bilimin temel kavramları bu çerçeveyi oluş-turduğu için bilim epistemolojisi bakımından “dar bilimsel kavramlar yumağı” diyebiliriz. Birinci zihinsel tutumumuzu böylece belirle-dikten sonra ikincisini araştırmaya çalışalım.

Bilim adamı kendi bilim alanındaki faaliyetlerini sürdürürken kullandığı birçok bilimsel kavram vardır ki, bunlar kendi ala-nına doğrudan ait değildir. Bu kavramlar da aslında onun bilim yaparken kullandığı daha geniş bir zihinsel tutumun sonucudur ki, bu çerçeve onun bilimsel eğitimini almaya çalış-tığı günden itibaren kendisine verilmektedir. Bu kavramlar ve bilgiler bütünlüğü onun zihnînde bilgiye, bilime ve bilimsel sorunla-ra bakma şeklini belirlediği için zihinsel bir tutum oluşturmaktadır. Bilim epistemolojisi açısından bu kavramsal çerçeve de “bilimsel kavramlar yumağı” olarak adlandırılabilir. Her bilim adamı, kendi biliminde kullandı-ğı dar çerçeveyi uygulayabilmek için insanın epistemolojik yapısını göz önünde tutarak daha geniş bir zihinsel çerçeveye ihtiyaç duy-maktadır. Ancak bu çerçeve dahi tek başına dar bilimsel kavramlar yumağının bir zihinsel tutum olarak işlemesine yeterli değildir. Zira

Page 3: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

3

bilimsel kavramlar yumağının işlemesi için gerekli bir bilgiağına ihtiyaç vardır ki, bu bilgi ağı elbette bilimsel gelenek içerisinde değil bizzat bilim adamının dünyagörüşü içerisinde yer almaktadır. Bu durumda bilimsel faaliyet-ler için de üç temel zihinsel tutum belirlen-miş olur: 1. Dar bilimsel kavramlar yumağı: Bu zihinsel tutum bir benzetmeyle anlatmaya çalıştığımız ressamın “alansal çerçeve”sine tekabül etmektedir. 2. Kavramsal çerçeve: Buna “bilimsel kavramlar yumağı” dedik. Bu da ressamın çerçevesine tekabül etmektedir. 3. Dünyagörüşü: Bu da ressamın “bakış açı-sına” tekabül etmektedir. Şimdi bunları açık-lamaya çalışalım.

A.DarBilimselKavramlarYumağı

Bilimsel faaliyetler bilgi edinme fa-aliyeti olduğu için temel olarak zihnimizin bilgisel yapısından neş’et etmektedir. Zih-nimizin bilgisel yapısı, bilimsel faaliyetlerde kendi içerisinde oluşan bir takım çerçeveleri kullanarak çalışır ki, bunlardan en dar ve do-layısıyla bilimsel faaliyetle doğrudan irtibatlı olanı burada “dar bilimsel kavramlar yuma-ğı” olarak ifade ettiğimiz zihinsel tutumdur. Bu anlamda zihinsel bir tutum olarak alansal çerçeve, yani dar bilimsel kavramlar yuma-ğı, belli bir bilimin tüm ıstılahâtının nazariye ve bilgi birikiminin bilim adamının zihninde oluşturduğu çerçevedir. Malumdur ki, bu tür bilgiler olmadan o bilimde hiç bir bilimsel fa-aliyet yürütülemez. Aynı şekilde bu bilgilerin zihinde oluşturduğu bir “anlayış” olmadan da bu tür faaliyetler yapılamaz. Yukarıda verdiği-miz fizik örneğinde olduğu gibi, fizik bilimin-deki ıstılâhî kavramların oluşturduğu zihinsel bakış açısı olmadan fiziğin hiç bir dalında bi-limsel araştırma yapılamaz. O hâlde fizik bi-limindeki tüm bilimsel faaliyetler bu zihinsel çerçevenin etkisi altındadır.

Bu konuyu felsefe örneği ile de açık-layabiliriz. Felsefedeki belli bir bilgi biriki-minin oluşturduğu zihinsel yapı ve bu yapıya bütünlük kazandıran felsefe ıstılâhâtı, filo-

zofun zihnînde bir tutum oluşturmaktadır. Bu tutum ile kendi bilimine yaklaşan filozof, aldığı eğitimi doğrudan uygulamaya koyma imkânını elde etmektedir. Bir alansal çerçeve olarak bu zihinsel tutum olmadan filozof fel-sefî faaliyetlerini bir bilim olarak sürdüremez. Ancak bu alansal çerçeveyi destekleyen, filo-zofun veya fizikçinin dünyagörüşü içerisinde-ki bilgisel yapı ve bilimsel geleneği içerisinde oluşmuş ve kavramsal çerçeveyi temsil eden “bilimsel kavramlar yumağı”dır. Nasıl ki res-sam, bakış açısı çerçevesi ve alansal çerçevesi olmadan manzarayı resim olarak ifade ede-mezse, aynı şekilde bilim adamı da bu çerçe-veler ve zihnîyet diyebileceğimiz bu zihinsel tutumlar olmadan bilimsel faaliyetlerini sür-düremez. Bu zihinsel tutumlar veya çerçeve-ler epistemolojik gereksinimlerdir; lâfu güzaf türünden kelime oyunları değildir.

Buradaki açıklamalarımızdan anlaşıla-cağı gibi dar bilimsel kavramlar yumağı, bir bilimin tüm ıstılâhî kavramlarının zihnîmizde oluşturduğu bütünlüktür. Bu bütünlük içeri-sinde aynı zamanda o bilimde elde ettiğimiz bilgilerin de yer alacağı âşikârdır. Bu ıstılâhî kavramlar her bilimde farklı olduğundan tek tek sayılmaları mümkün değildir. Ayrıca şunu da unutmayalım ki, alanları birbirine yakın olan bilimlerde elbette kesişen nazariyeler, bilgiler ve kavramlar olacaktır. Ancak yine de dar bilimsel kavramlar yumağının içeriği her bilimde büyük ayrılıklar gösterebileceği gibi belli bir kavram iki ayrı bilimsel kavramlar yumağında değişik şeyleri ifade etmek için de kullanılabilir.

B.KavramsalÇerçeveveyaBilimselKavramlarYumağı

Her bilimde oluşan zihinsel tutum olarak dar kavramlar yumağı, kendi başına o bilimdeki bilimsel faaliyetleri sürdürmede yeterli değildir. Bu zihinsel çerçeveyi destek-leyen daha geniş bir kavramlar bütünlüğüne ihtiyaç vardır. Bunun için ispatlayıcı delil, bilgi, bilim, yöntem ve nazariye gibi birçok

Page 4: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

4

kavramlar vardır ki, bunlar sorun olarak tek tek bilimlerde ele alınmadığından o bilimin kavramlar yumağında yer almazlar. Ancak bu demek değildir ki, bu kavramlar o bilimde yürütülen bilimsel faaliyetlerde kullanılmaz-lar. Aksine bazı bilimsel kavramlar bulunur ki, bütün bilimlerde sadece var sayılırlar fakat o bilimlerde bunların mahiyetleri ve sorunları incelenmez. Bütün bilimlerin böylece ortak olan kavramlarının oluşturduğu zihinsel bü-tünlük bilim adamlarının zihnînde kavramsal bir çerçeve oluşturur. İşte bu kavramsal çer-çeveye “bilimsel kavramlar yumağı” deriz. Bu kavramsal yumak içerisindeki temel kavram, “bilgi” kavramıdır. Ancak bilim epistemoloji-sindeki “bilgi” kavramı ile umumi anlamda-ki “bilgi” kavramlarını biribirlerinden ayırt etmeliyiz. Kavramsal çerçevenin temeli olan “bilgi” kavramı, bilimsel anlamda düzenli ve akıl veya deney gibi belli yöntemlerle temel-lendirilebilen bilgileri içermektedir. Her türlü zihinsel içerikleri bilgi olarak ele alan umumi anlayış ise burada kastedilmemektedir. Bu durumda belli bir “bilgi” anlayışı geliştireme-yen toplumlarda bilimsel faaliyetin gelişme-yeceği açıktır.

O hâlde bilimsel anlamdaki bilgi kav-ramı, bilimsel kavramlar yumağının en temel kavramını teşkil etmektedir. Bu açıdan “bilgi” burada öğretisel bir kavramdır, yani tek başı-na bir öğreti yani doktrin oluşturacak şekilde yapılandırılmıştır. Bilimsel gelenekler incele-necek olursa görülür ki, bilgi öğretisinde en önemli unsur “hakikat” kavramıdır. Çünkü bütün bilimsel çabaların amacı ve hedefi “ha-kikat”tir. Fakat bu hakikat nasıl elde edilir? Bilim geleneklerinin önemli bir sorunu olan bu konu, “yöntem” meselesini gündeme ge-tirmiştir. Onun için her bilim geleneğindeki bilimsel kavramlar yumağının en temel üçlü kavramı; bilgi, hakikat ve yöntemdir. Ancak kavramlar yumağı sadece üç kavramdan oluş-maz. Gerçekte bilimsel kavramlar yumağının bütün kavramlarını saymak imkânsız olmasa bile çok güç bir çabadır. Bu temel kavram-lar daha birçok kavramın gelişmesine yol aç-

maktadır. Bunlardan en önemlileri “bilim” ve “nazariye” kavramlarıdır. Zira bilimde kişisel görüşlerin, düzenli; delilli ve temellendirilmiş bilimsel görüşlerden ayırt edilmesi gerekir. Bu ayırım, bilimsel görüş anlamında “naza-riye” (theory) kavramının bilimsel kavramlar yumağında oluşmasına yol açmıştır. Bütün bu kavramların sistemli bir bilgi bütünlüğü oluşturmasına “bilim” diye bir ad verilmesi bilimlerin toplumda doğmasına yol açmıştır. Böylece bilimsel kavramlar yumağındaki kav-ramları bir bütün olarak bir arada tutan ana kavram belirlenmiş olmaktadır. Örnek teşkil etmesi açısından biz, bilimsel kavramlar yu-mağından aşağıdaki beş kavramı ele almakla yetğineceğiz. Her bilim geleneğindeki bilim-sel kavramlar yumağı birtakım farklı kavram-ları da içerebilir.

Burada İslâm bilim geleneğini incele-diğimize göre bu geleneğin bilimsel kavram-lar yumağını oluşturan kavramlarına örnek olarak şunları sayabiliriz: ‘ilim, usûl, re’y, ictihâd, kıyas, fıkıh, akıl, kalb, idrâk, vehim, fikir, nazar, hikmet, yakîn, vahiy, tefsir, te’vîl, âlem, kelâm, nutuk, zann, hakk, batıl, sıdk, kizb, vücûd, ‘adem, dehr, samed, sermed, ezel, ebed, halk, hulk, ferâset, fıtrat, tabiat, ihtiyâr, kisb, hayır, şerr, helâl, haram, vâcib, mümkün, emir, îmân, irâde vb. Bizim için asıl ilginç olan İslâm bilim geleneğinin temelini oluşturan bu ilk dönem bilimsel kavramlar yumağın-daki bütün kavramların Kur’an ve hadiste kullanılmış olmasıdır. Bu gerçek, yine İslâm medeniyeti gibi İslâm bilim geleneğinin de mucizevî bir olgu olarak meydana geldiğini gösterir. Burada bütün bu kavramlardan tek tek bahsetmek mümkün olmadığı için sadece yukarıda belirlediğimiz beş kavramdan kısa-ca bilimsel kavramlar yumağını oluşturmaları açısından bahsedeceğiz. Bu beş kavram ol-madan bilimsel gelenek ortaya çıkamayaca-ğına göre bütün bilimsel geleneklerin ortak özelliğini teşkil etmektedir.

1.BilgiKavramı:Bilgi kavramı, umu-mi anlamda tüm bilimsel faaliyetleri üstlenen bir kavramdır. Zaten bütün insan dillerinde

Page 5: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

5

bu kavram mevcuttur. Ancak günlük dilde-ki içeriği ile “bilgi” kavramı, bilimsel faali-yetleri üstlenebilecek epistemolojik işlevini yerine getiremez. Aşağıda göreceğimiz gibi bir insanın dünyagörüşü içerisinde öğretisel bir yapı teşkil etmedikçe bilgi kavramı ge-lişkin bir zihinsel tutum oluşturamaz. Bunu gerçekleştiremedikçe de bilgi, günlük anlamı içerisine sıkışıp kalır. Kendi dar kalıplarını aşamaz ve böylece soyut bilgi içeren bilim-sel zihnîyetin temelini oluşturamaz. Bu açı-dan Aristoteles’in: “Bütün insanlar fıtraten bilmek isterler.” sözündeki bu fıtrî istek bizi belli bir noktaya kadar sürükler ve neticede biz eşyanın hakikî yüzünü görmeye başladığı-mızda bu istek yerini hakikati bulma meyline terk eder. Bu durumda artık umumi anlamda bilgi değil, özel anlamda “doğru bilgi” önem kazanmaya başlar. Yani bu fikrî seviyeye gel-miş olan bir kimse artık sadece o fıtrî sâik ile hareket etmez; kendi geliştirdiği veya geliştir-meye çalıştığı özel yöntemlerle bilgi peşinde koşmaya başlar. Böylece insan artık bizzat “bilgi” kavramının mahiyetini incelemeye yönelir. Bu gelişme o kadar epistemolojik bir süreç içerisinde işler ki, hemen hemen bütün bilimsel geleneklerin başlangıç aşamalarında bunu gözlemleyebiliriz.

Bir toplumda bu türden bilgisel geliş-meler olunca o toplum fertleri bilgi üzerinde o kadar yoğunlaşırlar ki, zamanla yavaş yavaş bilgi kavramı daha özel ve belirgin diğer bir kavramın doğmasına yol açar. Bu yeni kavram da aslında bilgi demektir; ancak bilginin çok özel ve belirgin bir türünü kapsar tanımlama-lara ulaşılmıştır. Bu yüzden bu tür bilgiye yeni bir ad verme zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Yeni durum bilgisel gelişmeler ışığında mey-dana geldiği için seçilen kelime bazı medeni-yetlerde “bilgi” kelimesinin aynısı olmuştur: Eskiçağ Yunan (episteme), İslâm (‘ilm) ve Batı (scientia) medeniyetinde olduğu gibi. Bundan önceki bölümlerde eski Yunan medeniyetin-den örneklerle bunu göstermeye çalışmıştık. M.Ö. 1000 yıllarında “bilgi” nitelendirilme-den günlük anlamında kullanılmakta iken

mitoloji, Homer destanı ve Hesiod’un şiirleri gibi çalışmalar neticesinde bu niteliksiz bilgi kavramı yavaş yavaş fikrî içeriklerle donatıl-maya başlamıştır. Çünkü bu tür çalışmalarda insanın nasıl bir varlık olduğunu ve kâinattaki yerinin ne olduğunu, hatta kâinatın nereden geldiğini anlamaya çalışma çabaları mevcut-tur. O kadar ki, Tales zamanına gelindiğinde (yaklaşık M.Ö. 500’lü yıllar) ulaşılan gelişme-ler ışığında “bilgi” artık umumi anlam içeren bir kavram değil aksine bizzat “hikmet” an-lamını taşır hâle gelmiştir. Nihayet ünlü Pi-sagor, artık bu tür bilgi peşinde koşmaya “fi-lo-sofiya” demektedir. İşte “bilgi”nin bu tür zenginleştirilmiş bir anlam içermesi olmasa, yavaş yavaş onun özel bir türü olan “bilim” anlamına doğru hareket gerçekleşemez. İşte bu tür bilgisel çabalar içerisinde birçok yeni fikrî kavramlar ortaya çıkar ki, bunlar zihnî-mizde bir “soyut kavramlar yumağı” oluştu-rur ve biz bilgisel faaliyetlerimizi bu yumağın oluşturduğu zihinsel çerçeveden yorumlar ve onun sayesinde zihnîmiz “bilim” kavramına doğru hareket eder. İslâm medeniyetindeki gelişmelerin de buna benzer bir yol izlediğini gösterdik. İslâm bilim geleneğinde bu süreç ‘ilm kavramı etrafında gerçekleştirmiş, ni-hayet 3.H./10. M. yüzyılda birçok bilimlerin doğmasına yol açmıştır.

2.HakikatKavramı: Bu gelişmeler olur-ken ortaya çıkan “soyut kavramlar yumağı”n-daki en önemli kavram “hakikat” kavramıdır. Bilimler oluştuktan sonra ise bu kavram; çok özel bir içerik kazanmakta ve bu anlamda ta-nımlanarak bilimsel eğitim gören öğrencilere, diğer bir deyişle bilim adamı adaylarına, öğre-tilmektedir. Dolayısıyla bir bilim geleneğinin “hakikat” kavramını gelişkin bir öğreti olarak ortaya koyması, bilimsel kavramlar yumağı içerisinde olan gayet tabiî bir gelişmedir. Aksi hâlde bu gelenek içerisinde olan bilgisel faa-liyetlerde doğru bilgi ile yanlış bilgiyi ayıracak bir kıstas, yani ölçüt geliştirilemez. Aslında bu gelişmeler sayesinde bilimsel bilgi yavaş yavaş “hakikat” içeren bilgi mevkiine oturtu-lur. Bu tür bir gelişmeyi hem eskiçağ Yunan,

Page 6: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

6

hem de İslâm ve Batı medeniyetlerinin bilim-sel süreçlerinde izlemek mümkündür.

Şunu hemen belirtelim ki, bilimsel kavramlar yumağındaki “hakikat” kavramı günlük hayattaki “hakikat” anlayışından fark-lıdır. Çünkü hakikat artık bilimsel olarak ta-nımlanmış ve neye doğru neye yanlış diyebile-ceğimiz ölçütlerle belirlenmiştir. Umumiyetle de bilimsel geleneklerde mantık, bir bilim dalı olarak bunun ölçütü gibi algılanmakta-dır. Ancak “hakikat”in değişik bilimsel ge-leneklerde farklı şekillerde tanımlanması da mümkündür. Bu, hakikatin mutlak ve tek ol-madığından kaynaklanmaz. Aslında mahiyeti açısından hakikat farklı bilimsel geleneklerde farklı algılandığı için böyle değişik şekillerde ifade edilir. Geleneklerin biribirlerinden et-kilenmemeleri hâlinde bu farklılık artabilir. Bunun sebebi; bilimsel kavramlar yumağını temel teşkil eden bakış açısının, yani dünya-görüşünün, bütün geleneklerde farklılık arz etmesidir.

3.YöntemKavramı: Bilimsel kavramlar yumağında, yukarıda belirttiğimiz gibi “bilgi” ve “hakikat” kavramları, günlük kullanım-larından koparılarak daha özel bir anlamda kullanılınca teknik terim olurlar. Teknik te-rimlerin bütünlüğüne “ıstılah” denir. Bu kav-ramlar ıstılah olarak kullanılmaya başlanınca araştırmacının zihinsel tutumu da bilimsel olacağından bu yeni ortaya çıkan kavramlar çerçevesinde bu tür bilimsel bilginin artık günlük hayattaki bilgi gibi rastgele elde edi-lemeyeceği aşikârdır. Bu durumda tamamen yeni bir ‘tarz’ ve özel bir ‘çalışma şekline’ ih-tiyaç duyulacaktır. İşte bu yeni tarza da yeni bir ad vermek gerektiğinden bilimsel anlam-da buna “yöntem” denmiştir. Şunu da belir-telim ki; epistemolojik açıdan günlük bilgi elde ederken zihnîmizin çalışma biçimi ile bilimsel bilgi elde ederkenki çalışma biçimi-ni belirleyen yapı “yöntem” değildir. Aslında belki de bu iki tür bilgi elde ediş şeklinde yine epistemolojik bir farklılık gözetilmeyebilir; ancak bilimsel faaliyetin daha keskin, sistemli ve düzenli bir tarz gerektirdiği açıktır. Bunun

için bilimsel gelenekler daha net ve belirgin yollar geliştirmişlerdir ki, bu çalışmalara da “yöntem bilim” adı verilebilir.

Bilimsel kavramlar yumağı teşekkül etmiş bir zihinde yöntem, bilimsel olarak tanımlanmış ve belirlenmiştir. Bu anlamda belki yöntemle ilgili birçok kavram oluşmuş ve fikirler, görüşler açık bir şekilde belirlen-miştir. Bu yüzden bu kavramsal çerçevede yöntem kavramı da öğretisel bir durum aldı-ğından zihinsel tutuma tekabül etmektedir. Bilimsel açıdan ilerleme kaydetmiş olan daha önceki medeniyetlere bakacak olursak bunu onların bilim geleneklerinde görebiliriz. İslâm bilimsel kavramlar yumağında “usûl” kavramı bunu, “’ilmu’l-usûl” kavramı ise yöntem bili-mini ifade etmekteydi.

Burada dikkat etmemiz gereken bir husus, bilimsel yöntemin her bilim geleneğin-de aynı olması gerekmediğidir. Bir yöntemin bilimsel olması gerekir, fakat bilimsel olması için bir başka bilim geleneğini taklit etmesi gerekmez. Bilim, belli bir şekilde elde edilen belli bir tür bilgiye verilen ad olduğuna göre bu şekilde benimsenmiş bir yolun dışına çı-kıldığında bilim adamları buna bilim deme-yeceklerdir. O hâlde gerekli olan herhangi bir yöntemin bilimsel kurallara uygun olarak ge-liştirilmesi ve bu geliştirilen anlayışın bilimsel kavramlar yumağında öğretisel bir yapı ola-rak yer almasıdır.

4.NazariyeKavramı:Bilimsel kavram-lar yumağında yer alan hakikat ve yöntem kavramları ile yakından ilgili bir kavram da “nazariye” (theory) kavramıdır. Şayet bilimsel bilginin amacı, hakikati bulmak ise, o zaman bunun için bilimsel bir yönteme ihtiyaç var-dır. Ancak bu yöntemin uygulanması ile ulaşı-lan bilginin doğruluğundan emin olunmazsa veya ortaya atılan görüş henüz tam olarak bi-limsel yollarla temellendirilemediğinden her-kes tarafından kabul edilmezse, bu durumda özel bir şekilde ifade edilen görüşe ‘nazariye’ denir. Her bilim geleneğinde belli bir naza-riye anlayışı vardır. Yani her bilimsel kavram

Page 7: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

7

yumağına ait bir “nazariye felsefesi” vardır. Bu felsefe bir zihinsel tutum olarak bilim adamlarının tek tek bilimlerde nazariye geliş-tirmelerinde ve bulmaya çalıştıkları hakikati taslak bir şekilde nasıl ifade edeceklerinde kullanılır. Bu açıdan her bilimin kendine has bir nazariye ifade etme şekli vardır. Bu kav-ramı giriş bölümünde ele aldığımız için daha fazla açıklamayacağız. Sadece şunu belirtelim ki, burada yöntem için söylediklerimizi naza-riye için de dile getirebiliriz. Yani nazariyenin her bilim geleneğinde aynı şekilde tanımlan-ması gerekmez. Bu demek değildir ki, ille de bu kavramlar her bilim geleneğinde ayrı şekil-lerde tanımlanmalıdır. Bizim demek istediği-miz, nazariyenin değişik geleneklerde değişik tanım ve belirlemeleri olabilir. Standart bir nazariye anlayışı yoktur. Ancak insan aklı aynı çalıştığı için nazariye anlayışlarında elbette ki benzerlikler olabileceği gibi birbirinden ba-ğımsız geliştirilmiş tamamen aynı iki nazariye kavramı da olabilir.

5. Bilim Kavramı: Bilgi edinme faa-liyetleri, bir toplumda yeterince uzun süre devam ederse önce bir bilgi geleneği oluşur; sonra biriken bilgiler çoğaldıkça bilgi peşinde koşan bilgi taliplileri, bu bilgi yığınının sınıf-landırılmasıyla daha kolay araştırılabileceğini akıllarının fıtrî kapasitesiyle anlarlar. Zira in-san aklı karmaşa ortamında işleyemez. Olu-şan bilgi birikimi sınıflandırılmazsa karmaşa meydana gelir. Sınıflandırma, daha yöntemli ve düzenli bir şekilde bu bilgilerin çalışılma-sını sağlayacaktır. Ayrıca bu sınıflandırma, önemli başka bir gelişmeyi kendisi ile beraber getirecektir: Bilgi peşinde koşan bu gelenek-teki topluluk; her bilgi sınıfının bir bütünlük oluşturduğunun farkına vararak, bunları bir kavramla adlandıracaklardır. İşte adlandırı-lan her bir sınıf karşımıza bir bilim olarak çık-maktadır. Böylece bu gelişme sayesinde “bil-” kelimesinden türetilen özel bir ismin bu bilgisel faaliyetlere ad olarak verilmesi gerek-tiği anlaşılacaktır. İşte bu bilgisel faaliyetlere artık bundan sonra verilen ad “bilim” ve her bir bilgi kümesine veya sınıfına verilen ad ise,

astronomi, fizik, kimya, matematik, sosyoloji ve felsefe gibi her bir bilimin adıdır. Bilim-lerin bu adlandırılmaları da zihnimizdeki bil-gi kuvveleri vasıtasıyla olmaktadır. Bu konu umumi bilim felsefesinin sorunu olduğundan ayrıntıya girmeyeceğiz.

Bir bilim geleneği gayet tabiî olarak “bilim” kavramına ulaşacaktır. Zaten böyle bir kavrama ulaşmadıkça o toplumda sade-ce bilgisel faaliyetler olabilir, bilim olamaz. Bunun en güzel örneği eski Mısır, Mezopo-tamya ve hatta Çin, Hint medeniyetlerinde olan bilgi faaliyetleridir. Buralarda birçok bilgi dallarında bilgi üretildiği hâlde bu bil-giler sınıflandırılarak bir arada toplanmadı-ğı için belli bir adla anılmamış ve neticede bu bilgisel faaliyetlere şuurlu olarak “bilim” adı da verilmemiştir. Bu toplumlarda birçok matematiksel işlem ve astronomik çalışma ve araştırma yapıldığı hâlde bunlara “mate-matik” veya “astronomi” gibi herhangi bir ad verilmemiştir. Bu yüzden bu medeniyetlerde matematik ve astronomi bilimi isim olarak mevcuttu diyemeyiz. Bugün bu bilimler biz-de olduğu için o medeniyetlerde benzer faa-liyetleri görünce: “Oralarda matematik veya astronomi vardı.” diyoruz. Ancak bu yanlıştır; “o medeniyetlerde sadece hesap ve gök olay-ları hakkında bilgi edinme faaliyetleri vardı.” diyebiliriz. Gerçek anlamda ve epistemolojik açıdan bilim ilk önce kadim Yunan medeni-yetinde ortaya çıkmıştır ve aynı durum İslâm medeniyetinde tekrarlanmıştır. Batı medeni-yeti ise bu iki medeniyeti taklit ile bir episte-moloji geliştirme başarısını göstererek bilim-sel bir gelenek kurmuştur. Burada amacımız, İslâm bilim geleneğinin, Batı bilimsel süreci üzerine olan bu etkilerini tarihî çerçevesinde ortaya koymaktır.2

II. Batı Medeniyetinde Bilimsel Süreç

Bilimsel süreci buraya kadar anlattığı-mız yerlerde bilgi nazariyesi açısından ele al-

(2) Bu hususta daha kapsamlı bir çalışma tarihi açıdan Bekir Karlığa tarafından yapılmıştır. Bk. İslamDüşüncesininBatıDüşüncesineEt-kileri (İstanbul: Litera Yayıncılık, 2004).

Page 8: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

8

dık. Şimdi Batı bilim geleneği süreci tarihini işlerken bilimsel sürecin önemli bir yönünü sorgulayacağız. Toplumsal yön olarak tanım-layabileceğimiz bu yön, bilimsel süreçlerin başlangıç dönemlerinde hâkim olan sürükle-yici etkenlerin ne olduğu sorusudur. Bilimsel süreçlerin toplumsal yönleri bilimlerin doğ-ması ve ilerlemesi için çok önemli unsurlardır. Bunları burada Batı bilim geleneği içerisinde ele alsak dahi İslâm bilim geleneğine atıflar-larda bulunarak konuyu açmaya çalışacağız. Bu açıklamayı yapmak için bazı kavramlara ihtiyaç vardır, önce bunlar hakkında bilgi ver-meye çalışacağız.

Her hangi bir durumda her hangi bir şey yaparken bizi bunu yapmaya iten etkene “saik” (motive) denir. Bir toplumdaki hare-ketliliği ifade etmek için de “cevval” (dina-mik) kavramı kullanılır. Toplumdaki fertleri bir faaliyet yapmaya iten saik birden fazla olabilir. Ancak bunların hepsi aynı türden olmalıdır ki, toplu bir netice alınabilsin. İşte bu sâiklerden bazıları diğerlerine göre bu neticenin meydana gelmesinde daha etki-li olabilirler. Bu açıdan bir saik, diğerlerine göre çok daha önemli ise buna temel saik diyebiliriz. Bu kavramları geliştirerek devam edelim: Toplumsal bir ortamda her hangi bir faaliyetin yapılabilmesi için uygun saiklerin gerekliliğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Gerekli saiklerin toplumsal ortamda bulunması bi-limsel faaliyetler için de şart olarak tasavvur edilebilir. Aslında bir toplumda bilimsel faa-liyetlerin başlayıp gelişmesi için bazı şartların bulunması gerektiğini söylemek malumu ilam etmek demektir. Asıl sorun bu şartların ne-ler olduğunu ortaya koymaktır. Şimdi biraz bunu irdelemeye çalışalım.

A. Bilimsel Faaliyetlerin Temel Şartları

Bir toplumda bilimsel faaliyetlerin fi-lizlenmesi için gerekli saikler, toplum bağla-mında oluştuğu için bunları bağlamsal şartlar olarak adlandırabiliriz. Bir toplumdaki bi-

limsel faaliyetin şartları toplumsal yön olarak belli bir topluma aittir. Bu demek değildir ki, bir toplumda olan sâikler ve şartlar diğer top-lumda bulunmaz. Bizce, bu bağlamsal şartlar toplumdan topluma değişiklik arz edebilir; fakat temelde aynıdır, değişmez. Bunun için bize gerekli olan, her toplumda geçerli sâik-lerdir. İşte burada bunları bulup çıkarmaya çalışacağız ve sonra Batı bilimsel sürecine uygulayacağız.

Bir toplumda bilgi geleneğinin orta-ya çıkması için gerekli olan sâikler belli bir toplum ortamında gerçekleştiği için bunlara “bağlamsal şartlar” diyebiliriz. İşte bir top-lumda bilimsel sürecin başlaması için gerekli dünyagörüşü oluşumunu ve böylece bilgi faa-liyetlerinin başlamasını sağlayan sâikler, bağ-lamsal şartlardır. Bu süreçten geçen İslâm ve Batı medeniyetlerindeki bilimsel süreçlerin başlangıç dönemleri incelendiğinde bağlam-sal şartların iki temel sâikten ibaret olduğu söylenebilir: Aslî ve fer’î bağlamsal şartlar. Bunların ne olduğunu açıklamadan önce bir noktaya işaret etmek zorundayız. Bilimsel faaliyetleri etkileyen ve oluşum sürecine kat-kıda bulunan şartlar sadece aslî ve fer’î bağ-lamsal şartlar değildir fakat bunlar zorunlu şartlardır. Bu şartlar olmadan bilimsel faaliyet düşünmek mümkün değildir. Bağlamsal şart-ların dışındaki etkenler sadece bilimsel süreci hızlandırıcı ve bilimlerin doğmasını kolaylaş-tırıcı etkenlerdir. Bunlar herkes tarafından kolaylıkla istinbat edilebildiğinden burada bunlardan bahsetmek istemiyoruz. Eğitim imkânlarının yeterli olması, maddî refah, bi-lim adamlarına önem verilmesi, araştırma im-kânlarının iyi olması gibi etkenler bunlardan sadece bir kaç tanesidir.

1.AslîBağlamsalŞartlar: İki şekilde te-zahür eder: birincisi; ahlâkî mücadele dediği-miz toplum düzeyinde meydana gelen şartlar. Bunlar toplumdaki mevcut durumu sarsarak bir istikrarsızlığa yol açar. Aslî bağlamsal bir şart olarak bu sâikler toplumu büyük bir cev-valiyet ve mücadele içerisine sokar. Her şey âdeta çalkalanır ve toplumdaki değerlerin

Page 9: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

9

yetersizliği hissedilir; kurumlar, âdetler ve gelenekler ağır bir şekilde eleştirilir. Bunun neticesinde toplumda her şey bir değişikliğe doğru itilebilir. İkincisi, fikir düzeyinde mey-dana gelen mücadeledir ki, fertleri bilgiye yönlendiren bu sâiktir. Ancak bu bağlamsal şartların her biri biribiriyle ilişkili olarak top-lumda etkili olur. Meselâ; fikrî düzeydeki aslî bağlamsal şartların, ahlâkî mücadelenin eseri olduğu söylenebilir. Nitekim İslâm medeni-yetinde durum böyledir. Buradan hemen şu sonucu çıkarabiliriz: bilimsel ilerleme için bilgisel şartlar lâzımdır. Ancak bu şartları asıl doğuran bağlamsal şart “ahlâk”tır. Nedense geri kalmış toplumlar bunu bir saik olarak algılamaktan dahi acizdirler. Ahlâken bitkin bir durumda olan toplumların bilimsel açıdan ilerlemeleri düşünülemez. Ahlâkî bitkinlik toplumun her kesiminde ve hayatın her dü-zeyinde kendini gösterebilir. Bunlar ne yazık ki, bilimsel faaliyetlerle ilişkisiz gibi görüne-bilir ancak ahlâkî olgunluk elde edilmeden bilimsel üstünlüğe erişilemez. Meseâ hırsızlık ahlâkî bitkinliktir. Bu bir toplumda yaygın ise hayatın her yönüne kolaylıkla sirayet edebi-leceği için toplumu tüketeceğinden bilim-sel ilerlemeyi engelleyecektir. Hırsızlık, çok âdi ve basit bir ahlâksızlık olmasına rağmen kolayca rüşvete, yalana, bencilliğe ve kopya çekmeye yol açacağından -zaten bunlar bu-lundukça da bilim mümkün olamayacağına göre- zincirleme bir etki ile fikrî hayatı her yönden zehirleyecektir.

Bu durumu İslâm medeniyeti açısın-dan açıklamak kolaydır. İslâm geldiğinde, mevcut ahlâkî ve toplumsal değerleri sor-gulayarak ahlaken bitkinlik olarak gördüğü değerleri yüksek ahlak değerleri ile değiştir-mek istemiş ve toplumda büyük bir ahlâkî mücadele başlamıştır. Bunun neticesinde iyi ile kötü arasındaki mücadele hayatın her bo-yutuna yansımıştır. Bu medeniyette yeni ge-len ahlâkî değerler zaten bilgiyi yücelttiği için ahlâkî mücadelenin ayrıca fikrî mücadeleye dönüşmesine gerek kalmıyordu. Gerçi bu dönüşüm tabii olarak zaten gerçekleşiyordu;

çünkü böyle bir mücadele içerisine giren fert-ler ve kesimler, kendilerini fikren müdafaa etmek ve bu hususta haklı olduklarını ispat edebilmek için fikir geliştirmek zorundaydı-lar. Bu mücadeleler ahlâkî ve fikrî boyutta doyum noktasına gelince yeni toplumsal olay-lar meydana gelmeye başlamıştır. İşte bu yeni oluşan şartlar aslî bağlamsal şartlara bağımlı olarak geliştiklerinden bunlara fer’î bağlam-sal şartlar diyoruz.

2.Fer’îBağlamsalŞartlar: Yukarıda be-lirttiğimiz gibi bunlar aslî bağlamsal şartlara bağımlıdırlar. Dikkate edilirse bütün bu şart-lar, toplumsal olaylar olarak geliştiklerinden bir kısmı toplumda meydana gelince diğerle-rini yok etmez ancak aslî ve fer’î özellikleri-ni koruyarak şekil değiştirip devam ederler. Dolayısıyla ahlâkî bağlamsal şartlar, fikrî bağ-lamsal şartları doğurmadan doğrudan fer’î bir şarta yol açabilir. Burada önemli olan bilimsel faaliyetlerin başlangıcı olduğundan fikrî şartların sadece mantık açısından ön-cel olarak kabul edilmesidir. Fer’î bağlamsal şartlar, toplum düzeyinde olan muazzam bir hareketliliktir. Bu şartlar sebebiyle toplum her yönüyle adeta allak bullak olmaktadır. İslâm medeniyetinde olduğu gibi iç savaşlar ve ciddî toplumsal çalkantılar bile meydana gelebilir. Ahlâkî yüceliği savunanlar ağır şart-lar altında bırakılabilir, bu ahlâk mücadelesi hayat- memat meselesine dönebilir. Yani ah-lâkî yönü ortaya koyanlar hayatlarını hiçe sa-yarak yüce değerleri savunurlar ve toplumun içten dışa tamamen değişmesi için çalışırlar. Böylece toplumsal ve kurumsal değişiklikler meydana gelmeye başlar.

Fer’î bağlamsal şartlar aslî şartlardan sonra ve onların vasıtasıyla oluştuğundan fer’î olarak adlandırılmıştır. Bunları da iki başlık altında toplayabiliriz: Toplumsal ye-nilikler ve kurumsal değişiklikler. Toplumsal yenilikler; örf, adet ve geleneklerin, toplum içindeki davranışların yeni oluşan dünyagörü-şü istikametinde değiştirilmesi veya ona uyar-lanmasıdır. Bu yenilikler fertleri bilgiye yönel-tecek ve toplumda cevvaliyete yol açacaktır.

Page 10: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

10

Bunlar da tabiî olarak kurumsal değişiklikleri gündeme getirecektir. Kurumsal değişiklikler eğitim, hukuk, siyaset ve iktisat alanlarında kendini çok belirgin olarak gösterir ki zaten bilimsel süreç için önemli olan da bu değişik-liklerdir. Bunları bir bütün olarak hayalimiz-de canlandırmaya çalışırsak toplumun bu ha-reketlilik sayesinde nasıl bir duruma geldiğini göz önüne getirebiliriz. Artık toplumda bilgi faaliyetlerini başlatmaya müsait bir dünyagö-rüşü fertlerin çoğunun zihnînde oluşmuş ve belki de bilgi edinme faaliyetleri bir gelenek oluşturma sürecine girmiştir. Bu anlattıkları-mızla ilgili olarak Batı medeniyetinde yaşa-nan bilimsel süreci aşağıda bir tablo hâlinde gösterelim.

B.BatıBilimselSürecininBağlamsalŞartları

İslâm bilim geleneğinin Batı bilimsel faaliyetlerine etkilerini en fazla Batı bilimsel sürecinde görebiliriz. Bu etkilerin boyutla-rı sadece bazı Müslüman bilim adamlarının Batılı bilim adamlarına tesiri ile sınırlı değil-dir. Batı bilim geleneği aslında oluşum süre-cini İslâm bilim geleneğine borçludur. Bunu burada açalım: Önce “Batı bilimi” diye bir kavramdan bahsetmek istiyoruz. Bu kavram ile anlatmak istediğimiz, Batı’da üretilen bi-limsel bilgidir. Ancak çok geniş kapsamlı olan bu kavramın böylesine basit bir şekilde ifade edilmesi yanlış anlaşılmalara yol açabilir. Bu açıdan Batı bilimi kavramını biraz daha ayrın-tılı ele olarak dile getirelim.

İlk olarak, Batı bilimi kavramında bu bilimin ortaya çıktığı coğrafyaya bir gönder-me olduğu açıktır. Bu coğrafya da elbette Batı dünyasının yer aldığı Avrupa kıtası ve buna bağlı İngiltere, İrlanda gibi adalardır. Bu coğrafyanın kültürel uzantıları olarak gö-rebileceğimiz her ülke ve kıta “Batı” kavramı-na dâhildir. Meselâ, Avustralya, Yeni Zelanda ve Amerika kıtaları da bu coğrafyanın kültü-rel uzantısı olarak umumi medeniyet tarihi

içerisinde mütalaa edilirse “Batı” kavramının kapsamına alınabilir.

İkinci olarak “Batı” kavramının temel bir kültür öğesi olarak Hıristiyanlığı görme-miz gerekir. O hâlde Batı bilimi Hıristiyan-lığı dışlasa bile kültürel ortamını oluşturdu-ğu için, Hıristiyanlık Batı bilim geleneğinin temel bir özelliği olarak algılanmalıdır. Bu açıdan sorun çıkarmaması için Batı bilim geleneğinin bu özelliğini umumi bir ifade ile “Hıristiyan kültürü” olarak dile getirebiliriz. Batı bilim geleneğinin bu özelliği tarihi açı-dan bir medeniyet bağlamında oluşmuştur. Bu medeniyet bağlamı da Helenist Roma kültürüdür.

Üçüncü olarak, Batı bilimi İslâm bilim geleneğinden çok fazla etkilenerek ortaya çıkmıştır. Aynısını İslâm bilimi için söyleye-meyiz. İslâm medeniyetinde bilimler kendi iç saikleri ve amilleri ile doğmuştur ve bu bilimsel süreç içerisinde İslâm bilim geleneği Yunan biliminden etkilenmiştir. Batı bilimi-nin İslâm bilim geleneğinden etkilenmesini kabul etmeyen bilim tarihçilerinin sadece şu sorumuza cevap vermelerini istiyoruz: Batı bilimsel sürecinin başlangıç aşaması olan 10. yüzyıldaki İslâm biliminin etkilerini ve İslâm bilim kitaplarını Batı biliminde yok saydığı-nızda Batı bilim tarihini yazabilir misiniz? Cevap “hayır” olacağından İslâm biliminin Batı bilimine olan etkilerini bu bilimin temel özelliklerinden saymak durumundayız. Bura-da biz, Yunan bilim geleneğini Batı bilim ge-leneğinden bağımsız görmekteyiz.

Nihayet bunlardan en önemlisi Batı biliminin bağlamsal şartlarıdır. Bu şartlar ol-madan yukarıdaki özelliklerin hepsi bir ara-da Batı bilimsel sürecini başlatmaya yeterli olsalar dahi devam ettirip gelişmesini sağla-maya yeterli değildir. Batı biliminin bağlam-sal şartlarını üç temel başlıkta toplayabiliriz: 1. Batı’daki toplumsal gelişmeler; 2. Siyasi gelişmeler; 3. Kültürel gelişmeler. Bu anlat-tıklarımız çerçevesinde Batı bilimini şöyle ta-nımlayabiliriz:

Page 11: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

11

Batı bilimi,Batı dünyasındaHıristiyankültürünedayalıolarakHelenistRomamede-niyetibağlamındaİslâmbilimgeleneğininetki-siyle kendi bağlamsal şartları sayesinde oluşanbilimselgelişmelerdir.

Bu açıklamalardan sonra Batı bilimsel sürecinin bağlamsal şartlarını daha kolay çıka-rabiliriz. Yukarıdaki belirlememizde de görü-leceği gibi İslâm bilim ve felsefesinin etkileri Batı bilimsel sürecindeki bağlamsal şartların oluşmasında önemli rol oynamıştır. Bunu göz ardı edemeyiz. Burada anlatacaklarımız; İslâm biliminin Batı bilime etkilerinin ne ka-dar büyük boyutlarda olduğunu belki bugüne kadar duyulmadık bir şekilde nazara verece-ğinden okurlarımız bizi taraflı davranmakla suçlayabilirler. Buna meydan vermemek için Batılı bilim tarihçilerinin tespitlerini dile ge-tirip onların konuşmasına fırsat vereceğiz. Konuya makalemizin başında Henry George Farmer’dan naklettiğimiz İngilizce alıntının çevirisi ile başlayalım: “Avrupa’nınFikrîGeli-şimi adlı eserin yazarı Dr. J. W. Draper der ki, tarihin en üzücü şeylerinden birisi, Avrupalı yazarların ustaca ve sistemli bir şekilde Batı-nın İslâm bilim geleneğinden aldıklarını göz önünden kaldırmaya çalışmalarıdır.”

Umumi çerçevede Batı’nın İslâm’dan aldığı o kadar çoktur ki, saymakla bitmez. Bir açıdan biz bunu İslâm medeniyetinin muci-ze özelliğine bağlıyoruz. Demek istediğim, bunun İslâm’ın tüm insanlığa geldiğinin bir delili olmasıdır. Ondan bütün insanlık istifa-de edebilir. İşte İslâm bu özelliğinden dolayı, sadece Müslümanlara medeniyette öncülük etmekle kalmamış, Batı medeniyetinin de temelde ilham kaynağı olmuştur. Buna iki ör-nek daha verelim. Nicholas Rescher der ki: “İslâm felsefesinin Batı’ya olan etkileri, sade-ce büyük boyutlarda olmakla kalmamış aynı zamanda sürekli ve şaşırtıcı düzeyde çok çe-şitli alanlarda olmuştur.”3 Jean-Jacques Rous-seau 1750 yılında Dijon Bilim Akademisi’nin açtığı bir yarışmaya BilimveEdebiyatÜzerineSöylem adlı eseri ile katılmış ve birincilik elde etmişti. Bu eserinde amacı her ne kadar Müs-

lümanları küçük düşürmek idiyse de aşağıda vereceğimiz pasajdaki ifadeler bize Batı’da bilimlerin doğmasına Müslüman bilim adam-larının sebep olduğunu göstermektedir.

[Yunan bilim geleneğinin çökmesin-den sonra] Avrupa tekrar ilk yüzyılların bar-barlığına geri dönmüştü. Bugün aydın bir hayat yaşayan bu dünyanın insanları bir kaç yüzyıl önce cahillikten dolayı çok kötü bir du-rumdaydılar. Cehaletten daha kötü birtakım belirsiz bilimsel ıstılahat zorbalıkla bilgi tahtı-na oturdu ve neredeyse kaldırılamayacak en-gelleri bilginin önüne koydu. İnsanları doğru yola tekrar getirmek için bir devrime ihtiyaç vardı; maalesef bu devrim hiç umulmayacak bir yöreden geldi. Nihayet bilimlerin aramız-da tekrar doğmasına sebep olan bilgi yoksulu işte o aptal Müslümanlardı.4

Rousseau’nun burada aşağılayarak işa-ret etmek istediği olayın gerçekleştiği süreç, tarih içerisinde nasıl gelişti? Bağlamsal şartla-rı gösterecek bu süreçten kısaca bahsedelim. Süreç 4. yüzyılda Roma İmparatoru Konstan-tin’in Hıristiyan olması ile başlamıştır. Bun-dan sonra Justinyen Atina’daki eskiçağ Yunan felsefe okullarını kapatmıştır. Bu gelişmeler neticesinde Batı dünyasında yeni bir bakış açısından sorunları ele alan yepyeni bir dü-şünce biçimi ortaya çıktı. Bu düşünce biçimi Hıristiyanlık inancı üzerine kurulmuştu. An-cak 7. yüzyılın başlarına kadar yani İslâm’ın Ispanya’da yayılmaya başladığı tarihlere ka-dar Avrupa’nın çoğunluğu özellikle kuzey bölgelerde yaşayan putperest kavimlerden oluşuyordu. Böylece Hıristiyanlaşan Batı, iki gücün arasında kalmıştı: Kuzeyden gelen put-perest Gotlar ve güneyden gelen Müslüman kavimler. Bu iki güce karşı durmaya çalışan Batı dünyası 8. yüzyılda Charlemagne (Şar-lman) (768-814) ile ilk başarısını Kuzeydeki putperest kavimlere karşı elde ederek yeni kurulan Hıristiyan imparatorluğunun sınır-

(3) Nicholas Rescher. “The Impact of Arabic Philosophy on the West”, The Islamic Quarterly 10 (1966), 11.

(4) Jean-Jacques Rousseau. TheBasicPoliticalWritings, İngilizceye çev. Donald A. Cress (Indianapolis, Cambridge: Hackett Publishing Company, 1988), 3.

Page 12: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

12

larını en geniş durumuna getirmiştir. Ameri-kalı tarihçi William McNeil bunu şöyle ifade etmektedir: “Nihayet Hıristiyan kılıcı inatçı Saksonları Hıristiyan olmaya ikna etmiştir.”5 Böylece Hıristiyanlığı kabul etmeyen bütün putperest kavimler katliama uğrayarak imha edilmişler ve kalanlar da kılıç zoru ile Hıris-tiyanlaştırılmıştır. O bölge nihayet 9. yüzyıl başlarına kadar neredeyse tamamen Hıristi-yan olmuş ve 25 Aralık 800 tarihinde Papa, Şarlman’a “Roma İmparatoru” unvanı vere-rek taç giydirmiştir.

Bir toplumda yeni bir inancın kökle-şebilmesi için o toplumda eğitim-öğretim ve fikir hareketlerinin gelişmiş olması lâzımdır. Bu yüzden yanıbaşlarında bulunan Müslü-manların kalıcı ve aydın toplum düzenleri Şarlman’ın dikkatini çekmiş ve aynısını ken-disi de elde etmek istemiş ve bu alanlarda bir dizi reformlar yapmıştır. Bu sıralarda bu alan-da en önde olan Batı şehirleri Müslümanlarla komşu olan veya onların idaresindeki yöreler-di. Nitekim Şarlman başkenti olan Aachen’a (Bugün Almanya’da olan Hollanda-Belçika sınırına yakın bir ortaçağ şehri) ancak İtal-ya ve İspanya’dan uzmanlar getirtebilmiş ve Saray Okulunu (Palatine School) kurmuştur. O zamanda bunun gibi okullar özellikle ma-nastırlara bağlı olarak açılıyordu. Bu okullara bağlı olarak da kütüphaneler kuruluyordu. Böylece denebilir ki, 9. yüzyılın başlarından itibaren Avrupa’da bir hareketlilik başladı. Bu hareketlilik kendini toplumsal, ahlâkî, siyasî ve eğitim alanlarında göstermekteydi. Bu hareketlilik için iki önemli saik gösterebi-liriz: Birincisi, yeni bir güç kazanan dini yay-ma arzusu ve kuzeydeki putperest kavimlere karşı Hıristiyanlığı müdafaa etme şevki; ikin-cisi güneyden gelen dinî ve fikrî tehlike olan İslâm’a karşı başlatılan kutsal savaş (Haçlı ruhu).

Girit’in 828 yılında Müslümanların eli-ne geçmesi ve bundan birkaç yıl sonra Sicilya adasının neredeyse tamamen İslâm ülkele-ri idaresine katılması Batının İslâm’a karşı teyakkuz içinde olmasını körüklemiştir. Bu

yüzyılda artık Akdeniz bir Müslüman gölü hâline gelmişti. Tüm Akdeniz ticareti Müslü-manların eline geçmişti. Avrupa pazarlarında en çok rağbet gören mallar Müslüman ülke-lerde üretilen mallardı. Avrupa’yı İslâm ticari yaşantısı ve örf, adet ve gelenekleri yayılmış ve Müslümanların giyim-kuşamları taklit edilir hâle gelmişti. W. Montgomery Watt, bir Avrupa sosyetesinde o zamanlar günlük yiyecek ve tüketim mallarında en çok tercih edilen ürünlerin özellikle Müslüman üreti-mi olmasına dikkat edildiğini söylemektedir. Avrupa pazarlarının lüks malları Müslüman ülkelerden gelirdi.6 Böylece güneyde Müslü-manlarla rekabet edemeyen Avrupa, kuzeyde yeni ticaret merkezleri ve pazarları oluştur-maya çalıştı. Böylece Baltık Denizi, Manş Denizi ve Kuzey Buz Denizi hareketlilik ka-zanmaya başladı. Bu sayede eğitim ve sanayi kuzey Avrupa’da ilerleyerek yeni kültür ve fikir merkezleri oluştu. Paris de bu sıralarda önem kazanmaya başlayan merkezlerden bi-risiydi. Bu gelişmeler Avrupa tarihçileri tara-fından Carolingian Rönesans olarak adlandı-rılmaktadır. 7

Bu dönemdeki hareketlilik ve gelişme-ler tüm Avrupa’ya hızla yayıldı. Meselâ, Char-les The Bald (840-877) aynı fikir ve düşünce hareketlerine katkıda bulunan önemli kral-lardan birisiydi. Sarayında bu devrin belki de en önemli filozofunu barındırmıştır: Erigena-lı John Scotus. Bu önemli filozof çok özgün felsefî eserlerini onun sarayında kaleme al-mıştır. Özellikle Yunancayı çok iyi bildiği için eski Yunan düşüncesinin yayılmasına katkıda bulunmuştur. Aynı bilgi edinme faaliyetleri Büyük Otto (936-973) zamanında da devam ederek gelişmiştir. İşte Yaklaşık 3. yüzyılda Roma imparatorlarının Hıristiyanlığı kabul etmesi ile Batıda önemli bir süreç başlamış ancak bu süreç Batıyı bilgi geleneği oluştur-maya uygun bir dünyagörüşü geliştirmeye

(5) William McNeil. TheRiseoftheWest:AHistoryoftheHumanCom-munity (Chicago, London: The University of Chicago Press), 445.

(6) W. Montgomery Watt. The Influenceof IslamonMedievalEurope (Edinburgh: Edinburgh University Press, 1972; ikinci baskı 1994).

(7) Leistner. “The Revival of Greek in Western Europe in the Carolin-gian Age”, History, October 1924.

Page 13: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

13

yönelik süreç içine sokamamıştır. Batı ancak 8. yüzyılın ortalarında başlayan İslâm Röne-sansının etkisi ile böyle bir süreç içine girmiş-tir. Bunun açık örneklerini hem Charles The Bald hem de Büyük Otto’nun faaliyetlerinde görmekteyiz. Her iki kral da kendi zaman-larındaki Müslüman idarecilerle iyi ilişkiler kurmuştu. Karşılıklı elçiler gönderiyor ve hediyelerle birbirlerini taltif ediyorlardı. Bu elçi göndermeleri normal bir ilişki gibi algı-lanmamalıdır. Zira Charles The Bald’un 864 yılında Kordoba’ya gönderdiği elçi Endülüs emîrine hediyeleri verdikten sonra özel izinle üç yıl kadar İspanya’da kalmış ve birçok yer gezerek çok önemli bilgiler elde etmişti. Ni-tekim Latince kaynaklara göre bu elçi Com-piègne’e önemli eşya ve kitaplarla dönmüş-tü.8 Yine, 953 yılında Otto Lorraine’de Metz yakınlarındaki meşhur Gorze manastırının keşişlerinden Gorzeli John’u aynı şekilde Kordoba’ya elçi olarak göndermişti. Gorze-li John döndükten sonra “Gorze Reformu” olarak adlandırılan çok önemli yenilikler baş-latmıştır.9 Kordoba’da ona yardımcı olanlar Kordoba Piskoposu Recemendus ve Hasdeu adında bir Yahudi idi. Hasdeu hem Arapça hem de Latince biliyordu. Recemendus ise çok ilginç bir şahsiyettir. Mozarab olan bu Hıristiyan İspanyalı, Arapça bir isme de sa-hipti: Rabî’ ibn Zeyd. Üç Emevi Halifesinin sarayında idarecilik yapmıştır: III. ‘Abdurrah-man el-Nasir (300-350/912-61), II. Hakem ve Mustansir (350-368/961-976). Recemen-dus Kordoba takviminin yapılmasında görev almıştı ve ayrıca Halife Abdurrahman onu Frankfurt’a Otto’nun sarayına elçi olarak göndermiştir. Dolayısıyla Recemendus’un çok iyi Arapça ve Latince bildiğini tarihçi-ler nakletmektedir.10 Bundan Gorze’nin bu seyahati sırasında Arapça öğrendiği anlaşıl-maktadır.11 Gorze’deki gelişmeler küçüm-senmeyecek kadar büyük boyutlardadır. Zira James Westfall Thompson’a göre burası Batı dünyasında fikir hareketlerinin canlanmasını sağlamıştır. Thompson aynen şunları söyle-mektedir: “[İslâm düşüncesinin etkisi ile] Lorraine’de başlayan ahlâkî diriliş hızla fikrî

canlanmaya yol açmış ve Gorze, etrafına ışık saçan bir merkeze dönüşmüştür. Çevresinde bulunan Metz, Toul, Verdun ve Burgundy manastırlarından bilgi erbabı rahipler ve ba-zen de İngiltere, İskoçya, Calabria ve İrlan-da gibi uzak ülkelerden birçok ziyaretçi gelip burada bilimsel eğitim gördükten sonra dö-nerlerdi.”12 Böylece Batı bilimsel sürecinde bağlamsal şartlar tam olarak etkisini gösterin-ce bilimsel süreç aşamaları hız kazanmış olu-yordu. Şimdi Batı dünyagörüşünün oluşumu ile başlayan bu aşamaları inceleyelim.

1. Dünyagörüşü Aşaması (y. 150-750): Yukarıdaki verdiğimiz bilgilerden de anla-şılacağı gibi Batı bilim geleneğinde bilimsel süreç, dünyagörüşü oluşum aşaması ile bera-ber yaklaşık 350’lerde başlamıştır, diyebiliriz. Burada bilimlerin bir toplumda oluşabilmesi için gerekli gördüğümüz çerçeveyi çizerken iki ayrı olgudan bahsedebiliriz. Birincisi; top-lumda bir ahlâkî yükselişin olması ki, bu sü-reçte toplum büyük bir çalkantı içine girerek aslî ve fer’î şartların gerçekleşmesini sağlar. İkincisi; bilgisel bir süreç ki, bu da oluşur-sa bilimin bilgi nazariyesi açısından gerçek-leşmesi için gerekli zihinsel alt yapı oluşur. Batı bilim tarihinin bu ilk dönemlerinde işte bunları görmekteyiz. Sekizinci yüzyıla kadar Batıda oluşan dünyagörüşü bilimsel süreci başlatacak bilgi yapısına sahip değildi. Bu ya-pının oluşması için önce bilgi yapısına uygun bir dünyagörüşünün oluşmasına ihtiyaç vardı. Bu dünyagörüşü; 3. yüzyıldan sonra meyda-na gelmeye başlamış ve Roma’dan kalan Ba-tıdaki o zaman mevcut Hıristiyanlık inancı üzerine kurulmuştu. Ancak 8. yüzyıla kadar Hıristiyanlık inancı, ilk dönem kilise babaları tarafından bir düşünce sistemine dönüştürül-müştü. Bunda en çok emeği geçenler, Marci-anus Aristides (2. yüzyıl), Aziz Justin Martyr (Flavius Justinus) ve öğrencisi Suriyeli Tatian, Athenagoras (2. yüzyıl) Antakyalı Theophilus

(8) James Westfall Thompson. “The Introduction of Arabic Science into Lorraine in the Tenth Century”, Isis 12 (1929), 186–7.

(9) A.e., 188–9.(10) Bk. Ch. Pellat. “Rabî’ b. Zayd”, Encyclopediaof Islam, 2. baskı,

Leiden.(11) A.e., 190.(12) A.e., 189.

Page 14: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

14

(2. yüzyıl), Aziz Irendeus (y. 137-200’ler) ve öğrencisi Hippolytus (ö. 236), Hipolu Aziz Augustine (354-430), Bede (672/3-735) ve Alcuin (y. 730-804) gibi düşünürlerdir. Bu sa-yede zaten bir Hıristiyan dünyagörüşü oluş-muş durumda idi. Bu dünyagörüşü güçlü bir âlem yapısına sahipti ancak bilgi yapısı henüz belirginleşmemişti. Bu yapının gelişmesi, önceki bölümlerde de anlattığımız gibi bilgi faaliyetlerinin ilerlemesi ile mümkündür. İşte bunu gerçekleşmesine imkân tanıyan İslâm bilim geleneğinden yapılan tercümelerdir. Bu düşünürler Augustine’in dışında Yunan felsefesini pek iyi bilmiyorlardı. Amaçları Hı-ristiyan inancını eski Yunan bilim ve felsefesi-ne karşı savunmak idi. Fakat Augustine eski Yuna okullarında yetiştiği için güçlü bir ge-leneğe sahipti ve Hıristiyanlığı kabul edince bu düşünce sistemini Hıristiyanlık inancını, felsefî temel üzerine oturttu. Böylece denebi-lir ki, Batı bilim geleneğinin fikrî arka planını Augustine oluşturmuştur.

Augustine gibi 8. yüzyıl Hıristiyan dün-yagörüşünün yapısal olarak güçlenmesine katkıda bulunan diğer düşünürler Dionysius ve Boethius’tur. Batı felsefe tarihinde Yeni Eflatunculuk etkisi altında kalarak yazılmış Pseudo-Dionysius olarak bilinen dört risale ve on mektuptan oluşan mistik eser, Batı dünya-görüşü oluşumunda çok etkili olmuştur. Bu kitabın kim tarafından yazıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Dionysius, Yunanca yazabilen Hıristiyan bir Eflatuncunun müste-ar adı olduğu tahmin edilmektedir. Bu yüzyıl-larda yaşayan neredeyse her Hıristiyan düşü-nür bu Dionysius yazıtlarından etkilenmiştir. Özellikle Erigenalı John Scotus bunlara şerh yazmış ve bu eserlerdeki fikirlerin yayılması-na katkıda bulunmuştur.

Boethius Severinus (y. 480-525) Au-gustine’den sonra bu dönemde zikredile-bilecek en önemli düşünürdür. İyi düzeyde Yunanca bildiği için ve Aristo felsefesini iyi bildiğinden onun mantık ile ilgili eserlerini Latinceye kazandırmıştır. En önemli eseri, Felsefi Teselli Üzerine adlı kitabıdır. Hıristiyan

ilahiyatı ile ilgili teslis akidesini savunan bir risalesi de bulunmaktadır. Batı düşüncesinde Hıristiyan dünyagörüşü ile felsefe arasında-ki çelişkiyi ilk hisseden ve bu yüzden din ile felsefeyi barıştırmaya çalışan ilk düşünürdür. Boethius’un talebesi Cassiodorus (y. 477-570) yine dünyagörüşü aşamasının önemli düşünürlerindendir. Ansiklopedik bilgiye sahip yeni ile eskiyi uzlaştırabilen bir düşü-nürdür. De artibus ac disciplinis liberalium litterarum adlı eseri, Ortaçağ Avrupa’sında Üçlüler (trivium) ve Dörtlüler (quadrivium) olarak isimlendirilen ve bizdeki takip edilen ders kitabına dayalı medrese sisteminin bir taklidi olan üniversitedeki derslerin bir öze-tini içermektedir. Üçlüler; dil bilim, mantık ve belagat; Dörtlüler de; aritmetik, geometri, müzik ve astronomiyi içermekteydi. Bu kitap 11. yüzyıla kadar Ortaçağ Avrupa’sında bir-çok üniversitede ders kitabı olarak kullanıl-mıştır. Cassiodorus’un özelliği sade ve basit bir üslupla eserlerini yazmış olması ve bu yüzden elden ele dolaşan ansiklopedi gibi za-manının bilgilerinin yayılmasına katkıda bu-lunmuştur. Bu meyanda psikoloji (De Anima) ve ahlak (Moralia) üzerine olan eserlerini de zikretmek gerekir. Sevilya Başpiskoposu olan İsidore İspanya’da yaşamış (yaklaşık 570-630 yılları arasında) bir düşünürdür. Cassiodorus gibi İsidore da ansiklopedik bir düşünür olup aynı şekilde üniversitelerde ders kitabı nite-liğinde eserler vermiştir. Ancak İsidore’un hukuk, coğrafya, tarım, tıp ve siyaset gibi bi-limleri özetler mahiyette de eserler vermiştir.

Yukarıda değindiğimiz çalışmalar ne-ticesinde oluşan Batılı dünyagörüşünü daha ayrıntılı olarak vermek isterdik. Fakat bu, ko-numuzun dışına taşan bir uğraş olacağından biz yine İslâm ve bilim konusu ile ilgili olan İslâm bilim geleneğinin Batıya olan etkileri-ni ele almaya devam edelim: Burada önem-li olan konu, Batı dünyagörüşünün İslâm anlayışından uzak bir ortamda gerçekleşmiş olmasıdır. Ancak aşağıda da göstereceğimiz gibi Batı dünyagörüşünün bilgi yapısı oluşur-ken İslâm bilim geleneğinden zorunlu olarak

Page 15: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

15

etkilenmiş ve Batılı dünyagörüşü içerisinde bu sayede bir bilgi yapısı ortaya çıkabilmiştir. Bu geçiş aşamasını bir düşünürün şahsiyetin-de görmemiz mümkündür. Bu da yaklaşık 672-735 yılları arasında yaşayan ve Carov ke-şişi olan Bede’dir. Tarihçi ve eğitimci olması bakımından İrlanda’da birçok öğrenci yetiş-tirerek Batı bilimsel sürecinde bilgi geleneği aşamasının başlamasına önemli katkılarda bulunmuştur.

2.SorunlarAşamasıveyaBilgiGeleneğiOluşum Aşaması (750-1100): Batı bilim ge-leneğinin bu aşaması adeta İslâm düşüncesi ve biliminin yönlendirmesi altındaydı. Çün-kü henüz oluşmuş Batı dünyagörüşü içeri-sindeki değer ve bilgi yapıları tam anlamıyla şekillenip tüm Batı dünyasına hâkim duruma gelememişti. Bu yüzden Batı bilim ve düşün-cesi bir bunalım dönemi içerisindeydi. Çün-kü İslâm’dan alınan her bilgi parçası onların dünyagörüşünü sorgulayacak ve sarsabilecek bir yapıdaydı. Bundan korunmanın en güçlü yolu elbette bilim ve düşünceydi. Ancak Batı henüz bu aşamaya gelememişti. Bu yüzden tek çare yasaklar yoluyla İslâm değerlerinin Batıyı istila etmesini önlemekti. Nitekim bu da yapılmıştır. Şimdi göreceğimiz gibi Batı dünyası; bilimsel ve felsefî çalışma alanları-nı daraltarak ve bu yerlerde sadece keşişler, rahipler ve başpiskoposlara araştırma ve ça-lışma izni vererek İslâm dünyagörüşünün değerlerinin Batılı zihinleri istilasını önleme-ye çalışmıştır. Okullar sadece halktan uzak bölgelerde dağ başlarındaki manastırlarda veya kiliseye bağlı, halka açık olmayan papaz okulları nezdinde açılıyordu. Bu yüzden yay-gın eğitim de yasaktı. Sadece kendini Tanrı’ya adayan rahipler bu eğitimi alabilirdi. Zaten aşağıda da değineceğimiz tüm düşünür ve bilim adamları belli bir Hıristiyan tarikatına mensup rahiplerdir. Bu açıdan denebilir ki, Batı dünyasında bu devirlerde bilgi tamamen kilisenin taht-ı riyâsetindedir. Batı dünya-sı kilisenin bu bilgi tasallutundan ancak 19. yüzyılda önemli bir seviyede, 20. yüzyılda ise tamamen kurtulabilmiştir. İslâm dünyasın-

da da bilginin Din tarafından geliştirildiğini gördük. Ancak gelişmeler çok zıt yönlerde olmuştur. Batıda bilgi kontrolü tutuculuğa ve bağnazlığa yol açtığı hâlde İslâm dünyasında bilimin doğmasına yol açmıştır. Bunun en önemli sebebi Batıda din olarak savunulan dünyagörüşünün aslında insanlar tarafından İslâm’da ise, vahiyle şekillendirilmiş olması-dır.

Sorunlar Aşamasının en önemli geçiş düşünürü, Carov keşişi Bede’dir demiştik. Bu aşamanın başlangıç döneminin en önem-li düşünürü de Bede’nin talebesi, Alcuin’dir. York Okuluna mensup olup yaklaşık 730-804 yılları arasında yaşayan Alcuin, Şarlman’ın Saray Okulu’nda hocalık yapmıştır. Alcuin’in İtalya’da epey seyahat ettiği belirtilmektedir. Eğer bu dönemde yaşamış bir düşünürün İtalya, Sicilya veya İspanya seyahatinden bahsedilirse bu; oralarda İslâm bilim gelene-ği uzmanlarından ders aldığını ve bu konu-da çalışmalar yaptığını gösterir. Hatta bu tip düşünürlerin büyük bir kısmı Arapça öğrenip ana kaynaklardan araştırmalarını sürdürmüş-lerdir. İslâm bilim geleneğinin etkisi bu dö-nemde o kadar büyük boyutlara ulaşmıştır ki, artık böyle gidip gelinerek çalışmakla yeterli bilgi elde edilemeyeceğine kanaat getirilince bu eserlerin doğrudan Latinceye aktarılması-na başlanmıştır. Böylece Batı bilimsel süreci önemli bir döneme girmiş oluyordu: Tercüme dönemi. Bu dönemin yaklaşık 900’lü yıllar-da başladığı ve günümüze kadar devam etti-ği söylenebilirse de bilimsel süreç açısından önemli olan büyük etkileşim 1400’lü yıllara kadardır. Arapçadan yapılan tercümeler sa-dece bir hareket olarak Batı dünyasında kal-mamış aksine çok gelişerek bir akım hâline gelmiş ve nihayet Sorunlar Aşamasında bir dönem teşkil etmiştir. Charles Haskins’in kendi ağzından bunu nakledelim:

On ikinci yüzyıl Rönesans’ı bir İslâm Rönesans’ı olduğu kadar da bir Yunan Röne-sans’ı idi… Ancak mevcut geçerli bilim dili Arapça idi. İspanya ve Provence’deki bütün bilimsel faaliyetlerin kaynağı İslâm bilimi idi.

Page 16: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

16

Arapçadan gelen tercümeler Yunancadan ya-pılanlardan çok önceydi ve çoğu zaman daha çok tercih ediliyordu. Bu Arapçadan gelen eserler daha fazla itibar görüyordu. Kullanım açısından da daha geçerli idi. Çünkü çok mü-kemmel şerhlerle geldikleri için anlaşılması daha kolaydı. İşte Avrupa düşüncesi bu eser-lerle boyanıyordu. Ayrıca Arapçadan yapılan tercümeler hemen basılıp çoğaltılıyordu. Fa-kat bunların tercih edilmelerinin asıl sebebi, eski Yunan bilimini sadece aktarmakla kalmı-yor çoğu zaman onların da ötesine geçerek yeni buluşlar yapıyorlardı. Mesele bununla da bitmiyordu. Müslümanlar ve [onlarla çalı-şan] Yahudiler Ortaçağların bilimsel bilgisini ellerinde tutuyorlardı. Onların bu bilgi aşkı ve bilime olan düşkünlükleri onlarla temas kuran Hıristiyanlara zamanla geçti. Bu ilgiyle yöntem gelişti, deney ve gözlem ruhu, akılcı yaklaşım yavaş yavaş Batıya da geçmeye baş-ladı. Bu yaklaşımlar elbette eski Yunanlılarda da vardı. Ancak bütün bu bilimsel yöntemler Müslümanlar tarafından muhafaza edildi, ge-liştirildi ve öğretildi. İşte Hıristiyan Avrupa’ya da bilim böylece Müslümanlardan geçti.13

Aslında Haskins’in bu sözlerinden sonra söyleyecek başka bir şey kalmıyor. Bu-rada tarafgirlik hissiyle konuyu ele almakla itham olunabilirim endişesiyle mümkün ol-duğu kadar Batılı kaynakları kullanarak ko-nuyu işlemeye çalışıyorum. Bu yüzden fazla alıntı gereksiz olarak görülmemelidir. En son yapılan araştırmalar ve elde edilen kaynaklar Thompson’u haklı çıkarmaktadır:

İslâm bilimi Lorraine okullarına Ger-bert’tan önce girmiş ve epey gelişmişti. [Tam adı Gerbert d’Aurillac olan bu papaz yaklaşık 945-1003 yılları arasında yaşamıştı]14... Emi-nim ki, 10. yüzyılın ikinci yarısında Lorraine okulları İslâm biliminin Latin dünyasına atı-lan ilk tohumlarının olduğu yerdi. İşte bura-dan bilgi Almanya’nın diğer tüm bölgelerine yayılmıştır.15

İslâm bilimi bu şekilde birçok koldan ve çok boyutlu olarak Batı dünyasını istila

etmişti. O kadar ki, Mary C. Welborn’un be-lirttiğine göre Batı dünyası 10. yüzyıldan çok önce takvim hesaplarının yanlış olduğunu anlamıştı. Fakat bunu nasıl düzelteceklerini bilemiyorlardı. Çünkü henüz yeterli astrono-mi bilgisine ve cihazlarına sahip değillerdi. Nihayet ancak 10. yüzyılın sonlarına doğru Arapça astronomi kitaplarının tercümesi ve Müslümanların imal ettiği usturlabın Batı dünyasına girmesi ile takvimler düzeltilme-ye başlanabildi.16 Nihayet 11. yüzyıla gelince şehirlerden uzak yerlerde kurulan manastır okulları, tercüme merkezlerine dönüştü-rüldü. Bu merkezler şehirlerden ve halktan uzaklarda tutuluyordu. Bunlardan kimsenin haberdar olmaması için azami dikkat gösteri-liyor ve buralara asla güvenilir rahip olmayan-lar alınmıyordu. Şehir merkezlerindeki okul-larda ve üniversitelerde ders veren rahip ve keşişler ise, buralara belli sürelerde kalıp aynı konuları araştırmak için geliyorlar ve buralar-da İslâm biliminden öğrendiklerini gittikleri yerlerde kendi fikirleri imiş gibi rahatlıkla yazıyorlardı. Bu tür intihallerin haddi ve he-sabı yoktu. Bunların sadece bir kısmını işaret etmeyi bu intihalleri yapan düşünür ve bilim adamlarını aşağıda anlatırken zikredeceğiz. Bu intihaller, öyle bir iki örnekten ibaret de-ğildir. Açık, net ve tam delilli gösterebileceği-miz intihallerdir.

İşte bu merkezlerde ilk yetişen mü-tercimlerden biri, Hermann Contractus’tur (1013-1054). Reichenau keşişi olan Her-mann, Cluny’de yetişen önemli bilgi erba-bından Berno’nun öğrencisidir. İki önemli kitap yazmıştır: De mensura astrolabii ve De utilitatibus astrolabii. Welborn’a göre, bu eserlerdeki fikirler, matematiksel hesaplar ve geometrik şekiller büyük Müslüman astrono-micisi Maşallah’ın aynı konu üzerine yazdığı

(13) Charles H. Haskins. “Arabic Science in Western Europe”, Isis 7 (1925), 485.

(14) James Westfall Thompson, a.g.m., 184.(15) A.e., 191. Bu çevirilerde “Arabic” kelimesi çoğu zaman “İslâm”

yerine kullanılmıştır. Eski Batılı tarihçiler böyle kullandıklarından bu kullanımları burada yanlış anlaşılmaması için “İslâm” diye çe-virmeyi tercih ettim.

(16) Mary Catherine Welborn. “Lotharingia as a Center of Arabic and Scientific Influence in the Eleventh Century”, Isis 16 (1931), 188.

Page 17: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

17

kitaptaki bilgilerle tıpatıp aynıdır. Hatta Her-mann Arapçadan Latince karşılığı olmayan kelimelerin aslını sadece Latin harfleri ile yazarak aynen bırakmıştır. Fakat maalesef bu kitapların üzerine Hermann adını yazarak kendi kitaplarıymış gibi kimsenin anlamama-sı için ufak tefek değişikliklerle bastırmıştır.17 Hermann bize tercüme teknikleri hakkında da bilgi vermektedir. Buna göre, bir kitap tercüme edildiğinde bazen tercümeyi anlaya-bilecek kapasitede bilim adamı olmadığından mütercimler ve diğer öğrenciler kafa kafaya vererek bu tercümeyi açıklayıcı notlarla bir araya getirerek bir çalışma el kitabı oluştu-ruyorlardı. Derken bu el kitabı ders kitabına dönüştürülüyor ve nihayet öğrenciler bunu iyice çalıştıktan sonra kabiliyetli ve üstün ba-şarılı olanlar doğrudan tercümeleri okumaya ve incelemeye hatta mümkünse Arapça ça-lışarak aslına yöneltmeye çalışıyorlardı. Bu şekilde oluşan önemli sayılabilecek tercüme okullarından bazıları şunlardır: Chartres, Pa-ris, Utrecht, Liége, Cologne, Gorze, Metz, Cluny, York, Somerset, Exeter ve Hereford.

On ikinci yüzyıla girildiğinde tercüme merkezleri Avrupa’nın her yerine yayılmıştı ve artık tercümeler sadece Latinceye değil aynı zamanda mahalli dillere de çevriliyordu. Meselâ, İspanya’da Toledo Okulunda bazı eserler Katalancaya çevrilmiştir. Aynı şekilde Kastilyaca çeviriler de bilinmektedir. Bu ara-da Salerno, Sevilya ve Saragossa’da tercüme merkezleri kurulmuştu. Constantine Africa-nus buralarda 1070-1087 yılları arasında fa-aliyet gösteren meşhur bir mütercimdir. Batı dünyasında Haly Abbas olarak bilinen Ali ibn el-Abbas’ın tıp kitaplarını tercüme etmiştir. 1058’de İspanyollar Toledo’yu ele geçirince 300 bin ciltlik kütüphane de ellerine geçmiş oldu. Yaklaşık 1140’da Toledo Başpiskoposu Don Raimundo (1125-1151) burada Toledo Tercüme Okulunu kurdu. Bu merkezde fa-aliyet gösteren mütercim ve düşünürlerden biri de Adelard of Bath’dir. Ali Abbas’ın tıp kitaplarını daha iyi anlaşılır bir şekilde Liber regalis adıyla tekrar Latinceye çeviren Ade-

lard, Harizmî’nin ve Mesleme’nin astronomi ve usturlab ile ilgili kitaplarını ve Zic adlı ast-ronomik tablolarını da Latinceye aktarmıştır. Adelard of Bath’in Suriye’ye gittiğini ve belli başlı İslâm bilim merkezlerini dolaşarak araş-tırma yaptığını tarihçiler çok iyi bilmektedir.18

Toledo Tercüme Okulunda faaliyet gösteren diğer mütercimler Domingo Gon-zales olarak bilinen Dominicus Gundisalvi (Gundissalinus), Sevilyalı John ve Johannes Hispanus’tur.19 Johannes Hispanus Yahudi asıllı olup Hıristiyanlığı kabul ederek kilise çalışmaya başlamıştır. Kendisi İspanya’da Müslümanlarla yaşadığı için çok iyi Arap-ça biliyordu. Sevilyalı John ise Mozarab idi. Bilindiği gibi Arapça aslı ‘musta‘rib’ olan ‘Mozarab’ kelimesi, İspanyolcaya bozularak bu şekilde geçmiştir. Mozarablar zamanla anadilleri değişerek Arapça konuşan ve En-dülüs Arap kültürünü benimseyen Hıristiyan İspanyollardır. Toledo Okulunun belki de en önemli mütercimi Gerardus Cremonensis’dir (ö. 1187). İtalya’da eğitim gören Gerardus Arapçadan Latinceye yüzlerce kitap ve ri-sale çevirmiştir. İbn Sina’nın el-Kanun fi’t-Tıbb, Zekeriya el-Razi’nin birçok kitabını ve Zahrevî’nin cerrahi üzerine tıp kitaplarını ve Kindî’nin birçok eserini Latinceye aktarmış-tır.20 Toledo Tercüme Okulu gerçekten de en verimli mütercimleri yetiştirmiştir. Bunların hepsini saymakla bitiremeyiz. Birkaç örnekle yetinelim:

İskoçyalı Michael Scot sadece tercü-me yapmakla kalmamış aynı zamanda Müs-lüman bilim adamlarının fikir ve nazariyele-rinin aktarılmasında da öncülük yapmıştır. Bilindiği gibi 13. yüzyıl başlarında Avrupa’da İbn Rüştçülük yayılmaya başlamıştı. Kilise

(17) A.e., 195-6.(18) Alfonso Gamir. “Toledo School of Translations”, JournalofPakis-

tan Historical Society 14 (1966), 86.(19) Manuel Alonso. “Hunayn traducido al latin par Ibn Dawud y

Domingo Gundisalvo”, Al-Andalus 17 (1952), 129; bunu D. M. Dunlop zikretmektedir. Bk. “The Work of Translation at Toledo”, Babel 6 (1960), 56.

(20) George Sarton Gerardus’un yaptığı 87 tercümeyi tespit ederek liste hâlinde vermektedir. Bk. Introduction to History of Science, 2. cilt. Ayrıca bk. Charles S. F. Burnett, “A Group of Arabic-Latin Translators Working in Northern Spain in the Mid-12th Century”, JournaloftheRoyalAsiaticSociety (1977), dipnot 28, 73.

Page 18: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

18

bunu önlemeye çalıştığı hâlde başarılı olamı-yordu. Sonunda İbn Rüştçü olanların aforoz edilmesine karar vererek 211 maddelik bir bildiri ile bu maddelerdeki görüşleri benim-seyenlerin artık Hıristiyanlıkla bir ilişkileri kalmayacağını ilan etmişti. İşte Michael Scot bu İbn Rüşd akımını başlatanlardan birisi olarak bilinmektedir. El-Bitrucî’nin Kitâbu’l-Hey’e adlı astronomi kitabını ve AbbreviatioAvicenne de animalibus adıyla İbn Sina’nın Kitabu’l-Hayavân adlı eserini çevirmiştir.21 Daha sonra Sicilya kralı 2. Frederick’in dave-ti üzerine buraya giderek orada faaliyetlerini sürdürmüştür. Alvaro of Oviedo birçok ter-cümeye ek olarak İbn Rüşd’ün Makalefi-Ec-râmi’s-Semâvî adlı eserine De Substantia Or-bis adıyla bir şerh yazmıştır.22 Slav asıllı olan Hermann of Carinthia da burada tercüme işi ile uğraşanlardandır. El-İdrisî’nin coğrafya ile ilgili eserlerini ve Arapçadan birçok haritaları Latinceye çevirmiştir.23 Daha sonra faaliyet-lerine Sicilya’da devam etmiştir. Tercüme hareketlerine bazı Müslümanların da katıl-dığı bilinmektedir. Mesela Galip (Galippus) adında bir Müslüman Gerard of Cremona ile birlikte çalışmış ve tercümelere yardımcı ol-muştur. Galib’in Toledo Okulunda ders ver-diği de bilinmektedir.24 Buradan anlaşıldığına göre tercüme merkezlerinde sadece tercüme yapmakla uğraşılmıyor, aynı zamanda çok ak-tif olarak İslâm bilim kitapları okutuluyordu. Harvey’e göre Toledo Okulu bu geleneğini 15. yüzyıla kadar sürdürmüştür.25

Tercüme okullarında yapılan tercü-meler aynı zamanda Batı bilim adamları ta-rafından değerlendiriliyor ve eleştiriliyordu. Anlaşıldığı kadarıyla özellikle ilk yapılan ter-cümeler pek beğenilmemektedir. Zaten bu sıralarda mütercimler Latince’nin çok yeter-siz kaldığından de şikâyetçidir. Meselâ, Her-mann mütercim meslektaşı Robert of Ches-ter’a hitaben yazdığı bir eserinin girişinde şunları söylemektedir:

Mutlaka siz de edindiğiniz tecrübeler-den Arapça gibi akıcı ve belagatli bir dilden Latin üslubuna özellikle gerçekliğe yakınlığı

gerektiren böylesi konuları aktarmanın ne kadar zor olduğunu anlamışsınızdır.26

Roger Bacon yapılan tercümeleri en ağır bir dille eleştiren bilim adamlarından bi-ridir. Paris’te birçok mütercimle ve özellikle Hermann of Carinthia ile bizzat görüştüğü-nü belirten Bacon bunların her iki dili de iyi bilmediğini daha da kötüsü tercüme etmeye çalıştıkları bilimlere hâkim olamadıklarını dile getirmiştir.27 Aslında Bacon o zaman için Arapça bilmeden gerçek anlamda bilim yapı-lamayacağını savunuyordu. Bunun üzerine sonra gelen Hermann Contractus, Adelard of Bath, ve hatta Robert Grosseteste gibi mü-tercim ve bilim adamları yapılan tercümeleri düzeltmeye çalışmışlardır. Ancak bu tür ça-lışmalar intihali de kolaylaştırıyordu. Nitekim Welborn’un da belirttiği gibi Hermann’ın kendi kitabı dahi yukarıda işaret ettiğimiz gibi Latince çeviri ile bölüm bölüm paralellik arz ediyordu.28 Bu tür intihallere verilebilecek ilginç örneklerden birisi de Thierry of Chart-res (ö. 1156) tarafından yazılan Heptateuchon adlı eserdir. Tabiî intihaller sadece bilim ala-nında değil aynı zamanda edebiyat ve sanat alanında da oluyordu. Bunun en güzel örneği Dante’dir (1265-1321). Asin Palacios, Dan-te’nin Inferno adlı meşhur eserini Müslüman yazarların mi’racnâmeleri satır satır taklit et-tiğini ispat etmiştir.29

Bütün bu gelişmeler neticesinde Batı dünyasında muazzam bir bilgi edinme faa-liyeti başlamış ve bu faaliyet Batı bilgi gele-neğinin oluşması ile sonuçlanmıştır. Bundan sonra gelen düşünür ve bilim adamları bu bilgi geleneğinde çalışarak Batı bilimsel süre-cinde disiplinleşme aşamasını başlatmışlardır.

(21) Alfonso Gamir, a.g.m., 91.(22) Bk. D. M. Dunlop, a.g.m., 55.(23) Haskins, “Arabic Science...”, 481, 482.(24) A.e., 57; ayrıca bk. Haskins Studies, 15.(25) L. P. Harvey. ‘The Alfonsine School of Translations from Arabic

into Castilian Produced under the Patronage of Alfonso The Wise of Castile”, JournaloftheRoyalAsiaticSociety (1977), 111.

(26) George F. Hourani. “The Medieval Translations from Arabic to Latin Made in Spain”, MuslimWorld 62 (1972), 102.

(27) Roger Bacon. Opus Maius, İng. çev. R. B. Burke (Philadelphia: University of Pennsylvania, 1928), 1: 76vd.

(28) Mary Catherine Welborn, a.g.m., 188.(29) Miguel Asin Palacios. Islam and theDivine Comedy, İngilizceye

çev. Harold Sunderland (Lahore: Qausain, 1977).

Page 19: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

19

3.DisiplinleşmeveAdlandırmaAşaması(1100-1250): Yanda parantez içinde verilen tarihlerden de anlaşılacağı gibi Batı bilimsel sürecinde aynı zamanda Sorunlar Aşama-sı olarak da adlandırdığımız bilgi geleneği oluşum aşaması, Disiplinleşme Aşaması ve Adlandırma aşaması iç içedir. Aslında Batı bi-limsel sürecinde Adlandırma Aşaması yoktur. Çünkü zaten bu gelenek oluşurken bütün bilimler Yunan ve İslâm bilim geleneklerinde adlandırılmışlardı. Artık adlandırılması ge-reken bir şey kalmamıştı. Aynı şekilde Batı bilimsel sürecinde tam anlamıyla bir Disiplin-leşme Aşamasından söz edemeyiz. Bu bilim geleneğinde sadece uzun bir Dünyagörüşü Oluşum Aşaması ve İslâm bilim geleneğinin etkisi ile oluşan Bilgi Geleneği Oluşum Aşa-maları vardır. Zaten bu aşamalar olmasaydı Batı dünyası ne İslâm dünyasından ne de Yunan bilim geleneğinden bir şey alamazdı. Şayet alabilseydi bile Emevi ve Abbasi dö-nemlerinde İslâm bilim geleneği içerisindeki Hıristiyan ve Yahudi bilim adamlarının alıp ürettikleri bilimsel bilgiler gibi aldığı sadece İslâm geleneğinin malı olurdu. Demek ki, bi-limsel bilgiler hangi dünyagörüşü içerisinde üretilirse o dünyagörüşünün ait olduğu me-deniyete mal olur. Aynı görüşten hareketle diyebiliriz ki, Batı dünyasında ahlâkî ve top-lumsal bir cevvaliyetin başlamasına yol açan Batı dünyagörüşü ve içinde bilgi yapısı oluş-tuktan sonra Batılı bilim ve düşünce adamla-rı özgün katkıda bulunarak bilgi üretebilecek bir konuma gelmiştir. Bu sayede ayrıca uzun bir Disiplinleşme Aşamasına gerek kalma-mıştır. Disiplinleşme Aşaması bu yüzden yok denecek kadar kısa ve sorunlar aşaması ile iç içedir. Bu geçen kısa disiplinleşme aşamasın-da Batı’da bilimsel bilinç oluşmuş ve zaten adlandırılmış olan bilimlerin farkına varılmış-tır. Burada farkına varmak demek, daha önce bilimlerin varlığından haberdar olmamak de-mek değildir. Bilimsel bilgiye özgün katkıda bulunabilecek bir seviyede bilimleri anlamak ve varlıklarını katkıda bulunulması gereken düzenli bilgi kümeleri olarak algılamak de-mektir.

Batı bilimsel sürecinde görüldüğü gibi yeni bir bilim tesis edilmemiştir. Hâlbuki eskiçağ Yunan medeniyetinde mantık, fizik, meteoroloji, matematik, geometri, astrono-mi, coğrafya, psikoloji ve ekonomi; İslâm medeniyetinde ise, tefsir, hadis, dil bilimi, tarih, kelam (felsefe), tarih felsefesi, kimya, optik, cebir ve yöntembilimi gibi birçok bi-lim tesis edilmiştir. Aslında günümüzdeki bilimlerin neredeyse tamamı Yunan ve İslâm medeniyetlerinin ürünleridir. Batı bilim gele-neği ise, özellikle 15. yüzyıldan sonra bu bi-limlere özgün katkılarda bulunmaya başlamış ve buna teknolojiyi de ekleyerek bilimde çok ileri gitmiştir. Ayrıca fizik, kimya ve biyoloji gibi bilimlerde yapılan büyük ilerlemelerden sonra bu bilimlerin alt dalları gelişmiş ve bu alt dalları yeni bilim dalları olarak Batılı bilim adamları kurmuşlardır. Bu şekilde denebilir ki, Batı bilim geleneği tam anlamıyla 15. yüz-yılın sonlarına doğru gelişmiştir.

Disiplinleşme ve Adlandırma Aşaması içinde sayabileceğimiz iki önemli düşünür bulunmaktadır. Peter Abelard (1079-1142) ve St. Anselm (1033-1109). Bu dönemin en önemli özelliği Hıristiyanlık inancına göre teslis akidesinin aklîliğini savunma ve bu yönde mantıklı bir akide geliştirmektir. Bu konuda Abelard’ın De Unitate et Trinitate di-vina adlı eseri gibi hemen her düşünür eser vermiştir. Bununla Abelard’ın temelde sa-vunmak istediği de vahdet içerisinde üçlük-tür. Skolâstisizm olarak bilinen bu düşünce tarzının özellikleri; analitik ve dakîk olması yanında, cedel (diyalektik) tarzını benim-semesidir. Ayrıca bu yaklaşım kutsal metin tefsir yöntemlerini felsefeye de uygulaması ile bilinmektedir. Böylece Skolastik Dönem, asıl otorite olarak gördüğü bir kaynağa tüm sorunların çözümünü bağlamakla belirgin-leşmektedir. Bu dönemin eğitim anlayışı da tamamen dinî eğitim olarak anlaşılmıştır.30 Böylece 12. yüzyılın başlarına doğru büyük bir bilgi geleneği içerisinde skolâstik eserler

(30) Ayrıntılı bilgi için bk. David C. Lindberg,TheBeginningsofWes-tern Science (Chicago and London: The University of Chicago Press, 1992), 183.

Page 20: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

20

verildi. Bunlar umumi olarak summa veya sententiae olarak adlandırılmaktadır. Hıristi-yan akidesine göre tüm konuları ayrıntılı ele alan bu kitaplar tam anlamıyla Batı dünyagö-rüşünün o zamanki toplumda fikrî bir ifade-sidir. Nitekim Batı’da yayılan bilgi geleneği de bu eserlerin sonucudur. Bu dönemin en etkili summa yazarı 1050’ler ile 1130’ler arası yaşayan Honorius of Autun’dur. Elucidari-umsiveDialogusdeSummaTotiusChristanaeTheologiae adlı eserinde Honorius, Anselm’in cedel yöntemini kullanmıştır. Bu düşünürler umumiyetle özetçi diyebileceğimiz türden, kendinden önceki eserlerin toptan bir özetini sunan fikir adamlarıdır. Bu türden yazılmış sententiae olarak adlandırılan önemli bir çalış-ma Peter Lombard’a aittir (y. 1100-1160). St. Victor katedral okulunda eğitimin alan Peter, Paris Piskoposu olarak görev yapmıştır. Ese-rinde diğer summalarda olduğu gibi yaratılış, Tanrı, teslis, melekler, insan, günah, ilahi ida-re, Tanrının Krallığı, ahlâk anlayışı, ilâhî ada-let ve hukuk gibi konular ele alınmaktadır.

Böylece Batı bilgi geleneğinde tercü-me okullarına ek olarak birçok din merkez-li düşünce okulları oluşmaya başlamıştır. St. Victor, Chartres, Paris, Oxford, Bologna ve Salerno okulları bunlardan en önemlileridir. Bu arada hızla üniversiteler kurulmaya baş-lamış ve zamanla bu düşünce okullarının bü-yük bir kısmı da üniversiteye dönüşmüştür. Bütün bu düşünürlerin fikir ve görüşlerinde Kindî, Fârâbî, İbn Sina ve Gazalî gibi belli başlı Müslüman düşünürlerin büyük etkisi görülmektedir. Bu gelişmelerle artık Batı bil-gi geleneği içierisinde bilimlere ortaya çıkmış-tı. Birçok bilim biliniyor ve yoğun bir şekilde çalışılıyordu. Böylece Batı bilimsel süreci bi-lim geleneğinin doğmasına yol açmıştır.

III. Batı Bilim Geleneğinin Doğuşu (1100-1500)

Kısa süren bir disiplinleşme aşamasın-dan sonra hızla gelişen bilimsel faaliyetler ne-ticesinde Batı bilim geleneği 15. yüzyılın son-

larında doğmuştur. Peter Abelard ve Anselm dışında Roscelin (y. 1050-1120), William of Champeaux (1070-1120) John of Salisbury, (y. 1115-1180) ve St. Bernard (1091-1153) gibi düşünürlerin geliştirdikleri yöntem ve düşünce sistemleri ile Batı bilimi gelenek-leşme sürecine girmiştir. Thomas Aquinas (1225-1274), Bonaventure (1221-1274), Henry of Ghent (?-1293), Giles of Rome (1247-1316), William of Occam (1280-1349) ve Nicholas of Cusa (1401-1464) gibi düşü-nürlerin faaliyet ve katkıları ile Batı bilim ge-leneği doğmuştur. Aşağıda göreceğimiz gibi Nicholas bu gelenekte bir dönüm noktası oluşturmaktadır.

Gelenekleşme aşamasının başlangıç dönemlerinde en fazla tartışılan sorun, küllî-cüz’î ilişkisidir. Düşünürlerin bir kısmı küllîle-rin gerçek olduğunu ve dış dünyada bağımsız varlıkları bulunduğunu savunurken bir kısmı da tam tersi görüşü savunarak asıl gerçekliğin cüz’îler olduğunu ileri sürmüşlerdir. John of Salisbury gibi bazı düşünürler de küllîlerin cüz’îlerle beraber gerçekliği olduğunu savu-narak orta bir yol geliştirmeye çalışmışlardır. Fakat bu sıralarda asıl önemli bir gelişme Batı bilimsel sürecinde yaşandı ve İslâm bilimin-den tercümeler yapan Adelard of Bath gibi bilim adamları tartışılan konuları ilahiyat ve akide ekseninden tabiat bilimleri eksenine çektiler. Robert Grosseteste, Albertus Mag-nus, Roger Bacon ve Raymond Lull gibi bilim adamları ve filozoflar bilimsel çalışmalarda deney ve gözleme önem vererek modern dö-nemin öncülüğünü yapmışlardır.

Grosseteste İngiltere’de 1168’de doğ-du, Oxford üniversitesinde rektörlük yaptı. Sonra Lincoln Piskoposu olarak 1221’de ölü-müne kadar çalışmalarını sürdürdü. Onun Hereford Okulu ile yakın ilişkisi olduğu söylenmektedir. Bu okul, İngiltere’de İslâm bilim eserlerinin çalışıldığı önemli tercüme merkezlerinden birisidir.31 İbn Sina ve Gaza-li’nin eserlerini okuduğuna dair önemli ipuç-

(31) See James McEvoy. ThePhilosophyofRobertGrosseteste (Oxford: Clarendon Press, 1982), 6-7.

Page 21: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

21

ları bulunmaktadır. Kendisi bunu çok ustaca gizlemesini başarmıştır. Astronomi üzerine Müslüman bilim adamlarının birçok kitabı kütüphanesinde tespit edilmiştir.32 Kindi’nin optik ve görme teorileri üzerine görüşlerine bizzat atıfta bulunmuştur.33 Grosseteste’in metafiziği “nur teorisi” (theory of light) üze-rine kurulmuştur. Varlığı nura benzeterek hiyerarşik bir âlem tasavvuru geliştirmiştir. Bu anlayışa göre Tanrı saf nurdur, varlığın-da karanlığın nispetine göre diğer mahlûkat -melekler ve gök cisimleri başta olmak üze-re- nurun tezahürü olarak âlemde yer alırlar. Psikolojisini ise İbn Sina’dan almıştır.

Albertus Magnus 1206’da Lauingen’de (Almanya) doğdu. İtalya’nın Padua Okulun-da eğitimini aldı ve Köln’e gelerek burada öğrenci yetiştirdi. Ancak daha sonra Paris’e gelip burada tekrar araştırmaya yöneldi. Bu sırada en önemli öğrencisi Thomas Aquinas ile tanıştı ve onu öğrenciliğe kabul etti. Bir-likte Köln’e döndüler ve burada Dominican okulunu açtılar. 1280’de de Köln’de öldü. Albertus; Batı dünyasına İbn Sina düşüncesi-ni yerleştiren bilim adamıdır, diyebiliriz. İbn Rüşd’den çok etkilenmiş olmasına rağmen ona De unitate intellectus adında bir reddiye yazmıştır. Devegetalibus ve De animalibus adlı eserlerinde açıkça birçok bilim adamından çekinmeden bilgiler topladığını söylemekte-dir. Ancak bunların Müslüman olduklarını eserlerinde belirtmemektedir. Bu sıralarda botanik ve zooloji konusunda yazan sadece Müslüman bilim adamları vardı. Copleston açık olarak buna işaret etmektedir: “Albertus, Aristoteles sisteminin ve Müslüman bilim adamlarının eserlerinin Hıristiyan Batı için ne kadar önemli bir hazine olduğunu fark etmişti... Batı Hıristiyan dünyası böylesi güç-lü bir felsefe sistemine ve bilim geleneğine henüz sahip değildi.”34 Bu yüzdendir ki, Al-bertus’tan sonra talebesi Aquinas İslâm bili-minden elde ettikleri ile bir Hıristiyan felsefe sistemi kurabilmiştir.

Roger Bacon ise, yaklaşık 1212 yılın-da Ilchester’da doğdu ve İslâm bilimine açık

atıflarda bulunduğu için kilise tarafından ömür boyu hapse mahkûm edilerek 1278’den 1292’de ölümüne kadar hayatını hapiste ge-çirdi. Grosseteste’in öğrencisi idi. Deney ve gözlemin bilim yöntemi olduğunu vurgulayan Bacon tecrübî bilimlerin ilerlemesine katkıda bulundu. Maalesef kilise tarafında eserlerine sansür konulduğundan birçok eseri günümü-ze kadar ulaşmamıştır. Bize ulaşan en önemli eseri Opus Maius’dur.35 Bacon hakikati gör-memizi engelleyen dört engelden söz eder ve bunları İbn Rüşd’ün de kabul ettiğini belirtir: a) Yetkisi olmayanları otorite kabul etmek, b) Alışkanlık, c) Ön yargı, d) Cehaleti yanlış bil-gi ile örtme. Bilimsel bilgi, yanlışları düzeltme ile elde edilir. Meselâ, İbn Sina Aristoteles’in, İbn Rüşd ise İbn Sina’nın yanlışlarını düzelt-miştir. Roger Bacon’a göre felsefe putperest icadı değildir. Vahiyle gelmiş olup putperest Yunanlılar tarafından keşfedilmiş ve ilahî kaynaktan alınarak Müslümanlara geçmiştir. Oradan da Batı dünyasına ulaşmıştır.

Bacon gibi Raymond Lull da İslâm bi-liminin etkisinde fikir ve teoriler geliştirerek Batı bilim geleneğinin kurulmasına katkıda bulunmuştur. Ancak bu hususta asıl kalıcı ve etkin rol oynayan şüphesiz ki, sistem filozof-ları olan Thomas Aquinas ve Kusalı Nicholas gibi büyük düşünürlerdir. Batı bilim gelene-ğinin açık bir şekilde bu bilim adamları sa-yesinde doğduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunlara ilaveten bu sürece katkısı olan bazı önemli bilim adamlarına da işaret ederek ko-numuzu bitirelim.

Aquinas, kilise okullarında eğitimin aldıktan sonra Paris’e yükseköğrenim için gitmiş ve yukarıda belirttiğimiz gibi bura-da Albertus Magnus ile tanışmıştır. Köln’de Albertus’un yanında bir müddet eğitimine devam etmiş ve sonra tekrar Paris’e gelerek orada eğitimini tamamlayarak ders vermeye başlamıştır. İbn Rüştçülere felsefi olarak karşı

(32) A.e., 15-16; 112, 160.(33) A.e., 17.(34) Frederik Copleston. A History of Philosophy (New York, London:

Image Books, 1994), 2: 299–300.(35) R. B. Burke tarafından 2 cilt olarak İngilizce’ye çevrilerek basıl-

mıştır, bk. dipnot 25.

Page 22: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

22

koymuş ve kendi felsefi sistemini Hıristiyan akidesi üzerine oturtmuştur. En önemli eser-leri Summa Theologiae ve SummaContraGen-tiles’dir. Aquinas aynı zamanda Aristoteles’in fizik, metafizik, psikoloji ve ahlak kitapları üzerine şerhler de yazmıştır. Bu eserlerinde Aquinas felsefe ile ilahiyatı daha doğrusu Hıristiyan akidesini biribirinden ayırmıştır. Aquinas, Gazali’ye benzer bir tutumla Ibn Sina ve İbn Rüşd’ü eleştirmiştir. Savunduğu temel görüş; aklın sadece dünya ile ilgili ko-nuları bilebileceği, dini hakikatlere ise ulaşa-mayacağıdır. Ancak insanın iki amacı vardır: Biri, tabiî veya maddî; diğeri ise, manevîdir. Felsefe birincisini elde edebilir, onun için ge-reklidir; din ise, ikincisini verir. Siyasî hayat, manevî hayatı tamamlayıcı nitelikte olmalıdır, bu açıdan din insanın manevî amacı için, dev-let ise maddî amacı için gereklidir. Bu anla-yış üzerine bir felsefî sistem kuran Aquinas kitaplarının neredeyse her sayfasında İbn Sina’ya atıfta bulunmaktadır. Atıflar sadece birer göndermeden ibaret değildir; Aqui-nas’ın neredeyse her teorisi İbn Sina felsefe-si ile ilişkilendirilebilir. Elbette İbn Sina’nın birçok nazariyesi de Aristoteles felsefesi ile irtibatlandırılabilir. Bilim tarihinin gelişim süreci bunu gerektirmektedir. Burada önemli olan kimin kimden aldığı değildir. Draper’ın bu bölümün başında yaptığımız alıntıda söy-lemek istediği gibi. İslâm bilim ve felsefesi geçmişteki tüm insanlığın malı olan bilimsel mirası almış, özümsemiş, ona katkılarda bu-lunmuştur. Burada kabul edilmesi gereken de Batının İslâm bilim ve felsefe geleneğine gereken saygıyı duyup onun vasıtası ile elde ettiklerini kabul etmesidir.

Yukarıdaki sayfalarda Batının İslâm bilim ve felsefesinden aldıklarını Batılı bilim adamlarının ağzından nakletmeye çalıştık. Bu konuda Batılı bilim adamlarının tavrını eleştirdiğimizden şöyle bir soru okuyucuların aklına gelebilir: Batılı bilim adamları gerçeği, burada belirtildiği gibi zaten ortaya koymuş-lar, artık İslâm bilim ve felsefe geleneğinden aldıklarını nasıl ikrar etsinler ki? Elbette her

toplumda olduğu gibi Batı toplumunda da gerçeği kabul edenler vardır. Ancak yaygın kanaat bunun maalesef tersi yönündedir. O kadar ki, “İslâm’ın Batıya hiçbir etkisi yoktur, zaten İslâm düşünürlerinde özgün hiçbir şey bulunmamaktadır, onlar özgün ne varsa Yu-nan bilim ve felsefesinden almışlardır” şek-lindeki görüşü savunanların neredeyse haddi hesabı yoktur. Bunlardan mesela Richard Walzer o kadar ileri gitmiştir ki, Fârâbî’nin Yunan filozofları ile benzer her görüşünü hiçbir tarihi delil vermeden onlardan aldığını söylemiş ancak Fârâbî’nin özgün bir görü-şünün, hiçbir Yunan filozofunda benzerini göremeyince demiştir ki: “ileride bu nazari-yesini de kimden aldığını bulup göstermeye çalışacağız.”36 Nicholson’un söylediğini ise aynen verelim: “Muhammadan science and philosophy are founded, almost exclusively, on the Wisdom of Greeks.”37 (Muhamme-dîlerin bilim ve felsefesi neredeyse tamamen Yunanlıların bilgeliği üzerine bina edilmiştir.).

Batıdaki bu gelişmeler Aquinas ile zirveye ulaşmıştır, diyebiliriz. İslâm bilim ve felsefesinden alınan bilimsel birikim Batının kendi kaynaklarından oluşturduğu bilgi çer-çevesi içerisinde hazmedilmiş ve St. Bonaven-ture (1221-1274), Henry of Ghent (?-1293), Giles of Rome (1247-1316), John Duns Sco-tus (1265-1308), William of Occam (1280-1349) ve Nicholas of Cusa (1401-1464) gibi bilim ve felsefe adamlarının katkılarıyla Batı bilim geleneği oluşmuştur. Bu dönem düşü-nür ve bilim adamlarının en yaygın özelliği, kendi katkılarıyla pek fazla yeni bir nazariye geliştirmeden kendilerinden önceki bilim-sel birikimi hazmedip ondan yeni bir sistem oluşturmaktır. On beşinci yüzyılın başlarına kadar olan birikim umumiyetle kilise tasal-lutu altında olup ondan pek sapma göstere-miyordu. Bu geleneği kırma çabaları ise pek sonuç vermemişti. Ancak Nicholas’ın bilim-sel bakış açısı bu bilim adamlarından önemli

(36) Greek intoArabic: Essays on Islamic Philosophy (Oxford: Bruno Cassirer, 1962), 1-37.

(37) Reynold A. Nicholson. “A Historical Enquiry Concerning the Ori-gin and of Development of Sufism”, Journalof theRoyalAsiaticSociety (1906), 316.

Page 23: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

23

bir sapma gösteriyordu. Nicholas, çok cevval ve Batı milliyetçisi bir düşünür idi. Doğu ve Batı kiliselerini birleştirme çabaları bunun göstergesidir. Kendisi ayrıca Kur’an’ bir red-diye yazmıştır. İstanbul’un fethedilmesine çok üzülmüştü. Felsefi sistemi ile Batı felse-fesi tarihçilerince skolâstik düşüncenin son temsilcisi kabul edilmekte ve Batı tarihinde modern döneme geçişin başlangıç bilim ada-mı olarak sayılmaktadır. Çok iyi bilinen Batı bilim tarihçilerinde Alexander Koyré’ye göre bunun nedeni, kapalı evren sistemini ilk Ni-cholas’ın reddetmiş olmasıdır. Çünkü Koy-ré’ye göre bilimsel devrimi başlatan yaklaşım budur. Ancak Nicholas bu görüşü ileri sürer-ken eski astronominin kapalı evren anlayışını eleştirmediği için bilim tarihçileri tarafından modern bilimin öncüsü olarak tanınma-mıştır.38 İlginç olan ise, Nicholas’ın dünyayı evrenin merkezi olarak kabul etmemesidir. Yer küresinin hareket hâlinde olduğunu sa-vunmuş ancak nasıl ve nereye doğru hareket ettiğini açıklayamamıştır.39 Bize göre bu fik-ri, bir Müslüman bilim adamından Latince tercümeler vasıtasıyla almış ancak bunu tam olarak anlayamadığından açıklayamamıştır diyebiliriz. Bunun delili aslında Kopernik’tir.

Latince adıyla Nicholas Copernicus’un (1473-1543) Batı biliminde bir devrimi yap-tığı söylenmektedir. Aslında onun yaptığı bir devrim başlatmaktır. Bunu tamamlayan ise Isaac Newton’dur. Kopernik dört önemli gö-rüşü savunuyordu:

1. Uzaydaki gök cisimlerinin hiyerarşik bir yapıda olmadığı;

2. Dünyanın gezegen olarak diğer gök cisimlerinden daha âdi ve aşağı olmadığı;

3. Yerküre merkezli âlem tasavvuru-nun reddedilmesi gerektiği;

4. Güneş merkezli âlem tasavvurunun savunulması lazım geldiği.

Kopernik yukarıdaki görüşlerine rağ-men yine de kapalı evren anlayışını savu-

nuyordu. Meşhur Batı bilim tarihçisi Burtt burada önemli bir soruyu gündeme getirmek-tedir: “Ellerinde hiçbir gözleme dayalı delil olmadan neden Kopernik ve onun takipçisi olan Kepler yerküre merkezli âlem anlayışını savunmuştur?”40 Burtt bu soruya tatmin edici bir cevap bulamamıştır. Ancak daha sonraki araştırmalar bu soruya cevabın kapısını aç-mıştır. E. S. Kennedy ve Victor Roberts gibi bilim tarihçilerine göre Kopernik’in modeli-nin tıpatıp Tusî ve İbn Şatır’ın modeli ile aynı olmasına bakılırsa sistemini ondan kopyaladı-ğını söyleyebiliriz.41 Ancak bu gerçekler tari-hin sayfalarında gizli kalmaktadır.

Batı bilim geleneğinde bu aşamadaki bu yeni gelişmeye dikkat çekmeliyiz: Batı bilim geleneği, İslâm astronomi kitaplarına ulaşınca önemli bir değişim yaşamaya baş-ladı. Aristoteles felsefesi ve Müslümanlarca Batlamyus olarak bilinen Mısırlı astronom Ptolemy astronomisine dayalı Batı biliminde anlatılan evren yapısının yanlış olduğu artık anlaşılmıştı. Bunun düzeltilmesi, diğer birçok yanlışın da düzeltilmesini gerekli kılıyordu. İşte Batı bilimi çorap söküğü gibi bu yanlış-ları birbiri ardınca düzelttikçe büyük atılım-lar yapmış ve bu atılım nihayet Newton fiziği ile son bulmuştur. Bundan sonraki dönem artık modern dönem olarak bilinmektedir. Böylece Batı medeniyeti tarihi de kendi kim-liğini belirleyebilecek duruma gelebilmiştir. Modern dönem, içinde yaşanılan çağ olması hasebiyle çok iyi bilinmektedir. Modern dö-neme İslâm atlanılarak geçildiği için eskiçağ Yunan bilim ve felsefesi ile gelindiği düşü-nülmektedir. O hâlde temelde tarihte üç çağ karşımıza çıkmaktadır: Eskiçağ, Modern çağ ve ikisi arasında kalan da -zaman itibariyle orta olduğuna göre- Ortaçağdır. Batı böylece

(38) Alexandre Koyré. From theClosedWorld to the InfiniteUniverse (Baltimore, London: The Johns Hopkins University Press, 1982), 5.

(39) A.e., 14-5.(40) Edwin Arthur Burtt. The Metaphysical Foundations of Modern

Physical Science (Atlantic Highlands, NJ: Humanities Press, 1980 reprint of the revised ed. 1952), 36.

(41) E. S. Kennedy, Victor Roberts, “The Planetary Theory of Ibn al-Shatir”, Isis 50 (1959). Yine bk. Fuad Abbud, “The Planetary Theory of Ibn al-Shatir: Reduction of the Geometric Models to Numerical Tables”, Isis 53 (1962); Victor Roberts, “The Planetary Theory of Ibn al-Shatir: Latitudes of the Planets”, Isis 57 (1966).

Page 24: İslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki ...yeniturkiye.com/samplechapters/88/003.pdfİslâm Bilim Geleneğinin Batı Bilim Geleneğinin Doğuşundaki Rolü

YE

RK

İYE

88/

2016

24

kendine bir kimlik oluşturduğundan İslâm’ın araya girmesi bu kimliği zedeleyecek ve kir-letecektir. İşte Batının bilim ve felsefe tari-hinde İslâm medeniyetini göz ardı etmesinde yatan sorun bu kimlik sorunudur. Batı kendi kimliğini modernite ile yakalamıştır. Moder-niteye ise, kiliseye karşı çıkmakla ulaşılabil-diğinden modernite ancak seküler bir anla-yışla elde edilebilmiştir. Bu bakımdan seküler dünyagörüşü artık Batının vazgeçemeyeceği bir kimlik olmuştur. Ortaçağ’ın önemi ise aşılması gereken bir düşünce sistemi sayıldığı hâlde Batı’nın modernite kimliğine eskiçağ

Yunan ve Roma medeniyetinden bir geçiş teşkil etmesidir.

Batı bilim tarihinde moderniteye geçiş kiliseye ters düşen fikirlerinden dolayı diri diri yakılan Giordano Bruno (1548-1600), William Gilbert (1540-1603), Johannes Kep-ler (1571-1630), Galileo Galilei (1564-1642), Francis Bacon (1561-1626), Henry More (1614-1687), Robert Boyle (1627-1691) ve nihayet Isaac Newton (1642-1727) gibi bilim adamları sayesinde gerçekleşmiştir. Bu bilim adamları ile Batı bilim geleneği yükseliş dö-nemine girmiş ve günümüze kadar bu şekilde devam ederek etmiştir.