İçindekiler - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_003_yeni_9400.pdf · Ekonomik Durum ve...
Transcript of İçindekiler - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet(II)_003_yeni_9400.pdf · Ekonomik Durum ve...
İçindekiler DEVLET'ten Okuyucuya 1 Ayın Yorumu 2 İç olaylar 3 Özerkliğin himayesindeki ilimsizlik Prof. ŞABAN KARATAŞ 4 Moskova Geceleri ERGUN GÖZE 5 Olaylar Ecevit'i Yalanlıyor 7 Millî Eğitim Kimlere Teslim Edildi? 8 Doğu ve Güneydoğu'da Neler Oluyor? 10 Siyasette Bütünlük NURİ GÜRGÜR ... 11 Dr. C'nin Serüvenleri 12 Fıkra AYHAN TUĞCUGİL ... 15 ÜOD ve ÜGD Hakkında 16 POL-BİR Başkanı ile Röportaj 16 Dış Politika 18
ÜLKÜ-TEK Başkanı ile Röportaj ... 20 Çarsancaklı ile Röportaj 22 Ekonomik Durum ve Taban Fiyat Politikası Dr. RASİH DEMİRCİ 24 Toprak Reformu Ne Oldu ? 25 Biraz Haysiyet AYVAZ GÖKDEMİR 28 Kadın Meselesi AHMET RIFAT 30 Ahlâk ve Dersi Dr. SÜHA DÜNDAR 34 Hadis-i Şerifler ve Siyasilerimiz KÂMİL HAYATİ AYDIN . . . 36 Sinema Kurultayının Ardından BİLGE TUNALI 37 Güleriz Ağlanacak Halimize OSMAN OKTAY ... 38
DEVLET'ten Okuyucuya
Muhterem Okucuyulanmız,
Bölücülük hareketlerinin doruk noktaya ulaştığı, devlet yıkıcılarının bütün güçleriyle memleketi bölmeye çalıştığı zor ve badireli günler yaşamaktayız. Eğitim kurumları bölücülük ve komünizm suçlarından mahkûm olanlara, devletin güvenliği kendini malûm «Demokratik» derneklerden ilân eden bir derneğe teslim edilmiştir. Bu zihniyetin, bölücülük ve hele son günlerde Devletin varlığı için kendilerini boy hedefi yapmış ordumuzun güzide mensuplarından intikam almaya yönelmiş yıkıcılık hareketlerinin üzerine
gitmesi ve önlemesi mümkün değildir.
Aylardan beri anarşinin günahını geçmiş iktidarlara ve milliyetçi gençlere yükleyen ve 10 gün önce anarşinin bittiğini ve artık bu hususun konuşulamıyaca-ğını ilân edenlerin son durum hakkında konuşmaya haklan yoktur. Zaman bu ithamların doğru olmadığını göstermiş ve göstermeye devam etmektedir.
Dış politikada ise keşmekeşlik devam etmektedir. Başbakan, Nasırvari bir hava içerisinde Rusya'ya göz kırpmakla Ameri, ka'yı yola getirebileceği kanaatıyla temaslarına devam etmektedir. Rusya seyaha-tından sonra Başbakanın yaptığı basın toplantısında görüldüğü gibi ileriye matuf temennilerden başka müşahhas birşey yoktur. Ama, sayın Başbakan bu kabil hareketlerle Ambargonun kalkmasına zemin hazırlıyabileceği kanaatmdaysa - ki zannediyoruz öyledir - Ambargo hususundaki gelişmeler ise bunun hiç te böyle olmadığını göstermiş ve kongrede görüşülmesi Temmuza bırakılmıştır.
DEVLET — TEMMUZ : 1978
Dergimizin üçüncü sayısıyla huzurunuzdayız .İkinci sayımızı daha çok be ğendiğinizi zannediyoruz. İmkânlar ölçüsünde sizlerin arzu ettiği dergiyi çıkartabilme karar ve çabası içindeyiz. İkinci sayıda görmüş olacağınız gibi, daha çok aylık aktüel haberlere ve röportajlara yer verdik. Okuyucularımızdan aldığımız mek. tuplarda, arzu edilen mecmuanın bu şekilde, yalnız peryodun uzun olduğunu ve derginin kısa aralıklarla çıkarılmasını istemekteler. Şüphesiz bizim arzumuz da aynı istikamette ve çalışmalarımız buna yönelik. Kısa bir zaman sonra sizlere daha doyurucu ve kısa aralıklarla çıkan bir DEVLET verebileceğiz ümidindeyiz. TRT'. de unutulmaz bir mücadele veren Sayın Prof. Dr. Şaban Karataş'da bu sayıdan itibaren yazı ailemize katılmış bulunuyor.
Dergimizin iç olaylar bölümünde; Doğu bölgemizde cereyan eden hadiselerin ve Türk Silâhlı Kuvvetlerini hedef alan intikam hareketlerinin yorumunu ve Haziran ayında meydana gelen önemli olayların değerlendirilmesini bulacaksınız. Ayrıca iki ayın en aktüel konusu haline gelen ATAŞ konusunda ÜLKÜ-TEK Başkanı Ahmet Hamdi Ayan, Güvenlik Teşkilatında olup bitenlerle ilgili olarak POL-BİR Başkanı Cemil Ceylan, işçi meselesiyle ilgili Türk-Metal Sendikası Teşkilatlandırma Sekreteri Avni Çarsancaklı ile mülakatlarımız yer alıyor. Köşe yazarlarımızın yazılarını zevkle takip edeceği-nizT k^tHndeyiz.1373
Daha huzurlu ve mutlu günlere ulaşma temennisiyle hoşçakalın, aziz okuyu-cularmjiz.
' • - • '
- < \
-
Ayın Yorumu
B ORDUNUN HASSASİYETİ
izim tarihî geleneğimizde devleti ordu kurar ve ordu korur. Devlet ve millet bütünlüğünü korumanın
ve kollamanın elbette orduya ait olacağı, silâhlı ve teşkilâtlı en müessir gücün ordu olduğu, diğer devletlerde de bu görevin orduya ait bulunduğu düşünülebilir ve bu tabiî karşılanabilir. Ancak, bizim kastımız, anayasa ve kanunlarda yer alan bu kalıplaşmış görev değil, her an en küçük bir ihmale uğramaksızın yaşanan şuurdur. Ordu diğer bütün meseleleri aşan bir dikkat ve hassasiyetle devlet birliğinin en emin bekçisi olmuştur. Bu hassasiyet, kanunların kendilerine verdiği görevin icabı olmaktan daha çok, Türk Ordusunun tarihten süzüp getirdiği misyon, yapı ve eğitimle ilgilidir. Bu bir devlet geleneğidir ve Türk subayının kafasında ve gönlünde perçinlenmiştir.
Bölücülük faaliyetlerinin son derece arttığı, hatta Barzani ve Talabani taraftarı kuvvetlerin kendi topraklarımız üzerinde vuruşmak cesaretini gösterdiği ve CHP iktidarının bunlara seyirci kaldığı çok kritik bir devrede; Ordu, millî hassasiyetini Genelkurmay Başkanı Sayın Kenan Evren'in ağzından dile getirmiştir. Harb oyunları vesilesiyle 3. Ordu karargâhında bütün komutanların iştirakiyle yapılan toplantıda, böllücülük faaliyetlerinin ve çok vahim bir çizgide seyreden yıkıcı eylemlerin, diğer güvenlik meseleleriyle birlikte ve fakat birinci plânda ele alındığı söylenmiştir. Nitekim, bu toplantının hemen arkasından Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanının doğu ve güneydoğudaki bazı birlikleri teftiş etmesi haberleri doğrulamış ve nihayet «Doğu Anadolunun bazı kesimlerindeki bölücülük faaliyetleri en kısa zamanda önlenecektir» şeklinde bizzat Genel-
K
kurmay Başkanının ifade ettikleri bir direktifle noktalanmıştır.
Bu beyan milletçe yüreğimizi serinletmiş ve devletin sahipsiz olmadığı, sokağa ve bölücülüğe teslim olmayacağı konusunda güven vermiştir. İktidarın aczi ve hatta seçimler dolayısıyla oilan borcunu öderken verdiği tavizler, bölücülük ve komünizm konusunda adeta himayeci bir netice yaratmıştı. Asayişin temini ve millî bütünlüğün korunmasında Ecevit iktidarına güvenmek mümkün değildir. Ama devlet de, Ecevit'in partizan ve solcu iktidarından ibaret değildir. Devletin en sağlam gücü ordu kesin tavrını ortaya koymuştur. Hiçbir iktidarın bu iradeyi görmezlikten gelmesi mümkün değildir.
omünistlerin bölücülerle birlikte hareket ettiği, aynı plânı birlikte uyguladıkları gözden uzak tutul
mamalıdır. Komünist faaliyetlerden tecrit edilmiş bir bölücülük faaliyeti yoktur. Şimdilik tam bir işbirliği içindedirler. Meseleye mezhep kışkırtıcılığı da ilave edilince tablo tamamlanmakta, dış mihrakların desteği ve yardımı ile devletimiz parçalanmak istenmektedir. Bütün anarşi olayları, yıllardır sinsice tezgâhlanan bu plânın tatbikatından ibarettir. CHP yöneticilerinin çarpık teşhis ve ona bağlı suçlamaları, yıkıcı bölücü ve komünistjleri rahatlatmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Dikkatleri uzun bir süre, ellerindeki propaganda imkânlarıyla ülkücüler üzerinde toplayabilmişlerdir ama artık bu yalan propaganda sırıtmaktadır. Ülkücülerin hasmının ve hedefinin devlet olmadığı, sadece ve sadece bu bölücü-yı-kıcı-komünist güçler olduğu hiç kimse tarafından artık inkâr edilememektedir.
CHP aklını başına geç de olsa toplamalıdır. Bu bir siyaset ve demokrasicilik oyunu değildir. Mevzuu bahis olan devletin ve milletin birliğidir, bütünlüğüdür, bölünmezliğidir. Türkiye'de hiçbir kuvvet, siyasî hesaplar uğruna bu kutsal değerlerin çiğnenmesine müsaade etmiyecektir.
Meydanları kızıl meydan, bayrakları kızıll bayrak, marşları Enternasyonal olanlara bu vatan terk edilmeyecektir. Siyasî hesaplarını vatan kaygısının üstünde tutanlardan da muhakkak hesap sorulacaktır.
2 DEVLET — TEMMUZ : 1978
Yb. Cihangir son yolculuğunda Ya kızıl katiller ?
İÇOMVL/1R ORDUYA KARŞI SALDIRIYA GEÇİLDİ
Komünist militanlar Ordu'dan 12 Mart'ın intikamını alıyor...
Bilindiği üzere, devleti yıkmaya matuf bölücü ko. münist hareketlerin tehlikeli bir sahfaya ulaşması üzerine, Türk SiLahh Kuvvetleri 12 Mart 1971 de duruma müdahale ederek komünist mili-tanlara büyük bir darbe vurmuştu. Bu arada yapılan operasyonlarda ve sıkıyönetim mahkemelerinde görev alan değerli subay ve emniyet kuvvetleri mensupları, üstün hizmetler ifa ederek, birçok karanlık hadisenin ve hücrelerin ortaya çıkmasına ve faillerinin cezalandırılmasına vesile olmuşlardı.
Ancak, yine bilindiği üzre CHP-MSP koalisyonu zamanında, bu komünistler tekrar sokağa salmarak, bugünkü anarşinin temeli atılmış oldu. Türk milleti bu büyük gafle
ti ve hatta ihaneti unutmadığı gibi, komünist militanlar da 12 Mart döneminde başarıyla vazifelerini yapanları u-nutmayarak vahşice cinayet furyasını başlattılar.
Bu furyanın ilk hedefi de siyasi ekipler amiri Uğur Gür olmuş, fakat büyük bir şans eseri Uğur Gür yaralı olarak bu menfur saldırıdan kurtulmuş, ancak ikitidann sürgün furyasından kendisini kurta-ramamıştı . Daha sonra ise Albay Naci Gür çok garip bir trafik kazası! sonucu can veriyordu. Bu arada bazı sol gazeteler ise hainler! listesi yayınlayarak militanlara hedef göstermekle meşguldüler. Bu meşguliyet te ürününü, Hakim Binbaşı Yaşar Değer-li'ye yapılan suikast teşebbüsüyle devam ettiriyordu.
EVRENİN FERAHLIK VE. REN BEYANATI
Bülün bu saldırılar sürerken, demokratik! anayasal! kuruluş ve malûm «der ler den ses.seda çıkmaması da dikkati çekiyordu. Amma memlekette, devletin doğru dürüst işleyen, de jenereol - , mayan tek kuruluşu diyebile. ceğimiz ordu, bu tehlikeli gelişmeleri idkkatle takip ediyor ve diğerleri gibi sessiz de kalmıyordu. Nitekim Genel Kurmay Başkanı Org. Kenan Evren. Bnb. Yaşar Değeli'ye yapılan saldırı üzerine şunları söylüyordu :
«Zaman zaman Türk Silahlı Kuvvetlerine yapılan fiili veya sözlü saldırı ve sataşmaların en çirkininin; Türk vatanının bütünlüğünü parça, lamayı hedef alan yasadışı bir gizli örgüt mensupları ile ilgili bir soruşturmayı yapan Askeri Hakim Yaşar Değerli'-ye yapıldığı kuşkusuzdur. Türk vatanı ve milletini içten ve dıştan gelecek saldırı, lara karşı korumak ve aziz milletimizin rahat ve huzuru için yurdun en ücra köşele, rinde dahi her türlü meşakkatlere katlanarak, şahsî men. faatlerden uzak, gereğinde çocuklarından ve ailelerinden dahi ayrı kalarak gece ve gün. düz görevi başında bulunan S. Kuvvetlerimizin mensuplarına yapılan insanlık dışı
Org. Kenan EVREN
DEVLET — TEMMUZ : 1978 3
saldırıların bizi üzdüğü kadar vatanını ve milletini seven ve bu topraklar için seve seve kanun akıtacak olan bütün Türk vatandaşlarım da üzdü • düğünden ve tedirgin ettiğinden şüphemiz yoktur.
Bizi bölmek ve parçalamak isteyenlerin emellerine bilerek veya bilmeyerek, bu bahtsız kişilerin kendileri için başarı telâkki ettikleri, ve daha ev. vel denenmiş ve fakat hüsranla sonuçlanmış bu gibi in. sanlık dışı saldırılardan vazgeçeceklerini ümit etmek isteriz. Kendinden çok üstün kuvvetlerle savaşmış ve zaferler kazanmış Türk Silahlı Kuvvetlerinin gözü dönmüş bu bir avuç insanın yurdu, muzu bölmelerine asla müsa-de etmeyeceğinin ve böyle çirkin saldırılarla Türk subay, assubay ve erlerinden hiçbirini yıldıramıyacaklart. mn bilinmesinde kendileri i-çin büyük faydalar bulunduğunu belirtmek isterim.»
Uğur GÜR
SALDIRILAR YİNE DEVAM EDİYOR
Bu uyarıya rağmen saldırı, lara devam eden militanlar, bu defa da, bir operasyon sırasında Hüseyin Cevahir'i öldüren Emekli Yarbay Cihangir Erdeniz ile yeğenini şehit ediyorlardı.
ÖZERKLİĞİN HİMAYESİNDEKİ İLİMSİZLİK
Prof. Dr. Şaban KARATAŞ
D evletimizi zorlayan Marksist mihrakların dikkatlerden uzaklaştırmayı başardığı önemli konulardan biri de ilimsizliktir.
İlme saygı Türk'e kitaptan ve ecdattan kalmıştır. Ama ilimsiz olduğumuz da günün apaçık gerçeğidir.
İsviçre'den adam çağırdık. Dar-ül-Fünun'u incelettik. Bulunan eksiklik araştırmadan mahrumiyetti. Bunu düzeltmek için Dar-ül-Fünun'u lâğvettik. Cumhuriyet Üniversitesini kurduk. Demokrasi modasından ilk nasibini de bu üniversite aldı. Muhtar oldu. Üniversite Muhtariyeti üstüne yürütülen kavgalar rejimin kalıp değiştirmesine gerekçe hazırladı. Sonra dünyanın en iddialı, dolayısıyle en katı «Özerklik» formülünü bulduk. Anayasamıza yerleştirdik. Şimdi bu özerklik tabu'dur. Sosyoloji kitaplarında okutulan en iptidaî toplulukların sihirbaz ruhu asrın kılığına bürünmüş redingotuyle ve melon şapkasıyla Özerkliğin tahtına oturmuştur.
F akültelerin ve Üniversitelerin kurullarında durmadan değişen, değiştikçe gevşeyen Yönetmelik tartışmaları Akademik faaliyetin tek hücce
ti haline gelmiştir. Kurul gündemlerini dolduran maddelerin çoğunluğu bürokrasiye has hurda teferruatın ve şahsî çekişmelerin malzeme ambarına dönüşmüştür. Hiçbir üniversitenin ve hiçbir fakültenin belli bir araştırma plânı, araştırmaları takip, değerlendirme ve yayma sistemi yoktur. Araştırmalar asistanların doçent, doçentlerin profesör olmasını sağlıyacak zarurî formalitelerin asgarî icaplarına hapsedilmiştir.
İlim bir avuç hamiyet erbabının himmetine kalmıştır.
T ürk devletinin sıkıntılarına üniversite penceresinden bakma imkânı kalmamıştır. Birçokları bakmaz, bakanlar görmez, görenler anlamaz, an
layanlar da bir şey yapamaz hale gelmiştir. İlim bir yana, üniversitede öğretim ve günlük idare murakabenin her çeşidinden mahrum, başıboş ve dağınıktır.
Türk'ün fikir, kültür, iktisat ve cemiyet hayatı bir sonraki nesilde yaratılacak boşluğun ve cehaletin tehditi altındadır.
Devamı Sayfa 29'da
4 DEVLET — TEMMUZ : 1978
DEVLETLE Er^unGöze
Moskova Geceleri Rusya'nın dış politikasının iki he
defi daha doğrusu Sayın Ecevit'in sevdiği bir tabirle iki «seçeneği» vardır:
Ya o memleketi almak, demirperdenin gerisine kaçırmak.
Veya o memlekete kendi rejimi olan komünizmi vermek.
Biri almak, diğeri vermek de olsa ayni kapıya çıkan iki yol.
Rusya Türkiye'ye karşı tutumunun bundan başka bir şey olmadığını defaatle isbat etmekde kusur etmemiş bulunmaktadır. 1945'lerde Kars'ı — Ardahan'ı resmen isteyen, Boğazlarda ise üs kurmak istediğini bildiren Rusya'nın ayrıca Türkiye'deki komü
nist hareketleri finanse ettiği, para ve taktik verdiği, ayrıca komünizme henüz ulaşmamış «sol» hareketleri de sempati ile karşıladığı herkesin bildiği bir vakıadır.
İkinci Cihan harbinden sonra Türkiye'ye diş gıcırdattığı günlerde Rusya ile Türkiye arasındaki saldırmazlık pakt'ını hakaretamız bir şekilde fesheden Rusya, kaç senedir Türkiye ile bir «siyasî belge» imzalamak için çırpınıp durmaktadır. Nitekim, hükümette hangi parti olursa olsun Türkiye ile iş birliği yapmaya pek hevesli görünen Rusya'nın acaba bu telâşının ve birdenbire Türkiye'ye kıymet verir olmasının sebebi nedir?
NATO'dur. Rusların Boğazları ve Kars ile
Ardahan'ı istemesi özerine Türkiye
DEVLET — TEMMUZ : 1978
NATO'ya girerek, kendisini yalnızlıktan kurtarmış ve Rusya'nın «Türkiye pişmiş bir armut gibi ağzıma düşecek» zannını suya düşürmüş, üstelik Rusya'nın başına bir sürü iş açmıştır.
Rusların, Kars'ı ve Ardahan'ı istemesi, Türkiyeli komünistleri hainliklerini saklamakta çok büyük müşki-lata uğratmıştır. Eski tüfekler hatıralarında bu noktaya adetâ ağlaya ağlaya temas ederler.
Şu kısa izahattan sonra bir İstanbul gazetesinin «Ruslar her istediğimizi verdiler» diye manşet atabilmesi aklı durduran, fikri öldüren bir davranış olarak ortaya çıkar.
Ruslar her istediğimizi verirler. Bu doğru.. Amma ufak bir şartları vardır. Bizim de onların her istediklerini vermemiz. Nitekim kısa bir müddet önce Türkiye'ye gelen Rus ticaret heyetinden iki milyon ton petrol istenmişti de «İki milyon değil on iki milyon ton veririz amma, Volfram yataklarınızla, radyoaktif madenlerinizin işletmesi inhisarını bize veriniz» cevabı alınmıştı.
Rus dış politikası ne Bolşoy Ba-lesi'ne, ne Moskova Sirki'ne, ne de Rus Devlet Operası'na benzer.
Ruslar fazlasını almadıkları hiç bir zırnığı vermezler. Hiç kimse vermez. Bizden, bizim Lozan politikamızdan başka hiç kimse..
Evet anlıyoruz. Sayın Ecevit «Şov» yapıyor. İçerde yapacak şey kalmayınca dışarda şov yapıyor. Dışarda-ki şov ile içerdeki havayı kurtarmaya çalışıyor.
Amma Ruslar da şov yapmaktadırlar. Ve herkes bilir ki Ruslar da iyi şov yaparlar. Ve Ruslar'ın şu şov'u Türkiye'deki komünistlerin yüreğine ferahlık, Rusya'daki Türkler'in gönlüne bulantı düşürmektedir.
Rus dış politikası Bolşoy Balesine benzemez, olsa olsa «Korkunç Ivan» operasına benzer?
Ya Sayın Ecevit'inki neye benzer? «Ölü canlar»a mı?
Bnb. Yaşar DEĞERLİ
Solcu militanların tutumla. rından , bu suikastlerin arkasının kesilmeyeceği belli olmaktadır. Bu duruma bir son vermek devletin geleceği açısından gereklidir. Zira, vazifeleri icabı yaptıkları icraatlardan dolayı, gelecekte can ve mal güvenliklerinin tehlikede, olduğunu gören kamu görevlileri kanunları ne derece uygulayabilirler?
İKTİDAR NE YAPIYOR
Mevcut iktidarın ise acil ve etkili tedbirler alabilmesi mümkün görülmemektedir. Çünkü iktidar Türk subaylarına kurşun sıkanları ve yandaşlarını bugün Devletin çeşitli kademelerinde önemli vazifelere getirmektedir. Dergimizin diğer sayfalarında bunlardan bazı misaller görü-lebilir. Bunlardan birisini buraya ibret olarak alıyoruz:
BAKANLIK MAKAMINA
Adana Merkez Cumhuriyet Ortaokulu Edebiyat Gurubu Öğretmeni iken, Ankara Kayaş Ortaokulu Edebiyat Grubu öğretmenliğine naklen atanan Emin Tunçbi-Iek, Adana-Hatay İlleri Sıkı Yönetim Komutanlığınca tutuklanmış ve aynı Komutanlık Askeri Mahkemesi 1972/1 esas 1972/13 karar sayılı 22.2.1972 tarihli karar hüküm fıkrası bölüm örneğine göre T.C.K. 141/1 maddesi uyarınca 5?klz yıl ağır hapis cezası ile tecziye edilmiş olup, bu hüküm Askeri Yargıtay 3. Dairesinin 19.7.1972 gün ve 871.298 karar sayılı ilâmı ile onandığından kesinleşmiştir
Bu duruma göre adı geçenin Devlet Memurları Ka. nununun 48. maddesinin 5. Fıkrası ve aynı Kanunun 98. maddesinin «b» fıkrası gereğince memuriyetinin sona er. mesi gerekmektedir.
Makamlarınca da uygun görüldüğü takdirde gereği yapıl, mak üzere, yazımızın Özlük İşleri Genel Müdürlüğüne havalesini müsaadelerinize arz ederim. Orta Öğretim Genel Müdürü
Hüseyin Iışık
Yukarıda yazıda da görüldüğü gibi Emin Tunçbilek i-
simli öğretmen TCK 141/1 maddesi uyarıca sekiz yıl ağır hapis cezasına çarptırılarak vazifesine son verilmiştir. Şimdi ise aynı Emin Tunçbilek MEB Necdet Uğur tarafından Ankara İncirli Lisesi Müdürlüğüne getirilmiştir. Geçen senelerde hiç anarşi olmayan bu lisede anarşi de bu dönemde başlamış ve hatırlanacağı gibi, Ankara Valisi de bu lisede rehin alınmıştır.
Sayın Bülent Ecevit ise Rusya'dan döndükten sonra verdiği demeçte, Em. Yrb. Cihangir Erdeniz'in öldürülmesi ve AP genel merkezinin bombalanması hadiselerini kınayarak, suçluların biran evvel yakalanması için gerekenin yapılacağını söylüyordu. Ancak yııkardakine benzer daha yüzlerce örnek verebileceğimiz icraat neticesinde suçluların yakalanması ihtimali de bize uzak görünmektedir.
Bu tip meseleleri halletmek, sadece komünizme sözde karşı olduğunu söylemekle değil aynı zamanda komünist militanların üzerine devlet olarak gitmekle mümkündür.
Türk demokrasisini zedeleyebilecek, fakat kaçınılmaz olan bu gelişmelerin cereyan etmemesi için bu şarttır.
Em. Yrb. Cihangir Erdeniz
Dergimiz baskıya girdiği sırada Mill i Güvenlik
Kurulu toplanmış ve Orduya yapılan saldırılar ve
memleketin asayiş meselelerini tartışmıştır. Bu arada
kürtçülük suçundan hüküm giymiş Bayındırlık baka
nı Şetarettin Elçin'nin durumu da hükümeti ve CHP'
yi karıştırmış bulunmaktadır.
6 DEVLET — TEMMUZ : 1978
OLAYLAR ECEVİT'İ YALANLIYOR! Bilindiği gibi 17 Haziran 1978 tarihinde Başbakan Bülent Ecevit «Anarşi bitmiştir.
Artık Anarşiden söz edilemez» demişti. Aşağıda 18 Haziran 1978 tarihli HÜRRİYET, MİLLİYET, TERCÜMAN gazetelerinden kupürler görüyorsunuz.
>por Bakanlığın Başbakana
brifing verildi
rçok işyerini tahrip eden •oHırı tutarak, Seyfi Ekfioğlu adındaki ı$çı.v' öldürdüler..
m Kişi daha cevıf
':';;:,,,„, «S öldiiriild sağlanmıştır, 5 . 1 6 H a z j r a n olaylarının artık anarşiden söz edilemez, /''dönümünde 40
.6̂ 3̂ Genç,;,vesp- iükkan tahrip edildi [Bakanlığında yaptığı konuşman*»^ a s a n S0|CU|ar# jfcj komando assubayına vaylım <oGüreşe önem verileceğini» söyledi • .̂̂ ^ a teşj aç t,
Başbakan bugün Şemdinli'ye gidiyoı om™ yaraladı c: a
< 4 *
ECEVİT: ÇOCUKLARIMIZ BARIŞ İÇİNDE YAN YANA
'KÜMAIA BAŞLADILAR
£cevit"Kısa * • sürede kimsem # - * anar ş ide n ^ H r T ^ _ söıetmeyecek" * 2 H ^ A NKARA, (Hürriyet] • J k M •
Başbakan Bülent Ece— j f r ^ viı. 374 bin gencin katıldığı ^ ^ f Üniversilc Gırı j Sınavlarında olay çıkmamasının. anarşinin önlenmesi bakımından büyük bir gclı>rne (ayılması gen ligini bildirdi ve "De' boylnlne etkin ve gı' •en bit biçimde rj
S"
$WT Bir öğrenci, bir öğretmen ve bir memur öldürüldü
DEVLET — TEMMUZ : 1978 7
MİLLÎ EĞİTİM KİMLERE TESLİM EDİLDİ ?
Sayın Cumhurbaşkanı ve Genel Kurmay Başkanının dikkatine!..
Aşağıda isimleri yayınlanan kişiler bölücülük ve komünizm suçları ile orduya hakaretten mahkûm olan veya yargılananlardır. Adı geçen kişiler MEB. Necdet Uğur tarafından eğitim kurumlarında aktif görevlere getirilmişdir. Türk Millî Eğitim kimlere teslim edildiğini gösteren bu liste dikkatlere sunulur.
Eftal Kurtuluş : G.E.E. Resim Öğretmeni 28 Mayıs 1972'de TÖS davasından Sıkıyönetim Mahkemesinde yargılandı.
Muzaffer Güneş : G.E.E. Türkçe öğretmeni, 1 Kasım 1972'-de TÖS davasında Sıkıyönetimce tutuklandı.
Niyazi Hakan : Denizli İlköğretim Müfettişi Samsun'da rehberlik öğretmeni iken müdürler komisyonunca Devlet Güvenlik Mahkemesine verildi.
Ali Gözüaçık : Sivas îlköğre. tim Müfettişi. İskenderun Dumlupmar İlkokulu öğretmeni iken
1) Hatay Valiliği İl Disiplin Kurulu (20.7.1976-30) idarecilik yapamaz vazifeyi ihmal.
2) 23.2.1976.75/101 Şubat/ 1975 ayında okul dışı imtihanlarında para alarak not düzenlemek suçundan uyarma,
3) 27.6.1974-149 Şubat/1974 ayında okul dışı imtihanlarda rüşvet almaktan 3 günlük maaş kesme cezasına çarptırılmıştır.
Efrahim Çelebi : Hatay Eğitim Enstitüsü Müdür Yardımcısı. Hatay Ticaret Lisesi Türkçe öğretmeni iken Adana Devlet Güvenlik Mahkemesinde tutuklandı, afla çıktı.
Kadir Karabulut : Manisa Demirci Eğitim Enstitüsü Öğretmeni. Akçadağ Öğretmen
Lisesinde iken tutuklanmış, eşi Zerrin Karabulut açığa alınmış.
Ali Tertemiz : Kanber Yıldırım, Sinan Çiftyürek Süleyman Sevinç haklarında 27.1.1976/405-1-10 sayılı Müdürler Kurulu kararınca öğ, retmenlik yapamaz Şube 5/243.73 (16-20) kararı verilmiş iken 7.3.1978'de ytikarda-ki şahıslar tekrar öğretmen yapılmıştır.
Haluk Toker : G.E.E. öğretmeni. Sıkıyönetim'de 1 yıl tutuklu kaldı.
Ahmet Gültekin : Bünyan Lisesi Müdürü, TÖS davasında tutuklandı.
Selçuk Soydan : Atatürk Eğitim Enstitüsü Müdür Muavini. Sıkıyönetim'de yattı.
Ahmet Düzköylü : Samsun Eğitim Enstitüsü felsefe öğretmeni. Sıkıyönetimde tutuklandı.
Ekrem Tığlı : Samsun Eğitim Enstitüsü öğretmeni. Sıkıyönetimce tutuklandı.
Nevzat Aksoy : Bursa Eğitim Enstitüsü öğretmeni, Burdur Ağır Ceza Mahkemesinde 141 ve 142'ye muhalefetten yargılandı.
Necati Çınar : Bursa Eğ. Enstitüsü Müd. Mua. TÖS Davasında Bakanlık emrine alındı.
İbrahim Şahin : Urfa Eğ. Ens. Müd. Mua. Tunceli'de bir subayın evine dinamit atmaktan tutuklandı.
Ali Demir : İçişleri Hakanlığının 9.11.1977 gün/256-029 sayılı yazısı ile Dev-Genç sanıklarından öğrenim için Almanya'ya gitmesi Milli Eğitim Bakanlığının 30.11.1977 gün 45912 sayılı muciple reddedilmiştir. (Resmi dövizli olarak)
8.5.1978'de ise resmi burslu öğrenci olarak Avrupa'ya gönderilmiştir.
Kadir Okçu : Öğretmen Okulla rı Genel Müdürlüğünde Tayin Nakil Şubesi Müdürü. Nurhak Dağlarındaki anarşistleri beslemekten mahkeme edilmiş. Malatya CHP İl Encümen üyesi 1977 CHP Malatya adayı.
Hasan Tonak : Doğanşehir İlköğretim Müdürü. Nurhak Dağlarında öldürülen Hacı
Tonak'ın kardeşi. Nurhak Dağlarındaki anarsitlere yardım etmekten tahkikat açılmış ve görevden alınmıştır. (Nurhak Dağlarında kurulan yeni merkezle ilişkili olduğu iddiaları yaygındır.)
Emin Tunçbilek : Ankara İncirli Lisesi Müdürü. Adana. Hatay İlleri Sıkıyönetim Komutanlığınca tutuklanmış ve aynı Komutanlık Askeri Mahkemesi 1972/1 esas 1972/13 karar sayılı 22.2.1972 tarihli karar hüküm fıkrası bölüm örneğine göre TCK 141/1 maddesi uyarınca 8 yıl ağır hapis cezasına çarptırılmış tır.
Baki Coşkun : İçişleri Bakanlığının 25.5.1977 gün 127186 sayılı yazısı ile Pazarcık ve çevresinde anarşik olaylara karıştığı, teşvik ve tahrikçisi olduğu belirtilmiş, Millî Eğitim Bakanlığının 4.8.1977 gün 28409 sayılı mucibi ile resmî dövizli öğrenci olarak yurt dışına gitmesi > kabul edilme* miş, 4.5.1978de ise kabul edil-' mistir.
H. Basri Aydın : Akçadağ öğretmen Lisesi öğretmeni (Di-
8 DEVLET — TEMMUZ : 1978
yarbakır Sıkıyönetim Mahkemesinde yattı.) Nazım Bayata : Ankara Eğitim Enstitüsü öğretmeni (Niğde Lisesi Öğretmenler Kurulunda «felsefe öğretmeni olarak öğrencilerime Marksizm. Leninizm öğretmeye mecburum» diyerek, Öğretmenler Kurulunda tavrım ortaya koyuyor. Öğretmenlikten açığa alınıyor. Hatta yedi aylık Üstündağ döneminde öğretmenliğe döndürülemedi.)
Fikret Babuş : Mardin Eğitim Enstitüsü öğretmeni (12 Mart' ta Ankara Sıkıyönetim Mahkemesinde yattı.)
Turgut Özbek : Kayseri Eğitim Enstitüsü Müdürü. (To-marza Lisesi Müdürü iken Mardin'e sürüldü. Necdet U-ğur döneminde Tomarza Müdürlüğüne tayin edildi. 10 gün bu görevde kaldıktan sonra Fevzi Çakmak Lisesi Müdürlüğüne tayin edildi. 1,5 gün görev yaptıktan sonra Eğitim Enstitüsü Müdürlüğüne geçti.)
Ahmet Ö/demir : Kayseri E-ğitim Enstitüsü Müdür Başyardımcısı.. (Kız öğrencisine sarkıntılık ettiği için kız okullarında görev yapamaz kaydı ile Kırşehir Lala Bey Ortaokuluna verilmiştir.)
İsmail Erdemir : Ankara Eğitim Enstitüsü Müdürü. (Kurtuluş Lisesinde polisçe aranan solcuları sınıfında sakladığı için soruşturma açılmış ve Kızılcahamam'a sürülmüştür. Emekliye ayrıldı. Emeklilikten döndü.)
YTJ/ Ekrem Tığlı : Samsun Eğitim f- ' Enstitüsünde öğretim üyesi
(12 Mart sonrasında Mamak'ta yattı.) Ahmet Düzköylü : Samsun Eğitim Enstitüsünde öğretim üyesi (12 Mart'ta Mamak'ta yattı.) Yüksel Çiçek : Gazi Eğitim Enstitüsünde öğretim üyesi (Malatya'dan Anafartalar Lisesine gelmiş. Kürtçülükten 7 ay açıkta kalmış. Anafartalar Lisesinde stajyerliği kalk-
BİR BELGE BU FATURA SAYIN TUNCAY MATARACI'NIN
OTEL MASRAFLARININ BİR ŞİRKET TARAFINDAN KARŞILANDIĞINI GÖSTERMEKTEDİR. ACABA KARŞILIĞINDA DEVLETTEN NELER ALINMAKTADIR?
. . . . .... t/ı
. i FATURA t
•
- .
mamış. Hakkında bölücülükten tekrar soruşturma açılmış.)
Aydemir Kumru : Buca Eğitim Enstitüsü Müdür Yardımcısı. (Diyarbakır Sıkıyönetim Mahkemesince kürtçülükten dolayı tutuklandı. Hüküm giv-di.)
Faruk Uzar : Gazi Eğitim Enstitüsü. (12 Mart'ta tutuklandı.) Adil Tunga : Urfa Eğitim Ens-titüsü'nde. (Öğrenci iken anarşik hareketlerden birkaç sefer tutuklandı. 12 Mart döneminde Ankara Sıkıyönetimde yattı.) İsa Geçit : Ağrı Eğitim Enstitüsü Müdürü. (Devrimci Kültür Ocakları davasında yargılandı. Diyarbakır Sıkıyönetimde tutuklandı. Muhammet Atalay : Bilecik öğretmen Lisesi öğretmeni. (Bilecik öğretmen Lisesinde iken kız öğrencilere sarkıntı-lık etmekten ve Allahsızlık propagandası yapmaktan Bilecik Kız Enstitüsüne, orada
da tef çalıp kız oynattığından kız öğrencisi bulunmayan Bilecik îmam Hatip Lisesine verilmiştir. Kız öğrencisi olan okullarda görev yapamaz hükmü müfettişlerce verilmiş o-lup, ilgili öğretmen Danışta-ya müracaat etmesine rağmen davası Danıştayca reddedilmiştir. Bu dönemde öğretmen Lisesine geri verilmiştir.)
Şükrü Özkan : Bilecik Millî Eğitim Müdürü. (Askerliğinde Komünizm propagandası yapmaktan dolayı Yedek Subay olarak değil, er olarak terhis edilmiştir.
Mehmet Gören : Adapazarı Millî Eğitim Müdürü. (1974'te Afyon Eğitim Enstitüsü Müdürü iken zimmetine para geçirdiği iddiası ile Asliye Ceza Mahkemesinde yargılanmış, Milliyetçi Hükümet zamanında bu kişi Bilecik öğretmen Lisesi öğretmenliğine tayin cdilmiş. Danıştaya başvurmuş, isteği reddedilmiştir.)
DEVLET — TEMMUZ : 1978 9
KAYNAYAN KAZAN
DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU'DA NELER OLUYOR?
Genel Kurmay Başkanının, Kara Kuvvetleri Komutanıyla beraber Erzincan ve Doğu illerimize geziye çıkması, bilahare Başbakan Ecevit'in Şemdinli'ye olan ziyareti aniden bütün dikkatlerin doğuya çevrilmesine sebeb oldu.
Daha önceleri hükümetin doğu'da 12 vilâyeti hassas bölge ilân etmesi, bilâhare, Kars, Ağrı, Elazığ, Maraş, Malatya, Antep'te meydana gelen olaylar ve Hakkâri'deki son gelişmeler, meselenin küçümsen-miyecek derecede ehemmiyeti haiz ve memleketin bölünmezliği ilkesiyle ilgili olduğunu ortaya koyuyordu.
Doğudaki bazı vilâyetlerde zaman zaman ordu mensuplarına karşı çeşitli fiilî ve sözlü saldırıların vukubulduğu ve son zamanlarda bu tip hareketlerin daha çok artmaya
yüz tuttuğu görülmüş ve buralarda vazife yapan ordu mensupları bir hayli tedirgin edilmişti. Şüphesiz bu hadiseler yüksek makamlara intikal ettirilmiş ve buralarda bazı değerlendirilmelere tabi tutulmuştur. Tam bu sırada Orgeneral Evren'le Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ersin'in doğuya çıktıkları görülüyor, bu gezinin hem harp oyunlarım izlemek, hem de bu hadiseleri yerinde tesbit için olacağı kanaati yaygınlık kazanıyordu.
Türk kamuoyunda ve basınında son günlerde önem kazanan, bizim tesbitlerimize göre ise üç aydır devam eden ve Türk uyruğunda olmayanların çatışması ise Genel Kur-mayı'ı daha tedirgin ediyordu. Tam bu hadiseler cereyan e-
derken Başbakan ve İçişleri Bakanı Türkiye güllük gülistanhkmışcasına «Anar. şi bitmiştir, artık anarşiden söz edilemez.» diyorlardı. Bu sıralarda ise Doğu Anadolu'daki gezisini tamamlayan ve Ankara'ya dönen Genel Kur
may Başkanı Org. Evren hava alanında verdiği beyanatta: «Doğu Anadolu'nun bazı kesimlerinde meydana gelen bölücü hareketin en kısa zamanda mutlaka önleneceğini» söyledi.
Bütün bu olanlara ve Genel Kurmay Başkanının bu beyanatına rağmen hükümetin ha. diselerin üzerine gitmemesi ve doğru teşhis koymamast üzerine bundan cesaret alan bölücü gizli teşkilatlar bütün güçleriyle anarşiye devam etmektedirler. Son günlerde de muhatap olarak ordu mensuplarını ve 12 Mart dönemin, de vazife alanları seçmiş bulunmaktadırlar.
İçişleri Bakanı Özaydınlı
— İşkenceler ayyuka çıktı. — Emniyeti POL - DER'e teslim etti. — Anarşi iç harbe dönüştü. — Ordu mensupları menfur saldırılara uğradı. — Yabancı kuvvetler Türkiye'de çatışma yaptı. — «Şeref ve haysiyeti» ispata davet edildi.
VE HÂLÂ GÜLEBİLİYOR !..
10 DEVLET — TEMMUZ : 1978
SİYASETTE
T arihî sanayileşme özleminin kapılarına kadar gelmiş olan
Türkiye'nin, 1970'lerden sonra karşılaştığı iç ve dış bunalımlar, tesadüflerin ortaya çıkardığı olaylar değil milletlerarası politik, ekonomik ve sosyal mücadelenin şuurlu plânlamalara dayanan tezahürleridir. Ekonomik hamlesini gerçekleştirerek sanayileşmesini tamamlayan ve böylece pazar olmaktan kurtulan bir Türkiye'nin ileri teknolojiye sahip birçok ülkenin, malî ve sınaî çıkarlarına çok yönlü darbeler vuracağı açıktır. Dünyamızda milletlerin ve dev. letlerin kendi kaderlerine sahip olmaları ideali, sadece kâğıt üzerinde ve Birleşmiş Milletler Yasasında geçerliliği bulunan, güçlülerin güçsüzlere karşı davranışlarında hiçbir tatbik değeri olmayan hayal - teoriden öte fiilî bir manâ kazanmamıştır.
Devletlerin dış politika, lan, iç bünyelerinde sahip oldukları görüş ve felsefeye göre şekil kazanırlar. Aslında politikanın iç ve dış şeklinde iki taraflı olarak ayırıma tabi tutulması sun'i kalır. Devletlerarası münasebetlerinde genel devlet anlayışından ayrı bir tavır aramaya kalkma-
BÜTÜNLÜK
nın sonuçları açık tenakuzlar şeklinde tezahür ederler. Yarım yüzyıllık Cumhuriyet tarihimiz, şuurlu ve ciddi araştırmalar mahsûlü gerçekçi bir devlet politikası yerine bir takım ferdî heveslere, sun'î zorlamalara dayanan, lâkaydi ve ida-re-i maslahatçılığın metod olarak benimsendiği genel bir anlayışın hüzün verici örnekleriyle doludur. Ülke içerisinde insan potansiyelini dinamik bir kalkınma hamlesine mesnet yapamayan, fevkalâde elverişli sosyal şartlarda, ekonomik imkanlardan yararlanamayan devletimiz, milletlerarası politika alanında da daha makul ve verimli bir siyaseti elbette seçememiştir.
B irkaç günlük dış ge zilerde bulunabilen sınırlı temas imkân
larının, münasebetlerin mevcut şekilde köklü değişmelere yol açabileceğini, Türkiye üzerindeki politik ve ekonomik baskıları hafifletebileceğini sanmak fazla iyimserlik olur. Nitekim Sayın Ecevit'in Rusya gezisiyle noktalanan son altı aylık temas ve konuşmalarının ciddi ve gerçekçi blânçosu sonucunda iyimser bir tablonun ortaya çıkmamış bulunması asla şaşırtıcı bir durum sayılmaz.
Zira bu ülkelerin bize karşı takındıkları tutumlar günü-bilirlik politikanın meydana getirdiği bir hareket tarzı değil, kendi çıkarları için en elverişli saydıkları politik, sosyal, ekonomik ve kültürel vasatın elde edilebilmesi için uyguladıkları millî siyasetin neticeleridir. Bu tutumlarda ülke çıkarlarımıza uymayan, milletimize ters düşen ve cemiyetimizi baskı altında tutmaya matuf taraflar görülüyor ve bundan rahatsız oluyorsak, düzeltmenin yolu daha tesirli bir millî yapıya, daha sağlam ve gerçekçi bir politika anlayışına, kısacası millî çıkarlara hizmet edebilecek güce ulaşmak, bunu sağlayacak olan tutuma yönelmekten ibarettir.
B ay Bülent Ecevit'in önce bazı Avrupa ülkelerinde, daha sonra
da Amerika'da, son olarak Sovyetler Birliğinde yaptığı temaslar neticesinde bir kaç kredi anlaşması ve hududu, zamanı, vasatı son derece müphem bırakılan vaadlerin ötesinde ne elde edebildiği düşünüldüğü takdirde karşılaşılacak olan cevap, bu müzakerelerin başarısızlığının değil, bu iktidarın genel politikasına hakim olan felsefe ve anla-
Devamı Sayfa 35'de
DEVLET — TEMMUZ : 1978 11
Doktor C. nin Serüvenleri TRT'nin yeni Genel Müdürü
Cengiz Taşer, bu görevine başlar başlamaz soluğu Almanya'da almış, bir halta on gün Avrupa havası alıp yurda dönmüştü. îşte, o zaman «Ha., geldi Genel Müdür, kıyım herhalde başlar» diye konuşulmuştu TRT koridorlarında.
Doktor Cengiz Taşer, —çok hoşlanır kendisine doktor denilmesinden— önceleri kıyımdan yana olmadığını, hatta geri hizmetteki eski görevlilerin yerlerine döneceğinden filan bahsediyordu konuşmalarında. Bu konuşmalarından birini TRT Haber Dairesi yetkilileriyle yapmış da, «Sizler nüveyi teşkil edeceksiniz, değerli eski arkadaşlarınızdan yine bu dairede hizmet alacağız» bile demişti.
Doğru mu? Gelişmeler gösterecek söylentilerin doğru olup olmadığını. Ancak, ısrarla söylenen şu ki, CHP yetkilileri bir liste hazırlayıp, «Al-şunları görevden» demişler ve eklemişler:
«— Biz seni oraya oturasın diye getirmedik. Ya dediklerimizi yaparsın, yahut istifa edersin»
Doktor C, ilk hamlede Televizyon Dairesi Başkanı Eşref Dirlik, Haber Dairesi Başkanı Hami Tezkan, Haber Müdürü Cafer Demiral, Merkez Haberler Müdür Vekili Günal Sayın ile Televizyon Haberleri Müdür Vekili Ülkü Kura-nel'i almıştı bu görevlerinden. Ve bu stratejik tayinleri, her
nüz Genel Müdür Vekili iken yapmıştı. Sonra Genel Müdürlüğe asaleten getirildi, Almanya'ya gitti döndü.
CHP'nin baskılarının da bu arada yoğunlaştığı söylenir. «Daha da kıy, daha da kıy» gibisinden.
Geçenlerde Sayın Başbakan' ından «esinlenmiş» olacak, Doktor C yeni bir Avrupa turuna çıktı. Avusturya'da on gün kalıp dönecekmiş. Dönecek ya, döner dönmez, Kuala Lumpur seferine çıkacak bu defa da. işte bu dış gezilerin arasına bazı tayinleri sıkıştıracağı söylenir.
Cengiz TAŞER
C HUKUK DOKTORUDUR.. Doktor C, Kadın Hastalıkla
rı doktoru filan değil, Hukuk Doktorudur.
Hukuk'un üstad doktoru olduğu ise, Avusturya gezisinden önce Ankara Televizyonu Program Müdürü Orhan Timuroğlu ile yaptığı bir görüşme sırasında iyice anlaşıldı. Yıllarını TRT'ye vermiş Or
han Timuroğlu ile görüşen Doktor C, Timuroğlu'dan «herhangi bir tayin durumunda hukuki yollara başvurmayacağına dair yazılı teminat» istemiş. Vermiş tabii Orhan Timuroğlu.
Şimdiki görünüşe göre, topun ağzındaki ilk kişi Orhan Timuroğlu. Ankara TV Müdürü Ahmet Derin, TV Dairesi Başkan Yardımcısı Teoman Ertan, Denetim Müdürü Çetin Baydar, Program Planlama Müdüresi Nedret İkiz, istanbul Televizyon Müdürü A-talay Akçalı da gitti gider.. Gider de, CHP'ye karşı değil hatta yakın bir kişi olarak bilinen Teoman Ertan niye gider demeyin. Cem devri beylerinden Tarcan Gönenç'in Başkan Yardımcılığına getirilebilmesi için.. Teoman Ertan pek militan bir kişiliği olmayan, etliye sütlüye karışmayan yapıda olduğundan kaybe. diyor yerini..
TRT içindeki solcular da, parça parça.. Bir ara adı Genel Müdürlük için bile geçen, ancak üstüste yaptığı açık o-turumlardan sonra, fazla «sivri» bulunup evrakı rafa kaldırılan Ayçan Giritlioğlu, bu günlerde üzgün ve kırgrn görünüyor. Kendisine bir iş verildiği mi yok, yoksa bizzat o, elini bir işe sürmeyecek kadar mı küskün, pek anlaşılamıyor. TV Haberlerinin bu afacan delikanlı solcusu, kızaktaki ülkücü müdürlerden farksız koridor arşınlıyor.
CHP'nin merkez kanadının solcusu TRT'ciler, Giritlioğlu gibi merkez aleyhtarı TRT-ci-ler olduğu gibi, TRT—DER'ci, TÜM—DER'ci TRT'ciler de birbirlerini yiyip duruyorlar.
12 DEVLET — TEMMUZ : 1978
Buna bir de Moskova ve Pekin lobilerini de eklemek gerek.
Sol'un TRT içindeki manzarası önümüzdeki günlerde enteresan resimler verecek gibi görünüyor.
SÖYLE SEN KİMSİN ?
Cengiz Taşer artık TRT Genel Müdürü'dür.
Zamanının büyük birçoğun luğu dış ülkeleri gezmek ve. ya iktidar Partisinin Genel Merkezini ziyaret etmekle geç. tiğinden TRT koridorlarını hep ayağı tozlu olarak dolaşır. Ayağı tozlu bir Genel Müdür ve çeşitli iğfal, ihanet ve gafletler sonucu toz.duman içinde kalmış bir kurum : TRT.
Bu Kurum'u bir kavle göre Cengiz Taşer idare eder; rivayetlere kulak verirsek, TRT CHP Hükümetinin dillerden düşürmediği «Ön Yönetime» çoktan geçmiştir.
TRT'de artık, Dukalıklar, Beylikler, Ağalıklar iktidardadır.
Bu devlet Kurumuna ma'na veren Millet halklaştığı, Görev veren kanunlar «Çağdışı» kaldığı için beylikler, dukalıklar, ağalıklar, kendi kanunlarını bizzat yapmağa, yayın hedeflerini kendilerine göre çizmeğe başlamıştır.
Söylentiler, Devlet Memuriyetinin en iptidai kaidelerine vâkıf olanları dahi «Demek Devlet bu kadar kötü durumlara düşmüş» düşüncesine götürmektedir:
Bu kurumda Prodüktörler vardır, kendi yazdığı Senaryolardan başkası üzerine çalışmaz, bir yandan cebini doldurur diğer yandan «Deli saçması» filmlerle, programlarla sanat yaptığını zanneder.
Bu kurumda muhabirler vardır; Muhalefetteki siyasi liderlerden aldığı beyanatı Haber Merkezine getireceği yerde iktidar Partisine götürüp deşifre ederek bazı çevrelere hulus çıkarırlar.
Artist ağalan, komedyen
tellalları artık Yeşilçamda değil Kavaklıdere'dedir.
Üstelik bu işleri yapanların unvanları «Devlet Memuru» dur.
Evet Sayın Taşer; Bu Millete bir nebze hizmet etmek istiyorsanız, en küçük memurdan Daire Başkanına kadar bütün memurları karşınıza alın ve sorun:
«SÖYLE SEN KİMSİN?»
Ve bu soruya verecekleri cevaplarla, yerini tayin edemeyenleri ayıklayın. Yalnız bu netameli Kurum'un düzlüğe çıkması için değil, Milletin de, ruhen sağlam, karakterli memurlara, bunlarla yürütülecek yayınlara ihtiyacı var.
Kötü tohum çatlıyor... «Piş!. Piş!. Piş!.»
«Uyusun da büyüsün Ninni!.»
Yıllardan beri TRT'yi (Bir, tki küçük kesintiye rağmen) yöneten zihniyet, çok sevip dilinden düşürmediği bu ninniyi, bugünlerde artık söyleyemiyor.
Söyleyemiyor; Çünkü, bu ninnileri dinleyen çocuk «Kazık» gibi oldu!.
1964'ün Hümanist, Atatürkçü, Çağdaş TRT'cileri;
1971'in özgürlükçü, ilerici, Toplumcu TRT'cileri;
1977'nin Antifaşist, Antiem. peryalist, Anti M.C'ci (!) TRT'cileri; Hanideyse mürebbisi-nin ensesinde «BOZA» pişirecek.
İlerici, Batıcı, sözüm ona Atatürkçü döşeklerdeninniler* le büyütülen yaramaz çocuklar şimdi artık kendi göbek, lerini bizzat kesiyorlar, kurultaylar düzenleyip bildiri üzerine bildiri yayınlıyorlar. Bu arada zaman zaman Kurum'un telekslerini kullanıyorlar, «Önce can, sonra canan» diyerek grup haberleşmesini, Kamu haberleşmesine tercih ediyorlar.
Eski mürebbiler, iki ellerini önlerine çapraz yapıp, ayıp yerlerini kapatıyormuş gibi e-mir dinliyorlar :
«TizzL.»
«TRT'deki Faşist unsurlar temizlensin!.»
DEVLET — TEMMUZ : 1978 13
«TizzL» «İşbirlikçilerden (Marksist
olmayan CHP'liler) hesap sorulsun!»
«Güvenlik soruşturmaları iptal edilsin, işlerine son veri. lenler Kurum'a dönsün, sicil-leri düzeltilsin!»
«Tizz!.» «TRT Yönetim Kuruluna
TRT'de çalışanlardan biri seçilsin-»
I «Herkese yüzde yetmiş taz
minat, Herkese Fiili hizmet herkese basın kartı verilsin.» Ve bu emirler temadi edip giderken nakarat halinde şu sözler sık sık tekrarlanıyor: «Yaşasın; Antifaşist-Antiem-peryalist örgütlü mücâdelemiz!»
îşte bu son sözlerden sonra koroya iştirak eden seslerde bir cılızlaşma, bir karmaşa farkediliyor; kimileri «Çağdaş, İlerici, Demokratik yayıncılık için TRT-DER» diyor; kimileri, «îşçi Sınıfının tarihi Mücâdelesi için TRT.DER» diye haykırıyor;
Kimileri «Revizyonist tuzaklardan arınmış Yurtsever Devrimci Mücadele için TÜM-DER.» diyor; bu arada devrimciliğin endazesini kaçırmış grupçuklar TRT VAR-DER, DİSK — Yeni Haber-îş, gibi daha nice anlı şanlı (!) örgütlerin çatısı altında setr olmaya çalışıyor.
Ve hamam hücrelerinde boğulan belli belirsiz haykırışlara benzer nidalarla TRT'de bir kötü tohum çatlıyor.
Bir Darb-ı meselimiz «Zulm ile âbâd olanın âkîbeti berbad olur» der.
TRT Haber Dairesinin selâ-hiyetli mevkiilerini işgal e-den; hakkın, hakikatin yanında olmak yerine, iktidarın yanında olmayı tercih eden TRT habercileri, bu günlerde âbad olmayı bekliyorlar.
Bu dairede «Başkanlık» başta olmak üzere göz kamaştıran, insana bir anda nice şan şöhret kazandıran pek çok mevkii için yapılacak ta-tayinlerin eli kulağında..
«Her külfetin bir nimeti olmalı değil mi ?»
14
«Şu dönemin Haber dairesinde külfet sahipleri kimler» diye sorunca işte bu soru hemen bir takım yüreklerin «bruk» diye burkulmasına sebep oluyor. Ve iktidar yanlısı habercilerin post kavgası bu yürek burkuntula-rıyla başlıyor.
Bu kavgaların nereye varabileceğini hesaplayabilen eski tüfek TRT'cilcrinden biri:
«— Ah! şu burjuvalar Proleter kalmasını bir türlü öğrenemeyecekler» diye burnundan soluyor.
Bir iktidarın sun'i teneffüsle de olsa yaşaması, işte bu burnundan soluyanlarla, yüreği burkulanlar tarafından sağlanıyor.
Söz Haber Dairesinden a-çılmışken 20 Mart 1978 günü Ankara caddelerinde kopan Marksist şamata ile bu dairede çalışan bir takım kişilerin organik bağları üzerinde duralım.
Hatırlanacağı gibi 20 Mart günü sol temayüllü Sendikalar ve Dernekler istanbul Ü. niversitesinde patlatılan ve birkaç öğrencinin canına kıyan bomba olayı için kıyam etmişler; yolları kapayıp iki saatlik bir toplu terör uygulamışlardı. Bu dernek ve Sendi kaların Haber Dairesine kadar uzanan yandaşları 20 Mart eylemini TRT mikrofonlarına da aksettirdiler; 09.00 ve 10.00 haberlerini okutturmadılar. TRT tarihinde ilk defa, TRT yayınlan kendi personeli tarafından engelleniyor; yöneticiler bu engellemeye karşı çıkmak şöyle dursun, yapılan ihanete «Aman şun-dandı, bundandı!» diye kılıf arıyorlardı.
Bu yetkisi büyük cesareti yitik yöneticiler milletin başına daha nice işler getirir bilmiyoruz; ama küçük bir yayın suçlusunu, kulağından tutup kurum kapısı önüne bırakmaya müsait olan TRT Personel Yönetmenliğinin daha bir süre bu Dairede uygulanmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
«Hayfa Millete ! Yazık Devlete !»
Gerçekten Demokratik ve tam bağımsız çılgın BEDİŞ'-lerden biri; İşsizlikten uyuşmuş, rehavetten gözleri kapanmakta olan bir TV Görevlisinin oturduğu odaya; iri camlı gözlüklerinin zincirleri-
I ni sallaya sallaya girdi. Seçkin muhitlerin devrimcilerine
mahsus entellektüel, entellek-tüel olduğu kadar da dokunaklı bir eda ile:
«— Uçlan bakıyimm !» dedi. Elindeki makbuz koçanının kalın yapraklannı «Haşırt, Haşır» diye habire okşuyordu.
j Karşısındakinin hâla hareketsiz kaldığını görünce :
«— Nonoşum !. Bu kez Çim-sa işçileri için istiyorum; Haydi! Şu bıyıklarının görkemine denk düşecek bir özveride bulun bakıyım!»
Odaya yayılan parfüm kokusuna, ucu keseye dokunan
, ve hesapta olmayan para iste-) ğ' eklenince, bıyıklı ve rnah-; mur TV'ci birden uyanır gibi
oldu: «— Tatlım! Şu anda hiç
bozukluğum yok, sonra versem olmaz mı ?»
«— Sonra verebilirsin ama ben gelemem» diye aksileşti
I beriki. Bunun üzerine bıyıklı a-
dam yirmi liralık bir makbuz I isteyerek, cebinden çıkardığı
parayı, güzel Devrim tahsildarının avucuna koydu ve kapıdan çıkmakta olan iş arkadaşı genç kadına:
«— Mesaiden sonra neredesin?» diye seslendi.
«— Her zamanki gibi Mil-ka'dayım» diye cevapladı genç kadın. Bu kez bıyıklı adam :
«— Uğrarım iyi mi ?» diye sesini yükseltti. Geenç kadın:
«— Keyfin bilir» Diyip yan odalardan birine daldı.
Sınıfsal (!) düşünceleri Ya-! şama (!) geçirmenin örnek sa
vaşçısı olan gözlükleri zincirli kadınla Çimsa işçileri ve Milka'nııı Fransız stiline uygun döşenmiş çay bahçesinin yaptığı çağrışımlar; TRT'nin işsizlikten uyuşmuş bir perso.
| nelini uyuklamaktan böylece kurtarmıştır.
DEVLET — TEMMUZ : 1978
Tanıdığım kadarıyle, batı dergilerinde, gaze. telerinde «fıkra yazarı» diye bir kadro bulunmadığı gibi, bizdeki gibi tiryakisi olunan «fıkra» müessesesi de mevcut değildir.
F I K R A Ciddî veya popüler
mevkutelerde arada sı. rada, bazan «editorial», bazan «yorum» tarzında ve fıkra boyunda yazılar neşrolunur. Pop müziği veya genç kız dergilerinin meşhur artist veya şarkıcılara ayırdığı köşeler vardır. Ancak bunlar bile, «Türkân Abla diyor ki...» cinsinden mektuplaşmalar veya tek tük «irfan» kırıntılarından ibarettir.
Fakat her gün, her konuya nasıl bakılması icab ettiğine dair kısa talimatlar demek olan bizdeki siyasî fıkrayı onlarda bulamazsınız.
«Batıda böyleyse doğrusu da budur, bizde de öyle olsun...» formülü, Türkiye'deki taraf, tannca çok, onca büyük bir aptallık. Ama bizimle batılılar arasındaki bu farkın sebebini de öğrenmek isterim: Yazarımız neden fıkra yazar? Okuyucumuz neden fıkra okur?
Herhalde kitap ve makale «fasıl» ise, fıkra da «nağme»dir. Hele o çok sevilen fıkralardan yapılmış fıkraların her parçası olsa olsa birer nota, birer tek ses olabilir. Sesleri ve nağme, leri toplayıp konser verilemez ki...
Aynı sebepten fıkrayla edebiyat yapılamaz. «Falan, filân, fişmekân yapıyor.» diyorsunuz... O misaller fıkrayla yapılan edebiyat değil, edebiyatın zorla ve mecburen fıkraya sıkıştınlma. sıdır. Bazan da yayılması... Yakından tanımak şerefine erdiğim ediplerimizin bu hapishaneden şikâyetini iyi bilirim. Hele yarım kalmış romanların, yazılmamış hikâyelerin sahiplerini; bugüne kadar verdikleri eserlerde bize vaad ettikleri müstakbel dev eserlerin sahiplerini tanışanız, şikâyetlerini duysanız, hissetseniz,
bütün fıkraları paralamak gelirdi içinizden.
Fıkrayla inceleme, fikir eseri de verilemez. Hiçbir fikir, filân adet satır veya kelimeyle sınırlatmaz kendini. Daha küçük de olabilir, daha büyük de. Ama usta fıkracılarımızın fıkralarının boyuna bir bakın. Sanki akıllarına her gün gelen fikir, gazetenin tam orasma oturacak boydadır. Ne eksik, ne fazla. Ve fıkra yazan fikir adamlarımızı da yakından tanı-
AYHAN TUĞCUGİL
sanız, kendi kendileriyle alay ettiklerini, fıkrayla alay ettiklerini ve onların da edipler gibi hapsolduklarım anlarsınız. Yazdıkları her fıkra, yazacakları kitaplara, yazacakları makalelere sıkılmış birer kurşun gibidir.
Demek ki kendi istekleriyle yazmıyorlar. O halde sorulardan ilkine cevap verebiliriz: Oku.
yucu öyle istediği için fıkra yazıyorlar.
Asıl soru, «Neden fıkra okuyorlar?» imiş..
işte bu nokta, «Tanzimattan beri...» diyerek, «Millî Eğitim ıslah olunmadıkça...» diyerek makaleye girilecek yerdir ama fıkraya ayrılan sütunlar dolmak üzeredir. Bağlamalı-
yız :
Bebekleştirilmiş bir cemiyetiz .
Bebeğin her söyleneni anlayacak, her istediğini anlatacak kelimeleri yoktur. Bizim de kelimelerimizi çaldılar. Kelâmdan uzaklaştık.
Anlıyamıyoruz, anlatamıyoruz.
Bebeğin hatırlayabileceği, ona yol gösterecek tecrübeleri yoktur. Bize önce İslâmiyet sonrası tarihimizi unutturdular. İslâm'dan evvelsini de önce Etilerin Türklüğü gibi saçmalarla çarpıtmışlardı, şimdi inen Ergenekon tablolarıyla, yükselen Hitit boynuzlarıyla kökten yıkıyorlar. Hafızamızı çaldılar. Yaratılışımızdan uzaklaştık. Biz gibi davranamıyoruz.
Bebek, hadiseleri ehemmiyet sırasına sokamaz. Oyuncağının kırılması babasının iflâsından mühim olabilir onun için... Ecevit'in Şemdinli'ye helikopterle gidip «KUP'u başlattım.» demesini, bir de bilmemne suyundan eliyle içmesini, üç aydır topraklarımızda binlerce Barzanî'ci ile Ta-labanî'cinin çarpışmasından mühim görüyoruz. (Siz Pol-Der'ci ile bulvar gazetesinin sözlerine bakmayın, üç aydan beridir o iş.) Sağduyumuzu çaldılar. Akıldan uzaklaştık. Ayırd edemiyoruz.
Bebek dikkatini toplayamaz. Çabuk sıkılır. Bizim de dikkatimizi çaldılar. Kitaptan uzaklaştık. Fıkra okuyoruz.
DEVLET — TEMMUZ : 1978 15
Ülkü Ocakları ve Ülkücü Gençlik Derneği hakkında.
Türkiye'deki sol mihrakların, hedefe ulaşmak için aşılmasını şart gördükleri hedeflerden birisi de «Ülkücüler» dir. Milliyetçilerin bölünmesi, parçalanması için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama bir türlü muvaffak olamamışlardır. Milliyetçilerin arasına nifak sokamadıkları için de, sanki anlaşmazlık, ayrılık
varmış gibi göstermeye çalışırlar. Bu konudaki haberlerini, yorumlarını okuyunca insan gülmekten çatlıyor, bir kimsenin nasıl bu kadar aptal ve geri zekâlı olabileceğini aklı almıyor.
Aslında yazdıklarına kendileri de inanmıyorlar ya... Ne yaparsınız ki gönülleri öyle istiyor.
YE MEMET YE...
Son günlerde, Ülkücü Gençlik Derneği'nin kuruluşu vesilesiyle bazı gazete ve dergiler, deki haber ve yorumlar da aynı gayretin mahsulü idi. Yok efendim «Ülkü Ocakları içinde uzun zamandan beri devam eden anlaşmazlık su yüzüne çıkmış.» Yok efendim «Hilâlciierle MHP'lilcr birbirine girmiş.» Yok efendim «Eylemci grup Ülkü Ocaklarında kalırken, fikirci grup Ülkücü Gençlik Derneği'ni kurmuş.» v.s. v.s.
POL-BİR GENEL BAŞKANI CEMİL CEYLAN İLE BİR GÖRÜŞME
"Polis Devletin Polisidir,,
DEVLET — POLBİR hangi ihtiyaca bir naen kuruldu, bu konuda kısa bir açıklama yapar mısınız?
CEYLAN _ POL-BİR polisde birliği beraberliği sağlamak, polisi bölmek isteyen bazı sözde polis derneklerinin bölücü faaliyetlerini önlemek
için kurulmuştur, bu yönde faaliyetlerine devam etmektedir.
POL-DER isimli sözde polis Derneği de poliste birlikten beraberlikten ağzının kenarı ile bahsediyor. Fakat bildirilerine, yayın organlarına bakıldığında aslında polisle, polis dertleriyle uzaktan ve yakından alâkasının olmadığı kanunlarla yasaklanan bir
ideolojinin uşaklığını yaptığı, siyasi parti kölesi olduğu, yıkıcı, bölücü olduğu açıkça görülür.
Şehit polisler dururken genel kurullarında «DEVRİM ŞEHİTLERİ» adına saygı duruşunda duran Bizim Radyo ve Türkiye Komünist Partisinin ağzıyla demeçler veren, Devletin poii-sine Halkın polisi diyen, polisin haysiyeti, şerefi ile oynamaya ça|lışan bir kuruluş polis adına demeç vermeye yetkili değildir. Bu kuruluş ancak bütün Türkiyedeki 1000-1500 civarındaki kendi zihniyetindeki polisin borazanlığını yapar.
İşte POL-BİR'in kurulma sebeplerinden biri de kamuoyunun bu birkaç borazancının demeçleriyle yanılması-
16 DEVLET — TEMMUZ : 1978
HALBUKİ-
Ecevit Hükûmeti'nin kurulmasıyla, İktidar, Bakanlarıyla, valileriyle ve bütün destekçi-leriyle ülkücü gençliğe ve Ülkü Ocaklan'na karşı hücuma geçmişti. Bu hücumları bertaraf edebilmek, bu husustaki teşebbüsleri akim bırakmak ve yapılanlara karşı tedbir ol. mak üzere Ülkücü Gençlik Derneği kuruldu. Bir fikir ay. nlığı, bir anlaşmazlık mevzu, bahis değildi. Nitekim yeni derneğin Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, Genel Başkan
Yardımcısı Abdullah Çatlı, Genel Sekreteri Haşim Akten ve diğer yöneticileri, daha önce Ülkü Ocakları'nın yöneti
cisi idiler.
Kendisiyle konuştuğumuz Ülkücü Gençlik Derneği Genel Sekreteri Haşim Akten, yeni derneğin kuruluş sebebini, «Bazı gayretkeş yetkililerin Ülkü Ocakları üzerin, deki kanunsuz oyunlarım boşa çıkarmak, ülkücü gençliğe yeni bir dinamizm kazandırabilmek için Ülkücü Gençlik Derneği olarak teşkilat
lamdık.» şeklinde açıklıyordu.
ÜGD'nin kurulmasıyla Ülkü Ocakları'nın işi bitmiyordu. Ülkü Ocakları da mücadeleye devam edecekti. Bu konuda, Ülkü Ocakları Genel Başkanı Lütfü Şahsuvaroğ-lu. «Ülkü Ocakları Türk Mil-leti'ne mâlolmuş, şanlı bir geçmişi olan, Türk genç. liginin teşkilatı olmak görevini bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da yerine getirecektir.» diyor; UGD Genel Sekreteri ÜOD hakkındaki gödüşlerini «Şunu da ifade
nı örmemek, Türk polisinin binbeşyüz kişiden ibaret olmayıp onbinlerle İfade edildiğini göstermek, bu «MOSKO-VA-ÇİN» piyonlarının polisin itibarını sarsmalarına meydan vermemektir.
DEVLET — Basında, Polis teşkilat ı içinde bazı ideolojik çatışmalar olduğu yer almaktadır. Bu konuda ne düşünüyorsunuz ?
CEYLAN — Polis içinde bu tip çatışmalar çıkartılmak istenmektedir. Israrla yaratılmak istenmektedir. Bir
tarafta yukarıda isminden bahsettiğim MOSKOVA borazancısı sözde ve güdük bir derneğin polislikten başka her türlü işle uğraşan üyeleri, bir tarafta bu şahıslar tarafından tahrik e-dilmek istenen, Devletinin polisi olduğu şuurundaki onbinlerce Türk Polisi. Bu, sayısı çok az olan karanlık emelli şahısların Emniyet Teşkilatı içinde eriyip gitmeleri bu iktidarın ve bazı solcu kuruluşların desteği olması mesele değildir. Sayın Başbakan tarafından YIKICI—BÖLÜCÜ bu derneğin TV. de övülmesi Emniyet teşkilatının % 90 nını teşkil eden Devletinin polisi olduğu şuurundaki imanlı inançlı polislerin karalanması ve tehdit edilmesi ibret vericidir.
Fakat biz yine de bu tahriklere kapılmayıp sadakatle görevimizi yürüt, mek azmindeyiz.
DESTEĞİMİZ HERHANGİ BİR SİYASİ PARTİ DEĞİL, BÜYÜKLÜĞÜNE İNANDIĞIMIZ TÜRK MİLLETİDİR.
DEVLET — Polisin dan ne alıyorsunuz?
tarafsızlığın
CEYLAN — Polisin tarafsızlığından anladığımız ve savunduğumuz husus şudur.
POL—DER'in dediği gibi polis ne «HALK'ın» ne her hangi bir siyasi partinindir, ne de iktidarın kölesidir. Polis DEVLETİN POLİSİDİR.
Polisin yetkisi, görevi kanunlarla belirtilmiştir. Polis günlük politikanın, politika cambazlarının aleti olamaz. Polis, Anayasa, kanun ve diğer kuralları hiç kimsenin manevî baskısı altında veya nüfuzu altında kalmadan uygulayabiliyorsa tarafsızdır.
Şu an iktidar yanlısı valilerin ve sayın İçişleri Bakanının yanlı, tama
men hissi hareketlerini ve uygulamalarını hergün üzülerek defalarca gö
rüyor ve kendilerini kınıyoruz.
Kendileri bir gün gideceklerdir. Politikacıdırlar. Fakat Polis öyle değil. Devletin Polisidir. Yine kalacaktır. Yine Devletinin Emrinde milletine hizmet yapacaktır. Daha fazla bu teşkilatı yıpratmaya çalışmasınlar.
DEVLET Teşekkür ederiz.
DEVLET — TEMMUZ : 1978 17
M H H n H H j H H H H |
Ecevit : «Hem Amerika, hem Rusya hem de Çin !»
DIŞ POLİTİKA
Rusya gezisinin geride bıraktığ
edeyim ki, Ülkü Ocakları'r.ıu mücadelesi de devam etmektedir. Bu Ocak* ar söndürü-lemiyecektir.» şeklinde ifade ediyordu.
AYNI YOLUK YOLCUSU.... Bulun engellemelere, iftira
lara, işkencelere ve zulme rağr^en. milliyetçilerin mü-cadelcsi devam edecekti. Bir ve bütün olarak, tefrikaya düşmeden, hiçbir şeye aldırmadan faaliyetler devam ediyor. Kim ne derse desin, ÜGD ve ÜOD aynı bütünün parçalan, aynı yolun yokuşudurlar. Kardeşler. ÜGD Genel Sekreteri Akten, «Ülkü Ocak" ları'nm bugüne kadar şerefle taşıdığı Türk Milliyetçiliği bayrağını, bundan «sonra, hedefe vanıcaya kadar birlikte taşıyacağız.» diyordu. ÜOD Genel Başkanı Şahsu-varoğlu da farklı düşünmüyor: «Gençlik ve toplumun diğer kesimleri olarak Ülkü. cü Hareket teşkilatlanmaya gitmiştir. Kurulan bütün ülkücü dernekler, aynı dâvanın ayrılmaz parçalarıdır. Dolayısıyla, Ülkü Ocakları i!e Ülkücü Gençlik Derneği'nin birbirlerinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir.»
Dedikodular, iftiralar de-vam ederken, Ülkücü Gençlik Derneği Anadolu'nun her tarafında şubeler açmağa başladı. Bu konuda oldukça hızlılar. Nitekim, Genel Sekreter Akten de, «Ülkücü Gençlik Derneği olarak, şube sa.
yımız her geçen gün artmakta, Anadolu'nun her yanında süratle teşkilâtlanmaktayız.» diyordu.
DEVLETE
ABONE
OLDUNUZ MU?
18
Başbakan Ecevit, Amerika'dan döndükten kısa bir süre sonra Rusya Seyahatına çık. lı. Daha önceleri Rusya ile saldırmazlık ve askeri anlaşmalar yapacaklarını söylemiş olmalarına rağmen gezinin nihayetinde böyle anlaşmalar olmadığı bunda da daha çok ordunun müessir olduğu ordunun yapı ve starateji-sini değiştiremiyeceklerini söyledikleri söz konusu ediliyor. Sol basının bir kısmının Rusya'nın yayın organıy-mzş gibi desteklediği, bir kışımın ise (maocuların) şiddetle çattığı Ecevit'in Rusya gezisinin hiçte ümit edildiği gibi geçmediği, sol basının gezi başlamadan başlattıkları pet
rol ve elektrik alınacağı hususunu ise havada kaldığı görülüyordu. 1945 yılında Stalin'in Türkiye'nin yalnızlığından istifadeyle tek taraflı olarak saldırmazlık anlaşmasını iptal etmesi, bizden doğu vilayetlerimizden üçünü, boğazda üs kurma hakkını ve komünistlere karşı çarpışan ve Türkiye'ye iltica eden Türkleri istemesi üzerine (ki bunlar sonradan Rusya'ya iade edildi ve kurşuna dizildi) Rusyayla olan münasebetlerimizi bir hayli gerginleştirmiş ve bu gerginlik Türkiye'nin Nato'ya girmesine kadar devam etmişti.
Türkiye'nin Nato'ya girmesinden bu yana Rusya devam-
DEVLET — TEMMUZ : 1978
lı Türkiye'ye yaklaşma teşebbüslerinde bulunmuş, ama bu teşebbüsler zamanın hükü mdler ince hep geri çevril-mistir, -ki buna îsraet Paşa da dahildir.- Şüphesiz ki bu geri çevrilmelerdeki e-sas sebeb Rusya'nın hiç bir zaman samimi davranmaması ve zayıf bulduğu tak. dirde eski isteklerinde ısrar edeceği hususudur.
Bizim, gezinin nihayetinde beklediğimiz, bugün Rusva'-dan yayın yaptığı apaçık belli olan ve yaptığı yayınlarla Türkiye'nin içişlerine müdahale eden malum «Bizim Radyo» ve «TKP'nin sesi» radyoları hakkında takınılacak tavır ve Rusya'nın mezalimi altında bulunan 120 milyon civarındaki soydaşlarımıza yapılan baskının a-zaltılması ve onlara yeni haklar temin edilmesi hususuydu. Yayınlanan bildirilerde ise bu hususa hiç temas edilmediği görülüyor. Bugün Rusya'nın Türkiye'de meydana gelen olaylarda ve doğudaki bölücülük hareketlerinde parmağı olduğu apaçık ortada iken ortak bildirilerde bu hususa hiç temas edilmemesi dikkat çekiciydi. Başbakan Ecevit'in «Herşeyi ben yaparım, ben iyisini bilirim» havası içinde ve kendisine göre dışpolitika çizgisini tayin ettiği, kabine üyelerinin görüşlerine hiç itibar etmediği görülüyor.
Dış politikayı başlıbaşma ve kararh-şahsiyetli bir tabana oturtmak gerekirken, Başbakan meseleyi hiçte öyle mütalâa etmemekte ve «Na. sırvari» bir tavır içerisinde batı blokunu tehdit için Rus-yayla olan münasebetleri bir silah gibi kullanmaya çalışan «acemi» dış politikacı intibaı
nı uyandırmaktadır. Fakat bu kuru sıkı tehditlerin hiç tutmadığı ve Ambargonun görüşülmesinin Temmuza ertelendiği görülmektedir.
Dış politikanın blöflerle değil ancak millî çıkarların gerektirdiği istikamette ciddi, şahsiyetli ve kararlı bir tavırla yürütülürse başarılı olacağı ortadadır. Yoksa her şeyin en iyisini ben bilirim, benden daha iyisini kimse bilemez diye «İlkel devlet» adamı anlayışıyle netice alması mümkün değildir.
DEVLETE
ABONE
OLMAK İÇİN
21849 no.!u
Posta çeki hesabına
100 TL. yatırmanız
Kâfi
j ^ J İ UaHM\^.<S> j
DEVLET — TEMMUZ : 1978 19
AYIN RÖPORTAJI ÜLKÜ-TEK Genel Başkanı Hamdi Ayan'la bir konuşma
«Petrolümüz Yabancı Şirketlerin m
m
İnsafına Bırakılana»
DEVLET — Sayın Ayan, son günlerde kamuoyunda tartışılan ATAŞ Rafinerisi ile ilgili görüşlerinizi açıklar mısınız
AYAN — ATAŞ Rafinerisi % 56 Mobil, % 27 Shell ve °/o 17 BP'nin iştiraki olan bir arıtma tesisidir. Bunun dışında İPRAŞ, ALÎAGA ve BATMAN rafinerileri vardır. Bu rafineriler ise devlet yatırımıdır. ATAŞ'ın, işlenen ham petrol içindeki payı % 29,8'-dir.
Yabancı şirketler ülkemizde arama ve işleme faaliyetlerine 1954 yılında çıkarılan 6326 sayılı kanunun verdiği yetkiye dayanarak başlamışlardır. O günden bu yana yabancı petrol şirketlerinin ruhsat almış olanlarının bazıları geri dönmüş, bazıları ise faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Yabancı şirketlerin ülkemizde arama faaliyetlerine dönük yatırımları oldukça azdır. 1963 — 1973 yılları arasmda yaklaşık 700 milyon TL. civarında arama faaliyetlerine yatırım yapmışlardır. 1 Milyar TL. civarında üretime dönük yatırımları ve ülkemize malzeme olarak soktukları mallan vardır. 1974 yılı sonu itibariyle yabancı sermayenin petrol
alanında yaptığı yatırım 2,4 milyar dolayındadır.
Bir de yabancı şirketlerin transferlerine bakacak olursak, getirdikleri ve götürdükleri arasında mukayese imkânı bulabiliriz. 1974 yılı itibariyle kâr ve sermaye transferleri olarak 1,6 milyar, kredi, faiz ve taksit transferleri olarak da 0,5 milyar olmak üzere yaklaşık olarak 2,1 milyar civarında transfer yapmışlardır. Yabancı şirketlerin mal varlığının olduğu gibi durduğu düşünülürse, transfer miktarının yüksekliği konusunda daha iyi fikir edinmiş oluruz.
Bir diğer önemli husus, ülkemizde arıtılan ham petrolün pazarlanması meselesidir. 1974 5'ilı itibariyle petrol ü.
Tünlerinin % 67'si yabancı petrol şirketlerince pazarlan-maktadır. Türkiye'de arama faaliyetlerine hiç katılmayan BP, mamul ürünlerin % 10'-dan fazlasının pazarlamasını yapmaktadır. Yabancı petrol şirketlerine ait olan ATAŞ rafinerisinin arı tma işlemlerini yaptığı ham petrol miktarının % 29'8 olduğunu söylemiştim Pazarlamasını yaptıkları petrol ürünleri ile ATAŞ rafinerisinde arıtılan petrol ürünleri
farkı bizim rafinerilerimizde arıtılan petrol ürünleridir. Yabancı şirketler bizim petrol ürünlerimizin de pazarlamasını yapmaktadırlar.
Yabancı petrol şirketlerinin durumunu böylece tespit ettikten sonra ATAŞ meselesine yaklaşımımızı Türkiyemi-zin petrol meselesine bakışımızla birlikte ele almak gereğine inanıyorum.
DEVLET — Sayın Ayan; mevcut şartlarda memleketimizin çıkarlarım koruyacak ve uzun vadede petrol meselesinin ulaşacağı boyutlar da gözönüne alarak ATAŞ rafine, risi ile ilgili tartışmalara karşı nasıl bir tavır alınmalıdır?
AYAN — Üzülerek ifade e-deyim ki, devlet olarak şimdiye kadar diğer bir çok konuda olduğu gibi hedefleri belli bir petrol politikası oluşturulmamıştır. Bizim bugüne kadar yaptığımız şey, zor durumlarda kaldığımız zaman petrol temin etmeye çalışmak ve petrol meselesine politik — ideolojik amaçlarla yaklaşmak olmuştur. Hal böyle o-lunca esas gözden kaçmaktadır. Memleketimizin gelecekte en önemli meselelerinden birini teşkil edecek olan petrol
konusunda acil tedbirler alınmalıdır. 1977 yılında ihracatımızın tamamına yakın kısmının petrol ithaline gittiği gerçeğini düşünürsek, petrol konusunun ekonomik hayatımız için taşıdığı önem hemen anlaşılacaktır. Gelecek yıllarda tüketim daha da süratle artacak, şimdiden tedbir alınmazsa bu mesele, Türk devletinin başına bir kâbus gibi çökecektir. 1982 yılında, 1977' de 14 milyon ton ve 1 milyar 400 milyon civarında olan miktarın 24 milyon ton ve 2 milyar 139 milyon dolar olarak gerçekleşmesi beklenmektedir. Ancak bu tahminler, fiyatlar bugünkü seviyede kaldığı takdirde gerçekleşebilir. Böylesine ağır bir meseleye siyasi partiler arasında politik amaçlı mücadeleler arasından yaklaşılmaktadır. Bu, o kadar ileri seviyelere götürülmektedir ki, bir siyasi partinin kendi içinde bile politik çıkar çekişmelerinin aleti olarak kullanılabilmektedir.
Meseleye yaklaşım bu şekilde olunca da, maalesef millî bir petrol politikasının tes-biti mümkün olmamaktadır. Birinci derecede önemli olan konu budur.
ATAŞ Rafinerisi ile ilgili o-larak bir müddetten beri devam eden spekülasyonların temelinde yatan hastalık budur. Bir kaç gün arayla aynı şahısların ağzından değişik beyanlar yapılmaktadır. Bu beyanlar, hem içerde, hem di-şarda tutarsız, gayri ciddi bir görüntü sergilemektedir.
Millî bir petrol politikası için engel olarak gördüğümüz bu tutumun değiştirilmesiyle uzun vadede petrol politikamızı iki önemli esasa dayandırmak zorundayız.
Birincisi, tüketim artışını azaltıcı tedbirlere dönük polL tikalardır. Bu konuda en ö-nemli mesele, ülkemize getireceği yükler iyi hesaplanma, dan otomotiv endüstrisinin plansız bir şekilde yurda sokulmasıdır. Halbuki gelişmekte olan ve sanayileşmesi büyük ölçüde dışa bağımlı olan ülkemizde taşımacılıkta temel tercih KÎTLE TAŞIMACILIĞI olmalıdır. Bu sektörün ekonomimize yüklediği yük petrol meselesinden de ibaret değildir. Getirdiği diğer problemler en az o sektöre yapılan yatırımlar kadar yeni yatırımlar gerektirmektedir. Tüketim artışını azaltıcı tedbirlerin bir diğer önemli olanı, c-
lektrik enerjisi üretiminde petrolün payını azaltacak tedbirlerdir. Elektrik enerjisini, birincil enerji kaynakları dediğimiz hidrolik ve kömüre dayalı olarak üretmek zorundayız. Bir diğer tedbir, günlük hayatta petrol tüketimini a-zaltacak ve iktidarların kitle haberleşme vasıtalarını da iyi değerlendirerek insanlarımızın bu konuda tutumlu davranmaya sevkedilmeleri-nin temin edilmesidir. İktidarların bu konuda alacakları birçok tedbir vardır.
ikincisi, üretimi arttırıcı tedbirlere dönük politikalardır. Bu konuda petrol aramalarına hız verilmeli ve millî sınırlarımız içinde petrol arama, a r ı tma ve pazarlama işlemlerinin bütünüyle millî kaynaklarımız seferber edile-ıck devlet eliyle yapılmalıdır.
Geleceğimizi çok büyük ölçülerde etkileyen petrol meselesini yabancı şirketlerin insafına terkedemeyiz.
Modern tekniğin ve teknolojinin memleketimize sokulması için devlet imkanları bu konuya birinci derecede ö-nem atfedilerek seferber edilmelidir.
Petrol araştırmaları ülkemizde yeterli derecede yapılmamaktadır . Bu konuda yapılacak yatırımlardan kaçınılmamalıdır. Bulunabilecek bir tclv kuyunun bile yapılan yatırım harcamalarını kısa zamanda karşılayabileceği gözden uzak tutulmamalıdır.
Petrol Dairesi, TPAO ve MTA'nın konuya ilişkin çalışmaları birleştirilmelidir.
OPEC ülkeleri karşısında kurulmuş olan ve bir tavır ifade eden enerji ajansından çıkılmalı, petrol üreten Müslüman ülkelerle ilişkilerimiz millî hedefler istikametinde geliştirilmelidir.
ENERJİ
Baykal ne demek istiyor?.. Türk kamuoyunu son aylar
da meşgul eden hususlardan başta gelenlerden biri de şüphesiz petrol darlığı ve ATAŞ konusu. Kendisini CHP iç muhalefet hareketinin lideri olarak kabul eden Deniz Baykal, yapacağı bir takım sivri çıkışlarla kendini daha iyi kabul ettireceği ve Genel
Başkanlık için vereceği mücadelede daha sağlam kozlara sahip olacağını zannetmektedir.
Hükümetin diğer hususlarda olduğu gibi iktisat politikasında da ne yapmak istediği anlaşılmamaktadır. Muhalefetteyken, hükümetleri A-merikancılık ve Sermaye u-
şaklığı ile suçlayan, memleketi çok uluslu şirketlere sattıklarını iddia eden bugünkü iktidar sahiplen «Yabancı sermayeye düşman değiliz» diyebilmektedir.
Sayın Bülent Ecevit'in A-merika'yı zirayetleri sırasın
da ABD Başkan'ı Carter ile «İç kabine» toplantısı gibi çok mahrem toplantılar yaptığı Dünyayı idare eden Çok uluslu şirketlerin yöneticileriyle yatlarda yemek ye. yip, «Biz yabancı sermayeye düşman değiliz, memleketimiz her türlü yabancı sermaye yatırımına açıktır» diye açık bono verdiği söylenmektedir.
Bir taraftan böyle yabancı
MHP GENEL SEKRETER YARDIMCISI VE TÜRK - METAL SENDİKASI TEŞKİLATLANDIRMA SEKRETERİ AVNİ ÇARSANCAKLI İLE BİR KONUŞMA
" Ecevit işçiye en büyük Saygısızlığı yapmıştır.,,
DEVLET — Sayın Avni Çarsancaklı, basında sık sık sendikaların bir şikayetleri yer alıyor. 1978 yılı kamu kesimi top. lu sözleşmelerinin çok uzamasından şikayetçiler. Bu şikayetler doğru mu?
ÇARSANCAKLI — 1978 yılı değişik ve bir çok işkolunda çalışan 540 bin kamu kesimi işçisinin toplu iş sözleşmesi dönemidir. Sözleşme müzakerelerinin bir kısmı 1977 Kasım ayından, büyük kısmı Ocak 1978'den beri devam etmektedir. Bu kadar yüksek sayıda işçinin toplu söz. leşmesinin uzamasına 1961 yılından bu yana ilk defa rastlanmaktadır. Komünist sendikaların ideolojik çıkar sağlamak için uzattıkları sözleşme müzakereleri hariç tutulursa, toplu sözleşme düzenimizin e. mekleme devresinde bile müzakereler bu kadar uzamamıştır. Sendikaların şikayetleri doğrudur ve şikayet etmekte haklıdırlar.
DEVLET — Peki bu şikayetlerin aslı nedir?
ÇARSANCAKLI — Toplu iş sözleşmesi düzeni hürriyetçi rejimlerin vazgeçilmez bir müessesesidir. İşçi ve işverenler otururlar, hiç bir müdahaleye maruz kalmadan pazarlıklarını yaparak sözleşmelerini imzalarlar. Toplu sözleşme düzeninin ülkemizde uygulama biçimi 1977 yılı sonuna kadar böyle olmuştur.
1978 yılı başında oy almayı değil, milletvekili ayartmayı iyi beceren bir siyasi ekip iktidar olmuştur.
Daha önce işçiden yana olduğunu söyleyen, düzeni işçiden yana değiştirmeyi vaadeden bu siyasi ekip, özellikle Ecevit, iktidara gelince muhalefetteki tutum ve davranışlarının tam tersi bir yola girmiştir. İşçilerin toplu sözleşmelerle istedikleri ücret artışına bir sınır getirme kararında olduklarını açıklamıştır.
DEVLET — Ecevit'in ücret sınırlama, sı arzusuna karşı sendikaların genel tavrı nedir?
22 DEVLET — TEMMUZ : 1978
sermayeye açık bono vereceksin, diğer taraftan dünyanın en büyük çok uluslu şirketlerinin (BP, Mobil, Shell) sahibi bulunduğu ATAŞ'ı devlet-leştireceksin. Bu mümkün değildir. Mümkün olmadığı da mevcut neticeden belli olmaktadır. Elinde hiçbir koz bulunmadan sen burada ATAŞ'ı devletleştireceğim diye blöf çekerken İktidarın baş sorumlusunun yatlarda çok u-luslu şirketlerin yöneticilerine teminat verdiği söylenirse böyle bir devletleştirme olması mümkün değildir. Üstelik 1974 yılında kurulan CHP-MSP iktidarında Maliye Bakanı olan Deniz. Baykal Os
manlı Bankası'ınn Türkiye'deki çalışma süresini uzatarak, yabancı sermayeye karşı olan tavrını da o gün ortaya koymuş bulunmaktadır.
CHP ağırlıklı sözde reformist hükümetin yıllardan beri dillerine doladıkları Toprak ve Tarım Roformu hususundaki tavırları gibi ATAŞ konusundaki samimiyetsizlikleri de bütün çıplakhğıyle ortadadır. ATAŞ elbette millileş-tirilmeli ve çok uluslu şirketlerin Türk milletini sömürmesine fırsat verilmemelidir. Ama bu böyle gayriciddi ve parti içi hesaplara dayanan kararlarla değil; sağlam bir dünya görüşünden kaynakla
nan ciddi, kararlı ve tutarlı bir ekonomi politikası takibiyle mümkün olabilir.
Baykal : Petrol yok, lâf çok
ÇARSANCAKLI — Kamu kesiminde ücretleri sınırlanmak istenen işçilerin tamamı Türk-îş'e bağlı sendikaların üyesidir. Sendikaların tamamı ayrı ayrı veya ortak açıklamalarla ücret sınırlamasının mevcut şartlarda mümkün olamayacağını belirtmişlerdir. Türk.îş Yönetim Kurulu da İzmir'de yaptığı toplantı sonunda yayınladığı bildiride ekonomik istikrar sağlanmadan, fiat artışları durdurulma
dan ücret artış isteklerine müdahaleyi kabul etmeyeceğini açıklamıştır.
DEVLET — Ama, Türlctş Başkanının Ecevit'le görüşmesi sonunda yaptığı açık. lamalarla, Türk-İş Yönetim Kurulu ve sendikaların açıklamaları çelişmiyor mu?
ÇARSANCAKLI — Sayın Halil Tunç, gerek son Türk-tş Genel Kurulunda ve gerekse son günlerde ülkemizin en çok satan magazin gazetesine söylediği gibi hastadır. Yine kendisinin belirttiği gibi rahatsızlığı ciddi boyutlara ulaşmıştır. Allah şifa versin, bu rahatsızlığı sebebiyle akşam söylediği ile sabah söylediği birbirini tutmamaktadır . Sayın Tunç'un söylediklerinin yanlışlığını Türk-îş Yönetim Kurulu da tesbit etmiş olmalıdır ki, son yayınlanan bildiri Tunçla Türk-îş Yönetim Kurulu'nun ne kadar birbirine ters düştüklerini açıkça ortaya koymaktadır. Sağlıklı düjşünen, doğru düşünen herbiri bir sendika Genel Başkanı bulunan Türk.îş Yönetim Kurulu üyeleridir. Her halde Halil Tunç değildir. Çelişki sayın Tunç'un kendisindedir ve rahatsızlığından ileri gelmektedir.
Yoksa Halil Tunç rahatsız olmasa, iktidarlara kafa tutan, bülbül gibi konuşan, genel grev tehditleri basan Halil Tunç, bu gün de bu havayı atardı.
Bu sebeple siz Sayın Tunç'un söylediklerinin Türk-İş topluluğunu değil, kendisini ilgilendirdiğini kabul ediniz.
DEVLET — Ecevit'in ücret artışları, na sınır getirme kararı karşısında sen. dikalann bundan sonra tavn ne olabilir?
ÇARSANCAKLI — Ecevit muhalefette iken ücret artışlarına sınır getirilme isteğini işçiye yapılan en büyük saygısızlık saymıştır. Bu sözleri Türk-İş Genel Kurulunda alkışlanmıştır. Yani Türk-İş topluluğu ücret artışlarına sınır getirme isteğini kendisine yapılan en büyük say. gısızlık saymıştır. Sendikaların yaptığı
açıklamalarda da bu tekrarlanmıştır. Sendikalar sorumluluğa sahip kuruluşlardır. Ecevit'in işçilere «istediğiniz kadar ücret isteyiniz» dediği dönemlerde bile sendikalar sorumluluk içinde sözleşmelerini imzalamışlardır. Sendikalar o gün de, bu gün de devleti bat ı rma değil, yaşatma sorumluluğu içindedir. Devlet kalıcıdır, siyasi iktidarlar geçicidir. Sendikalar siyasi iktidarlardan yana olmayabilirler. Ama devletten yanadırlar. Devletin yaşaması ve devamlılığında titizdirler. Sendikalar, üyeleri adına başlattıkları, kanunlarımızın teminatı altındaki sözleşme görüşmelerini sürdürecek, gecikmiş de olsa üyelerine belli bir hayat standardı sağlayacak sözleşmelerini imzalayacaklardır.
DEVLET — TEMMUZ : 1978 23
EKONOMİK DU VE TABAN FİYAT POLİTİKASI
Dr. RASİH DEMİRCİ
T ürkiye'de son altı ayda alman ekonomik kararlar fiyatları yükseltici ve halkın
refahını düşürücü mahiyette olmuştur. Esasen ekonominin bünyesini değiştirici tedbirleri almadan, yapılacak iktisadî müdahalelerin, zaten çıkmazda olan ekonomik durumun daha da kötüleşmesine yol açacağı tabiîdir. Mevcut ekonomik yapı ihracatın hızlı artmasını engel, lerken, aynı zamanda tüketime dönük ve ara malları ithalatına bağlı olan sanayimiz de, ithalatımızın süratle artışına sebeb olmaktadır. Bu yapıda devalüasyon gibi tedbirle dış Ödemeler dengesini düzeltmek çabalarının boşa çıkması söz konusu olmaktadır . Devalüasyon dahil, alman bütün ekonomik kararların, dış ödemeler dengesindeki darboğazın dış krediler yoluyla giderilmesi amacıyla, milletlerarası kredi kuruluşlarının ve yabancı devletlerin baskısı ile alındığı şüphesizdir. Türkiye'nin bağımsızlığı ve devlet haysiyetinin korunması konusunda yapılacak tartışmaları bir tarafa bırakırsak, en azından alınan bu kararlar, üretim hacmini artırıcı, ekonomik yapının sebep olduğu kaynak dağılımını değiştirici tedbirler almadan, vergi ve ücret politikaları yeniden gözden geçirilmeden, aceleci ve ciddi bir incelemeye dayanmaksızın uygulamaya konulmuştur. Neticede ihraç gelirlerimizde ve hattâ işçi dövizlerinde beklenen artış olmamış, dış ticaret açığında meydana gelen azalma ithalatın kısılması neticesinde gerçekleştirilmiştir. Ancak gerçekleşen ithalat, sanayinin ihtiyacına cevap vermekten uzak kalmış, ayrıca yatırımlar yavaşlamış, işsizlik artmıştır. Ekonomide kullanılmayan kapasite boşluğu sebebiyle üre
timde meydana gelen düşmeler, arz yetersizliğini doğurmuş, bunun neticesinde maliyetlerdeki artışlara ilâveten üretim düjşüşü sebebiyle de fiyatlar hızla yükselmiş, yani, enflasyon kö-rüklenmiştir. Diğer taraftan hükümetin tedavülden para çekme politikası, yüksek fiyat seviyesinde ekonomide bir durgunluğa yol açmış, enflasyon içinde durgunluk dönemi başlamıştır.
IV A illetlerarası kredi kuruluşlarının, kredi musluklarının açılabilmesi için
ekonomimizde alınması gereken tedbirler paketi içerisinde şart koştukları tedbirlerden biri de , kamu iktisadî kuruluşları (KÎT) mallarına zam yapılması yanında tarım ürünlerine düşük bir taban politikası uygulamasıdır. Esasen sadece fiyat aracılığı ile tarım ürünlerini desteklemekle, tanm kesiminde gelir dağılımındaki dengesizlik ve gelir düşüklüğü meselesi çözümlenemez. Yine tarımda bün-
yevi bozukluklar ortadan kaldırılmadan fiyat aracılığı ile tarımın desteklemesine çalışmak ve bu yolla birikecek sermaye ile ekonomik yapının değişeceğini ummak hatalı bir davranıştır. Bu bakımdan fiyat desteğinin ancak mecburî hallerde kullanılması, ağırlığın fiyat dışı destekleme vasıtaları üzerinde toplanması, bazan da her ikisinin uyum halinde kullanılması gerekir.
L la l böyle iken, devletin hem genel ekono-' mik yapıyı ve hem de tarımın çarpık bün
yesini islâh edici hiçbir tedbir alınmazken, taban fiyat politikası uygulamasında birbiriyle çeli-
24 DEVLET — TEMMUZ : 1978
şen kararlar olmaktadır. Bir taraftan üretilen çayın tamamı dahilde tüketilemez ve tüketim fazlası çay da kârlı olarak dışarıya ihraç edile, mezken, çay üretiminde lüzumundan fazla ve kaliteye önem vermeyen isabetsiz bir fiyat politikası, bu yıl da yürürlüğe girmiştir. Şüphesiz hükümetlerin 135 bin Doğu Karadenizli ailenin geçiminin çaya bağlı olmasının idrakinde olması bu neticeyi dolğurmuştur ama, bu kararda —devleti her yıl milyarlarca zarara sokma pahasına da olsa— politik hesapların olmadığı söylenemez.
P\iğer taraftan hükümetin hububat için ilân ettiği taban fiyat seviyesi maliyetin altın
da kalmıştır. Zira geçen yıla nazaran tohum, luk fiyatları % 20 artmış, 1978 yılı ilkbahar gübrelenmesi için gerekli gübrenin tedariki konusunda ortaya çıkan zorluklar sebebiyle serbest piyasada gübre fiyatları, resmi fiyatların çok üstünde oluşmuş, ziraî makina ve ekipman fiyatlarında ortalama % 50,1 bir artma görülmüş, mücadele ilaçlarındaki artış ise % 32,4 u bulmuştur. İşçilik de artan refah seviyesine paralel olarak en azından % 50 artmıştır. (1977 de tarımda asgarî günlük ücret 60 TL iken 1978 de 90 TL ye yükselmiştir). Keza özellikle çiftçiler için önemli olan motorine geçen yıla göre % 90 oranında zam yapılmıştır. Girdi fiyatlarındaki bu artışlar 1978 yılı hububat ürünü maliyetine önemli ölçüde tesir etmiştir. Buna karşılık hükümet bölgelere göre farklı olarak buğdaya 310-340 kuruş/kg taban fiyatı uygulayarak esasen güç geçim şartları içerisinde yaşayan çiftçinin hayat şartlarını daha da güçleştirmiştir.
REFORMCU CHP'DEN NE HABER?
Toprak Reformu Ne Oldu?
U ç yıl önce Mayıs ayında bu günlerde Toprak ve Tarım Reformu Milliyetçi kadroların eline geçtiğinde sol kesi
mi bir telâş ve korku kaplamıştı. Yıllarca reformun istismarını yapanlar
1974 yılında Toprak ve Tarım Reformu teşkilâtını tam kadro ellerine geçirip bir yıl işgal etmelerine rağmen eski alışkanlıktan olacak iş yerine, istismara devam etmişlerdi.
Bir yıl boyunca bir şey yapmamışlar, göstermelik bir kaç bin dönüm tarım arazisi kamulaştırmalar, yıllarca istismar ettikleri köylüye 1 karış toprak vermemiş 1 kooperatif bile kuramamış 1 TL. kredi veya hibe bile vermemişler, ama «toprak işleyenin su kullananındır» diye kendi kendilerine de muhalefet etmişlerdi. Tek başarıları (!) reform bölgesi Urfa'da vatandaş arasına fitne fesat, vatandaşlarla Devlet arasına düşmanlık sokma oldu.
M illiyetçi kadrolar imanla hizmete başlayınca foyaları meydana çıkan
reformistlerin (!) telaşını, solcu ve besleme basın örtmekle görevlendirildi.
Yukarı Mezopotamyanın bereketli toprakları Harran ovasının tozlu yollarına salon sosyalistleri akın ettiler. Topraksız köylüleri Toprak ağasının hükümetidir dedikleri zamanın hükümeti aleyhine konuşturup seri röportajlara başladılar.
İşte birkaç parça
5 Haziran 1975 perşembe günkü Cumhuriyet gazetesinde;
«—Demirel bindi, toprak reformu tekledi. Hökimet küllü ağalari dutiy. Burda ağa geldi, Benimköyde torpaksız'ike diyi müracaat edenlerin anasını dedi»
7 Haziran 1975 Cuma günü aynı gazetede «—Bunlar toprak istiyi ha Biz hökumatin istirhamını istiyik, torpak bekliyik..
Duğday alımları yoluyla şimdiki uygulamada en çok istifade edenler şehirdeki tüke
ticiler ile pazara buğday arzeden büyük üre-ticilerdir. Bu iki gruptan ise hangisinin toplam olarak destekleme politikasından daha fazla faydalandığı, hububatta ülkenin kendi kendi
ne yeterlik derecesi ile arz ve talep elastikiyetlerine bağlıdır. Özellikle buğdayla ilgili uygulama köylü nüfustan ziyade şehirli nüfus yararınadır. Köylüden yukarda belirlenen fiyatlara alınan buğday, aynen 1974 yılında olduğu gibi, daha ucuza (260 kuruşa) satılacak ve aradaki fark hazineden karşılanacaktır. Tabiî ki bu uy. gulamıa, çeşitli suistimallerin ve devlet eliyle bazı kimselerin açıktan zengin edilmesinin, yani haksız kazançların kaynağı olacaktır. Diğer taraftan, bu uygulama, siyasî iktidarın oy aldığı şçhirli nüfusunun tüketimini sübvanse ederken, oy alamadığı köylü vatandaşları bir nev'î cezalandırdığı neticesine götürmektedir ki, bu en azından ahlâk ve fazilet ölçüleri dışındadır. 1
DEVLET — TEMMUZ : 1978 25
Milletin aklı kesmii, hökümat ağalardır şimdi, Bu hökümat kazandı, biz fıkara yandi.
Neden ? Bey senanlisen bizi tutmi, on
ları tuti. Ağaların üzüntüsü. Bilinmiyor.
Saim Kendir (Eski Müsteşar) Bu gün cepheciler feodal ilişkilerden de yararlanmakta, yarın gidilecek bir seçimde ağadan yana olmayı yeğ tutmakta, ağayı küstürmek istememektedir. Topraksız ırgatın sevinci de bundan dolayı yarıda kalmıştır. Ama ağanın sevinci de kısa sürecektir.
Urfa'da 329 köyde 1613 kişiden 1,616,090 dönüm arazinin 1 Kasım 1976 tarihinde kamulaştırıldığı resmen ilân ediliyordu.
1977 yılı sonuna kadar 47 köyde 5539 nüfuslu 1218 aileye 230.897 dönüm arazi dağıtılıyor, 12 kooperatif kurulup bu kooperatiflere 71.349.384 TL. kredi açılarak ve topraklandırılan çiftçiler desteklenerek üretici hale getiriliyordu.
U rfanın çok dağınık kırsal yerleşim deseni yeniden plânlanarak Tarım -Kentleri ve servis köyler, hazırlanan
projelere göre kurulmaya, binalar, tesisler yükselmeye başlıyordu.
Urfa'ya Toprak ve Tarım Reformu 2,5 milyar liralık yatırım yaptırıyor. 260 bin dönüm kuru arazi suya, 225 köy elektriğe 341 köy içme suyuna kavuşuyor, 2447 km. köy yolu, 350 km. yol onarımı, 970 km. yol bakımı 242 km. karayolu, 6 bölge yatılı okulu, 1 temel eğitim okulu, 3 lise, 45 sağlık ocağı ve diğer yatırımlar işletmeye açıldıkça, Araştırma Eğitim hizmetleri yaygınlaştıkça, malum çevreler ve besleme sol basın Harran'ın sıcağı başlarına vurmuş olacak ki ortalıkta görünmüyorlardı
1978 yılının ilk günlerinde olan hadiselerle 8 Haziran 1975 günlü Cumhuriyet gazetesinde aşağıdaki gibi;
«Reformu Acevit istiyi, bu hökümat kazandı, toprak olmadı. Acevit - Acevit... dağ taş inliyor Har randa Acevit diye röpor-
26
taj yapıp röportajın sonuna yazdığı tefrikasının adını REFORM DURDURULAMAZ diye koyan salon sosyalistleri büyük bir sürprizle karşılaşıyordu.
T oprak işleyenin - su kullananındır diyen büyük Umud Ecevit Hükümeti REFORM DURDURULMUŞTUR diyor
du. Dışa bağlı sömürücü sanayicilerin, bizzat toprak ağalarının kucağında kurulan Ecevit hükümeti toprak reformunu malum otellerin odasında unutmuş daha doğrusu bir daha açılmamak üzere kilitlemiş bulunuyordu.
Anayasa Mahkemesi 1757 sayılı Toprak Tarım Reformu Kanununu 10 Mayıs 1977 tarihinde iptal etmiş ve kanun 10 Mayıs 1978 de yürürlükten kalkmıştı. Eski kanunla birlikte yeni kanun tasarısı da otel odasına kilitlendiği için değil parlementoya sevkedilmek, henüz bakanlar kuruluna dahi
I gelmemiştir.
Fakat Sayın Ecevit'in dediği oluyordu; Ecevite göre toprak işleyenindi. Bu güne kadar toprağı ağalar işliyordu. Ecevit iktidarda olduğu sürece de toprak toprak ağalarının olacaktı.
B u konudaki diyeceklerimizi şimdilik aynı gazetenin 5 Haziran 1975 perşembe günkü nüshasından aldığımız
; şu bölümle bitirelim. il
«Sancı insanın insan olmasından doğmaktadır. Ülkenin iç dinanizminde iki temel çelişki vardır, biri dışa bağlı sanayileşme
i nin Türkiye burjuvazisi ile uluslararası ser i mayenin yarattığı çelişki, diğeri sanayici -
toprak ağası çelişkisidir. Güneydoğuda sancı bu ikinci uzlaşmazlıktan kaynaklanmaktadır. İnsanın insan olmasından ayrı olarak ve Harrandaki sancı Ankara'ya değin uzanmakta cephe iktidarının en kesin ve uzlaşmaz çelişkisini doğurmaktadır» diyordu sayın röportajcı.
I . , Şimdi sayın yazarın bahsettiği sanayi
ci toprak ağası çelişkisinin aksine Sanayici - Toprak ağasının ilişkisi sonucu gayri meşru çocuk gibi doğan Ecevit hükümetinin bu tutumu karşısında öyle zannediyoruz ki asıl Sancı sayın yazarda başlamış olacaktır.
DEVLET — TEMMUZ : 1978
BUGÜN NE YAPACAKLAR? Aşağıda metnini yayınladığımız bildiri; Başbakan Bülent Ecevit'in, CHP
Genel Başkanı olarak 20 Kasım 1975 tarihinde yayınlanan bir basın bildirişidir. Aslı olmayan bir takım hadiselere dayanarak yayınlanan bu bildirideki bahis konusu edilen hususlara muhatap olanlar, şimdi ne yapacaklar ve 6 aylık iktidarları döneminde ölen öğretmenlerin hesabını kim verecek?
".' Mi!»
F iSlP^Il—il 1 i
CuTntıiHıyel Halk P&M.'
CHP GENEL MERKEZ BASIN BÜROSU
«Milliyetçi Cephe Hükümetinin kuruluşundan beri, ülkemizde öğretmen kıyımı, daha önce kullanılan mecazi anlamının ötesinde, gerçek bir can kıyımı boyutla, larına ulaşmıştır. Altı aylık Cephe Hükümeti döneminde altı öğretmen öldü. rülmüştür; sayısız öğretmen saldırıya uğramış ve yaralanmıştır.
Öğretmenlerin can güvenliği de görev güvenliği de kalmamıştır.
Birçoğu kış ortasında olmak üzere beşbinin üzerinde öğretmen sürgün edilmiştir. Birçok evli öğretmenler ayrı ayrı illere atanarak aile birlikleri ve mutlulukları sarsılmıştır. Ellinin üzerinde öğretmen açığa ahnnıışt ir.
Bir yandan gençlere yöneltilen saldırılar, kışkırtmalar liselere, ortaokullara kadar uzanmaktadır; öbür yandan genç. lerimizi, çocuklarımızı yetiştiren öğret, menlerle öğretmen olmak üzere eğitim gören gençler en ağır baskılarla ve zulümle canlarından bezdirilmektedir, öğretmenlerimizin çalışma heveslerini kırmak, üstün görev bilinçlerini sarsmak için her çareye başvurulmaktadır. Öğretmenler küskün insanlar durumuna itil. inekledirler.
Cumhuriyet Halk Partisi, Türk toplumunun çağdaşlaşmasında öncülük ödevini yüklenen ve her çileye katlanarak bu ödevi başarıyla yerine getirmeye uğraşan Türk öğretmenlerinin insanca yaşama haklarını, can ve görev güvenliklerini ko. rumak üzere her çabayı göstermeğe, öğretmenleri, gençleri ve çocukları Cephe Hükümetinin ve partilerinin zulmüne
karşı savunmak üzere, demokrasi kuralları içinde etkin bir mücadele açmağa kararlıdır. Fakat CHP'nin tek basma yü. rüteceği mücadele yeterli olmaz.
Öğretmenler, haklarını savunurken en büyük gücü, kendilerine çocuklarını emanet eden halktan alacaklardır. Halkla bütünleşmek ve girişimlerini halkın benimseyeceği ve destekleyeceği yöntem, ler ve üslûp içinde yürütmek, bu bakım, dan, öğretmenlerin en başta göz önünde tutmaları gereken İlkedir.
Bunun yanısıra, anaların babaların, okul-aile birlikleri ve okul koruma dernekleri içindeki çalışmalarında öğretmen haklarının korunmasına öncelik vermeleri, zalim bir hükümet karşısında öğretmenler için en büyük güvence olacaktır. Anaların- İmhaların bu görevi etkin biçim, de yerine getirmeleri, bu amaçla örgüt, lenmeleri, kendi çocuklarının esenliği ve eğitimi bakımından olduğu kadar, demok. rasimizin yaşaması bakımından da zorunludur. Öğretmenleri yalnız bulduğu vakit ezebilen bir hükümet, öğrenci ailelerini de öğretmenlerin kararlı koruyucuları o-larak topluca karşısında gördüğü vakit, daha insanca ve demokratik bir davranış içine girmeğe mecbur olacaktır.
Öğretmenlere yapılan baskılar, ge. nellikle ders yalı içinde görev yerlerinde yapılan değişiklikler, okulların iyi çalışa. bilmesini engelleyici ölçülere vardığın
dan, hat tâ bu nedenle bazı okullar kapandığından, derneklerin bu sorunla ilgilenmeleri, görev ve sorumluluklarının gereği hâline gelmiştir.»
DEVLET — TEMMUZ : 1978 27
BİRAZ H A Y S İ Y E T
T ERBİYE ve kültür muhtevası itibariyle aslî hüviyetini «yabancı» olarak teşhis ve
tesbit ettiğimiz standart Türkiye aydınını za. mânın akışı ve hâdiselerin seyri içinde gözetlediğimiz zaman, dehşet ve tiksinti verici bir haysiyet buhranı manzarası ile karşılaşıyoruz. Bu manzaranın içinde iyinin, kötünün, doğrunun, yanlışın, faydalının, zararlının ölçüsü yok tur. Sağlam şahsiyetin esâsı, prensiplerde açıklık, tutum ve davranışlarda devamlılık ve istikrar ise, bunları bizim aydınımızda göremezsiniz. Bir zaman için «iyi» olan, kısa bir süre sonra kötü'dür. Bir kişi için «doğru» sayılan bir davranış, aynı durumdaki bir başkası için «yanlış» sayılır. Bir iktidarın sevap ve fazilet hanesinde kayıtlı bir icraat, bir başka iktidarın günah ve seyyiat hânesindedir.
İnsicamlı, tezatsız bir mantık ve muhakeme, ilmî zihniyet, akl-ı selim, hissi selim, zevk-i selim gibi bir takım mefhumlara, yetkin insan ölçülerine inanmışsanız, ömrünüz, gününüz hayretler, şaşkınlıklar, öfkeler ve üzüntüler, kısacası hicran ve hüsran içinde geçecek demektir. Çünkü her an ve her vesile ile muhatap bulunduğunuz «standart kafa», birinden diğerine kat'iyyen geçilmez bir takım kompart-manlardan teşekkül etmiştir. Her meselede, şartlanmasına göre, bunlardan biri çalışır; ö-bürlerini harekete geçirmek asla mümkün değildir. Aklın mukayese melekesi dumura uğramış gibidir. Allah korkusu ve kuldan utanma duygusu ise bu semte hiç uğramamıştır !
MESELÂ bu kafaya göre, Sultan Hamid kötüdür, «Kızıl Sultan»dır. Çünkü 1877-
de Osmanlı - Rus Harbi'ni bahane ederek Mec-lis-i Mebusan'ı dağıtmış ve otuz küsur sene toplamamış, memleketi şahsen idare etmiştir. Hürriyetleri kısmış, demokrasiye taraftar olmamıştır... Bu hükmün doğru veya yanlış olduğunu esastan tartışmaya lüzum yoktur; doğru kabul ederek aynı hürriyet - perverlik veya «özgürlükçülük», aynı meşrûtiyetçilik veya demok
rasi inancı içersinde, başka şahısların ve devirlerin, meselâ 1908 Ihtilâli'nin ve II. Meşrûtiyet'' in patronu İttihat Terakki devrinin veya 1946 - 50 ye kadarki tarz-ı idaremizin ve mes'ullerinin değerlendirilmesini isterseniz, hükmün tamamen tersine dönmüş olduğunu görürsünüz. Bu defa karşınıza hiçbir cihetle demokrasiye lâyık olmayan, geri ve gerici bir halk yığını ile bu halkın kendisine rağmen idaresini «lütfen ve tenezzülen» yüklenmiş, gönüllü olmadığı halde müstebit, fedakâr aydınlar ile kahramanlar tablosunu koyarlar. «Aman zaman, nasıl olur?» diye önceki hükmü hatırlatmaya çalışırsanız, «O başka, bu başka» şeklindeki veciz ve sâde cevap susturulmanıza kâfidir. Bu noktadan sonraki ısrarınız sizi ya çağın dışına veya bir takım ceza tehditlerinin altma sokar. O halde geçiniz.
JT\ İŞ Türkler'den, Esir Türk llleri'nden bah-setmek Turancılık'tır; «çağ dışı» ve tehli
keli bir akımdır. Ama Vietnamlı'ya, Yunanlı'ya, veya henüz adlannı bile öğrenemediğimiz bir kısım Afrikalılar'a ilân.ı aşk edebilirsiniz, dünya işçilerini birleşmeye çağırabilirsiniz; bunun adı çağdaşlıktır, insancıllıktır!
Bilgi olarak bile hazmedilmemiş, hattâ çok kere kulaktan dolma bir «bunalım felsefesi»nin entellektüel pozlarına bürünerek bunalıyorum diye her türlü halt kanştırılabilir, bütün değerler çiğnenebilir; fakat inanmak, inancının huzuru içinde ibâdet etmek ve hele inanca davet, iman için propaganda bağışlanmaz bir cürümdür!
Diskotek ve meyhane ihtiyaçtır da ibâdet, hâne ihtiyaç değildir! Kıçı açık gezen mazurdur, başını örten kabahatli! Çıplaklık tartışılırken şekilcilik kınanır; kılık kıyafet değil, insanın kişiliği önemlidir, denilir, ama sıra baş örtüsüne muhafazakâr giyime geldi mi, kişilik mişilik kalmaz; kılık kıyafet olağanüstü bir ehemmiyet kazanır. En küçük bir müsamahada, maazallah, devrimlerin elden gideceğine inanılır!
28 DEVLET — TEMMUZ : 1978
1 / ONUYA ilişen bütün kitaplarını, bütün makalelerini okuyunuz : Demokrat Par
ti, Amerikancılıkla, memleketin kaynaklarını, Mehmetçiğin kanını Amerikan emperyalistlerine peşkeş çekmekle temin edilen çok sınırlı iktisâdi ve askeri menfaat karşılığında Türkiye'yi Amerika'nın ileri karakolu durumuna sokmakla itham edilir. Bir zamanlar «Go Home!» modası vardı. Amerikan denizcileri dövülür, suya atılırdı. Umumhanelere girip çıkmaları bile, neredeyse bir millî hassasiyet konusu yapılmak istenmişti. Yabancı sermâye en mâkul hadler içinde bile öcüydü, sömürücüydü. Şimdi aynı kalemler, aynı çevreler tarafından nelere şak şak tutulduğu, nelerin meziyet olarak göklere çıkartıldığı sütunlar ve ekranlar dolusu görülüyor. Kıbrıs'ta millî fayda ve çıkar açısından Rahmetli Adnan Menderes'in temin ettiği neticenin onda birine denk bir netice sağlayacak olanı millî kahraman ilân etmeye çoktan hazırız... Amerika ile düğümü çözüp asgarî seviyede, D.P. devrinde gelenle mukayese edilemiyecek kadar mütevazi askeri ve mâlî yardımı Türkiye'ye getirebildiğimiz gün mutlaka bayram filân olacaktır! Orta boy bir yabancı şirket gelip de Türkiye'ye yatırım yapsın veya bilmem kaçıncı sınıf bir banka bize kredi açsın diye neleri vermeye âmâde değiliz? Büyüklerden geçtim üç kuruşluk menfaat, bir kaç tanker petrol, biraz enerji veya tarım ürünlerimiz için mubayaa vaad edip de en büyüklerimizi ayağına götüremeyecek küçük devlet yok gibi; Libya'dan Bulgaristan'a, Suudî Arabistan'dan Ar-navutluk'a kadar... Ama bundan «ulusal onur» bülbülleri incinmezler. Bunun adı dünya ölçüsünde «saygınhk»tır. Başarılı dış politikadır. Karşı çıkan kahrolsun!
D ÎRt maaşlara zam yapar, yan cebimize ko-yar, «îstemezük, kahrolsun!» deriz; biri
gelir piyasaya zam yapar, «Yaşasın, iktisadî tedbirin bundan güzeli olmaz! diye alkışlarız.
27 Mayıs 1960'ta ordu müdâhalesi zarurî sayılır. Darbeye iştirak edenler, ölünceye kadar senatör olmaya lâyık ve müstahaktırlar. Memleketi komünist ve bölücü çetelerin ayaklarının altından çekip alan 12 Mart 1971 müdâhalesi faşizmdir! Bu müdâhalenin mümkün kıldığı icraatın aktif subaylarından seçim kazanarak millet reyi ile Meclis'e girebilenler, orada dövülür, sövülür; dışarda kalanlar duvarlarda ilân edile edile kurşunlanır, öldürülür...
Üç beş komünist serserinin içte hâdise çıkartmaya muvaffak olamayınca, «Can güvenliğim yoktur, gidemiyorum!» diye iftira atıp dışardan karıştırmaya çalıştığı, düzen ve disiplin içindeki millî maarif müesseseleri aleyhinde en yüksek rütbedeki hâkimlerden anlı şanlı profesör, dekan ve rektörlere, politikacılara kadar herkes ayağa kalkar ve memleketi ayağa kaldırır; fakat aynı zevatın, komünist eşkıya
nın haremi ve hareket üssü hâline getirilmiş, «Ben Türk'üm!» diyenin giremediği hıyanet yuvaları için çıtı çıkmaz. Bozkurt resmini görünce cin çarpmış gibi olanlar, bir hafta Le-nin'in bilmem nesinin resmi altından gelip geçerken ne ilmî, ne millî, ne insanî haysiyet nâmına gık demezler!
KJİ İLLÎYETÇİLER bütün usûl ve şekil şart larma riayetle bir müessesede az çok
bir müessiriyet sağlamışlarsa bunun adı «faşist işgal»dir. Solcular her türlü kaideyi çatır çatır ihlâl ederek, resmen ve alenen zorbalıkla fiilî durum yaratarak müessese zapt ederler; bu işgal sayılmaz, kimsenin «duyarlı» hukuk vicdanı incinmez.
Bu listeyi pek çok uzatmak mümkündür. Gerek zikredilenlerde, gerekse ilâve edilebilecek aynı kategoriden diğer misâllerde, hükümleri tartışmıyorum. Doğrusu var, yanlışı var veya şu kadan doğru, şuradan sonrası yanlış diye her biri hakkında konuşmak elbette mümkün. Ben bütün bu değerlendirmelerde bir mantık bir ölçü, bir prensip, bir tutarlılık, bir şahsiyet ve kendine sadakat, kısacası bir parça haysiyet arıyorum. Her arayışın sonunda dilimin ucuna aynı malûm mısra geliyor : «Ne utanmaz köpekleriz!»...
Hiç şüphe edilemez ki bu memleketin, bu milletin musâb olduğu dert ve belâların başlıca sebebi, aydının gaflet, dalalet ve ihanetiyle her adımda görülen haysiyet yoksunluğudur.
Özerkliğin... Baştarafı Sayfa 4'de
İlimsizlikten kurtulma savaşı Türk'ü kölelik rejimine sürükleme kastı bütün çıplaklığıyla sırıtan komünist mihraklara karşı verilecek en büyük savaştır.
Y üce Allah'a hamd olsun Türk topraklarında ve Türk dünyasında beka mücadelesinin zengin kaynaklarını
kurutmaya bugüne kadar kimsenin gücü yetmemiştir. Bugünden sonra da yetmeyecektir.
Çağımızın Marksist yobazlarının fedaileri tehditlerini can evimize dayamıştır. Bu iptidaî ve kaba kuvvete karşı mücadelemiz, ilimsizlikten kurtulma başarıldığı takdirde kesin ve emniyetli zaferine ulaşacaktır.
DEVLET — TEMMUZ : 1978 29
BİRAZ H A Y S İ Y E T
T ERBİYE ve kültür muhtevası itibariyle aslî hüviyetini «yabancı» olarak teşhis ve
tesbit ettiğimiz standart Türkiye aydınını zamanın akışı ve hâdiselerin seyri içinde gözetlediğimiz zaman, dehşet ve tiksinti verici bir haysiyet buhranı manzarası ile karşılaşıyoruz. Bu manzaranın içinde iyinin, kötünün, doğrunun, yanlışın, faydalının, zararlının ölçüsü yok tur. Sağlam şahsiyetin esâsı, prensiplerde açıklık, tutum ve davranışlarda devamlılık ve istikrar ise, bunları bizim aydınımızda göremezsiniz. Bir zaman için «iyi» olan, kısa bir süre sonra kötü'dür. Bir kişi için «doğru» sayılan bir davranış, aynı durumdaki bir başkası için «yanlış» sayılır. Bir iktidarın sevap ve fazilet hanesinde kayıtlı bir icraat, bir başka iktidarın günah ve seyyiat hânesindedir.
İnsicamlı, tezatsız bir mantık ve muhakeme, ilmî zihniyet, akl-i selim, hissi selim, zevk-i selim gibi bir takım mefhumlara, yetkin insan ölçülerine inanmışsanız, ömrünüz, gününüz hayretler, şaşkınlıklar, öfkeler ve üzüntüler, kısacası hicran ve hüsran içinde geçecek demektir. Çünkü her an ve her vesile ile muhatap bulunduğunuz «standart kafa», birinden diğerine kat'iyyen geçilmez bir takım kompartımanlardan teşekkül etmiştir. Her meselede, şartlanmasına göre, bunlardan biri çalışır; ö-bürlerini harekete geçirmek asla mümkün değildir. Aklın mukayese melekesi dumura uğramış gibidir. Allah korkusu ve kuldan utanma duygusu ise bu semte hiç uğramamıştır !
JkJESELÂ bu kafaya göre, Sultan Hamid ' * ' kötüdür, «Kızıl Sultan»dır. Çünkü 1877'-
de Osmanlı - Rus Harbi'ni bahane ederek Mec-lis-i Mebusan'ı dağıtmış ve otuz küsur sene toplamamış, memleketi şahsen idare etmiştir. Hürriyetleri kısmış, demokrasiye taraftar olmamıştır... Bu hükmün doğru veya yanlış olduğunu esastan tartışmaya lüzum yoktur; doğru kabul ederek aynı hürriyet - perverlik veya «özgürlükçülük», aynı meşrûtiyetçilik veya demok
rasi inancı içersinde, başka şahısların ve devirlerin, meselâ 1908 Ihtilâli'nin ve II. Meşrûtiyet'' in patronu İttihat Terakki devrinin veya 1946-50 ye kadarki tarz-ı idaremizin ve mes'ullerinin değerlendirilmesini isterseniz, hükmün tamamen tersine dönmüş olduğunu görürsünüz. Bu defa karşınıza hiçbir cihetle demokrasiye lâyık olmayan, geri ve gerici bir halk yığını ile bu halkın kendisine rağmen idaresini «lütfen ve tenezzülen» yüklenmiş, gönüllü olmadığı halde müstebit, fedakâr aydınlar ile kahramanlar tablosunu koyarlar. «Aman zaman, nasıl olur?» diye önceki hükmü hatırlatmaya çalışırsanız, «O başka, bu başka» şeklindeki veciz ve sâde cevap susturulmanıza kâfidir. Bu noktadan sonraki ısrarınız sizi ya çağın dışına veya bir takım ceza tehditlerinin altma sokar. O halde geçiniz.
r\ IŞ Türkler'den, Esir Türk llleri'nden bah-setmek Turancılık'tır; «çağ dışı» ve tehli
keli bir akımdır. Ama Vietnamlı'ya, Yunanlı'ya, veya henüz adlannı bile öğrenemediğimiz bir kısım Afrikalılar'a ilân.ı aşk edebilirsiniz, dünya işçilerini birleşmeye çağırabilirsiniz; bunun adı çağdaşlıktır, insancıllıktır!
Bilgi olarak bile hazmedilmemiş, hattâ çok kere kulaktan dolma bir «bunalım felsefesi»nin entellektüel pozlarına bürünerek bunalıyorum diye her türlü halt kanştırılabilir, bütün değerler çiğnenebilir; fakat inanmak, inancının huzuru içinde ibâdet etmek ve hele inanca davet, iman için propaganda bağışlanmaz bir cürümdür!
Diskotek ve meyhane ihtiyaçtır da ibâdet, hâne ihtiyaç değildir! Kıçı açık gezen mazurdur, başını örten kabahatli! Çıplaklık tartışılırken şekilcilik kınanır; kılık kıyafet değil, insanın kişiliği önemlidir, denilir, ama sıra baş örtüsüne muhafazakâr giyime geldi mi, kişilik mişilik kalmaz; kılık kıyafet olağanüstü bir ehemmiyet kazamr. En küçük bir müsamahada, maazallah, devrimlerin elden gideceğine inanılır!
28 DEVLET — TEMMUZ : 1978
1 / ONUYA ilişen bütün kitaplarını, bütün makalelerini okuyunuz : Demokrat Par
ti, Amerikancılıkla, memleketin kaynaklarını, Mehmetçiğin kanını Amerikan emperyalistlerine peşkeş çekmekle temin edilen çok sınırlı iktisadî ve askeri menfaat karşılığında Türkiye'yi Amerika'nın ileri karakolu durumuna sokmakla itham edilir. Bir zamanlar «Go Home!» modası vardı. Amerikan denizcileri dövülür, suya atılırdı. Umumhanelere girip çıkmaları bile, neredeyse bir millî hassasiyet konusu yapılmak istenmişti. Yabancı sermâye en mâkul hadler içinde bile öcüydü, sömürücüydü. Şimdi aynı kalemler, aynı çevreler tarafından nelere şak; şak tutulduğu, nelerin meziyet olarak göklere çıkartıldığı sütunlar ve ekranlar dolusu görülüyor. Kıbrıs'ta millî fayda ve çıkar açısından Rahmetli Adnan Menderes'in temin ettiği neticenin onda birine denk bir netice sağlayacak olanı millî kahraman ilân etmeye çoktan hazırız... Amerika ile düğümü çözüp asgarî seviyede, D.P. devrinde gelenle mukayese edilemiyecek kadar mütevazi askerî ve mâlî yardımı Türkiye'ye getirebildiğimiz gün mutlaka bayram filân olacaktır! Orta boy bir yabancı şirket gelip de Türkiye'ye yatırım yapsın veya bilmem kaçıncı sınıf bir banka bize kredi açsın diye neleri vermeye âmâde değiliz? Büyüklerden geçtim üç kuruşluk menfaat, bir kaç tanker petrol, biraz enerji veya tarım ürünlerimiz için mubayaa vaad edip de en büyüklerimizi ayağına götüremeyecek küçük devlet yok gibi; Libya'dan Bulgaristan'a, Suudî Arabistan'dan Ar-navutluk'a kadar... Ama bundan «ulusal onur» bülbülleri incinmezler. Bunun adı dünya ölçüsünde «saygınlık»tır. Başarılı dış politikadır. Karşı çıkan kahrolsun!
DÎRt maaşlara zam yapar, yan cebimize ko-^ yar, «Istemezük, kahrolsun!» deriz; biri
gelir piyasaya zam yapar, «Yaşasın, iktisadî tedbirin bundan güzeli olmaz! diye alkışlarız.
27 Mayıs 1960'ta ordu müdâhalesi zarurî sayılır. Darbeye iştirak edenler, ölünceye kadar senatör olmaya lâyık ve müstahaktırlar. Memleketi komünist ve bölücü çetelerin ayaklarının altından çekip alan 12 Mart 1971 müdâhalesi faşizmdir! Bu müdâhalenin mümkün kıldığı icraatın aktif subaylarından seçim kazanarak millet reyi ile Meclis'e girebilenler, orada dövülür, sövülür; dışarda kalanlar duvarlarda ilân edile edile kurşunlanır, öldürülür...
Üç beş komünist serserinin içte hâdise çıkartmaya muvaffak olamayınca, «Can güvenliğim yoktur, gidemiyorum!» diye iftira atıp dışardan karıştırmaya çalıştığı, düzen ve disiplin içindeki millî maarif müesseseleri aleyhinde en yüksek rütbedeki hâkimlerden anlı şanlı profesör, dekan ve rektörlere, politikacılara kadar herkes ayağa kalkar ve memleketi ayağa kaldırır; fakat aynı zevatın, komünist eşkıya
nın haremi ve hareket üssü hâline getirilmiş, «Ben Türk'üm!» diyenin giremediği hıyanet yuvaları için çıtı çıkmaz. Bozkurt resmini görünce cin çarpmış gibi olanlar, bir hafta Le-nin'in bilmem nesinin resmi altından gelip geçerken ne ilmî, ne millî, ne insanî haysiyet nâmına gık demezler!
j\yi İLLÎYETÇİLER bütün usûl ve şekil şart larına riayetle bir müessesede az çok
bir müessiriyet sağlamışlarsa bunun adı «faşist işgal»dir. Solcular her türlü kaideyi çatır çatır ihlâl ederek, resmen ve alenen zorbalıkla fiilî durum yaratarak müessese zapt ederler; bu işgal sayılmaz, kimsenin «duyarlı» hukuk vicdanı incinmez.
Bu listeyi pek çok uzatmak mümkündür. Gerek zikredilenlerde, gerekse ilâve edilebilecek aynı kategoriden diğer misâllerde, hükümleri tartışmıyorum. Doğrusu var, yanlışı var veya şu kadarı doğru, şuradan sonrası yanlış diye her biri hakkında konuşmak elbette mümkün. Ben bütün bu değerlendirmelerde bir mantık bir ölçü, bir prensip, bir tutarlılık, bir şahsiyet ve kendine sadakat, kısacası bir parça haysiyet arıyorum. Her arayışın sonunda dilimin ucuna aynı malûm mısra geliyor : «Ne utanmaz köpekleriz!»...
Hiç şüphe edilemez ki bu memleketin, bu milletin musâb olduğu dert ve belâların başlıca sebebi, aydının gaflet, dalalet ve ihanetiyle her adımda görülen haysiyet yoksunluğudur.
Özerkliğin... Baştarafı Sayfa 4'de
İlimsizlikten kurtulma savaşı Türk'ü kölelik rejimine sürükleme kastı bütün çıplaklığıyla sırıtan komünist mihraklara karşı verilecek en büyük savaştır.
Y üce Allah'a hamd olsun Türk topraklarında ve Türk dünyasında beka mücadelesinin zengin kaynaklarını
kurutmaya bugüne kadar kimsenin gücü yetmemiştir. Bugünden sonra da yetmeyecektir.
Çağımızın Marksist yobazlarının fedaileri tehditlerini can evimize dayamıştır. Bu iptidaî ve kaba kuvvete karşı mücadelemiz, ilimsizlikten kurtulma başarıldığı takdirde kesin ve emniyetli zaferine ulaşacaktır.
DEVLET — TEMMUZ : 1978 29
KADIN MESELESİ AHMET RIFAT
E vvelce olmadığı halde Cumhuriyet ricalinin getirdiği, ortaya attığı, köpürttüğü bir mesele... Güya önceleri kadm esirmiş,
esir muamelesi görüyormuş, kafes arkalarında kalmış... Efendim, istikbali erkeğin iki dudağının arasında imiş de Cumhuriyet onu kurtar, mış, zincirini kınvermiş, kafes arkasında çürümesini önlemiş, ona da boşama ve boşanma hakkı vermiş... falan, filân...
îpini zaten koparmış, kapıyı çarparak erkek pozunda sokağa fırlayıp bir türlü içeriye girmeyen, kimi memur kimi işçi, kimi avukat kimi doktor, kimi aylak kimi leylak, kimi artist kimi siyasî olup da genç, hattâ orta yaşın altındakilere biraz aklım eriyor. Ne bilsinler evinin sultânı, kocasının hanımı, çocuklarının anası olmanın verdiği mutluluğu, hazzı lezzeti. Ne görmüşler, ne yaşamışlar. Kısmen mazurdurlar. Evliliğin tadını, kadın olmanın gururunu, ana olmanın lezzetini, evinin sultânı olmanın hazzını bir tadsalar, bir yaşasalar, kadın-er-kek'den ibaret bir tabiî bütünün aynlmaz, vazgeçilmez bir parçası olmanın şuuruna bir er. seler o halden bir daha aynlmak istemezler ve ayrılmayacaklar. Lâkin köre renkleri ve renklerin ahengini, cümbüşünü anlatmak ne mümkün... Bilmiyorlar, bilmediler, onlara bildirilmedi, bilmelerine ve yaşamalarına fırsat verilmedi. Gece gündüz radyosu, televizyonu, matbu, atı, mektebi ve sokağı ile müthiş ve aman vermez bir beyin yıkama şamatasının içinde, gerçekten bu hazzı, bu zevki ve lezzeti tadanları da göremiyorlar. Vücut haritasının yüzde dok-sanbeşini açıvermiş, umuma arzedivermiş ve kürek gibi bir karış dili, yırtık edası ile mikrofonun başına geçmiş, geçirilmiş yosmaya bu sebeple o kadar kızamıyorum. Acıyorum, iğreniyorum... Kadınlığın nezâheti, nezâfeti, letafeti, iffeti ve inceliği nâmına iğreniyorum, sadece iğreniyor ve acıyorum.
Lâkin, o saçı dökülmüş, yanakları porsu
muş, bacakları eğrilmiş, çarpık vücutlu, çarpık sûretli ve çarpık sîretli ihtiyar kokonalar ve koca bulamamakdan deliye dönmüş, orta yaşından ihtiyarlığa merdiven dayadığı sırada nasılsa elde ettiği erkek ile de imtizaç edememiş, sözümona okuyup tahsil yapmış, bilgiç tavırlı yosmalarla bilmem nereseinin kılları a-ğarmış moruklar yok mu.. Hele onların Ecevit diliyle, avanak vezninden takırtılı tilciklerle, sorunlar, morunlar diyerek kadın haklarından, dün kadının esir bugün hür, dün kadının geri bugün ileri olduğundan bahsetmeleri yok mu... îşte onlar mikrofona çıkınca ve ekranda görü. nünce bütün cinlerim başıma toplanıyor.
Efendim, kadın ekonomik hayata girerse, hür ve müstakil olarak geçimini sağlar ve reyi. ni kullanırsa o zaman kurtulmuş olurmuş. Şimdilerde, ol devri cumhuriyette ve hele ol demin bu aşamasında giderek kurtuluşunu gerçekleş. tiriyormuş Türk kadını... Lâfa bak lâfa... Bunların zaten uyur-gezer olduklarını biliyorum ya yine de sormak isterim, acaba hiç köye, kasabaya gittiler mi... Fatma'nın Mehmed'i ile birlikte nasıl bir ahenk ve uyum içinde çalıştığını, müştereken nasıl hallerini yaşayıp istikbâle de temeller attıklarını gördüler mi acaba? Hiç zannetmem. Onlar tatlısu devrimcileri, mutlu azınlık yosmalarıdırlar. Gitseler de bakmazlar, baksalar da görmezler. Zira onlar kördürler ve sağırdırlar.
S ormak isterdim o kürek dilli, yırtık tavırlı yosmaya: Acaba kendisi mi mes'ud bizim hanım mı, gelip bir konuşmasını
tavsiye ederim. Acaba o yosma mı iradesinde hür yoksa dünkü kadınlarımız mı? Gitsin bakalım köye, girsin bakalım ailelerin içine, mahremiyetine; saadetin ne olduğunu görsün bakalım görebilirse. Sormak isterim o moruk ile kokonaya: Zinciri kırdınız, ipi kopardınız ve iffetli Türk kızlarını sokağa fırlattınız da ne yaptımz, siz ne oldunuz, onlar ne oldu? Siz ve
30 DEVLET — TEMMUZ : 1978
onlar bir Barbaros, bir Sinan, bir Fuzulî, bir Fâtih, bir Ulubadh Hasan... bunları bırakın canım bir Peyâmi Safa, bir Necip Fâzıl., onları da bırakın bir Falih Fıfkı doğurabildiniz mi? Bir Leylâ Hanım, bir Fıtnat Hanım, bir Halide Edi'b, bir Nene Hatun, bir Kara Fatma mı oldunuz? Bunları da bırakın, zira size göre hepsi Doğu'lu, bizden, belki de gerici... Pekiyi, bütün çirkef taraflariyle taklit edip aynen yaşamaya çalıştığınız Batı kadınları kadar da mı olamadınız? Meselâ bir Madam Küri'niz, bir Jan. dark'ınız, geçenlerde Türkiye'ye gelip bizim bü-cür'e ilham veren, mısralar döktürten seksüel hayatı âleme ayan olmuş küçücük bir memleketin bilmemne bakanı kadar olanınız var mı? Yok, hiç biri yok, olmaz ve olamaz. Çünkü olursa, hilkate aykırı bir hal meydana gelmiş, meselâ katır doğurmuş, balık kavağa çıkmış olur; eşyanın tabiatına aykırıdır, olmaz ve olamaz.
Kendi tabiatına uygun olmak kaydiyle, kendi örf ve âdetlerine aykırı olmamak şartiy-le, bizde olsun Batı'da olsun bu isimlerini zikrettiklerim ve benzerleri birer kumaşdırlar, sizler çaputsunuz; onlar eserler meydana getirmişlerdi, sizler (yapıt yapmakla) meşgulsünüz. Çaputun kumaşa nisbeti ne ise, sizin mahsulünüz, pardon ürününüz olan yapıtın esere nisbeti ve sizin de bittabi onlara nisbetiniz odur, Varın artık hesab edin; ilerlediniz mi, gerilediniz mi?...
C vvelce «Cennet anaların ayaklan altındadır.» imanı hâkimdi cemiyete. Hamdolsun
şimdi de henüz milletin büyük ekseriyeti bu iman ve itikatda. Onlar gül bahçesinde birer nazenin gül idiler, şimdi cemiyetimizin büyük kesiminde yine öyle. Ama sizler, siz yırtık tavırlılar, kürek dilliler, ipi kopuklar, sözümona hür ve serâzâd kadınlar... bir hâyühuy ile o gül bahçesinden dışarıya uğradınız, ama çirkefe battınız, batağa saplandınız. Aklınız sıra kafes arkasından kurtuldunuz, ama sokakda kafeslendiniz. Hilkaten temellük edilmek ihtiyacm. dasınız ve bu sizin en büyük kuvvetiniz, hat tâ yegâne kuvvetiniz idi. Evinizin, kocanızın, çocuklarınızın mülkü, amma aynı zamanda mâlikî olmayı reddettiniz, sokakta umumun mülkü oldunuz. Gözleriyle, kulaklarıyla, elleriyle ve her şeyi ile umum sizi mülk edindi, edinmekte... Pekiyi bu mu kurtuluş?.. Ne elde ettiniz kurtuldunuz da?.. Koca bir hiç!.. Mes'ud değilsiniz. Hayatın, evin, evliliğin, ailenin tadını bir türlü tadamazsınız ve tadamadınız. Hilkate, nizama, hilkatin size biçdiği fonksiyona karşı geldiniz. Hem hürriyet diye çığlık attınız, atmaktasınız, hem de bir erkek arayıp bulmak için olmadık kepazelikler, düşük hareketler yapıyorsunuz. Ama bulamıyorsunuz, bulamayacaksınız. Bulduğunuzu da ya siz ikinci gün terkediyorsunuz, ya da o sizi...
Evvelce istikbaliniz erkeğin iki dudağı arasında imiş de ortalık boşanmış, terkedilmiş kadınlarla mı doluymuş?.. Herkes biliyor ki önceleri cemiyetde boşama ve boşanma pek olmazdı. Zira kadın erkek her iki tarafa evliliğin, bir yastıkta kocamanın faziletleri, sevapları öğretilirdi. Hatâlar, eksikler karşılıklı olarak tamamlanır, düzeltilir, hüsnüzan üzere olunur ve müşterek hayat sonuna kadar devam ettirilirdi. Ya şimdi?.. Mahkeme koridorları boşanma davalarından geçilmiyor, üstelik bir türlü boşanma da olmuyor, olamıyor. Bu hürriyeti sözüm ona aldınız da ne oldu, ne kazandınız?..
I I zun etmeyelim, aslında kadınlarımız da erkeklerimiz de eskiden daha hür idiler. Binnetice daha mes'ud idiler. Evvelce her
biri «kendi cevvi, kendi eflâkinde kendisi tâir» idi. Şimdi öyle mi?.. Sözümona ikisi de hür, ama ikisinin de kanadları birbirine çarpıyor; sürtüşme, çatışma oluyor; kavgadan, zinadan geçilmiyor. Herbiri diğerinin işine, semasına el atmış ve atıyor. Kadın erkekleşmeye kalktı, erkek de kadınlaşmaya. Birbirlerinin işine burun sokunca anarşi doğdu. Düzen bozuldu, hır çıktı, saadet kayboldu. Izdırap ve acı geldi. Bu böyle gitmez, gidemez. Hilkate aykırıdır, tabi-ate aykırıdır. Sular tersine akmaz, akıtılamaz. Ancak bir müddet durdurulabilir, ama ilânihaye zaptedilemez.
Ey Barbaroslar, Sinanlar, Fuzuliler, Fâtihler, Ulubadh Hasanlar, Nene Hatunlar doğuran dünkü kadınlarımızın torunları bugünkü kadınlarımız ve kızlarımız!. Siz bu inkılâb yobazlarının hepsi de yalan ve yanlış sözlerine, iğfalâtına kapılmayınız ve kanmayınız. Hadise ortada. Tabiata, hilkate karşı çıkılmıştır ve mağlûb olunmuştur. Devam edilirse yok olmak mukadderdir. Şu anda nerede ve hangi derekede olursanız olunuz, hemen geri dönünüz. Hilkatin size ayırdığı muhteşem ve kimsenin oturamayacağı tahtınıza oturunuz. Analığın tadını, zevceliğin mutluluğunu tadınız. Evinizin sultanı, kocanızın zevcesi, çocuklarınızın anası, ailenin iç mimarı olunuz. Siz kadınsınız, en kolay bir şekilde yoldan çıkarılabilirsiniz ve nitekim öyle oldu. Ama en kolay yola giren de sizsiniz. İsterseniz kırk günde veli olursunuz. Mayanız, yaratılışınız buna müsaitdir. Kendinizi daha fazla kurban etmeyiniz ve yeni kurbanlara örnek olmayınız-O zaman birer Fıtnat Hanım, birer Leylâ Ha. nıb, birer Nene Hatun olursunuz. Hem eserler meydana getirir, hem de Barboroslar, Sinanlar, şairler, edibler, askerler doğurursunuz.
Pırlanta olup yakalara, en mutena yerlere takılmak varken, adî kömür olup yerlerde sürünmek olur mu? Kendinize gelin, evinize, yuvanıza dönün. Unutmayın, taş yerinde ağırdır.
DEVLET — TEMMUZ : 1978 31
DŞOUM/R
ESİR TÜRKLER HAFTASI KUTLANDI
Türk - Irak münasebetleri ve Kerkük Türkleri
Bir süreden beri Türkiye ile Irak arasındaki ilişkiler derin oir sessizlik içine bürünmüştür, özellikle Türkiye', nin uzun bir zamandan beri iç ve dış bunalımlarla çalkalanmasının Türk _ Irak i-lişkilerinin geri plâna itilmesinde büyük ölçüde rol oynadığı açıktır.
Gariptir ki, Milliyetçi koalisyon yönetiminden pek hoşnut olmayan Irak hükümeti Ecevit'in iktidara geldiğinin ilk günlerinde hayli memnun olmuşsa da, daha sonraları bu iktidara karşı da yavaş yavaş cephe almıştır. Aslında Ecevit'in iktidara gelmesine hayli sevinen Irak'taki iktidar, Türk _ Irak ilişkilerinin Irak lehine daha olumlu bir raya o_ turacağına bel bağlamış gibi görünmekte idi. Böyle olmakla beraber, meselenin altında yatan asıl gerçeklerden Türkiye'nin habersiz gibi dur_ duğu gözden kaçmamaktadır. Kerkük Türklerinin son zamanlarda içinde bulundukları duruma dikkat edince, Irak'-lılarm niyetlerini daha net bir biçimde anlamak mümkün o-lacaktır.
Ecevit iktidara gelince, Irak'ın resmi gazetesi olan (El „ Vakayi _ ül - Irakıyye) de hemen şöyle bir kanun yayınlandı: «Irak'ta diplomatik heyeti bulunan herhangi
bir yabancı devlet, Büyükelçiliğine bağlı olarak faaliyet gösteren Konsolosluk ve Kültür Merkezi gibi kurumlan, başkent Bağdat dışında Irak'ın başka bir bölgesinde açamaz.» Irak'ın Devrim Komuta Konseyinin imzasıyle yayınlanan bu kanunun tek a-macı vardır: Türkiye'nin Kerkükte'ki Türk Kültür Merkezini kapatmak. Zira bu kanunun hedef alabileceği başka bir devlet yoktur.
İKİLİ ANLAŞMALAR:
Hiç şüphesiz bu kanuna göre, Türkiye'nin Kerkük'teki Kültür Merkezinin kapatılması gerekiyordu. Ancak Kerkük'teki Türk Kültür Merkezi, iki devlet arasında yapılan ikili anlaşmalarla kurulmuştur. Dolayısıyle tek ta_ raflı olarak bu Kültür Merkezi kapatılamazdı. Bunun karşısında Türk Hariciyesi'nin tepkisi ne olmuştur ? Biz şüphesiz bunu bilemeyiz. Ancak Kerkükte'ki Türk Kültür Merkezinin kapatılacağı söylentileri, soydaşlarımızı moral çöküntüsüne uğrattıktan başka «Acaba Türkiye'nin tep. kişi ne olacak ?» merakına da sürüklemiştir. Kendi diliyle eğitim görmekten mahrum o-lan onbinlerce Türk çocuğunun, Lâtin harfleriyle Türkçe öğrenmek için sığındığı tek sıcak yuva olan Türk Kültür
Merkezi, bir anda olup bitti-ye getirilmek istenmiştir. Öğrenebildiğimiz kadarıyle, Türk Hariciye'si Irak'ın Ankara Büyükelçisini bu konuda uyarmış, Kerkük'teki Türk Kültür Merkezinin tek taraflı nasıl kapatılabileceğini sorarak cevap istemiştir. Bunun üzerine Irak'ın Ankara Büyükelçiliği bir tekzip yayınlayarak, Kerkük'teki Türk Kültür Merkezinin kapatılmadığı ve faaliyetine devam ettiğini açıklamıştı. Ancak daha sonraki günlerde, Kerkük Türk Kül_ tür Merkezi resmen Türkiye tarafından kapatılmıştır. Biz, Türk Hariciyesinin buna nasıl boyun eğdiğini anlayamadık.
I
Türkiye'nin bu vurdumduymazlığı karşısında cesaretlenen Irak yöneticileri, soydaşlarımız üzerinde baskı, larını bir kat daha arttırmışlardır. Bu baskılar, hem bu sefer çok açık olarak yapılmaktadır. Dolayısıyle biz bu hususta yorum yapmayacak ve takdiri okuyucularımıza bırakacağız. Kerkük vilâyeti, nin en büyük kazası olan ve yüzde yüze yakın oranda Türk nüfusunu barındıran Tuzhur-matı, _ bilindiği gibi - Tikrit'e bağlanmıştı. Tikrit ise, daha önceleri bir kaza iken vilayet haline getirilmiş ve adı da Se-lahattin olarak değiştirilmiştir. Buradaki amaç Tuzhur-matı ilçesini Kerkük vilayetinden kopararak, idarî oyunlarla bölgedeki Türk nüfusunun yoğunluğunu az göstermektir. Biz, bu uygulamayı I-rak'ın iç işleridir diyerek yine de görmezlikten gelirken, bu sefer yeryüzünde hiçbir devlet idaresinde görülmeyen ve vatandaşlar arasında bu kadar açık şekilde ayırım yapılabileceğini gösteren, yeni bir uygulamanın ortaya çıktığını görüyoruz: Irak'ın resmi gazetesinde yer alan bir kanuna göre, Tikrit il sınırlan içerisinde kalan bütün bölgeler Tuzhurmatı ilçesi hariç, arsa vergisinden affedilmiş-
32 DEVLET — TEMMUZ : 1978
tir. Türk bölgesi olan Tuzhur. matı ilçesi ise, böylece arsa vergisine tabî tutulmuş ve çok ağır olan arsa vergileri yüzünden, bölgedeki Türkler ellerinde bulunan arsaları sat_ mak zorunda bırakılmışlardır. Vatandaşları arasında bu kadar açık şekilde ayırım yapan başka bir devlet var mıdır ? Sanmıyoruz. îşte bu uygulama, komşumuz ve dostumuz olan Irak'ta, soydaşlarımıza tatbik edilen çok açık bir zulüm örneğidir.
KAPANAN DOSYALAR YENİLENİYOR
Son günlerde ise Irak'lı dostlarımız (!) çok eski dosyaları, mahkemece kapanmış dâvaları, yeniden ele almakta ve soydaşlarımızı geçmiş dâvalardan dolayı ikinci defa yargılamaktadır. 1970 yılların, da yargılanan bir kaç Türk mahkemece serbest bırakılmışlardı. Bunların içinde bu dâva sıralarında evi aranarak ruhsatlı tabancası elinden a-lınan bir soydaşımız, yıllar sonra gidip tabancasını geri almak istemiş, bunun üzerine tekrar bütün dâva sanıkları ile birlikte, bu sefer Devrim Mahkemesine verilmişlerdir. Irak'ın en büyük siyasî yargı kurumu olan bu mahkeme, Irak'ın güvenliğini tehlikeye düşürecek, Irak Baas Partisinin uyguladığı rejimi ortadan kaldıracak veya Irak'ta yeni darbe teşebbüsü içine giren subaylar gibi kimselerin yargılanması için kurulmuştur. Çok önemsiz, hat ta bir hiç yüzünden beş _ altı masum Türk'ün yargılanması için bir Devrim Mahkemesi çok lüks kaçmayacak mı ? Üstelik Devrim Mahkemesi dâvaları daha
DEVLET — TEMMUZ : 1978
önce kapanmış bir kaç masum kişinin tekrar yargılanıp yedişer sene hüküm giymesi için kurulmamıştır. Bu dâva bu kadar önemli olsaydı, başlangıçtan beri niye Devrim Mahkemesine verilmemişler, dir ? Yoksa Irak hükümeti bütün işlerini bitirdi de, sade. ce bu ufak mesele ile mi uğraşıyor ?
Bütün bu baskıları Irak'lı dostlarımız, özellikle bu sıralarda neden yapmaktadır ? Kerkük Türkleri'nin içinde bulundukları bu sıkıntılı duruma daha ne kadar seyirci kalınacak ? Türkiye, komşusu Irak'a bir çok badireyi atlatmasında çok samimi ve hatta karşılık beklemeden her zaman yardımcı olmuştur. Daha bir kaç sene öncelerini, Bar-zanî isyanı karşısında Türkiye'nin tutumunu hatırlayalım. Türkiye de î ran gibi, bir çok tavizler koparmak düşüncesiyle, Irak'ın bu iç katışıklığından faydalanamaz mıydı ? Hele Kerkük Türkleri lehine, bir takım avantajlar elde t -demez miydi ? Bundan da anlaşılıyor ki, Türkiye Irak ile olan dostluğunu fazla ciddiye almıştır. Bir zamanlar Ker-türel haklar kâğıt üzerinden türel haklar kağıt üzerinden öteye gitmemiş ve bu konuda Türkiye soydaşlarımızı yalnız bırakmıştır. Vurdumduymaz bir Dış İşleri zihniyeti yüzünden Türkiye, elinde bulunan çok önemli bir avantaj olarak kabul ettiğimiz Kültür Merkezini Kerkük'te elden çı_ karmış ve ilişkilerimiz tehlikeye girmesin diyerek kapan, masını sağlamıştır. Halbuki bu konuda Türkiye, eski meseleleri karıştırıp Irak'ın karşısına çok etkili tezlerle çıkabilirdi. Bunların başında Kraliyet dönemi Irak'ında Musul vilayetinde bulunan Türk Konsolosluğunun kapanması geliyor. Ne gibi gerekçelerle kapandığı bugün hepimizin meçhulü olan bu
husus tekrar tartışma konusu yapılabilirdi. Kerkük'teki Türk Kültür Merkezinin kapatılması üzerine, konu tekrar diriltilir ve pazarlıklı ola. rak ele alınabilirdi. Hatta bu o kadar da zor bir pazarlık ol_ mayacaktır. Kerkük'teki Kültür Merkezimizi kapatmak is. teyen Iraklı lara, sadece bu teklif yapılsaydı, başımız da fazla ağrımıyacaktı. Teklif çok basit : Daha önce Musul'da kapanan Türk Konso. loşluğunu Kerkük'te açmak yahut Kerkük'teki Türk Kültür Merkezine dokunmamak veyahut da Irak'ın İstanbul'daki Konsolosluğunu kapatmak. Bu hususta misilleme yaparak Irak Elçiliğine Bağlı bulunan Konsolosluk veya Kültür Merkezi gibi ek kuruluşların, sadece Başkent Ankara'da açılacağı gibi, özel bir karar da alınabilirdi, ö -zellikle Irak'ın İstanbul'daki Konsolosluğunun kapatılması, Irak açısından büyük bir problem yaratacağı için, herhalde çabucak olumlu bir netice almak mümkün olurdu. Aslında yine de vakit geçmemiştir.
Kerkük Türkleri için millî bir dış politika çerçevesi i-çinde her çıkan fırsatta birçok şeyler elde edilebilir. Bunun için hiç şüphesiz herşey-den önce dış politikamızın millîleşmesi lâzımdır.
DÜŞER BİR GÜN YIKILIP DÜŞER BİR GÜN DÜŞMANA DÜŞEN FİRSAT BİZE DE DÜŞER BİRGÜN
* * *
33
AHLÂK VE DERSİ
Dr. SÜHA DÜNDAR
M. Akif, «Bir halâs imkânı var: Ahlâkımız yükselmeli» diyor. Bundan yetmiş sene kadar evvel böyle söylediğine göre, Devlet-i Osmaniye'nin son zamanlarında da ahlâk bir hayli bozukmuş. Bunun için büyük şâir memleketin kurtuluş imkânını ahlâkın yükselmesinde bul. maktadır. Başka bir mısraında ise «Kendi ahlakıyla bir millet ölür yahut yaşar» diyerek ahlâkın bir milletin hayatmdaki büyük yer ve ehemmiyetini işaret etmektedir.
İ mparatorluk devrinde bozulmaya başlayan ahlâkımız, günümüze kadar bozul
maya devam etti; hâlâ da devam ediyor. Çünkü ahlâkımız ve terbiyemiz, asıl kaynağmdan uzaklaştırılmıştır.
Sadece uzaklaştırılmakla kalınmamış. Her fırsatta hakiki ahlâk kötülenmiş, alay edilmiş, «çağdışı» ilan edilmiş. «Ahlâk karın doyurmaz» denilmiş. «Parasız ahlâk korunmaz» diye hem ruhun tezkiyesine dayanan bizim ahlâkımız kökten kurutulmak istenmiş, hem «Bilimsel» dedikleri ahlâklarının iktisada dayandığını belli etmemeğe çalışmışlar. Bizi biz yapan ahlâkî de-
Iğerlerin her yerde hor görülmesini bir mısra-da Necip Fazıl şöyle ifade etmiş: «Ahlâk, okunmayan roman».
D erken CHP - MSP koalisyonu zama. nında okullara alelacele «Ahlâk Dersleri»
konuldu. Ortağın biri «İslâm ahlâkı» derken ö. tekinin Milli Eğitim Bakanı «Bilimsel ahlâk o-
kutacağız» diye bağırıyordu. Tabii büyük ortağın dediği oldu. Belçika'daki ahlâk programları getirilerek, «Sosyal içerikli» (!) lâik, demokratik porgramlar yapıldı. Bir kısım açıkgözler «Emek» ahlâkı öğreten kitaplar yazıp ilkokullarda dahi okuttular. Birtakım tüccar zihniyct-li kimseler de bir hayli ticaretini yaptılar. Nihayet, Milliteyçi Partiler Topluluğunun birinci hükümeti sırasında «tek kitap» usulüne dönüldü. Bütün kitaplar yeniden yazdırıldı. Kitapların dili ve programları bir hayli düzeltildi. Aslında bu, Cumhuriyet döneminin en mühim maarif hadisesi idi. Bu büyük hadiseden korkanlar, toptan ve şuurlu bir kampanya başlattılar. Felsefe kitabından başlayarak hepsini kötülediler, yaktılar, yırttılar, mahkemeye verdiler. Ahlâk kitapları lâik programa göre yazılmakla beraber mevcut program % 20 nisbe-tinde düzeltilmiş, ahlâkın temelinin din olması gerektiği bazan açık, bazan kapalı olarak ifade edilmişti. Böyle bir anlayış malûm çevrelere göre «çağdışı» idi. Bu kitaplara da bir kulp takıldı. «Doktorun şerefini işçinin şerefinden üstün gösteriyormuş.» (!) Aslında «itibar» kesilmesi yerine dkkatsizlikle «şeref» kelimesi kullanılmış. Bu, metinden kolaylıkla anlaşılıyordu. Kendi şereflerinin noksan olduğuna inanan bazı şeref düşkünleri ortalığı karıştırdılar; «Ahlâk kitapları okutulamaz»dı.
Bu arada Halil Tunç adındaki bira işçiliğinden gelme patron hemen sahnede göründü: «İşçinin şerefi herkesten üstündür» Cumhurbaşkanının şeref (itibar) kazandırdığı bu zata bir çift sözümüz var : Madem işçinin şerefine bu kadar düşkündün de, Ümraniye'deki vahşette öldürülen beş ülkücü işçi hakkında neden tek kelime söylemedin? Yoksa onlar işçi değil miydi? Yoksa onlar insan değil miydi? Yoksa onlar sizden olmadıkları için mi ağzını açmadın ? İstanbul Valisinin yakasına yapışan celâdetli dul işçi karısı senin de yakana yapış-saydı da «İşçinin sırtından şeref -yani itibar-sağlıyorsun. Kendi şerefini düşünüyorsun. Sen şeref -itibar- yoksunusun» diye yüzüne tükür-seydi ne yapardın ? Biz Halil Tunç'a haber verelim; Kendisi Ecevit'e ne kadar hulûs çıkarsa çıksın; Ecevit nazarında DÎSK başkanı kadar bile bir şerefe -Pardon itibara, sahip değildir. Olamaz da. Şimdi birisi kendisine çıksa da «şerefsiz "Yani itibarsız, adam, senin yaptığın hangi ahlâka sığar?» dese; H. Tunç şerefini art t ı rmak için, o kimseyi mahkemeye verip mahkemeden şerefinin -yani itibarının, iadesini ister mi? Yoksa «Ülke çapında genel grev»e mi gider?
B u arada bir adam Danıştay'a müracaat etmiş veya ettirilmiş, Ahlâk Kitaplarının
kaldırılmasını istemiş. Üç «şerefli» kişi de «bk limsel» rapor vermiş: «Zararlı..» Danıştay o adamın ifadesine uymuş: «Ahlâk kitapları hemen meriyetten kalksın.» Talim Terbiye hey'eti uğur-
34 DEVLET — TEMMUZ : 1978
suzca değiştirilmiş. Talim terbiye'nin bu yeni üyeleri de hemen Danıştayı tasdik bu vurmuşlar: «Ahlâk kitapları programlarıyla bir. likte kaldırılsın » Hem de bütün bir yıl onu ne güçlüklerle okutan faziletli öğretmenlerin e-mekleri hiçe sayılarak. Talebenin önünde dersi ve öğretmeni küçük düşürülerek. Çünkü, öğretmenin verdiği notlar da geçersiz sayıldı, işte emek sömürücülerinin emek anlayışı, ahlâk, şeref ve itibar anlayışı. Ve insan haysiyetine verdikleri değer!
Yeni ders programları hazırlalılacakmış! zannetmiyorum. Kendilerini biraz daha kuvvetli hissetseler Din Derslerini de tamamen kaldıracaklar belki de. Hem yeni program yapmaya ne hacet. Bir kısım okullarda «Devrim ah. lâkı» (!) okutulmaya başlanmış bile. Bu iş, gazetelere intikal edecek kadar da aleniyete bindi. Kimseden korkup çekindikleri de yok. Kimsenin kılı da kıpırdamıyor. Eski şeriatçı Ferruh Bozbeyli'yi, eski müftü Enver Hoca'yı, eski Diyanet Reisi Lütfi Hoca'yı bu işler ırgalamıyor
bile. Halk ise «Ne verirse ona şakır, ne kalırsa ona şâd.»
A ma böyle sürüp gitmeli mi? Bu mevzuda da ciddi bir kampanya haşlatmak
gerekmez mi? Bundan iyi fırsat mı olur, İslâm ahlâkını ve uğradığı suikastları bir bir anlatmaya, «îslâm ahlâk ve fazileti» gökten zenbille mi inecek? Yoksa heran yaşanarak mı? Onun yaşanacağı ve yaşatılacağı, kendi vasatı hazırlanarak mı? Onu yaşatacak müesseseler kurularak mı? Ötesi lât.ı güzaftır. Yaşanmayan ahlâkın, fiiliyata dökülmeyen imanın, kime, ne faydası olmuştur?
Evet. Bu kadar ahlâksızlıklara dur diyebilmek için ahlâkımıza elden düşmeyen bir kitap gibi itibar kazandırmak vazifemiz olmalıdır. Rahmetli Akif'le beraber bir daha tekrar edelim :
«Kendi ahlakıyla bir millet ölür, yahut yaşar.» «Bir halâs imkanı var: Ahlâkımız yükselmeli..»
Siyasette bütünlük
Baştarafı Sayfa 11'de
yışın iflas belgesi niteliğini taşır.
Ü lkemizde bütün bürokratik kademeleri, eğitim kurumlarını,
kültür ve düşünce hayatımızı kesin şekilde istilaya girişmiş olan marksistle-rin hamisi ve hatta birçok müessesede bunların bizzat tanzimcisi olan bir hükümet, yurt içinde uygulamadığı milliyetçi politikayı milletlerarası alanda asla uygulayamaz.
Sovyetler Birliğiyle kurulan yeni temasların, solcu hükümetin ülkemizde mark-sistlerle tesis ettiği fiilî cephe beraberliğinin bir başka uzantısı şeklinde yo
rumlanması meseleye daha başka manâlar ve endişe verici boyutlar kazandırır. Eğitim kurumlarında, devletin resmî yayın organlarında, iktidarın müttefiki bazı sendikalarda hakim kılınan marksist düşünce ve görüşlerin, Sovyetlerle kurulacağı açıklanan kültür münasebetlerini yadırgamak bir tarafa böyle bir gelişmeyi heyecanla arzula-yacağı tabiidir.
T ürk milliyetçileri hükümet politikasının iç ve dış gerçeklere
aykırı şekilde, bir takım partizanca gayretkeşliklere, şahsi macera heveslerine alet edilerek ülkemizin bü
tünlüğünü, millî varlığımızı ve rejimi temellerinden sarsabilecek olup bittilerle karşılaşmamızdan ciddi şe. kilde endişe duymaktadırlar. İktidarın yapısı ve hükümet üzerinde tesiri olan çevrelerin bilinen kimlikleri bu endişeleri daha da artıracak mahiyettedir. MiU letlerarası politikada hakim bulunan ezeli kanunlar çerçevesinde, bu hükümetin dışardan olağanüstü ekonomik yardımlar bulamaması yadııganamaz. Ancak güçlü ve ileri teknolojik seviyeye ulaşmış bir Türkiye'nin meydana gelmesi yolunda karşılaştığımız engellemeler arasında marksist ideolojinin hakimiyetini sağlamaya matuf partizanlıkların hükümet icraatı olarak tezahür etmesi hazin bir tesadüftür.
DEVLET — TEMMUZ : 1978 35
HADİS-İ ŞERİFLER VE
SİYÂSİLERİMİZ
Kâmil Hayati AYDIN
«Sizden evvelki ümmetler helak edildiler. (Şu sebepledir ki,) onlar, içlerinde şeref sahibi hırsızlık ettiği vakit, onu terk ettiler (ceza. landırmadılar), içlerinden zayıf birisi hırsızlık ettiği vakit, ona haddi icra ettiler. Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'in kızı Fâtıma (kızım) hırsızlık etse, muhakkak onun elini keserim (had icra ederim).»1
Meselâ, Rahşan hanım böyle bir suç işle. se, hırsızlık etse ne yapardınız Bülent bey?..
Hani kızınız yokta, Rahşan hanım dedik, söz gelişi...
* * •
«Mazlumun bedduasından sakın. Çünkü, onun duâsıyle Allah arasında (kabulüne mâni) bir perde yoktur.»
Sayın özaydınlı, âyete, hadise inancınız olmayabilir ama yine de bu hadis-i şerif üzerinde biraz düşünseniz deriz.
Bizden hatırlatması..
* * *
«Meddahların (dalkavukların) yüzlerine toprak saçınız.»
Saym tşgüzar, Madam Gredal'ın kişiliğini çok güzel dile getiren şiiriniz büyük ilgi topladı.
Bir de bu hadis-i şerifi yorumlasamz... Şirle canım.
* • •
«Allah'ım, hilekâr dosttan sana sığınırım. O dost ki, bana dost nazarıyla bakar, halbuki beni murakabe eder. Bende iyi bir amel görürse örter ve fena bir amel ve hatâ görürse etrafa yayar.»
Sayın Bozbeyli, altı aydan bu yana edindiğiniz yeni dostlarınızı bir gözden geçirseniz, malûm içlerinde bankacı mankacı adamlar da var da..
• • •
«Allahu Teâlâ zâlimi imhal (bir müddet cezasını te'hir) eder, tâ ki gazabına uğrayınca onu kimse kurtaramaz.»
Pol—Der, Töb—Der ve bütün Der'cilerle uşaklarına önemle duyrulur.
• • •
«Allâhu Teâlâ devasını halk etmediği hiç bir dert vermemiştir. O devayı bilen bilir, bilmeyen bilmez, ölüm müstesna.»
Demek ki, «bu hükümetin alternatifi yok. tur» lâfları palavradır. Her derde çâre olduğuna göre... Araştırın beyler, araştırın. Doğru iz üstündesiniz, az kaldı.
• * *
«Muhakkak ki. Allah kulunun üzerinde ni'metinin eserinin görülmesini sever.»
Sayın Müezzinoğlu'nun dillere destan villası ve eşyalarını duymuş muydunuz?
Sakın dedi - kodu etmeyin artık. Belli ki Allah'ın sevgili kulu.
• * *
«Emniyeteriyâyet, nzik getirir. Hıyanet fakirlik getirir.»
Babası profesör, annesi ressam, senelerdir milletvekili, bakan ve parti lideri bir adamcağızın domates ekmek yediği ve hâlâ televizyonunun bile olmadığı yazılmış, söylenmişti de; Anlaşıldı hikmeti....
• • •
«Dikkat ediniz, hakiki kuvvet atıcılıktır.» Anlaşıldı CHP'nin gücü, kuvveti...
1. Yanda geçen Hadis-i Şerifler : Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlarından Ahlâka Ait 239 Hadis Tercüme ve İzahı, Ali Himmet Berki,
T. Tarih Kurumu Basımevi — Ankara, 1968 den alınmıştır.
36 DEVLET — TEMMUZ : 1978
Kültür ve Sanat
Sinema Kurultayının Ardından
BİLGE TUNALI
Geçtiğimiz günlerde Atatürk Kültür Sarayı'nda, Kültür Bakanlığı Sinema Dairesi tarafından tertiplenen I. Devlet Sinema Kurultayı, bir devlet organizasyonu şeklinde gerçekleştirilmesine rağmen, Marksist — devrimci sinemacıların gövde gösterisi şeklinde geçti.
Dağıtım ve oynatımdan, filmlerin denetlenmesi, ithal filmciliği, sosyal güvenlik ve sinema eğitimine kadar Türk sinemasının bütün problemlerinin yer aldığı kurultay gündeminde amaç; parlamentoya sevkedilmek üzere olan «Sinema Kanunu Tasarısı» na son şeklini kazandırmaktı.
Bu konulardan sadece birisi için iki gün konuşmak veya tartışmak bile kafi gelemi-yeceği halde, kurultay iki gün içinde oldu - bittiye getirildi: îkinci günün son oturumunda konuşan ve komünist ülkelerin film acentalığı şeklinde çalışan Sinematek'in temsilcisi Yorgo Boz esas meseleye geldi ve: «Dışarıdan getirilen filmlere gümrük uygulanmaması, bu filmlerin hiçbir şekilde denetlenmemesi» üzerinde durdu. Rum asıllı Türk vatandaşı Yorgo, Türk Devletinden bunu istiyordu. Neden?
Nedenini kimse düşünmedi ve Marksist - devrimci sinemacılar Yorgo'dan da ileri gi
derek «sansürün tümüyle (!) ve ivedilikle kaldırılmasını, bunun için Sinema Kanunu'-nun çıkmasının bile beklenmemesini» istediler. Yorgo ve Yorgolaşanlar bu isteklerini Kültür Bakanlığı Sinema Dai-resi'ne ve orada «sinema müşavirliği» yapan Vecdi Sayar'a dikte ettirdiler.
Ama işin garip yanı, şimdi profesör olmaya hazırlanan ve yıllarca Merkez Film Kontrol Komisyonu Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı temsilciliği yapmış olan Alim Şerif Ona-ran'ın : «Sayın Ecevit ve Sa-ym Kışlalı görüşlerinde samimi iseler, Polis Vazife ve Yetkileri Kanunu'nun sansüre <>-lanak veren 6. maddesini iptal ederler: 20. yüzyıl, sansürün çağdışı kaldığı bir dönemdir. Sinemadan sansür tümüyle kaldırılmalıdır.» şeklindeki sözleridir.
Oysa aynı Alim Şerif Onaran, yine 20. yüzyılda, o «çağdışı sansür» ile «Fransız subayım küçük düşürüyor» iddi. ası ile Türk filmini reddetmişti. Anlaşılan; Yorgola-rın, Alim Şerif Onaran ve et-rafındakilerin tek rahatsızlığı, Türkiye'de sinemanın, Türkiye'yi yıkmak isteyenlerin elinde henüz istedikleri manâda etkili bir silah olmayışındandır.
Ekonomik, siyasî ve kültürel alanda bunalımlar zirveye u-laşmış bir ülkede Türk sine
masının problemlerinin hiçbirisi çözümlenemeyeceği ortadadır. Buna rağmen, iş yapıyor gözükmek için meydana çıkanların demogoji yapacakları ve samimi sinemacıları da istismar edecekleri muhakkaktır. Bütün dünya milletleri sansüre rağmen şahane filimler yaparken bizim solcuların, başarısızlıklarının sebebini sansürde aramaları bu işten anlamadıklarının en güzel delilidir. ABD'de, SSCB' de Çin'de İngiltere ve Fransa-da da film kontrolü vardır. Fakat kaliteli film yapan yönetmen — senarist ve oyuncuları da vardır.
Ama, yerli «devrimci» lerin amacı ne Türk sinemasının problemlerine çözüm yolu a-ramak, ne de kaliteli film yapmaktır. Sinemayı sadece Marksist ihtilâlde propaganda silahı olarak kullanmak ve bu konuda önemli ve yegâne engel olan «Film Kontrol Mekanizması» nı ortadan kaldırmaktır. Kültür Bakanı A. Taner Kışlalı Yorgo'nun, Yorgo-ların ve Yorgalaşanlarm bu oyunlarını anlamış mıdır, isteklerini yerine getirecek midir?
Bilmiyoruz ! Bildiğimiz bir husus varsa,
o da şudur: Türkiye'de komünizm adına film kontrolünün kaldırılması zannedildiği kadar kolay olmayacaktır.
DEVLET — TEMMUZ : 1978 37
GÜLERİZ, AĞLANACAK HALİMİZE!
OSMAN OKTAY
Televizyonu açıyorsunuz. Bir eğlence programı var. Programı renklendirmek, daha ilgi çekici hale getirebilmek için araya prodiler fe-lan sıkıştırılmış.
İki komedyen (Kurumîcesiyle —gülmece-ci—) çıkıyor.
Cemiyetimizdeki çeşitli tezatları, siyaset ve devlet adamlarımızın aksayan yönlerini, günlük hayatımızdaki her hangi bir çelişkiyi ele alıp, çeşitli komikliklerle karşımıza getiriyorlar.
Biz, hep birlikte gülüyoruz. Yalnız tebessüm etsek, hat ta şööyle hafiften bir gülücük atsak yine iyi. Ama kahkahaları basıyoruz !
Yalnız televizyonda değil; gazinolarda, sinemalarda, çeşitli eğlence yerlerinde, düzenlenen gün ve gecelerde aynı manzaranın daha alâla-rıyla karşılaşıyoruz.
Yapılan tenkidlerin, taşlamaların çoğu hata ve günehları ortaya çıkanyor.
Aslında, mizah aynasına akseden bu halimizi görüp ağlamamız lâzım. Fakat biz, gülüyoruz !
* » • Adamın biri cemiyetimiz içinde sivriliyor,
büyüyor; mevki - makam sahibi oluyor. Hatta öyle zaman geliyor ve bu zat, devletin . hükümetin en yetkili makamlarına geçiyor, söz sahibi oluyor.
Onun oraya geçmesinde, siyasî taktik ve manevraların, kendi kaabiliyetinin yanı sıra, büyük ölçüde bizlerin de, yani millet olarak hepimizin rolü var.
Bütün gözler o adamda, bütün umutlar ona bağlanmış.
Sonra, bir bakıyoruz, bu adam bir lâf ediyor. Lâfı bırak, Ettiği lâfın içinde bir kelime geçiyor. Çoğumuz manâsını bile anlamıyoruz. Sonra açıyor, öğreniyoruz. Aslında çok acı, çok mantıksız bir söz, bir kelime. O makam sahibine hiç yakışmaz.
Bu duruma, başımıza gelene oturup ağlamamız lâzım. Fakat biz gülüyoruz!
Yine bu mevki - makam verdiğimiz zat ya da bir başkası, senelerce «Var» dediği, onun yüzünden mangalda kül bırakmadığı bir şeyi tek kelimeyle silip atıyor ! «Yok» diyor !
«— Yahu şöyle demiştiniz...» «— Hayır, ben anımsamıyorum !...»
Eh, güler misin, ağlar mısın?. . . Ama, oturup; yine gülüyoruz ! Bu, her devirde böyle olmuş; tarihin derin
liklerinden günümüze kadar sürüp gelmiştir.
Dilerseniz, bir de yakın geçmişimize uzanalım :
Osmanlı împaratorluğu'nun son devirleri diyebileceğimiz günler... Avrupa'da çeşitli devletler kurulmuş, şekillenmiş. Haliyle, devletlerarası münasebetler oluyor.
Meselâ, Osmanlı devletini temsilen Millî futbol takımımız bir ecnebi devletin futbol takımıyla müsabaka yapacak. Takımlar sahaya çıkıyor.
Rakip takım, kendi milletinin İstiklal Marşı'nı hep bir ağızdan haykırıyor.
Ee, bizim de söylememiz lâzım. O da ne ? Yok ki «İstiklâl Marşı» diye yazılmış, okunmuş, kabul edilmiş bir şey !
Öyleyse kafayı çalıştıracaksın. — Nasıl yani ? Dikkat!.. . Hep bir ağızdan, başla ! «Hamsi koydum tavaya da...»
Sonra...
İngiliz tersanelerinde Osmanlı donanması için bir savaş gemisi yapılıyor. Teslim töreni var. Gemi kızaktan indirilmeden önce İngijiz-ler marş söylemeye başlıyorlar: İngiliz İstiklal Marşı!
Buna karşılık vermek lâzım. Heyet başkanı zor durumda. Ama, kafası çalışıyor :
«— Arkadaşlar, şu türküyü biliyor muşu. mız ?»
«— Unuttuk!...» «— Ya şunu?...» «— Tabii, biliyoruz!» «— Öyleyse, başlayın...» «Entarisi ala benziyor Sultan Reşat bana benziyor...»
El duymasın ama, gâvurları da iyi atlatıyoruz hani!.. .
(Devamı Sayfa 40'da)
38 DEVLET — TEMMUZ : 1978
Ecevit "Şerefsizlik ve haysiyetsizlik" dersini ne çabuk unuttu?
AŞIRI SOLCULARIN İTİRAFINI BAŞBAKAN GİZLİYOR!..
CHP Genel Başkanı ve Başbakan Ecevit, bütün olup bitenlere rağmen olayları tersinden göstermeye devam ediyor. Dergimizin baskıya geçtiği sırada CHP Ortak Grubunda konuşan Ecevit «Şiddet eylemlerinde yakalanıp mahkûm olanların çoğu MHP'lidir» diye bir lâf sarfetti.
Bu söze akiı ve fikri olan bir insanın inanması mümkün değildir. Biz de buraya almak niyetinde değildik. Ancak söz sahibinin sıfatı «Başbakan» olunca bir nebze değinmemiz gerekiyor.
Sayın Ecevit'in sözleriyle olayların birbirini tekzip ettiğini 7. sayfamızda klişe halinde bir defa daha verdik. Aşağıda da bazı komünist yayından anarşinin kaynağı ile ilgili pasajlar alıyoruz :
HALKIN KURTULUŞU (Sayı 105) «Bundan bir yıl önce, proleter devrimci Sadık Canaslan Yoldaş katledildi. Bu seferki katiller MHP'li, Ülkü Ocaklı faşistler değildi, Sadık Yoldaş'ı, İGD'li sosyal faşistler katletmiştir.
KURTULUŞ (11. Sayı) : «Türkiye sosyalist hareketi, bugünkü durumda silâhın içe dönüklüğü öyle bir safhaya varmıştır ki, bu mücadelede kullanılan araçlar, sosyalistler arası kullanılmaması gereken araçlar olmaya başlamıştır.»
HALKIN SESİ : (150. Sayı) «Konya'da ve Sivas'ta devrimcilere saldırıldı, bunların sorumlusu Devrimci Yol grubudur.»
HALKIN BİRLİĞİ (37. Sayı) : «Yaşar Değerli , 12 Mart faşizminin eli kanlı, işkenceci ve katil bir celladıdır.. Azılı halk düşmanı bir faşisttir. Elbette döktüğü devrimci işçilerin kanı karşısında ölümü hak etmiş bir cellâttır. Fakat Değerli'nin katledilmesi halkımızın devrimci mücadelesine zarar veren bireysel bir eylemdir. Silâhlı mücadele, kitlelerin seferber edildiği, katıldığı bir toplu mücadele olmalıdır.
DEVRİMCİ YOL (17. sayı) «Marksizmin reddettiği bireysel terörizmle, devrimci silahlı mücadele kavramlarını karıştırmıya-lım. Marksizm, ülke çapındaki merkezi ve belirli bir siyasi programa tabi olmıyan, birbirinden kopuk kişi ve grupların şiddetini reddeder. Bir eylemin, Marksizm açısından bireysel olup olmadığının ayırım noktası, onun ülke çapındaki emekçi yığınlarının kurtuluş mücadelesi ile ilişkisidir. Bu bağlantıyı oluşturacak şey, onun Marksist Leninist bir partinin politik mücadelesine bağlı olup olmamasıdır.
KURTULUŞ İÇİN İLERİ (9. Sayı) «Devrimci Yol'cu üç liseli, Kurtuluş sempatizanı liseli bir gence işkence yaptı, İşkenceye maruz kalan arkadaşımız, kendisinin devrimci ve Kurtuluşcu olduğunu söylemesine rağmen bu üç sapığın elinden kurtulamadı. Vücudunda sigara söndürüldü, yüzü gözü şişirildi ve en çirkini makatına şişe sokuldu.»
İLERİCİ YURTSEVER GENÇLİK (52. Sayı) «Maocular, İGD İzmir Şubesi başkanı Tarık Demirkan'ı elleri titremeden kurşun-ladılar. Ardından canice bıçakladılar. (53. Sayı) Ergani'de Maocular, İGD üyelerine saldırdılar.»
HALKIN BİRLİĞİ (31. Sayı) «Ergani Lisesinde, 7 Mart günü Kürt milliyetçileri (Rizgari taraftarları) ile sosyal faşistler arasında kavga oldu. Sosyal faşistlerin düzenledikleri geceye mesaj gönderen Rizgari taraftarlarının mesajı, onların Rus uşaklıklarına ters düştüğü için kabul edilmemişti... Sosyail faşistler, haksız oldukları ortaya çıkınca kaba kuvvete başvurmak istediler, gereken cevabı aldılar.»
Ve tekrar soruyoruz : Ecevit yalan mı söylüyor ? Aldanıyor mu ? Kasıtlı mı hareket ediyor? Bütün bu olayları solcular yaptığına göre yakalananların güya «MHP'li olması» neyin ifadesidir ?
DEVLET — TEMMUZ : 1978 39
Güleriz Ağlanacak... (Buştarafı Sayfa 38'de)
Ve daha neleer, neler... Ağlamamız lâzım değil mi ? Ama, ben bu İstiklâl Marşı yokluğunda
düştüğümüz halleri duyunca, okuyunca güldüm. Ve şunu da döşündüm : O zaman için ger
çekten bir İstiklâl Marşımız olsaydı; koca İm. paratorluk çöker miydi ?
Allah'a binlerce şükür ki, şimdi bize heyecan ve ruh veren bir İstiklâl Marşımız var.
Ama, ağlamamız gerekirken gülüp durduğumuz daha öyle şeyler var ki!...
Hazin bir manzarayı kendi ellerimizle, kendi düşüncemizle, kendi hareketlerimizle şekillendiriyor, renklendiriyoruz ve sonra da gülüyor, gülüyoruz.
Oysa, ağlasak daha iyi değil mi ? İşte... Gülüyoruz ağlanacak halimize! Fakat en iyisi, gülmeye, ağlamaya vakit
ayırmadan geçmişin bir muhasebesini yapsak ve geleceğe bunlara meydan vermeden girsek...
Millet olarak, devlet olarak artık bir titreyip de kendimize dönsek!
Ah, buna ne kadar muhtacız!
âk I M USTUN KALİTELİ • Altınorlon İPLİKLERİ
• İPLİKLERİMİZ EN MODEPN TESİSLERDE HAZIRLANMIŞTIR
• RENK VE SAC1AML1K BAKIMINDAN GARANTİLİDİR
Soimaı renk,zengin c esıt ve her bakımdan garanti Altınorlon ipliklerinde
Y*'Jİ1.'*R«B< H A M A R A 7 AYKIN H A N & i 15 I3T
MEMMM nun
DEVLET Milliyetçi Alttualite Fikir ve Yorum Dergisi
AYLIK DERGİ
Sahibi ve Sorumlu Yazı tşleri Müdürü
•
MEHMET ÇAĞATAY ÖZDE MİR
Sayı: 439 — Temmuz 1978 II. Dönem : 3
Her türlü haberleşme adresi P. K. 284 Bakanlıklar — ANKARA
Posta Çeki Nu : 21849 •
Abone Şartları Yıllık : 100 TL.
Yurtdışı Yıllık : 200 TL. •
Yurtdışı Havaleler Akbank Gençlik Caddesi Şubesi : 4011 no.lu hesaba gönderilmelidir.
• İlân Şartlan : Tam sayfa arka kapak : 6000 TL. Tam sayfa iç kapak : 5000 TL.
• DEVLET'te yayınlanan yazılar kaynak gösterilmeden iktibas edilemez
Kapak : Kuşak Matbaası — İSTANBUL Dizgi.Baskı : BİMAŞ Matbaacılık
ANKARA
I 1001 TEMEL ESER SERİSİNDE ÇIKAN KİTAPLAR
HER AYIN 1.İNDE VE 15. İNDE HER KİTAP 15 URA 1- YUNUS EMRE DİVANI 2- HUZUR 3- XVIII. YÜZYIL
TURKİYESİ NDEORF VE ADETLER
4- EŞREFOÛLU DİVANI 5-ORUÇ BEG TARİHİ 6-BOZGUN 7- MEVLANA, HAYATI-
ESERLERİ 8-EMİR SULTAN 9- BUHRANLARIMIZ
10-TÜRKLERİN MANEVİ GUCU
11-BİR ZAMANLAR İSTANBUL
12- TÜRKİYE MEKTUPLARI. 1717-1718
I * NECATİ BEY DİVANI 14- BARBAROS
HAYREDDİN PAŞANIN HATIRALARI, C I
15-BARBAROS HAYREDDİN PAŞANIN HATIRALARI. C II
16- SOSYALİST ÜLKELERDE FİKİR VE SANATIN KADERİ
17- TEŞRİFAT VE TEŞKİLATIMIZ
18-TÜRKİYE'NİN DÖRT YILI, 1552-1558
19-KİTABI BAHRİYE, C 1 KİTABI BAHRİYE. C. II
20-MUSAMEREONAME 21-FATİHİN TARİHİ 22- RAMAZAN-NAME 23- GAZİ MUSTAFA
KEMAL 24-TARİHÇE-İVAKA.I
ZAGRA 25-EVRAKI PERİŞAN 26- KARACAOGLAM 27- CAN ÇEKİŞEN
TÜRKİYE 1914
28-BUOİN KANUNNAMESİ VE OSMANLI TOPRAK MESELESİ
29-İSLAM MEDEN' ETİ 30- AHLAK-İALAI 31-TÜRKİYE'Yİ 80YLE
GÖRDÜM 32-LEHÇETÜ'LHAKAYIK 33-TÜRKLERİN SOY
KÜTÜĞÜ 34-AHMET HARAMİ
DESTANI 35- A'MAK-I HAYAL 36- KABUSNAME. C. I 3 6 - K A B U S N A M E . C M 37-MÜNECCİMBAŞI
TARİHİ. C.l 37- MÜNECCİMBAŞI
TARİHİ. C. II 38-TÜRKİYE TARİHİ I
Ajlretten Devlete' 39-TÜRKİYE TARİHİ II
"İmparatorluk Yolu" 40- TÜRKİYE TARİHİ III
'Cihan Hâkimiyeti" 41- TÜRKİYE TARİHİ IV
"Olgunluk Çağı" 42- TÜRKİYE TARİHİ V
Sonun Başlanaıcı 43-TÜRKİYE TARİHİ VI
Sona Doğru" 44-TÜRKİYE TARİHİ VII
' Duıerkon" 45- BÜYÜK SANCAĞIN
GÖLGESİNDE 4b- BİZANS TARİHİ. C. I 47- BİZANS TARİHİ, C. II 48-ENVARÜ'LASIKIN.CI 49-ENVARÜ'IAŞIKIN.C.II 50-ENVARÜ'LAŞIKIN,CIII 51-1001 HADİS. C. I 52- 1001HADİS.C.H 53-MEVLANA
CELALEDDİN-İRÛMI İSTANBULTÜRK KALtLERİ
55- MUHAMMEOİYE.C.I 56-MUHAMMEDİYE.C.II 57-MUHAMME0lYE,CII I 58-MUHAMMEDİYE.C IV 59- TÜRKİYE'DE
SANATLAR VE ZENEATLER
60- DELHİ TÜRK İMPARATORLUĞU
61-MlR'ATÜLMEMAllK 62- TASVİR-I AHLAK 63- TÜRKİYE 1850. C.l 64-TÜRKİYE1850.CII 65-ESLAF 66 SOVYET
İMPARATORLUĞU "Sömürülen Topraklar',
C.l 67-SOVYET
İMPARATORLUĞU Somuajlan Topraklar'
c ti 68-ZAFERNAME 69- DEVLET Vf AİLE
AHLAKI 70-VAK A-İCEÇÎD 71- HUZUR-U AKLO FENDE
MADDİYUN MESLEK-I OAULETİ
72- KOCA SEKBANBASI RİSALESİ
73- HAYDAR ÇELEBİ RUZNAMESİ
74- TASİH-IGİLMANI 75-GİZLİ NOTLAR 76- FATİH SULTAN
MEHMED'E NASİHATLER
77- KIRIM HARBİ 78-ÇANAKKALE İÇİNDE
VURDULAR BENİ 79- ESİR ORTA-ASYA •O-NEHCÜ'S-SÜLÛK Fİ
SlYASEm-MÜLOK 81-TÜRKLERİN SİYASİ
DÜSTURLARI 82- YİRMİSEKİZ ÇELEBİ
MEHMEOEFENDİ'NİN FRANSA SEFARETNAMESI
83- TÜRK-İSLAM TARİHİNDEN, C I
8v TÜRK-İSLAM TARİHİNOEN.Cn
85- ESKİ YURT 86- YENİKAPI
MEVLEVİHANE!
87- MARKOPOLO SEYAHATNAMESİ. C.l
88- MARKOPOLO SEYAHATNAMESI.CII
89- TÜRKLER 90- TÜTİ-NAME 91- BAŞIMIZA GELENLER.
C.l 92- BAŞIMIZA GELENLER
C II 93-BAŞIMIZA GELENLER
cm 94-ESKlEStRLER
ANSİKLOPEDİSİ. C I 95- ESKİ ESERLER
ANSİKLOPEDİSI.CII 96- AVRUPA'DAKİ
TÜRKİYE. C.l 97-AVRUPAOAKİ
TURKİYE.CII 9t> 1855 DE TÜRKİYE, C I 99- 1855'OE TÜRKİYE. C I I
100-AHMEOFEHİMBEY'İN HATIRALARI
101-SELÇUK-NAME.C.I 102-SELÇUK-NAME.CII 103- MEVLANA VE
ETRAFINDAKİLER 'RİMİ4-J Slpahılllr"
KM-GİRİT HATIRALARI 105- OLAYLARIN OZU.C I 106- OLGUN SÖZLER C I 107-OLGUNSOZLERC.il 108- GEÇEN ASIROA
DEVLET ADAMLARIMIZ C I
109-GEÇEN ASIRDA DEVLET ADAMLARIMIZCII
110-KIRIM HARBİ SONRASINDA İSTANBUL
111-DEVLETŞAH TEZKİRESİ 6.1
112-DEVLETŞAH TEZKİRESİ C.2.
113-DEVLE I ŞAH TEZKİRESİ C 3.
114-DEVLETŞAH TEZKİRESİ C 4 .
Gayemiz kâr değil, gurur ve hizmettir < •— I Dağıtım ANDA
Fiyatı 10 Lira